"“Yazar olmak istiyorsan, ilk kural: Yatakta kal. İkinci kural: Eğer yataktan çıkarsan, geri dön.” – Dorothy Parker"

Beş Küçük Kadin Ve Abi̇leri̇ni̇n Hi̇kayesi̇

BEHİYE, DUL BİR KADINDIR, BEŞ KIZI VE BİR OĞLUNU TEK BAŞINA BÜYÜTMEK ZORUNDADIR

yazı resim

Ece, evin en küçüğüydü, dört ablası ve bir abisi vardı, abisi Ece çok ufakken erkenden evlenip ayrı bir eve kiraya çıkmıştı. Oysa annenin onunla ilgili ne büyük hayalleri vardı! Lokanta açacaktı, ev yemekleri yapıp satacaklardı, pastane de açabilirlerdi, fırın açacaklardı, kafe açacaklardı, tavuk döner ya da köfte dükkanı, pizza ya da pide dükkanı. Ne büyük düşlerdi, o tatlı düşler geceler boyunca uyku öncesi ruh haline yıldızlar, kozmik bir ruh bulaştırırdı, azimle mutlulukla dolup taşardı içi, iş kurmakla ilgili birçok rüya görürdü, ne var ki hiç ummadığı bir iş geldi başına. O uslu ufak çocuklar gibi söz dinleyen, saf, uysal, zarif ve fikirlerle hareket eden boylu poslu oğlu, herkesin, bütün kızların ilgisini çeken sessiz çığlık bir kıza tutuldu. Liseyi terk eden, kavgacı, dik kafalı, üstelik bir deri bir kemik bir kıza aşık olmuştu, Behiye, kızı birkaç kez gördü, pislik bakışlarını hissetti her seferinde, kızın rol yaptığını anladı, elden bir şey gelmezdi, bir şey diyemiyordu oğluna ve eve bütün parasını getiren oğul para getirmez olmuştu. Kazandığın paraları ne yapıyorsun?” diye kibarca ve korkarak sormuş, o süt kuzusu oğlu aslan kesilip kükremiş, “sana ne be kadın benim kazandığım paradan!” diye bağırmıştı. Oğlu bambaşka bir karaktere bürünmüştü.
Bu türlü saygısızca hiç konuşmazdı. Onu kesseler böyle konuşmazdı. Ona ne olduğunu kafasının içinde çözmeye çalışırken çok üzülüyor, içi adeta kan ağlıyor ve bunu kimseye anlatmıyordu. Ama zamanla ne olup bittiğini anladı, oğlunun cep telefonuyla konuşmalarına kulak misafiri oldu. Hüseyin, kazandığı paraları kıza yediriyor ya da ihtiyaçları için kullansın diye veriyordu. Kız genelde takı ve bunun gibi saçma şeylere harcıyordu parayı ve borçlarını kapatıyordu, cep telefonu faturasını ödüyordu, kasaptan et alıyor, kızartma yapıp yiyordu, köfte yaptırıp evde pişirip yiyordu. Bunu sürekli yapıyordu, marka bir parfüm alıyordu mesela, mahalleden kız arkadaşlarını kafeye götürüp dondurma pasta bir sürü şey yiyip içip herkesin hesabını ödüyordu. Ve anne Behiye bunların hepsini bilmiyordu, birkaç şey duymuştu ve olup biteni öğrense o kızın adresini öğrenip evini basar ağzına geleni söylerdi. Lise çağında kötü kalpli bir kıza oğlunu kaptırmanın acısı bambaşkadır. En başta çok öfkelendi oğluna, oğlunun ona duvar oluşuna, bazı günler eve gelmiyordu Hüseyin, anne telaş içinde en kötü büyün senaryoları döndürüyordu beyninde, madde mi içiyordu, ne ediyordu, o kız onu nelere alıştırmıştı? Behiye oğluna olumlu ve yumuşak bir tarzda yaklaşmayı deniyordu ama olmuyordu, bir keresinde şöyle dedi dayanamayıp: “Sen böyle değildin, bir tavşan seni saptırdı, seni manipüle ediyor oğlum.”
Hüseyin güldü; “manipülenin anlamını biliyor musun anne?”
“Seni doğurduğum gibi daha neler biliyorum haberin yok kuş beyinli! O yiyici tavşanlar mahvediyor seni. Unutma; seni ben doğurdum!”
Tabi bu esnada genç kız telefon görüşmesini dinliyordu.
Sevgilisinin elimden aldı telefonu: “Onu sen doğurmuş olabilirsin; ama o benim tatlım, pis laflar etme arkamdan.
Aramıza girme boşuna. Bizi ayırmaya kimsenin gücü yetmez. Allah’ın gücü bile yetmez!”
“Acınası!” dedi.
Hüseyin sinirlendi: “Ver kız telefonu! Ne biçim konuşuyorsun! Sinir etme beni; bak dayağı yersin!” Diye bağırdı.
Vermedi telefonu genç kız; küfürler etti ve kapattı telefonu.
Çok geçmeden Hüseyin aradı annesini.
Sevgilisi adın özür dileyecek ve biraz da onu haşlayacaktı, sevgilisi hakkında ileri geri konuştu diye.
Behiye, açmadı telefonu; ağlıyordu çünkü.
Hüseyin özür mesajı çekti. “Beni merak etme, iyiyim. Yarın eve gelirim.”
Ertesi gün gelmedi eve. Behiye oğlunun yolunu gözleyip durdu.

