"Bugün 23 Aralık 2025, saat 12:00. Ne kadar da şanslısınız ki, ben bu zamanı çoktan yazıp bitirdim." - Kurt Vonnegut"

Kur'an'ın Evrensel Adalet Anlayışı ve Kitap Ehli'nin Kurtuluşu Meselesi

"İslam" kelimesi, Arapça'da "teslimiyet" anlamına gelir ve sadece Nebimiz Muhammed'in tebliğiyle başlayan bir inanç değil, tüm elçilerin çağrısının özüdür. Kur'an'a göre, Âdem'den Muhammed'e kadar tüm elçiler insanları Allah'a teslim olmaya davet etmiştir. Bu bağlamda, İbrahim, Musa ve İsa da özünde "Müslüman"dır, çünkü İslam, dar bir kimlik yerine evrensel bir teslimiyet ilkesidir.

yazı resim

İslam kelimesi, Arapça kökenli olarak "teslimiyet" anlamına gelir. Bu teslimiyet, yalnızca Nebimiz Muhammed'in nebiliğiyle başlamış tarihsel bir olgu değil, tüm nebilerin çağrısının özünü oluşturan evrensel bir ilkedir. Kur'an'a göre, Âdem'den Nebimiz Muhammed'e kadar gönderilen tüm elçiler, insanları Allah'a teslim olmaya davet etmişlerdir. Bu perspektiften bakıldığında, Nebimiz İbrahim, Nebimiz Musa, Nebimiz İsa ve diğer tüm elçiler aslında "Müslüman"dır. Çünkü onların çağrısının özü, Allah'ın birliğine iman etmek ve O'na teslim olmaktır. Kur'an, Nebimiz İbrahim için "O ne Yahudi ne de Nasrani idi, fakat hanif bir Müslüman idi" (Ali İmran 3/67) diyerek bu evrensel anlayışı vurgular. Bu bakış açısı, dini kimliği dar bir mezhep veya grup aidiyetinden çıkarıp, Allah'a samimi teslimiyet ekseninde yeniden tanımlar. Dolayısıyla, "Müslüman" olmak, belirli bir topluluğa ait olmaktan ziyade, Allah'a içtenlikle teslim olmayı ifade eder.
Kur'an'da Kitap Ehli'nin Konumu: Ayetlerin Işığında Bir Değerlendirme
Kurtuluş Vadeden Ayetler
Kur'an'da Kitap Ehli'nin durumunu açıklayan en net ayetlerden biri Bakara Suresi 62. ayettir:
> "Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Nasraniler ve Sabiiler'den kim Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işlerse, onlar için Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir."
Bu ayet, üç temel şartı ortaya koyar:

