İslâm düşüncesinde kıyamet konusu, yalnızca eskatolojik bir mesele değil; vahiy anlayışı, bilgi teorisi (epistemoloji), zaman kavrayışı ve ahlâkî bilinç ile doğrudan ilişkili bir alandır. Bu sebeple kıyamet hakkında ileri sürülen her iddia, yalnızca tarihsel değil; Kur’an’ın temel ilkeleriyle uyum açısından da değerlendirilmek zorundadır. Hadis literatüründe yer alan ve genellikle “kıyamet alâmetleri” başlığı altında toplanan birçok rivayet, ilk bakışta ahlâkî uyarı niteliği taşıyor gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde ciddi metodolojik ve teolojik sorunlar barındırmaktadır. Özellikle:
Zaman dışı genellemeler içermeleri
Her döneme uyarlanabilir olmaları
Ölçü, eşik ve doğrulama kriteri sunmamaları
Kur’an’ın “gayb” ve “ansızlık” vurgusuyla çelişmeleri bu rivayetleri vahiy temelli bilgi olmaktan çıkarıp, sonradan anlam yüklenen didaktik anlatılara dönüştürmektedir.
> Kıyamet alâmetleri rivayetleri, Kur’an’ın kıyamet anlayışıyla bağdaşmamakta tarihsel olarak defalarca boşa düşmüş, algısal olguları ontolojik gerçeklik gibi sunan ve gaybı istatistiksel sürece indirgeyen uydurma anlatılar üretmektedir.
“EMANET EHİL OLMAYANA VERİLDİĞİNDE” RİVAYETİNİN ZAMAN VE ANLAM ÇIKMAZI
- Rivayetin İçeriği ve Yapısı
Ebû Hüreyre üzerinden aktarılan rivayette
Resûl-i Ekrem, bir yerde sahâbîleriyle konuşurken bir bedevî çıkageldi ve:
“–Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu.
Resûlullah sözlerini kesmeden konuşmalarına devam ettiler. Bunun üzerine sahâbîlerden biri:
“–Bedevînin sorusunu duydu, fakat soruyu beğenmedi.” dedi. Bir başkası da:
“–Hayır, soruyu duymadı.” dedi. Resûlullah konuşmalarını bitirince:
“–Kıyâmet hakkında soru soran nerede?” buyurdular. Bedevî:
“–Buradayım, yâ Resûlâllah!” dedi.
“–Emanet zâyî edildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurdular. Bedevî:
“–Emanet nasıl zâyî olacak?” diye sordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz de:
“–Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurdular. (Buhârî, İlim 2, Rikāk 35)
Bir bedevînin kıyameti sorması üzerine Resûl’ün:
> “Emanet ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekle” şeklinde cevap verdiği aktarılmaktadır.
Rivayet dikkatle incelendiğinde, iki katman öne çıkar: - İçerik (emanetin zayi edilmesi)
- Anlatı biçimi (sahneleme, diyalog, dramatizasyon)
Her iki katman da ciddi eleştiriye açıktır. - Zaman Dışı ve Ucu Açık Bir Genelleme
“Emanetin ehil olmayana verilmesi” olgusu:
Firavun döneminde vardı
Roma’da vardı
Emevî ve Abbasî dönemlerinde vardı
Modern ulus-devletlerde vardır
Gelecekte de var olacaktır.
Bu durum, rivayeti her dönemde doğru gibi görünen ama hiçbir dönemi doğrulamayan bir ifadeye dönüştürmektedir. Eğer bu olgu kıyametin yaklaşmasının özgül bir göstergesi olsaydı:
Kıyametin tarih boyunca defalarca kopmuş olması gerekirdi.
Bu ise rivayetin öngörü gücünün sıfır olduğunu gösterir.
Burada karşı karşıya olduğumuz şey, hadis literatüründe sıkça rastlanan şu problemdir:
> Sonradan anlam yüklenen, zaman dışı, ucu açık ahlâkî genelleme
Bu tür ifadeler:
Kehanet gibi görünür
Ama her çağda geçerli olduğu için hiçbir çağda ispatlanamaz.