Hüseyin’in eve gelmediği günler çoğalıyordu ve Behiye onu arayıp duruyordu, sıklıkla telefonlarına cevap
vermiyordu Hüseyin. Arada genç kız açıyordu telefonu, delirmiş gibi öfkeyle konuşup hakaretler yağdırıp; “düş artık yakamızdan moruk!” diyordu.

Günler günleri kovaladı, Hüseyin eve gelmedi yine. Şöyle bir mesaj attı, sevgilisinin ses kaydı: “Anneni görmeye gidersen bu iş biter! Yemin ediyorum silerim seni!” Ağlayarak söylüyordu bunu.
Sanki genç adamın annesi ezeli düşmanıymış gibi, canına kast etmiş gibi.
Şunu yazdı: “Anne bu deli kız böyle, ne yapalım, onu idare ediyorum, onu çok seviyorum, sen de onu idare et lütfen, en kısa zamanda gelirim eve, seni ve eski güzel günleri, kardeşlerimi özledim cidden, bu deli kızdan gizli gelirim. İkinizin arasında kalmak yoruyor beni. Bu amatör kız yemek yapmayı bilmiyor, yaptığı şeyler berbat, öğrenmeye çok hevesli ama. ‘Nasıl olmuş?’ dediğinde kırılmasın diye hep yalan atıp ‘süper olmuş’ diyorum. Yemeklerini çok çok özledim, annem.”

Behiye yıkıldı, günlerce içine doğru ağladı, geceleri çok sancılıydı, hep oğlunu düşünüp duruyordu. Sonunda kabullendi terk edildiğini. Kafasını başka şeylere verdi. Ama sık sık kulağına geliyordu, o ikisi sık sık kavga edip birbirlerini yiyordu adeta; ama devam ediyordu ilişki, sonra kız da çalışmaya başlamış, bir bebekleri olmuştu. Behiye, torununu merak edip durdu. Günün birinde; “annesinin emeklerinin kıymetini anlar döner gelir” diye umdu; ama dönüp gelmedi oğlu. Sonra korkunç bir haber aldı, kıskançlık krizine giren kız oğlunu vurup öldürmüş, sonra kendine sıkmıştı tabancayı, yaralı kurtulmuştu. “Beni dövüyordu, şu oldu bu oldu” demiş, “kavga ediyorduk; silahı elinden aldım.” O sırada annesi de evdeydi, tanıktı. Deliller onu destekliyordu; ama gerçek bu değildi, nicedir yürümeyen bu evliliği bitirmek istiyor; ama başaramıyordu, onu öldürmeyi uzun süredir planlıyordu ve başarmıştı. On yıl ceza aldı.

