Otobüs camına yaslanmış yüzüm; dalgın, derin ve yorgun… Dışarıda mevsimler ışığını saçıyor, hayat yeni başlangıçların müjdesini veriyor. Ama ben, içimde kopan fırtınaları dinliyorum. Allah’ım, o fırtınalar alıp götürüyor beni; yurdumdan, köklerimden, tanıdık nefeslerden koparıp uzak diyarlara savuruyor. Ağır, tarifsiz bir melal sarıyor içimi.
Onurumla taşıdığım anılar var hayatımda; ilkbahar kadar taze, umut kadar diri… Oysa şimdi kalbim mühürlenmiş, bana ait olmayan bir boşluğa mahkûm. Ya Rabbi, bu nasıl bir ayrılıktır ki, aramıza sessizce çöktü? Alev alev yanan gözlerimde, mesafelerin ve Senin hasretinin izleri dolaşıyor. İçimde haykıran bir kış var; nefesim buz kesmiş, yüreğimin taş duvarlarına çarpıp geri dönüyor. Yağmurlar soluklarımı alıp götürüyor, damla damla düşüyor yitirilmiş bir sevdanın küllerine.
Senli üşümeler, senli titremeler var artık yalnızlığımın yerinde. Çehremde buruk hatıralar, sürgün bir aşkın gölgesi saklı. Sen gelmeden önce baharın aydınlığı içimdeydi; bilemezdim ki, gelişinle birlikte ağır bir kışın çökeceğini. Şimdi sokaklarımda fırtınalar esiyor, cevapsız sorular dolanıyor. Bu acı, mücadelesiz bir yenilgi gibi. Anlamını bilmediğim bir yitirilişin sessizliğiyle çevriliyim.
Ayrılık… şarkıların en girift hüznü. Oysa ayrılığın da bir bitişi olmalıydı. Şimdi ben, bir ahşap iskelenin ucunda, rahmetinin kuşattığı özgürlüğümü bekliyorum.
Kalbimin korusu sonbaharı yaşıyor artık. Asmalar eğilmiş, dallar kırılmış, ağaçlar çıplak… Yapraklar sararmış, rüzgârla savrulmuş suyun yüzüne. Bülbüller susmuş, bahçelerim sessiz. Umutlarını yitirmiş dönüşler imkânsızlaşmış. Yollarım ıssız, yüreğim ürkek… Ve ben, ağır bir sükûtun gölgesinde kaybolmuşum.