  1. Allah'a iman
  2. Ahiret gününe iman
  3. Salih amel işlemek
    Aynı mesaj Maide Suresi 69. ayette de tekrarlanır. Bu tekrar, mesajın önemini ve kesinliğini vurgular. Her iki ayette de, iman eden Müslümanlar ile Yahudi ve Hristiyanlar aynı kategoride zikredilmekte, kurtuluş kriterleri açısından aralarında bir ayrım yapılmamaktadır. Bazı yorumcular, bu ayetlerin yalnızca Nebimiz Muhammed'den önce yaşayan Kitap Ehli'ne işaret ettiğini iddia ederler. Ancak bu yorum, ayetlerin açık ifadesine ve Kur'an'ın bütünlüğüne aykırıdır. Çünkü:
  4. Ayetlerde böyle bir zaman sınırlaması yoktur
  5. Kur'an'ın geneli, Allah'ın adaletini ve evrensel hükmünü vurgular
  6. Nebimiz Muhammed döneminde bile tüm dünyanın İslam'dan haberdar olmadığı tarihsel bir gerçektir
    Eleştiri ve Övgü Dengesi
    Kur'an, Kitap Ehli'ne yönelik tek yönlü bir yaklaşım sergilemez. Bir yandan bazı yanlış inanç ve uygulamaları eleştirir, diğer yandan içlerindeki samimi müminleri över.
    Ali İmran Suresi 113-115. ayetler bu dengeyi gösterir:
    > "Onlar bir değildir. Kitap Ehli içinde dosdoğru bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secde ederek Allah'ın ayetlerini okurlar. Bunlar Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih kimselerdir. Onların yapacakları hiçbir iyilik karşılıksız bırakılmaz."
    Bu ayetler, Kitap Ehli'nin monolitik bir grup olmadığını, içlerinde farklı anlayış ve uygulamaların bulunduğunu açıkça belirtir. Kur'an'ın bu ayrıştırıcı değil birleştirici yaklaşımı, genellemelerden kaçınma ilkesini ortaya koyar.
    Resul Gönderilmeyen Cezalandırılmaz: İlahi Adaletin Temel İlkesi
    Kur'an'ın en temel adalet ilkelerinden biri İsra Suresi 15. ayette ifade edilir:
    > "Biz bir elçi göndermedikçe azap edici değiliz."
    Bu ayet, İslam'ın temel hukuk ilkelerinden birini ortaya koyar: Hiç kimse, kendisine Allah'ın mesajı ulaşmadan sorumlu tutulamaz. Bu ilke, Allah'ın adaletinin temel bir yansımasıdır ve birçok önemli sonucu beraberinde getirir.
    Haberdar Olmamanın Sonuçları
    Nebimiz Muhammed'in yaşadığı 7. yüzyılda, İslam'ın mesajı coğrafi olarak sınırlı bir alana yayılmıştı. O dönemde:
    - Batı Avrupa'nın büyük bölümü İslam'dan habersizdi
    - Çin'in iç kesimleri ve Japonya İslam'la hiç tanışmamıştı
    - İskandinavya ve Baltık bölgesi İslam'dan uzak bir coğrafyaydı
    - Sahra altı Afrika ve Orta Afrika'nın birçok bölgesi İslam'la tanışmamıştı
    - Amerika kıtaları ve Okyanusya İslam'dan tamamen habersizdi
    Modern dönemde bile, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmelere rağmen, İslam'dan haberdar olmayan veya yanlış bilgilendirilen milyonlarca insan bulunmaktadır. Özellikle teknolojiden uzak durmayı tercih eden topluluklar bu kategoriye girer:
    Amishler: Amerika'da yaşayan, elektrik ve modern teknolojiyi reddeden, geleneksel yaşam biçimlerini sürdüren Hristiyan topluluk
    Hasidik Yahudiler: Modern teknolojiden, özellikle internet ve dijital cihazlardan uzak duran, geleneksel Yahudi yaşam tarzını sürdüren topluluk
    Mennonitler: Teknolojiye karşı temkinli, bazı alt grupları modern teknolojiyi tamamen reddeden Hristiyan topluluk