Behiye, bir süre oğlunun mezarına gidip geldi. Onu hapisten çıktığı gün öldürecekti nerdeyse.
Geçen yıllar içinde hayatta kalma savaşı ona bütün acıları ve geçmişi unutturdu.
Ama o gün katilin hapisten çıkacağını öğrenince yerinde duramadı, delirdi öfkeyle ve yola çıktı.
Cezaevinin önünde takside beklerken bunun iyi bir fikir olmadığına karar verdi, çocukları perişan olurdu hapse girerse ve bu işi ilahi adalete bırakmak en iyisiydi.
Taksici gevezenin tekiydi, her konuda konuşup duruyordu, Behiye deli olmuştu.
“Teyze sen kimi bekliyorsun, çıkan çıktı, şu kırmızı giysili kadın mı acaba beklediğin?”
Behiye silahı çıkardı, ona gösterdi, mafyaya bulaşmış pislik bir kadın gibi ağzını eğerek şöyle dedi: : “He, onu vuracaktım, caydım, seni mi vurayım? Konuşup duruyorsun!”
“Aman teyzem yapma! Çoluğum çocuğum var!”
“Sür lan! Eve götür beni! Tek kelime edersen sıkarım bak! Yeterince kafamı ütüledin!”
“Peki” diyecekti, sustu, el işareti yaptı.
Büyüyen torununu ise uzaktan birkaç sefer görmüştü, bir kez ona sinsice yaklaşmayı denemiş, başında sarı taç olan küçük kız cin gibiydi, ona verilen telkinleri hatırlayıp korkarak yıldızım gibi kaçmıştı.
Katil, hapisten çıkalı üç ay olmuştu ve Behiye, müthiş bir haber aldı. Eski gelini bir adamla arkadaşlık etmeye başlamış. Adamın sıkıntılı olduğunu anlayınca onu bırakmaya karar vermiş, delice kıskanç adam adeta nefes aldırmıyormuş, evden hiçbir sebeple çıkmasını istemiyor, perdeleri bile açmasına çok kızıyormuş. Kısa süre sona uyuşturucu bağımlısı olduğunu, birçok sabıka kaydının bulunduğunu öğrendi, evden kaçıp şikayetçi oldu, mahkeme uzaklaştırma kararı verdi; ertesi gün adam onu apartmana gireceği sırada kurşun yağmuruna tutup öldürdü.

Behiye’nin yüksek düzeyli dertleri gençken başladı. Çocuk yaşta evlendi. 24 yaşında dul kaldı. Kocası sığır çiftliğinde elektrik çarpması sonucu öldü. Orada işçiydi. Sigortası yoktu. Ölümü onun kendi hatasından kaynaklı gibi gösterdiler. İçmiş, yanlış kabloyu kesmiş dediler, çiftlik sahibinin bir elemanı zarfla eline para ulaştırdı. Ses çıkarmaması için telkinlerde bulundu üstü kapalı laflarla, sonra birkaç adam eve gelip gidip, çaktırmadan gözdağı verdiler, bellerinde silahlar vardı, biri emekli polis, diğeri görevdeki, bir diğeri ise polislikten atılan. Eve erzak alıp durdular bir süre ve sonra çılgın devasa bir çukur gibi sessizlik çöktü ruhuna dul kadının, gelen giden yoktu ve yapayalnızdı. Zaman ne çabuk geçmişti. Parası ve yiyecek kuru bir ekmeği yoktu. Kendini keriz yerine konmuş gibi hissetti. “Onlara inandım! Kafasızın tekiyim” diye düşündü. Avanak kafasıyla; “çalışanım yok, ev kira, yüz üstü bırakmazlar, yine para verirler, erzak getirirler” diye düşünmüştü, o zamanlar çok saftı, köylü zihniyetliydi, eve gelen erkeklerle konuşmaya çekinirdi, konu komşuyla. Gerçeği çok sonra fark etti: Kocasının ölümü ört bas edilmişti. Geriye bakmanın faydası yoktu ve ileriye bakmalıydı, başının çaresine…

Genç ve cahil Behiye önüne koyulan bariyerleri aşacak güçte ve kapasitede değildi. Bilgisizdi. Çok tecrübesizdi. O gerici ve baskıcı kasabadan taşındı kafası attığında.
Büyük şehir onu sarstı, fena korkuttu, her anlamda büyüledi. Cazibeler arasında ürkek ve korkak bir çiçek gibiydi. Yaz gecesiydi, komşu kadınları perde arkasında seyretti, uzaylıları izliyormuş gibi.

