Künyesi Bozuk Boynuma Astığım Ayrılığın
Yıldızlar şiir örse de saçlarıma, yağmazlardı gökten... Sen öyle sanırdın.
Öpmezlerdi yokluğunun sebep olduğu yaraları. Ya da ben seni kandırırdım.
"Gelecek, her zaman dünden daha kötüydü. Ama neyse ki, gelecek henüz gelmedi." - **Oscar Wilde**"
"Gelecek, her zaman dünden daha kötüydü. Ama neyse ki, gelecek henüz gelmedi." - **Oscar Wilde**"
Yıldızlar şiir örse de saçlarıma, yağmazlardı gökten... Sen öyle sanırdın.
Öpmezlerdi yokluğunun sebep olduğu yaraları. Ya da ben seni kandırırdım.
İhanet...
Üzerinde düşünmeye korktuğumuz kelime...Bir o kadar da hamurumuzda olan aslında...Daha da ötesi; yaşamın varlığında olduğunu inkar ederek anlamını ortaya koyarken bile ihanet ettiğimiz kelime...
Üret ve tüket.
Bu iki kelimenin sınırları dâhilinde kurgulandı modern zamanlar. Kurguyu yapanların; insanlığın her gün daha ileri gideceğine ve doğal olarak daha mutlu olacağına olan inancı tamdı.
Ve şimdi ne önemi vardır, sarışın bir çocuğun gözlerinden güneş çalmanın. Vaktin yoktur deli rüzgarlarla savaşmaya. Alnında ezeli bir dünya yorgunluğu...
“genel sevi dersinden pekiyi ile geçerken sevinin lal halinden sınıfta kalan biri o! Engelleyemez seni. Onun engelleri kendiyle”
Geçmiş bir acıdan arta kalan hüzünlü bakışlar ! Serzenişlerim vurur yalnızlığa ; vurduğu yerde biten gül değil, içli bir ağlayışın hıçkırıkları sadece...Acıyla yoğrulmuş sevdaların lokmaları kalır boğazımda düğüm düğüm. Kesilir nefesim ve başka bir acının mayasından başka bir işe yaramaz.
Bazen bıkar insan soluk alıp vermekten. Bazen yorar yaşamak insanı da artık bir isyan vardır kendinden fışkıran ve herkesi içine katan. İşte bu isyanın resmidir.
Kana kana kanadım, duyuramadım. Kavramları silkeleyip atarken bir kenara silkinip atıldığımı duyumsadım, engel olamadım. Kendi Tanrıcılığımı oynarken kendimi deneysel süreçlerimin deneği yaptım. Hırpalandım.
Kayıp geceler kabusunda sürmeli bir ölü dirilir kendi cenazesine,ölmediğini bilmek ister tanıdık yüzlere merhaba der. Ama boş bir anlamsızlık yüklüdür hepsinde.Çünkü ölüsevicilik pek matahtır bu riya yüklü toprak kokan yerde. Suya çağrılır ölü bir müddet, sonra sonsuz susuzluğa gönderilir bir ölü, çağrısız alemlere.
Karşımda siz varsınız. Yüzleşeceğiz. Kim haklı kim haksız göreceğiz. Ben hiçbir zaman haklı olmaktan hoşlanmam ama sonunda genellikle haklı çıkarım.
Yarınsız bir sabaha uyandı tekrar gözlerim. Sonuçsuz bir aşkın bedelini ödediğim, o yabancı ve soğuk sonbahar gecelerinden birinde kaybettim, koparıp verdiğin yüreğinin o en gizli parçasını.. Sonra bir fırtına başladı..
Kaleme kağıda sormadan, bana sormadan, ben gibi siz gibi bir yüzleşme, bir başkaldırı... Belki edebi bir yapıt değil, belki bir günlük sayfası, ama hangimiz günlüğümüzde isyan etmedik ki...
Bir zencinin esaretinde yaşıyordum… kaçanları yakalamak için kollar çıkıyordu (göğüs)kafesimden. Kulağımda hep bir çığlık vardı, kimin olduğunu bilmediğim… Gözlerimin ucunda bir yazı, aklımda herşeyimde bir düş… Düş-mek’ten düşleme
Zira içimdeki tüm pisliği akıtabileceğim bir korku hikayesi yazmak fikri de bu akşama ait bir düşünce.
Türkler tarih sahnesinde -o dönemden kalan efsane, destan ve kitabelerden anlaşıldığı kadarıyla- ilk görünmeleri karizmatik kahramanların teşkilatlandırdıkları topluluklarla olmuştur. Oğuz Kağan, Kültigin Kağan, Mete han, ya da Kürşad ismi aynı zamanda bir milleti anlatıyordu.
bende yalnız keşkeler var bu ara bir de sana sorarım ey yar peki sende bana dair ne var bunca bende kalan hayalden sonra...