"Yarınki gazeteyi okumak için yaşama arzusu duyuyorsan, henüz ümidini kesmemişsin demektir." - Voltaire"

Gitmenin en zor tarafı

yazı resim

İnsanın yüreği, kolayca unutan bir hafıza değildir. Bir söz, bir bakış, bir elvedayla silinmez yaşananlar. Ne kadar kırıcı, ne kadar sert olursa olsun, geçmişin izleri kalbin taşına kazınır ve orada yıllar boyu yankılanır. Bir anlık öfke, bir nefeste söylenen acımasız kelimeler, bazen bütün bir hayatı yerle bir eder. Fakat o kelimelerin ardından geriye kalan boşluk, hiçbir şeyle dolmaz.

Arkamı dönüp gitmek, sıradan bir yürüyüş değildir; bütün bir geçmişi toprağa gömmektir. Her adımda anılar ayaklarımın ucuna takılıyor, her nefeste senin sesin kulağımda çınlıyor. Gitmek, bedeni hareket ettirmekten ibaret olsa da ruh için bir parçalanmadır. Ve ben biliyorum: Gitmek zorunda kalmak, insanın kendini paramparça etmesidir.

Alışmak... Ne ağır bir kelime. İnsan sandığı kadar kolay alışmıyor hiçbir şeye. Zaman geçiyor, mevsimler değişiyor ama içimdeki acının biçimi değişmiyor. Alışmak dedikleri, aslında yaranın kabuk bağlaması; oysa en küçük dokunuşta kan yeniden fışkırıyor. Yaşamakla ölmek arasında sıkışıp kalmak böyle bir şey işte. Yaşıyorum ama yaşamıyorum; nefes alıyorum ama nefesim içime yetmiyor.

Yalnızlık… O, en ağır cezadır insana. Dışarıdan sessizlik gibi görünür ama içten içe çığlık atan bir zindandır. İnsan kalabalıkların içinde bile tek başına kaldığında, yalnızlığın ne kadar gürültülü bir işkence olduğunu öğrenir. Gece boyunca karşına çıkan kendi gölgen, sana yabancı gelir. Ve o an anlarsın: Yalnızlık, bir yokluk değil; seni seninle boğan bir fazlalıktır.

Sen “Git” diyorsun. Kolayca, düşünmeden, sanki gitmek bir kapıyı kapatmak kadar basitmiş gibi. Ama ben soruyorum: Gitmek, gerçekten bu kadar kolay mı? Peki ya umutlarım? Bir zamanlar gözlerimde ışık gibi parlayan hayallerim, nereye sığınacak benden sonra? Acılarım, yıllarca içime işleyen gözyaşlarım, sessizce büyüttüğüm çocuk yanım… Hepsi bir anda ortadan mı kaybolacak? Seninle birlikte mi gömülüp kalacak karanlığa?

Her veda, aslında bir ömrün gömülmesidir. Bir mezar kazılır, içine umutlar, anılar, hayaller gömülür ve toprağın üzerine koca bir suskunluk serilir. Şimdi ben, kendi hayatımın mezarının başında duruyorum. Dudaklarımdan tek bir ağıt dökülüyor: Benim yarım kalan hikâyem, benim susturulmuş şarkım, benim gömülen sesim.

Ve soruyorum kendime: Beni terk eden gerçekten sen misin? Yoksa ben, bütün bir hayatıma ihanet ederek, kendi ruhumu mu bırakıyorum geride?

Yorumlar

Başa Dön