Bazı sabahlar, uyanınca içimde tanımlayamadığım bir boşluk olur. Sanki biri, gece sessizce hayatımdan bir parça alıp götürmüş gibi. Ne tam bir acı, ne de mutlak bir hüzün… Daha çok geçmişe duyulan ince bir özlem.
Bir fincan çayın buğusunda annemin sesi belirir bazen,
bir sokak lambasının altında çocukluğum…
Tozlu bir fotoğraf albümünün arasında
bir zamanlar sonsuz sandığım dostluklar.
İnsan büyüdükçe, zamanı değil; hatıraları biriktiriyor.
Bir gülüş, bir bakış, bir vedasız gidiş…
Hepsi avuçlarımızdan kayıp giden kum taneleri gibi.
Tutmak istiyorsun ama ne kadar sıksan da,
daha çabuk kayboluyorlar.
Dünyanın tüm hevesleri, rengârenk ambalajlara sarılmış geçici sevinçler gibi.
Alıyorsun, seviniyorsun, ama bir sabah uyanıyorsun ve anlamını yitirmiş oluyor.
Geriye yalnızca bir zamanlar çok sevdiğin şeyleri özlemenin acısı kalıyor.
En çok da, yaşarken değerini bilemediğimiz anlara yanıyor insan.
Çünkü o anlar geçiyor, ama hatırası kalıyor.
Ve işte tam da o hatıralarda,
kaybettiklerimizle yeniden karşılaşıyoruz.
İbrahim Suha