Çok geçmedi hepsiyle içli dışlı oldu. Eski yaşadığı yerde edindiği (çevre baskısı ve otoritesiyle) ve ruhunu kara bir örtü gibi kaplayan sapça saçan ahlakçılığı yavaş yavaş paramparça edip attı üstünden. Tertemiz yürekliydi, çözüm bekleyen derdi çoktu, onca çocuk… aşması gereken çok engel vardı önünde ve sessizdi yeni evinde.
Ona saray gibi gelen pis kokulu bodrum katta. O iyi bakışları hissedildi, çok içerde, derinlerde kendini, ruhunu saklayan Behiye insanları kendine çekti, ürkekti; ama soğuk değildi, cana yakındı, yüzü gülünce inanılmaz bir ışık saçardı, doğuştan sahip olduğu o mıknatıs çok dost bulmasına yardım etti, o tılsımı kadınlar iyi bilir; iyi insana, mert insana herkes hasrettir, evine gelenleri çok içten karşılardı, sofraya koyacak birkaç şeyi varken bile “aç mısınız, yemek vereyim, çay yapayım hemen” derdi, sevinirdi. “Bunlarla misafir ağırlanmaz, eyvah! Ne yapacağım?” diye telaşlanıp üzülmezdi. Ruhunda sıcaklık vardı. Onu paylaşırdı.
Malzeme varsa bir basit pasta yapardı, hiçbir şey yoksa pişi yapardı, zeytin, peynir ve çay, başka şeyi yoktu. Bu tutumu taktirle karşılayan ilk misafirlerle kaynaşması çabuk oldu. Ve onlar kalan yemekleri çöpe atardı, ekmekleri. Behiye bayat ekmeği ısıtırdı, fırından yeni çıkmış gibi sıcak hale getirirdi kaynayan tencere buharıyla. Behiye’nin yöntemlerini şaşırarak öğreniyorlardı. Onlar ailelerine yemek beğendiremezlerdi, her gün başka yemek yaparlardı, ev halkı kalan yemeği asla yemezdi, canları başka şey çekerdi ve yemek çöpe giderdi. Olmadı dışardan yemek sipariş edilirdi çocuklara.
Evde doğru düzgün yiyecek yoksa misafire; “aç mısınız, yemek vereyim” demezlerdi. Denmezdi. Onun çok iyi yürekli olduğu apaçıktı. Sanki dünyanın en zengin kadınıymış gibi, lüks içinde yaşıyormuş gibi hoşsohbetti. Böylece kalan ya da yeni yapılan yemeklerden Behiye’ye gelmeye pay başladı, ki beş çocuğu gören kadınlar nasıl arka çıkmasın ona? İnsanlar onu çok çabuk benimsedi, çok sevdi, yardım ve desteklerini vermeye başladılar fazlasıyla.
Behiye güzel bir yemek yaptı mesela, yöresel bir yemektir, her seferinde çocuklarının biriyle bir komşuya yollardı. Ve bu yemekler çok lezzetli bulunur, silip süpürülerek yenirdi.

Behiye onlardan hiçbir şey istemezdi, eve biri gelir, içtenlikle mutfakta sohbet ederler, “aaa, senin kap kacağın yok” demek yerine, kullandığı bir şeyler getirir, sonra öteki duyar, tencere ve başka kap kacak getirir, giysilier…öteki başka şeyler. Behiye, böylece bir sürü kullanılmış; ama sağlam eşyaya sahip oldu. Kadınlar arasında erkeklerin arasında olmayan muazzam bir dayanışma vardır, işin içinde sürekli doyurulması gereken aç çocuklarının da olması desteği çok arttırıyordu. Komşu fakire yardım edelim zihniyetiyle değil; ‘dostumuz, canımız kanımız Behiye’yi görüp sohbet edelim’ diye geliyorlardı ikişerli üçerli gruplarla.
Behiye, karakteriyle ruhuyla, hayata saf bakışıyla, anlattıklarıyla müthiş bir itibar

.......... DEVAMINI TEMİZE GEÇİNCE EKLERİM, KÜÇÜK KADINLAR KISMI HİKAYENİN....EN GÜZEL YERİ ....

KİTAP İZLERİ

Parasız Yatılı

Füruzan

Füruzan'ın "Parasız Yatılı"sı: Yarım Asırlık Bir Ağıt ve Direniş Bazı kitaplar vardır, yayımlandıkları anda klasik olurlar. Zamanın getirdiği edebi akımlardan, toplumsal çalkantılardan etkilenmeden, adeta kendi
İncelemeyi Oku

Yorumlar

Başa Dön