Tarziye / تَرْضِيَه
Sanıyorum 2004 yılıydı. Yine böyle bir Ramazan ayında Fatih Caminin müdavimlerinden paşa torunu Hacı Ahmed amcanın iftar daveti üzerine ahşap konağına Zeki Abi ile birlikte misafirliğe gittik
"Bir yazarın en büyük mücadelesi, ölümsüzlüğü kovalarken kahve fincanının dibini bulmaktır." - Virginia Woolf (kurgusal)"
"Bir yazarın en büyük mücadelesi, ölümsüzlüğü kovalarken kahve fincanının dibini bulmaktır." - Virginia Woolf (kurgusal)"
Sanıyorum 2004 yılıydı. Yine böyle bir Ramazan ayında Fatih Caminin müdavimlerinden paşa torunu Hacı Ahmed amcanın iftar daveti üzerine ahşap konağına Zeki Abi ile birlikte misafirliğe gittik
İlkokuldan yeni zıplamışız ortaokula. Hele de o sıcak günlerde ders çalış demeyin de bizim gibi tembel bir öğrenciye 'Hiç durmadan yirmi otuz kilometre koş.'' deyin, hem vallahi hem de billahi o yirmi otuz kilometreyi seve seve koşarız, ter sırtımızdan değil de başka bir tarafımızdan çıksa bile, yeter ki
İki̇ Genç Kizin Sohbeti̇. Bi̇ri̇ Pi̇ç. Di̇ğeri̇ Uysal
Üzüntüsünden tırnaklarını yiyor, burnundan soluyordu. Aynadaki resmine hüzünle baktı. Gözleri alnında oluşan çizgilerin arasına dalıp dalıp çıkıyordu. Ve gittikçe ağaran saçlarına içerleniyordu:
Halki Yo Ednler, Soyanlar
Günler, günleri kovaladı. Sitenin her önünden geçişimde görevlilerin bana sesleneceği umuduyla bakıyor, belki postayı verirler diye hayal ediyordum. Ama nafile bütün düşüncelerim boşa çıktı. Ne seslenen vardı, ne de elime bir şeyler tutuşturan Her defasında hayal kırıklığı ile geçiyordum kapının önünden
Saat 03:46 2020 yılının Ağustos ayının 18nci sabahı Öykü mü yoksa hikâye mi yazmalıyım diye düşünüyorum Bunu düşünürken öykü ile hikâye arasında ince ama önemli bir ayrımın olduğunu anımsıyorum. Hangi kitaptan okudum tam olarak hatırıma gelmiyor olsa da hikâyede daha çok insanın içine doğulan şahsi yaşantısından kesitlerin veya
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI
BÜYÜK KURTARICI
Atatürk'ün kız kardeşleri Makbule ile Naciye tartışıyordu.
Naciye: Abla, son günlerde annem ve babamın konuşmalarından şu sonuca ulaştım: Osmanlı kötüye gidiyor ve önlem alınmazsa sonumuz bir felaket.
Bunun üzerine Makbule: Doğrudur. Bir kötü gidişat var
-Hayır, bağırmıyorum, siz sakin değilsiniz, dedi.
Anlaşıldı ki bayan, başka birine kızmış, ceremesini de ben çekiyorum.
-Sanırım, siz, başka birine kızmışsınız. Öcünü de benden alıyorsunuz.
-Ben, kimseye kızmış değilim.
-O zaman, niye sesinizi yükseltiyorsunuz?
Bir büfeye yanaştı, elindeki parayı uzatıp sandviç istedi. Büfedeki adam küfür ederek onu kovdu ve:-Boklu paran sende kalsın pislik şey. Diyerek bir köpeğe verir gibi uzaktan bir sandviç attı önüne. Sandviçin içindeki peynir ve domates etrafa saçıldı. Yerden bunları toplayıp sandviçin içine koydu ve yedi.
Yıllar sonra büyükler çocuklarına, torunlarına; özgür bir milletin nasıl köleye dönüştüğünün öyküsünü anlatmışlar. Ülkelerinin eski günlerine duydukları özlemi, bu öyküyle gidermeye çalışmışlar. Öyküyü anlatan büyükler; Aslında, öyküdeki memleket bizim memleketimiz. Yavaş yavaş gelen tehlikeyi görmeyen, görmezden gelen eşekler de bizleriz, diyememişler. Utanmışlar.
Konteynerin yanına oturdu. Çok geçmeden bir genç, onu dilenci zannedip önüne para attı. Zaten görüntü olarak dilenciden pek farkı da yoktu. Paraya baktı, almadı/alamadı. Gelip geçenler onun bu halini görünce kimi acıyor, kimi görmemezlikten geliyor, kimi kızıyor, kimi de ona Çalış, çalış! diye akıl veriyordu.