Üşüyorum Sen Üşüyorsun Ankara Üşüyor
Aziziye camiinde bir sela veriliyor. Aklıma ölümüm geliyor. Ölüm sensizlikten daha sıcak geliyor.
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
Aziziye camiinde bir sela veriliyor. Aklıma ölümüm geliyor. Ölüm sensizlikten daha sıcak geliyor.
Koca şehir kocaman olmuş ve o en kuytu köşeye saklanmıştı.
Çaresizdim.
Aklımdan çıkaramıyordum bir türlü.
O bankta oturmuş tebessümü ile beynimi yüreğimi esir almış sonra kendini azat etmiş çekip gitmişti.
Erguvanlar, rengiyle devrana seni anlatacak. Güvercin gerdanlığı demlerde çaylar ayrı bir hazla yudumlanacak. Semaverim, demliğim ve tespihim benimle birlik yollarına bakacak. Hüthütler, güvercinler kumrular gelişini muştulayacak. İklimimde gelişin bayram olacak…
Sıradan bir gündü, hani yazmaya böyle başlanmaz biliyorum lakin hakikaten sıradan, hiç bir özelliği olmayan bir gündü. Hani ne kuşların cıvıldaştığı bir İlkbahar günü, ne ağustos böceklerinin karınca ile didiştiği, güneşin tam tepede olduğu sıcak yaz günü, ne de soğuğun iliklere kadar işlediği bir kış günü idi.
Açtım, arayan sesi tanıdım. Sebil’di. Annem arayanın o olduğunu anlar anlamaz çıkıp gitti
Güneş, alacakaranlığını bırakıp gitmişti. Mars, yüzünün yarısını saklayan Ay’ın peşine düşmüştü. Bu zamanlarda, hep böyle yapar, Ay’a iyice yaklaşırdı. İkisi de göz kırptı, bu garip kuşlara. Onlar da gülerek selamladılar, bu kadim, vuslatsız aşıkları.
Bir babayiğit ki, ama ne babayiğit: Bir sekseni geçen boyu, oldukça kaslı vücudu, güçlü kolları, anadan sürmeli gözleri.. tam bir Anadolu delikanlısı.
Köylü çocuğuydu ama kendi köyünde pek eğlenmez, gezerdi. Bazen yürüyerek giderdi, bazen atla giderdi. Başka köylere giderdi, kasabalara giderdi, şehirlere giderdi. Gittiği yerlerde, yolun
Ruh ikizim" dedi adam içinden, Ruhumun yarısını aldın gidiyorsun işte. Ruh ikizim dedi içinden kadın, Ruhumun yarısını sende bırakıp gidiyorum. İkisi de kendi hayatlarında yol alırken, farkındaydılar hiçbir şey eskisi gibi olamayacak hayatlarında.
yol uzun zahiride kısalmaz sen varken
saat gece yarısı semam kalkma sen daha çok erken
Hep başkalarının hikayesini okursunuz. Peki ya bir gün, okuduğunuz hikayenin kendi hikayeniz olduğunu anlarsanız sonunu okur musunuz ? Ya da sonu tekrar yazmak için mi uğraşırsınız ? İşte bu böyle bir hikaye.
Göz meftun tutkundur dil.
Yâr dudağı karanfil.
Bir renk ki efil efil.
Yürek ona sel sebil.
Sen sevdiğin birinin sesini unutmak nedir, bilir misin? Hayallerinde, rüyalarında bile bir daha onun sesini duyamamak...
Hava kararıyor. Işıklar daha yanmadı...Yandaki yazlık konağın pencereleri bomboş, perdesiz, çiçeksiz...... Su sesleri kesilir gibi oluyor. Yakacık tepelerinde gecikmiş yolcular iç geçiriyorlar. Umutla bekliyorlar. Kuşlar yorgun argın yuvalarına dönüyor. Sayfalar çevriliyor. Manastırın ürperti veren hazin çan sesleri, belli belirsiz, Süreyya Plajının yalı kalıntılarına doğru yankılanıyor... Su kulesi öylecene
Uzat dudaklarını dedi gökyüzünü
Uzat ki sana sivastan öpücükler gelsin
Damla damla
Dudak büküp sırt dönmelerin olurdu dargınlığı oynarken. Sonra aynada bir çift göz belirirdi.
Unutmuşsun gibi, orada öylece bana bakardı. Karanlığa yaklaştıkça irileşiyor gözbebeklerin. Derinliğine çekiliyor, giderek ufalıyor yansımam. Tutup gazete geriyorum araya küçüldüğümü sanarak. Altta kalır mısın hiç. Elin tarağa uzanıyor, bakışların ise saçlarına doğru kayıveriyor
Karanlık terkedilmiş mutfağa baktı "Çok garip söylediği şarkı hala kulaklarımda" diyerek iç geçirdi
Zülfü Livaneli