Bir Ruh Çağırma Operasyonu
Bazı şeyler var ki doğru kullanılırsa çok işe yarar. Böyle ruh çağırıldığını hiç duymadınız mı?
"Emek ve birlikle örülen her an, hayatın en anlamlı şiirini yazar."
"Emek ve birlikle örülen her an, hayatın en anlamlı şiirini yazar."
Bazı şeyler var ki doğru kullanılırsa çok işe yarar. Böyle ruh çağırıldığını hiç duymadınız mı?
Gözlerimi göğe diktim. Hera’yı aradım. Belki yardımıma koşardı; kadının, doğumun ve ihanetlere öfkenin Tanrıçası, neler olup bittiğini anlatırdı bana. Belki Afrodit’i yollardı yardımıma. Şaşkın, yorgun sesimle çağırırken onu, lirinin tınıları arasında Safo’nun sesi çalındı kulağıma. O da Afrodit’e yakarıyordu:
Ölümü düşünme, bir çare değil, bir kaçış sadece... Belki bir çare görmüyorsun, hiç kimse anlamıyor seni, unutma, böyle düşünen sensin... Ölümle kucaklaşacağın an zaten korkunç, yetmez mi?..
ilk taslaklarımdan biri. bir gün mutla bitecek. peki o pırıl pırıl elbiseli karmaşık yüzlü adam kim? ve nedewn o halde? işte bu soruların yanıtını öykü bitince alacaksınız
Analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Nazım HİKMET
“Ne zamandır bu halde?” diyor esmer bir adam.
Omzuna dokunan elle korktu. Geri kaçıp karanlıkta üzerine doğru gelen kişinin kim olduğuna baktı. Serkan’ı görünce rahatladı.
Güneş, görevini icra ederken yakasında bir kimliğe hiç ihtiyaç duymuyordu. Bir sürü pencereden kimseye hesap vermeden özgürce girip çıkabiliyordu. Her pencere farklı bir hayata açılıyordu. Kimi güneşin sarısını ruhunun karanlığından dolayı göremiyor kimi görüyor ama görmemezlikten geliyor kimi de güneşi göremeyecek kadar kederde olduğu için hâlâ kışı yaşıyordu.
romantik başlayıp bitiğinde yazanı ve okuyanı bir sürü gereceğine inandığım bir öykü denemesi.
Nar'ın Bahçesi,
her an karşılaşacağımız içimizden birinin öyküsü...
Yaşamın
her anında etkisinde kalınan çocukluk anılarının beklenmedik öyküsü...
Duygularla vedalaşmak keşke kimseyle el sıkışmadan, öpüşmeden, sarılmadan kapının eşiğinden cümleten allahısmarladık demek kadar kolay olabilseydi. Daha o kadar çok cümlesi vardı ki. Düşünceleri boş durmuyordu. Sessiz sedasız bir şekilde; yüreğine, ruhuna rastgele bir şeyler karalıyordu. Görünmüyor, okunmuyor olması özelinde hissetmesine engel teşkil etmiyordu.
Beyaz bir duvar düşünün. O duvara bakan herkes aslında farklı bir şey görür. Kimisi için o sadece beyaz bir duvardır. Kimisi için ise kırık beyazdır. Bazıları malzemesini, üzerindeki tekstili fark eder. Bazıları ise duvarın boş olduğunu. Birkaç insan vardır ki o duvardaki ufak vida deliklerini fark eder. Bİr
Başlık bulamadım, öylesine yazdım. Sonunu da henüz yazmadım. Belki yazarım belki de yazmam.
Evet, sahnede bir mucize yaşanmıştı. Kısa bir süreliğine de olsa Ömer Seyfettin dirilmişti.
kızıma yazdığım bu mektup onun eline 16 yaşıda geçecek
Güzel ve sıradan bir hayatı vardı. Ne var ki bı sıradan kelimesi ruhuna minik minik iğneler saplıyordu sanki ..
Düşünceler, aklımdan gelip geçen cümleler içimdeki sesi susturmak istercesine kalabalık ve gürültücü. Huzur, posta adresi olmayan dinginlik, gözlerden geçip gönlü okşayan manzaralarda kendini gösterir.