    Bu topluluklar, dini ve kültürel değerleri nedeniyle bilinçli olarak modern iletişim araçlarından uzak durarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu durumdaki insanları, İslam'dan haberdar olmadıkları için sorumlu tutmak, Kur'an'ın temel adalet anlayışıyla çelişir.
    Şirk: Bağışlanmayacak Tek Günah
    Kur'an'da ve İncil'de ortak vurgulanan bir tema vardır: Şirk, yani Allah'a ortak koşma, bağışlanmayacak tek büyük günahtır. Nisa Suresi 48. ayette bu açıkça belirtilir:
    > "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını ise dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan, gerçekten büyük bir günah işlemiş olur."
    İncil'de de benzer bir vurgu vardır (Luka 12/10-12):
    > "Her kim İnsanoğlu'na karşı bir söz söylerse, bağışlanacaktır. Ama Kutsal Ruh'a söven bağışlanmayacaktır."
    Her iki kutsal metinde de asıl mesele Allah'ın birliğine inanmaktır. Ruh, Allah'ın ruhudur ve insanlar Allah'ın ruhundan yaratılmıştır.
    Kitap Ehli ve Şirk Meselesi
    Burada kritik bir soru ortaya çıkar: Allah'a iman eden, şirk koşmayan, ancak Nebimiz Muhammed'in nebiliğini bilmeyen veya kabul etmeyen bir Yahudi veya Hristiyan, şirk günahından sorumlu tutulabilir mi? Kur'an'ın Kitap Ehli'ne yönelik eleştirilerinde, onların bazı yanlış inançlarını düzeltmeye çalışır, ancak içlerinde samimi müminlerin bulunduğunu da kabul eder. Bu durum, Kitap Ehli'nin durumunun tekdüze olmadığını, her bireyin kendi niyeti ve inancıyla değerlendirileceğini gösterir.
    Doğum Yeri ve Kültürel Ortam: İnsan Tercihinin Ötesinde
    İnsanın en temel gerçeklerinden biri, dünyaya geldiği yeri, ailesini, kültürünü ve dini ortamını seçememesidir. Bu, tamamen Allah'ın takdiridir. Bu gerçekten hareketle şu soruları sormak gerekir:
  7. Allah, bir insanı Hristiyan veya Yahudi bir ailede dünyaya getirip, sonra onu sırf bu kimliği nedeniyle cezalandırabilir mi?
  8. Müslüman bir ailede doğan biri, kendi çabası olmadan bir "avantaja" mı sahiptir?
  9. Adil bir yaratıcı, insanların kontrol edemediği faktörler nedeniyle onları sorumlu tutar mı?
    Bu sorular, Allah'ın adaletinin ve rahmetinin doğasına dair temel meselelerdir. Kur'an'ın bütününe baktığımızda, Allah'ın hiçbir insana zulmetmeyeceği, herkesin ancak kendi kapasitesi ölçüsünde sorumlu tutulacağı ve nihayetinde Allah'ın rahmetinin gazabından üstün olduğu vurgulanır.
    Bakara Suresi 286. ayette bu ilke açıkça belirtilir:
    > "Allah hiçbir kimseye gücünün yetmediği şeyi yüklemez."
    Bu ayet, insanların yalnızca bildikleri, anladıkları ve güç yetirebilecekleri şeylerden sorumlu olduklarını gösterir. İslam'dan haberdar olmayan veya yanlış bilgilendirilen bir insan, kendisine ulaşmamış bir mesajdan nasıl sorumlu tutulabilir?
    Günümüzde İslam İmajı ve Tahrifat Meselesi
    Günümüzde birçok Hristiyan ve Yahudi, İslam hakkındaki bilgilerini maalesef çarpıtılmış kaynaklardan veya aşırılıkçı grupların eylemlerinden edinmektedir. IŞİD, El Kaide, Boko Haram gibi örgütlerin eylemleri ve radikal yorumlar, İslam'ın gerçek yüzünü perdelemiştir. Bir Amerikalı veya Avrupalı Hristiyan, İslam denildiğinde:
    - Terör saldırılarını
    - Kadınlara yönelik baskıyı
    - İnsan hakları ihlallerini
