Bluruppp blurupppp, höbülülü höbülülü, bana ne ya ben annemi
....Mesela hasta düştüğü 8 metrelik belediye çukurdan kaba kuvvet kullanılarak kurtarılmasından (!) sonra, doktorsuz ve hemşiresiz gelen ambulans...
"Bir yazarın en büyük kabusu, fikirleriyle dolu bir boş sayfa değil; başkalarının onu ciddiye almasıdır." – Mark Twain"
"Bir yazarın en büyük kabusu, fikirleriyle dolu bir boş sayfa değil; başkalarının onu ciddiye almasıdır." – Mark Twain"
....Mesela hasta düştüğü 8 metrelik belediye çukurdan kaba kuvvet kullanılarak kurtarılmasından (!) sonra, doktorsuz ve hemşiresiz gelen ambulans...
Gelirken bir gül almıştımda bana gülümsemiştin, hani sana doğru gelirken hayattan ödünç bir nefes almıştım, insanlar vardı çevremde ve hepsi birine veya birşeylere karşı sevgi besliyordu. Duygular vardı aşkın yanında yanlızlık,umutsuzluğun yanında umut...
Bir zaman bir yerlerde yasanmis yada yasanabilir bir hikayeden sadece bir bölüm
Adeta bir mıknatıs çekermişcesine o insanlar, aileler o sokağa gelip yerleşir. Sokağın apartman isimleri de bir hayli ilginç sayılır. Ahu apartmanı ya da Gül, Lale , Yonca, Papatya adları eskilerin Beyoğlu pavyon isimlerini aratmaz. Sanki onlarla yarış halindedir bu evler...
Bilmezsiniz ama masalarda yaşar. Onlarda anı, huzur kokar.
Tahta sandalyeye oturarak masanın üzerinden bir kitap aldım..
Gözlerimi göğe diktim. Hera’yı aradım. Belki yardımıma koşardı; kadının, doğumun ve ihanetlere öfkenin Tanrıçası, neler olup bittiğini anlatırdı bana. Belki Afrodit’i yollardı yardımıma. Şaşkın, yorgun sesimle çağırırken onu, lirinin tınıları arasında Safo’nun sesi çalındı kulağıma. O da Afrodit’e yakarıyordu:
"...İsteseydim çok şey olabileceğimi düşünüyordum. Sanki her şey olabilirdim. Bürokrat, gazeteci, yazar, başbakan... Hatta element bile olabilirdim kendimi gömerek toprağa ya da suya. Hava olabilirdim kendimi bırakarak boşluğa. Ateş olmayı pek istemiyordum açıkçası. Sonra bir sabah uyandım ve olmamam gereken bir şey olduğumu fark ettim. Âşık olmuştum..."
Eski bir aşkın can çekişen satırları.
'Gün Aşımı, kitabımdan aldığım öyküdür. Alt tabanda yaşanan sömürücülüğün tipik bir örneğidir. Bekçi İmdat örnek bir davranışla bu görevden ayrılmıştır.
Gülbahçe hani bu tavuğun bacakları?, dedim.
\- Yahninin içinde.
\- Kemikleri nerde peki?
\- Pişirmeden büyük kemiklerin hepsini çıkardım.
\- Lades kemiğini de görmedim?