o bir meçhul
sevmek, kendini adamaktır.Karşılıksız ve beklentisiz.
Aynı zamanda sevmek insanı değiştirdiği gibi geliştirebilmeli de.
"“Yazarlık, kelimelerle dans etmektir; ama çoğumuz valsi unuturuz ve sadece ayağımızı birbirine dolarız.” – Franz Kafka"
"“Yazarlık, kelimelerle dans etmektir; ama çoğumuz valsi unuturuz ve sadece ayağımızı birbirine dolarız.” – Franz Kafka"
sevmek, kendini adamaktır.Karşılıksız ve beklentisiz.
Aynı zamanda sevmek insanı değiştirdiği gibi geliştirebilmeli de.
Ne olduğunun önemi var mıydı sahi, yoktu elbette. Mutluydu, hem de hiç yaşamadığı kadar. Gözlerindeki nemli küçük ışıltı süzülerek mum ışığına düştü. Adam bakamadı bu sefer. Gözlerini kaçırarak en kolay olanı yaptı ve bakışlarını kadehine çevirdi. Çok geçmeden de cam kadehte raks eden aleve takılıp gitti.
Yaşadığı toplumun sancılarını hisseden, yüzyılların değiştirilememiş kaderini, çaresizce çareler arayarak yaşayan bir yürekte, yeni filizlenen bir aşkın hikâyesi bu...
Bir cumartesi akşamı kutup yıldızı Güneydekilerden kaçıp tüm ihtişamıyla onlara gülümserken geceleyin güneşi doğurmak üzere...
Ne zaman göç etsem
Önce içim boşaldı .
Bindiğim her otobüste
Yanım dolarken
O öyküdeki kadın da benim kadar mutlu mudur? Ben şimdi cennetin ışıltılı yollarında, senin kollarındayım. Başlangıcım, yeni hayatım, biricik aşkım söyle, o da aynı yollarda koşmuş mudur?
Gülümsedi olanlara inat. Farkına vardı yaşamın ayrılıklarla yenilendiğinin. Ve bedenini bırakıp uykuya yepyeni bir günün umuduyla kapadı gözlerini... Çünkü ‘‘Alışıyorsun zamanla herşeye...’’
Bir tarafım seni deliler gibi özlerken diğer tarafım otur diyor kendinle baş başa kal FAYDASIZ!!!
Sigarasından derin bir nefes daha çekti. Sigarası da olmasa ne yapardı?
Sıkıntılı olduğu anlarda en çabuk sarıldığı tek şey oydu. Günde iki, üç paket kadar içiyordu. Arabasını evinin önüne park etti
Göz göze geldiklerinde saatine bakmıştı. O anda saatin kaç olduğunu sorsalar bilemezdi.
Geçmişte gençlerin davranışlarına egemen olan kısıtlayıcı gururun, yaşlılıkta nasıl çözüldüğünü, kaçırılan olanakların nasıl giderilmez bir sızıya yerini bıraktığını küçük bir öykünün dar çerçevesi içinde vurgulamaya çalıştım.
Birden bire köprünün korkuluklarına doğru bir kız yaklaştı. Üzerinde siyah bir manto, başında hoş bir şapka vardı. Onu gördüğü andan itibaren titremeye başladı. Heyecandan yüreği sıkışıyordu. Nastenka’sı gelmişti sonunda.
Yediği simidin masada kalan son susamı gibi hissettim. Beni alması çok kolaydı. Parmağını ıslatıp değmesi yeterliydi. Ben, ne kanatları, ne de ayakları olmayan bir susamdım onun dünyasında.