Uzaklarımız Var
Hasretlerin gecelere döküldüğü, hüzünlerin içimizde bir yerlere aktığı, sayfalarca uzaklar.
"Her an, yaratıcılığını yeniden doğurmak için bir fırsattır; sabahın tazeliğiyle başla, akşamın dinginliğiyle tamamla."
"Her an, yaratıcılığını yeniden doğurmak için bir fırsattır; sabahın tazeliğiyle başla, akşamın dinginliğiyle tamamla."
Hasretlerin gecelere döküldüğü, hüzünlerin içimizde bir yerlere aktığı, sayfalarca uzaklar.
Bir beş dakikalığına herşeyi bir kenara bırakıp gökyüzünü, bulutları, doğayı seyredin. O kusursuz yapı içindeki bir canlı olarak, kendi kusursuzluğunuzun tadını çıkarın.
Sezai Karakoç’un Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına armağan ettiği ve ona “Mona Roza” şairi denmesine sebeb olan bu şiir on dokuz yaşında iken yazılmıştır. Yıl 1952. Edebiyatımızın en güzel örneklerindedir. Dört bölümden daha doğrusu dört şiirden oluşmaktadır. Bu şiir üniversite gençliğinin baş ucu şiirlerindendir. Karakoç, o yıllarda tanınmadığından dolayı
Ben anne olursam anlarım annemin değerini, ve annem her daim hatırında tutar beni unutturmaz yanındaki değerimi..
Aşk, kaç elif miktarı uzundu unuttum. Fecrin alnında ateş vardı, hasret büyüyordu tenimde.
Yağmurun uğramadığı kentleri göz yaşlarımla sulamayı başardım. Ama çocukluğumun hayalleri hep yetim kaldı...
Unuttum nisyan ile malüldüm!
Bir türkü tutturduk şimdi
Ayrılığın çizgisinde
Bir adım ötede özgürlük
Geride çocukluğum
Anıları kazıyıp yüreklerimize
Kaynardı kara kazanlarda kirlilerimiz; sonra yüreğimiz gibi tertemiz olurdu. Sabun kokardı...
Sabun kokuluydu çocukluğumuz...
Elimizde ne birazcık Mavi vardı, birbirimize güvenmemizi sağlayacak,ne de birazcık Sarı; mutluluk, sıcaklık adına…Kırmızı’yı hissettim ben aşk adına; belki sen o gün farketmedin, belki de yine bir perşembeydi sevmediğin!
Kim bilir o yüzden “büyük”leri tanıdıkça hep çocuk kalmak istiyorum…
Ben hep çocuk kalmak istiyorum da…
Lakin memleketimin/Anadolu insanının hep saf kalmasını, saflığından dolayı istismar edilmesini istemiyorum. (İstemediğim için bazı gerçekleri günlüğüme yansıtıyorum)
Ve diyorum ki; ey “Anadolu saf insanı!”
Sıradan bir günün, insanın kendi içindeki duygu gelgitleri, sevgi paylaşımları, sevdiklerini kapsayarak, ruh halini kapsayacak bir biçimde anlatılması.Rutin bir iş günü içerisinde yaşanan duygu gelgitleri...
Yaşanılan günleri çalmaya karar verdim tarih sayfalarından.. 15in payına düşen şımarık bir kaç hatıra. Artık kimsecikler alamaz elimden temmuz 15i
Bilmiyorum siz istediklerinizi "sirasinda" yapabildiniz mi? Ben hiç yapamadim.
Seni özledim İstanbul ! Çocukluğumun ağırlığıyla özledim seni. Dedemle birlikte Beşiktaş iskelesinden o koca vapurlarına binip Kadıköy' e gitmelerimizi özledim en çok. Ah, İstanbul ! Hatırlıyor musun o vapur yolculuklarını ? Denizinin kokusunu, rengini, adını bilmediğim geveze beyaz kuşlarını,o koca vapurlarını, yine o koca vapurlarının sanki insanı içine
insanın kendini ifade etmekte kullandığı daha iyi bir künye var mı acaba terliklerden daha iyi
Eskiden, mektup denilen bir tür vardı, name de denilirdi adına. İnsanlar, biribirine yollardı zarf içinde.
Sevgi kokardı, hasret tüterdi sayfalarında. Ayrı bir iştiyakla okunur yazılırdı. Eskiden mektup vardı,o demler güzel zamanlardı...
Kemalettin Tuğcu okuyor diye bir arkadaşım fena dayak yemişti.
Diğeri ise İnce Mehmet okudu diye.
Hatırlamaya başladım işte ben de o günleri.
12 Eylül öncesini.
Masamda eski ve ilgiç bir şiir antolojisi, 1972 basımı okuyucularımla paylaşacak değerde olduğuna inandığım için günümüze taşıdım