Dolayısıyla vahiy değil, retorik üretir. - Kur’an’da “Kıyamet” ve “Zaman” Anlayışı
Kur’an’a göre kıyamet:
Gaybdır (A’râf 187)
Ansızın gelir (A’râf 187, En’âm 31, Hac 55)
Şartlara bağlanmaz
İstatistiksel sürece indirgenmez
Kur’an, insanlara:
> “Şu olduğunda kıyamet yakındır”
“Şu arttığında sona gelinir” şeklinde nedensel bir zaman çizelgesi sunmaz. Bu nedenle, “emanetin zayi edilmesi” gibi insanlık tarihi boyunca süregelen bir olgunun, kıyamete işaret olarak sunulması, Kur’an’ın temel kıyamet öğretisini ihlal eder. - Anlatı Biçimi Sorunu: Sahneleme ve Tiyatro Dili
Rivayette dikkat çeken bir diğer husus, anlatının kurgusal bir sahne gibi inşa edilmesidir:
“Duydu mu, duymadı mı?”
“Soruyu beğenmedi mi?”
“Sonra dönüp çağırdı”
Bu üslup:
Kur’an’daki resul anlatımına benzemez
Vahiy dili değil, kıssa dili taşır
Didaktik ve edebî süslemeye açıktır
Kur’an’da Resûl:
Açık konuşur
Mesajı doğrudan verir
Muğlak sahnelemelerle sunulmaz
Bu fark, rivayetin vahiy kaynaklı değil, anlatı üretimi olduğunu düşündürmektedir. - Ahlâkî Vaazın Vahiy Gibi Sunulması
Emanetin ehline verilmesi, Kur’an’da zaten açık bir ahlâk ilkesidir (Nisâ 58). Ancak bu ilkenin:
Kıyametin zamanına bağlanması, gaybî bir işaret gibi sunulması ahlâkî öğüdü vahiy statüsüne çıkarma problemine yol açar. Bu ise Kur’an’ın yetkisini gölgeler.
Bu rivayet: - Zaman dışı ve doğrulanamazdır
- Her çağda geçerli olduğu için hiçbir çağa özgü değildir
- Kur’an’ın kıyamet-gayb anlayışına aykırıdır
- Ahlâkî öğüdü kehanet formuna sokar
- Anlatı diliyle vahiy dili arasında belirgin fark taşır
Dolayısıyla ilâhî bilgi değil, sonradan inşa edilmiş bir didaktik söylemdir.
“DEPREMLER, CİNAYETLER VE ZAMANIN KISALMASI” RİVAYETİNİN BİLİMSEL VE KUR’ANÎ ÇÖKÜŞÜ - Rivayetin İddiası ve Temel Varsayımı
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resul şöyle buyurmuştur:
“İlim kaybolmadıkça, depremler çoğalmadıkça, zaman kısalmadıkça, karışıklıklar ortaya çıkmadıkça, herc yani cinayetler artmadıkça ve elinizde mal çoğalıp taşmadıkça kıyamet kopmaz.” (Buhârî, İstiskâ, 27)
Ebû Hüreyre üzerinden aktarılan bu rivayette kıyametin kopması şu olgulara bağlanır:
İlim kaybolması
Depremlerin çoğalması
Zamanın kısalması
Fitne ve cinayetlerin artması
Malın çoğalması
Bu rivayet, kıyameti:
Gözlemlenebilir
İstatistiksel olarak izlenebilir
Aşamalı bir süreç haline indirger.
Bu yaklaşım, doğrudan şu varsayımı içerir:
> Kıyamet, belirli toplumsal ve fiziksel göstergeler belli bir eşiği aştığında gerçekleşecek bir olaydır.
Bu varsayım ise Kur’an’ın kıyamet öğretisiyle temelden çelişir. - Depremler Meselesi: Algı mı, Gerçeklik mi?
a) Tarihsel Gerçeklik
Depremler:
Roma döneminde vardı
Orta Çağ’da vardı
18–19. yüzyılda vardı - yüzyılda vardı
Bugün vardır
Gelecekte de olacaktır.
2026 yılında da olacaktır.
Yıkıcılık açısından bakıldığında:
Antakya (MS 526)
Lizbon (1755)
Şam–Halep hattı (12. yüzyıl)
Tangshan (1976)
gibi depremler, bugünkülerden daha yüksek can kayıplarına yol açmıştır.
Dolayısıyla “depremler çoğaldı” iddiası:
Tarihsel olarak sabit değildir
Nesnel bir karşılaştırma zemini yoktur
b) Ölçü Problemi
“Çoğalma” iddiası şu sorulara cevap vermez:
Hangi zaman aralığına göre?
Hangi büyüklükten itibaren?
Hangi coğrafya esas alınarak?
Hangi eşik aşıldığında “alamet” sayılacak?
Bu sorular cevapsızdır.
