(Gar)dolap
Kadın da biliyordu adının (gar)dolap değil de gardrob olduğunu ama her yolculuktan önce oraya başvurup eşyalarını toplayarak ilk mecazi otobüse burada atladığı için ona bu adı takmıştı.
"“İyi bir hikaye anlatıcısı için gerçeklik, yalan söylemenin sadece daha uzun ve dolaylı yoludur.” — Jorge Luis Borges"
"“İyi bir hikaye anlatıcısı için gerçeklik, yalan söylemenin sadece daha uzun ve dolaylı yoludur.” — Jorge Luis Borges"
Kadın da biliyordu adının (gar)dolap değil de gardrob olduğunu ama her yolculuktan önce oraya başvurup eşyalarını toplayarak ilk mecazi otobüse burada atladığı için ona bu adı takmıştı.
Güneş, görevini icra ederken yakasında bir kimliğe hiç ihtiyaç duymuyordu. Bir sürü pencereden kimseye hesap vermeden özgürce girip çıkabiliyordu. Her pencere farklı bir hayata açılıyordu. Kimi güneşin sarısını ruhunun karanlığından dolayı göremiyor kimi görüyor ama görmemezlikten geliyor kimi de güneşi göremeyecek kadar kederde olduğu için hâlâ kışı yaşıyordu.
Bu bekleyiş, öncekinden daha uzun sürdü. Bir aydan fazla bir süre Sibelden hiç ses çıkmadı. Görüşmemeye karar verdiğini düşünmeye başlamıştım. Bu kararına saygı duymaktan başka yapacak bir şey yoktu. Üstelik böyle bir karar beni biraz da sevindirdi; çünkü başkalarının sırlarını öğrenmek ve bu sırları saklamak zorunda olmak gerçekten
Ali dönmüş müdür odasına, “Hocam ana babadan başkası veli olur mu?” Müdür de sinirli mi sinirli “Sokaktan salağın birini tut getir!” demiş. Arkasından da uyarmış “O kadar da salak olmasın ha! Laftan anlasın.”
-Peki, sorarım sana Manuel o konsülün diz çöküp sessizlikle dua edin demesi neyi değiştirdi bizim hayatımızda? Surların dibindeki dilencilere açlığını kuru bayat peksimetle yatıştıran, pirelide olsa soğuğu kestiği için sırtına attığı pelerinden başka giyeceği olmayan, Tanrının lütfü baharda ,yazda balıklar avlayıp aç kalmaktan kurtulanlara ne verdi? Zelyotlar kaybettiği
Darağacına salıncak kurup sallanan iki rengin hikâyesiydi aslında Yeşil ve Mavi'nin hikâyesi. Aylardan hüzün, mevsimlerden hüsran, yıllardan cereme iken başlamıştı bir gün ansızın. Rüzgâr çıkmıştı en kuvvetlisinden ki darağacının kurumuş dalarını bile bir oyana, bir bu yana savruluyordu. Kalemini kırmış hâkimin idam onayı savcının ellerinde ve savcının dilinden
Arkadaşları ile birkaç parti kağıt oynadı. İkindi vakti eve dönerken pazardan biraz meyve ve sebze aldı. Elindeki poşetlerle evine giden dik yokuşu çıktı. Aldıklarını poşetleriyle birlikte buzdolabına yerleştirdi. İki soba kovasını odun ve tutuşturucu kırıntılarla doldurdu. Sokağa bakan küçük odasının sobasını tutuşturup divana uzandı. Uzandığı divandan bir daha
Taşlar benim için cinayetlerin gizli ipuçları, mutlulukların gizli yansımalarıydı. Hayatın kimselerce bilinmez sırları, tarihin tanıklarıydı... Sıradanlığın içindeki başkalıktı...Ve kemancının hatırasıydı.
Yıllar önce kurguladığım ve bir internet sayfasında paylaştığım bu öyküm kopyalayıp yapıştır mantığı ile çalışan bir sürü İnternet kullanıcısı tarafından kendilerine aitmiş gibi kullanıldı. O zamanlar imla kurallarına önem vermeden yazdığım bu öykü ya da öykü denememi bir daha düzenleyip sizlerle paylaşmak istedim. Bir çok kimse uzun yazılardan
Kendi kendine konuştuğu zamanlarda kelimelerle oynardı bazen, farklı anlamlarını telaffuz ederdi. Kelimeleri tersten okuyup anlamlar yüklemeye çalışırdı. Bu kelimelerle günlük yaşanan önemli olaylarla bağlar kurar ve kendince olağanüstü sonuçlar çıkarırdı.
...... Hatta bir ara hızımı alamayıp üstümde sadece don gömlek olduğunu unutarak türk bayrağını kaptığım gibi sokağa fırlamışşım. Bahçesini sulayan yan komşum Alman Herr Baumgärtner biraz korku, biraz şaşkınlık karışımı bakışlarına aldırmadan, ilk önce a
Ölüm haberini duyan birçok insan adeta yıkıldı. Bu habere inanmak da zorlandılar. Ayna Mahmut ölemezdi. Hele bir de bu saatten sonra. Gerçeği bilenler bu ölümü elbette normal karşılıyordu. Bir insan tabii ki sonsuza kadar yaşayamazdı. Tabiatın bu korkunç gücü karşısında bir canlı ne kadar dayanabilirdi ki?.. Ayna Mahmut