    - Şiddet görüntülerini
    aklına getiriyorsa, bu kişinin İslam'a karşı mesafeli durması anlaşılabilir bir tepkidir.
    Bu durum, aslında İslam'ın bir "tahrifat"ı değil mi? Tıpkı Yahudiliğin ve Hristiyanlığın bazı yorumlarının özünden uzaklaştığı gibi, İslam da bazı aşırılıkçı gruplar tarafından çarpıtılmış görünmektedir. Bu bağlamda şu soruyu sormak gerekir: Allah, İslam'ın bu çarpıtılmış imajı nedeniyle gerçek İslam'ı tanıma fırsatı bulamayan insanları sorumlu tutar mı? Kur'an'ın adalet anlayışı, böyle bir sorumluluğu reddeder.
    Müslümanlar Arasındaki Şirk ve Çifte Standart Sorunu
    İslam toplumlarına baktığımızda, "Müslüman" olarak tanımlanan birçok kişinin aslında şirk olan inançlara ve uygulamalara sahip olduğunu görebiliriz:
    - Türbelere dileklerinin kabul edilmesi için gidenler.
    - Mezarlara dua edenler
    - Nazarlık, muska gibi unsurlara önem atfedenler
    - Evliya ve şeyhleri Allah'la insan arasında aracı olarak görenler
    - Mezheplere uyanlar
    - Orta Asya'dan gelen Şamanik bir adet olan çaput bağlamayı sürdürmek.
    - Allah'ın gayb yetkisini aciz insanlara verip depremi önceden haber veriyorlar hava durumunu %100 biliyorlar demek.
    Bu uygulamalar, Kur'an'ın temel tevhid (Allah'ın birliği) öğretisine aykırıdır. Öyleyse, Allah'a samimi bir şekilde iman eden, şirk koşmayan, ancak Nebimiz Muhammed'in nebiliğinden haberdar olmayan bir Hristiyan ile, "Müslüman" olarak tanımlanan ancak şirk uygulamalarında bulunan bir kişi arasında nasıl bir ayrım yapılacaktır? Kur'an'ın mesajına göre, asıl olan Allah'a şirk koşmamaktır. İsim olarak "Müslüman" olmak, özde Allah'a teslim olmaktan daha önemli değildir.
    Velev ki Dost Edinmeyin Ayeti: Bağlamın Önemi
    Maide Suresi 51. ayet, sıklıkla "Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin" şeklinde tercüme edilir:
    > "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları veliler (destekçiler/koruyucular) edinmeyin."
    Bu ayet, bağlamından koparıldığında yanlış anlaşılmalara yol açabilir. Ancak ayetin indiği dönemin tarihi bağlamına bakıldığında, bu ifadenin Müslümanlara karşı düşmanlık içinde olan ve onlarla savaş halinde olan gruplarla ilgili olduğu anlaşılır.
    "Veli" kelimesi, Arapça'da "dost" anlamından ziyade "koruyucu, destekçi, rehber" anlamlarına gelir. Dolayısıyla ayetin mesajı, düşman konumundaki grupları dini ve siyasi konularda rehber edinmemektir.
    Aksi halde, Kur'an'ın diğer hükümleriyle çelişki oluşur:
    - Kitap Ehli kadınlarla evlenmeye izin verilmesi (Maide 5/5)
    - Onların yemeklerini yemeye izin verilmesi (Maide 5/5)
    - Onlarla adaletle ve iyilikle muamele edilmesi emri
    Bu hükümler, Kitap Ehli ile normal sosyal ilişkilerin mümkün olduğunu, hatta teşvik edildiğini gösterir. Evlilik, en yakın insani ilişkidir; Kur'an buna izin verirken, "veli edinmeyin" ifadesinin basit sosyal ilişkileri yasakladığını düşünmek mantıksızdır.
    Barış ve Diyalog Çağrısı: Kur'an'ın Birleştirici Mesajı
    Kur'an, Kitap Ehli ile ilişkilerde barış ve diyalogu esas alır. Ali İmran Suresi 64. ayette bu çağrı açıkça yapılır:
    > "De ki: 'Ey Kitap Ehli! Bizimle sizin aranızda ortak olan bir söze gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabler edinmesin.'"