Dolayısıyla iddia:
Bilimsel değildir
Felsefî olarak belirsizdir
Kur’anî olarak mesnetsizdir
Ortada ölçüsü olmayan bir “artış” algısı vardır. Bu ise ontolojik gerçeklik değil, bilişsel yanılsamadır. - Cinayetler ve Fitneler: Tarihsel Kıyasın İmkânsızlığı
Rivayette “herc”, yani cinayetlerin artması, kıyamet alameti olarak sunulur. Oysa tarih:
Moğol istilaları
Haçlı seferleri
Engizisyon - yüzyıl dünya savaşları gibi dönemlerde:
Bugünkünden katbekat fazla ölüm
Sistematik katliam
Endüstriyel ölçekte şiddet üretmiştir. Eğer cinayetlerin artması kıyametin işareti olsaydı:
Kıyametin bu dönemlerde kopmuş olması gerekirdi. Bu gerçekleşmediğine göre rivayet:
Tarihsel olarak defalarca kez boşa düşmüştür. - “İlim Kaybolur” İddiası: Kavram Karmaşası
Rivayette geçen “ilim kaybolur” ifadesi iki farklı anlamda ele alınabilir:
a) Kur’an İlimi
Kur’an ilmi:
Resûl’ün vefatından kısa süre sonra rivayetlerle,
mezheplerle, beşerî yorumlarla örtülmüş ve tahrif edilmiştir. Bu anlamda “ilim” zaten erken dönemde kaybolmuştur.
b) Beşerî Bilim
Beşerî ilimler ise kaybolmamış aksine sürekli gelişmiştir. Dolayısıyla rivayet:
Hangi ilimden bahsettiğini netleştirmez. Kavramsal muğlaklık üretir. Bu da vahiy diline aykırıdır. - Malın Çoğalması: Tekerrür Eden Bir Tarih
Mal bolluğu:
Roma aristokrasisinde vardı
Abbasî saraylarında vardı
Endülüs’te vardı
Modern kapitalizmde vardır
Bu olgu:
Defalarca kez yaşanmıştır
Kıyametle sonuçlanmamıştır
Dolayısıyla “malın çoğalması” da ayırt edici bir alamet değildir.
ALGISAL ARTIŞ → ONTOLOJİK GERÇEKLİK HATASI - Zamanın Kısalması İddiası
Rivayette geçen “zaman kısalır” ifadesi, felsefî açıdan son derece sorunludur.
Çünkü:
Zamanın kendisi değişmez
Değişen, insanın zaman algısıdır
Modern dünyada:
Hız artmıştır.
Uyarıcı çoğalmıştır.
Dikkat dağılmıştır.
Bu, zamanın değil, bilincin dönüşümüdür.
Kur’an’da ise:
Zaman izafîdir.
Bir gün bin yıl gibidir.
Bir an bir ömür gibidir.
Dolayısıyla algısal bir durumun ontolojik gerçeklik gibi sunulması, kategorik bir hatadır. - Gaybın İstatistikleştirilmesi Problemi
Bu rivayetlerin ortak sonucu şudur:
İnsanlar olayları izler
Sayar
Karşılaştırır
“Şu oldu, bu arttı” der
Kıyameti bekler
Bu yaklaşım:
Gaybı süreç haline getirir
Kıyameti tahmin edilebilir kılar
Kur’an’ın “ansızlık” ilkesini iptal eder
Oysa Kur’an’da kıyamet:
Hesaplanamaz
Ölçülemez
Şartlara bağlanamaz - Psikolojik ve Toplumsal Sonuç
Bu rivayetlerin fiilî sonucu şudur:
Sürekli “son çağ” psikolojisi
Korku üretimi
Spekülasyon
Pasif bekleyiş
Bu, Kur’an’ın hedeflediği bilinç, psorumluluk, ahlâk yerine endişe ve tahmin üretir.
Bu rivayetler: - Algısal olguları nesnel gerçek gibi sunar
- Tarihsel tekrarları alamet gibi gösterir
- Gaybı istatistikleştirir
- Kur’an’ın ansızlık ilkesini bozar
- Bilinç yerine spekülasyon üretir
KUR’AN’IN KIYAMET ÖĞRETİSİ İLE RİVAYET LİTERATÜRÜNÜN YAPISAL ÇATIŞMASI - Kur’an’da Kıyamet: Şartlı Değil, Mutlak Gayb
Kur’an’da kıyamet:
Yalnızca Allah’ın ilmindedir (A‘râf 187)
Ansızın gelir (En‘âm 31, Hac 55)
Hiçbir beşerî gözleme indirgenmez
İnsan davranışlarına bağlı bir zaman çizelgesiyle sunulmaz
Kur’an, kıyamet için:
> “Şu olunca şu olur” şeklinde nedensel eşikler koymaz.
