"“İyi bir yazar, kahramanını ne kadar çok sevmiyorsa, okurunu o kadar çok güldürür.” – Mark Twain"

Bir bankın üzerinde…

Göle bakan eski bir bankta oturan anlatıcı, altın renkli günbatımında düşüncelere dalar. Şehrin kaosundan kaçtığı bu sığınakta, zihninde bir zamanlar yaşadığı aşkın anılarını canlandırır. Gizemli sevgilisinin öngörülemeyen ruh hallerini, fırtınalı davranışlarını ve aralarındaki derin bağı hatırlarken, geçmişin duygusal izleri günün son ışıklarıyla harmanlanır.

yazı resim

Eski tahta bir bankın üzerinde oturuyorum: Boyası dökülmüş, göle nazır o tanıdık bank burası. Güneş yine batıyor, her şeye altın bir renk serperek sıradan olan ne varsa hepsini büyülü kılıyor. Burası neresi mi? Burası benim düşünce sığınağım. Şehrin gürültüsünden, debdebesinden, trafiğinden, insanından, kokusundan ve nihayetinde bulaşık teline dönen zihnimin karmaşasından kaçtığım yer…

Ben yine onu düşünüyorum. Neyini mi? Elbette yaşadıklarımızı… Örneğin, yaptığımız yolculukları, sabahladığımız günleri, yanımda oturduğu zamanları, meşhur sessizliğini ve dayanılmaz uzaklığını…

***

Gözleri hep görünmez bir noktaya sabitlenirdi. Öyle olduğu zamanlar içinde ne fırtına kopardı tahmin bile edemezdim. Sonra aniden bir fırtına kopuverirdi. Bu öyle bir fırtına ki neye, ne zaman, ne için oluştuğunu bir türlü anlamaz, anlamlandıramaz ve kontrol edemezdim. Bir gün sevinçle sarılır, onun can simidiymişim gibi takılır, hemen sonra ite bildiği kadar iter, önemsiz bir konudan düşmanıymışım gibi davranırdı. Binlerce kez sevdiğimi söylememe rağmen, sevgisini, sevdiğini gösteremedi. Bunun için bir çaba gösterdiyse de bir elin parmaklarını geçmedi. Yani en azından benim anlayacağım şekilde gösteremedi… Sevgisi de bir serap gibiydi, uzansam hemen kaybolurdu. Bir şey onu incittiğinde kendi kabuğuna çekilir, hedefine koyduğu kim varsa kimin suçlu, kimin suçsuz olup olmadığını bilemeden konuyu kapatırdı. Suskunluğu kulaklarımı sağır ederdi, sözlerimi yutan bir boşlukla yaşamayı göze alışımın tek nedeni “ne olursa olsun terk eden ben olmayacağım” sözümdü…

***

Ama şimdi, bu bankta otururken bir şeyi adamakıllı fark ediyorum: yeryüzünün geniş ve adına hayat dediğimiz bu mefhumun da kısa olduğunu… Birinin beni yarı yolda bırakmasına neden kızıp kendimi onun huyuna göre zincirleyeyim? Dışarıda duygularımızı paylaşabileceğimiz sayısız insan var; her biri kendi hikâyesi, kahkahası ve sevgisiyle apayrı bir dünya. Yeni dünyaları keşfetmek, yeni sözler söylemek, yeni bir başlangıç yapmak için kimse geç kalmış değil, ben de dahil. Bunu sizlere övünmek için söylemiyor, geçmişimi de küçümsemek derdinde olmadan dile getiriyorum ki bu bir gerçekliktir. Bu zavallı, sözünün eri, sabr etmekten perdeleri kalkmış kalbimin toparlanabileceği yeni bir sese, yeni bir nefese ve uyanışa ihtiyacı olduğunu net bir şekilde biliyorum…

Kimse boynuna ip atıp da peşinden sürükleyeceğiniz bir hayvan değildir. Kimseyi zorlamaya, peşinden koşmaya gerek yok. Böyle davranmaya, sevginizi abartmaya başladığınızda ve tüm imkan ve zamanınızı ona ayırmaya çalıştığınızda yaptıklarınızın hiç bir değeri olmuyor. Bu yüzden emekli bir çalışan olarak kazancımın bir kısmını artık kendime yatırım için kullanacağım. Elbette maddi konular da önemli, ama ben daha çok ruhumu zenginleştirecek deneyimlerden söz ediyorum. Örneğin, hayalini kurduğum göremediğim yerlere gideceğim; belki bir sahil kasabasına, belki dar sokakları olan eski bir şehre… Bu hafta sonu Bursa’ya ev bakmaya gideceğim. Hafta sonlarımı orada geçirip Ege taraflarına günübirlik geziler düzenlemeyi düşünüyorum. Farklı yüzler, taze fikirler ve yeni ilhamlara ihtiyacım var. Evet, ayağa kalkıyorum. Ayağa kalktıkça omuzlarımdaki yükün hafiflediğini, havanın özgürce ciğerlerime dolduğunu hissediyorum. Şimdi güneş ufuktan tamamen çekiliyor gökyüzünde ve ilk yıldızlar da benim gibi ışıl ışıl, kıpır kıpır parlıyorlar. Şu alacakaranlığın her şeyi yumuşattığını da yeni fark ediyorum… O da ben de artık yolumuza bakacağız. Çünkü hayat devam ediyor. Ve ben bilinmeyeni tüm kalbimle kucaklayacağım.

Şimdi motosiklete doğru yürürken içimden kendimce sessiz bir veda ediyorum geçmişime. Bu geçmişi geride bırakmak için onunla bağımı hatırlatan her şeyi usulca elden çıkarıyorum. Parkın çakıllı yolunda adımlarım yankılanıyor, her biri yeni bir başlangıcın habercisi gibi içimde taze bir heyecan ve duygular uyandırıyor. Gölün suyu hafifçe dalgalanıyor, rüzgâr usulca esiyor. Hayat, tüm hüznü ve umutlarıyla, akmaya devam ediyor… Düşünüyorum da insan ne kadar çok severse sevsin, sevgi tek başına hiç bir şeyi gerçekten iyileştiremiyor, yetmiyormuş. Demek ki bu sevgi karşılık bulmadan bir ahengin oluşmasına vesile olamıyor. Geçmişte yaşadığım onca şeyden öğrendiğim tam olarak bu oldu. O bankta bıraktığım anılarla vedalaşırken, kendime dönüşü olmayan yeni bir söz daha veriyorum! Bundan sonra başkalarını değil, bizzat kendimi, özümü, bendenizi ihmal etmeyeceğim! Herkes gibi kendi yolumu çizeceğim, kendi mutluluğumu en konforlu şekilde inşa edeceğim…

***

Bir kahve dükkânından gelen mis gibi koku burnuma çalıyor… İçeri girip bir fincan kahve alsam mı? Almasam mı diye düşünüyorum. Dönüp masada gülen insanlara bakıyorum… Dünya dönüyor, hayat sürüyor. Ve bu akışın bir parçası da benim artık. Gidenin yerini dolduracak cevherler elbette var, ama önce kendi içimi zenginleştirmeliyim. Sonra yeni anılar ve hikayeler biriktirmeye devam ederim… Kafeden uzaklaşırken son bir kez daha dönüp bakıyorum. Gölün üstünde ay ışığının yansıması aklımı başımdan alıyor…

Gülümsüyorum, geçip giden zamana! Her şey mümkün diyorum. Yeter ki insan duygularıyla yaşadığı şarkıları seslendirmeye, bu uğurda yürümeye devam etsin…
Hoşça kalın…

Yorumlar

Başa Dön