    Bu ayet, Müslümanları Kitap Ehli ile ortak zemin aramaya çağırır. Bu ortak zemin:
  10. Allah'ın birliği (tevhid)
  11. Şirk koşmama
  12. İnsanları tanrılaştırmama
    Bu üç ilke üzerinde anlaşma sağlandığında, dinler arası diyalog mümkün ve gereklidir. Kur'an'ın bu çağrısı, farklı inanç topluluklarının birbirini düşman olarak görmesi yerine, ortak değerler etrafında buluşmasını hedefler. Maide Suresi 82-85. ayetler, Kitap Ehli'nin bazı gruplarının Müslümanlara dostane yaklaşımlarını över ve onların cennete gireceklerini müjdeler. Bu ayetler, Kur'an'ın Kitap Ehli'ne bakışının tekdüze olmadığını, her topluluğun içindeki farklılıkları gözeterek değerlendirme yaptığını gösterir. Kur'an'ın Kitap Ehli'ne bakışı, dar kalıpların ötesinde, evrensel ve insani bir perspektif sunar. Bu perspektifin temel ilkeleri şunlardır:
  13. Allah'a teslimiyet evrenseldir: İslam kelimesinin özü, Nebimiz Muhammed'le başlayan bir şey değil, tüm nebilerin çağrısının özü olan Allah'a teslimiyettir.
  14. Kurtuluş kriterleri nettir: Allah'a iman, ahiret inancı ve salih amel. Bu kriterler, etnik, coğrafi veya mezhepsel aidiyetin ötesindedir.
  15. Haberdar olmayanlar sorumlu değildir: İsra 15. ayeti gereği, Allah'ın mesajına ulaşmayan insanlar bundan sorumlu tutulamaz.
  16. Şirk en büyük günahtır: Asıl mesele Allah'a şirk koşmamaktır. İsim olarak hangi dine mensup olunduğu, özde Allah'a teslimiyetten daha önemli değildir.
  17. Allah hiç kimse zulmetmez: Doğum yeri, aile ve kültürel ortam gibi insanın kontrol edemediği faktörler nedeniyle cezalandırma, Allah'ın adaletine aykırıdır.
  18. Genelleme yerine bireysel değerlendirme: Her toplulukta iyiler ve kötüler vardır. Kur'an, toptan yargılama yerine bireysel değerlendirmeyi esas alır.
  19. Barış ve diyalog asıldır: Kitap Ehli ile ilişkilerde, düşmanlık değil, ortak değerler etrafında diyalog aranmalıdır.
    Bu ilkeler ışığında, Kitap Ehli'nin cennete girişi meselesi, katı ve dışlayıcı bir yaklaşımla değil, Allah'ın sonsuz rahmeti ve mutlak adaleti perspektifinden değerlendirilmelidir. Kur'an, "rahmet elçisi" olan Nebimiz Muhammed'in getirdiği mesajla, insanlığı ayırmak değil, ortak insani ve ilahi değerler etrafında birleştirmeyi hedefler. Sorulan yedi temel sorunun cevabı, aslında Kur'an'ın kendi ifadelerinde saklıdır: Allah, gönderdiği nebilerin mesajından haberdar olmayan hiç kimseyi cezalandırmaz; Allah'a iman eden, şirk koşmayan ve salih amel işleyen herkes, hangi topluluktan olursa olsun, Rabb'inin rahmetine mazhar olabilir. Bu anlayış, İslam'ın "evrensel rahmet dini" olma vasfını pekiştirir ve Müslümanları, diğer inanç topluluklarıyla barış, adalet ve karşılıklı anlayış temelinde ilişkiler kurmaya teşvik eder. Çünkü nihayetinde, kalplerdeki gerçek imanı ve niyeti yalnızca Allah bilir ve herkesin hesabını adaletle O görecektir.

KİTAP İZLERİ

Ayaşlı ile Kiracıları

Memduh Şevket Esendal

Ankara'da Bir Apartman Dairesi: Cumhuriyet'in Mikrokozmosu Memduh Şevket Esendal'ın ilk olarak 1934'te yayımlanan ve adeta bir edebi zaman kapsülü niteliği taşıyan romanı Ayaşlı ile Kiracıları,
İncelemeyi Oku

Yorumlar

Başa Dön