Buna karşılık rivayet literatürü toplumsal bozulma, doğal afet artışı, ekonomik göstergeler, zaman algısı üzerinden kıyameti izlenebilir bir sürece dönüştürür. Bu iki yaklaşım uzlaştırılamaz. - Gaybın Sınırlarının İhlali
Kur’an’da gayb:
Allah’a mahsustur.
Nebimiz Muhammed dahi gaybı bilmez (A‘râf 188)
Buna rağmen kıyamet alâmetleri rivayetleri:
Gayba dair “işaret listeleri” üretir
İnsanlara “okuma rehberi” sunar
Kehanet benzeri bir dil kullanır
Bu durum, gayb bilgisinin beşerîleştirilmesi anlamına gelir.
Bu ise Kur’an’a göre:
Yetki aşımıdır
Epistemolojik bir ihlâldir - Resûl Tasavvurunun Dönüşümü
Kur’an’daki Resûl:
Tebliğ eder
Uyarır
Gaybı açıklamaz
Zaman çizelgesi vermez
Rivayetlerdeki Resûl ise:
İşaretler sayar
Geleceği betimler
Toplumsal gidişatı kıyamete bağlar
Bu, Resûl’ü:
> Vahiy taşıyıcısından “eskatolojik yorumcuya” dönüştürür.
Bu dönüşüm Kur’anî değildir. - Anlatı Üretimi ve Kıssa Mantığı
Kıyamet alâmetleri rivayetlerinin ortak özellikleri:
Diyaloglar
Sahnelemeler
Dramatik beklemeler
Didaktik sonuçlar
Bu yapı:
Vahiy dili değil
Kıssa ve vaaz dilidir
Bu nedenle bu rivayetler:
İlâhî bilgi aktarmaktan çok
Toplumsal yönlendirme işlevi görür
BU RİVAYETLER NEDEN VE NASIL ÜRETİLDİ? - Ahlâkî Bozulmaya Tepki
Toplumsal çözülme dönemlerinde:
Yöneticilerin liyakatsizliği
Şiddetin artması
Ekonomik adaletsizlik gibi olgulara karşı:
Doğrudan siyasal eleştiri yerine
“Kıyamet yaklaşıyor” söylemi üretilmiştir.
Bu, dolaylı bir ahlâkî baskı aracıdır. - Otoriteyi Kutsallaştırma İşlevi
“Emanet ehil olmayana verildi” gibi ifadeler:
Mevcut düzeni sorgulatmaz
Olanı “kader” gibi sunar
İnsanları pasifleştirir
Bu söylem:
Direniş değil
Kabulleniş üretir - Korku Temelli Din Algısı
Bu rivayetlerin ürettiği din anlayışı:
Sürekli felaket bekleyen
Olayları işaret sayan
Korku merkezli
bir psikoloji inşa eder.
Kur’an’ın inşa ettiği bilinç ise:
Sorumluluk temelli
Ahlâk merkezli
Umut ve adalet odaklıdır
KUR’AN MERKEZLİ KIYAMET BİLİNCİ
Bunlar göstermektedir ki: - Kıyamet alâmetleri rivayetleri
Zaman dışı
Ölçüsüz
Doğrulanamazdır - Tarihsel olarak
Defalarca kez boşa düşmüştür - Algısal olguları
Ontolojik gerçeklik gibi sunar - Gaybı
İstatistiksel sürece indirger - Ahlâkî vaazı
Vahiy statüsüne yükseltir
Kur’an ise:
Kıyameti ansız kılar
Gaybı korur
İnsanları hesap yapmaya değil, sorumluluk almaya çağırır
Bu nedenle:
> Kıyamet alâmetleri rivayetleri, Kur’an merkezli bir iman ve bilinç inşasında bağlayıcı değil eleştirel süzgeçten geçirilmesi gereken beşerî anlatılardır.
Kur’an yeterlidir.
Gayb Allah’ındır.
Sorumluluk insana aittir.
İle de kıyamet beklenmek isteniyorsa her insanın ölümü kıyametidir. Kıyamet Allah katında olmuş bitmiştir. Herkes bugün veya yarın ölecekmiş gibi ömrünü iyilikle geçirsin.



