"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."

Hayat bazen bir kitap gibidir. Ezberleri sevmez, okunmak ve anlaşılmak ister, tıpkı insanlar gibi.

#kadırgaçıkmazı #gercekhikayeler #yeniroman

yazı resim

İnsanoğlunun yeryüzünde işlediği ilk ve en eski suç ve günahtı cinayet. Kabil'den beridir yaygın inanca göre her işlenen cinayetten ona da günah hissesi veriliyordu. O ilk cinayete uzanan olayda da aşk ve kıskançlıkla başlamıştı bütün serüven. Aşkın yakıcı, kavurucu etkisinden mi bilinmez ama, şeytan da her aşkı kıskanırdı. Asırları aşan ünleriyle Mevlâna ve Şems dostluğunda yaşanan ilahi aşkta bile, kıskançlık ve ölüm yaşanması da bunu doğrular gibiydi. Şems '' Şeytanda bir özellik hariç insandaki özelliklerin hepsi vardır, şeytanda olmayan tek nimet aşktır ve kıskanması ve çekememesi de bu yüzdendir.'' diyerek anlatmıştı aşkın ilahi büyüsünü. Aşk ilahiydi ama aynı zamanda insanın en büyük çıkmazıydı çünkü bütün günahların ve cinayete kadar varabilecek suçların ham maddesi olabiliyordu.
'' Mutluluk bir karardır. Eğer bir insan mutsuzsa onu bu dünyada hiçbir şey mutlu edemez. İnsanları mutsuz, huysuz, geçimsiz yapan da sevgisizliktir. Doğduğumuz günden itibaren milyonlarca birbirinden farklı duygu biriktiririz içimizde. Bu duygular, her ne yaşadıysak, onlardan tüten dumanlar gibidir ve her birinin başka rengi ve kokusu vardır. O duyguları koca bir kavanoza doldursak, sonra iyice çalkalasak ortaya hangi renk çıkarsa, kaderimizin rengi de odur. Sonra da ömrümüzün sonuna kadar kendimize, geçmişte en sık yaşadığımız duygularla örülü bir hayat yaşamanın yollarını arar ve buluruz. Yani çocukluk acılarımızı, anılarımızı kendimize tekrar tekrar yaşatırız. Olaylar, kişiler farklı olsa da duygular hep aynıdır. Bize çocukluk anılarımızın/acılarımızın bir benzerini yaşatacak kişileri gözünden tanır, bir de üstelik ona âşık oluruz. Sanki bir şey bizi ona mıknatıs gibi çeker. Sonradan bir şeyleri anlar gibi olur, buna şans deriz, tesadüf deriz, kader deriz. Oysa tesadüf deyip geçtiğimiz pek çok şey tesadüf değildir. Hayat onu kendi ellerimizle buldurur bize.'' Diyor meşhur psikolog yazar Gülseren Budayıcıoğlu diye başladı konuşmaya Hasan hoca;

--Bu cinayetler ve şiddet suçları adli vakalar olarak açıklansa da aslında hepsinin kökeninde kaderimizin renginin bize fakında olmadan dayattığı ruhsal kodlamalar yatıyor müdürüm.

- Bir de biz galiba sağlıklı ilişki kurmayı bilmiyoruz, beceremiyoruz hocam. Böyle defolarla yetişince de ilerde yapılan seçimlerimizde ortaya çıkıyor bu sorunlar su yüzüne. Kendinin farkında olan insan sayısı da az olunca ucu cinayete varacak kadar olaylar ortaya çıkabiliyor. Keşke ailelere ve evleneceklere ya da medeni ilişkileri kuracak herkese sağlıklı ilişki kursu ya da eğitimi verebilsek o zaman birçok kişi doğru bildiği yanlışları görüp düzeltebilirdi. İnanın bu sorunların çoğu baştan önlem alarak çözülebilir.

İki dost yorgun geçen yılların tercümanı gibi anlıyorlardı birbirlerini, zaten en güzel dostluklar da bazen konuşmadan anlaşılan ve halden anlayan sessiz iletişimlerin olduğu dostluklardı. Sanki birbirleriyle telepatik bağları oluşuyordu bazı zamanlar, anlamak ve anlaşılmanın artık lüks haline geldiği zamanlarda bunun özel bir dostluk olduğunu biliyorlardı. İçerdeki küçük televizyonda Trt müzik kanlı açılmış ses sanatçısı Ayşen Birgör'de duru sesiyle sanat müziğinden seçme şarkılarını söylüyordu.

Sanat müziğini, yaşanmışlık kokan türküleri severlerdi iki dost. Oturdukları masadaki katlanmış gazete dikkatini çekti Poyraz müdürün. Katlandığı yerde görülen köşe yazısı beni oku der gibi bakıyordu ona. Eline alıp baktığında, ülkeyi güldürmeyi ve düşündürmeyi başarabilen nadir kadın yazarlardan biri olan Gülse Birsel olduğunu görünce okumak istedi. Yazının başlığında '' Gitmek mi zor? kalmak mı? '' diyordu. Yazarı da toplumun içinde olan bitene karşı hep duyarlı olmuş, gözlem yeteneğini zekice komediye tercüme eden, ülkesi için hep bir şeyler üretmek isteyen, kafa yoran biri olunca başlık daha da dikkatini çekmişti.

Yazıyı okumayı bitirdiğinde, kendisi gibi aynı şeyleri düşünen ve dert edinen birinden bunları duymak iyi gelmişti. Benzer tespitleri günlük iş ve özel hayatında sıkça kendisi de görüyordu. Son yirmi gündür hızlandırılmış şekilde yaşadıklarının ve gördüğü bütün düzensizliklerin bir özeti gibiydi bu yazı. Bu vatana değer katmak isteyen insanların tercümanı gibi dile getirilmişti.

Necip Fazıl Kısakürek'in ''Şucu, bucu yoktur; insan, iyiler ve kötüler diye ikiye ayrılır'' sözündeki gibi ya da başka bir ortak değerimiz olan Yaşar Kemal'in '' İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.'' deyişindeki gibi bizden duygulardı. Tıpkı istiklal marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un ''Zulme tapmak adli tepmek, hakka hiç aldırmamak; Kendi asudeyse, dünya yansa baş kaldırmamak; Ahdi nakzetmek, yalan sözden tehaşi etmemek; Kuvvetin meddahı olmak, aczi hiç söyletmemek.'' şiirinde dile getirdiği gibi ruhumuza dokunan, vicdanımızı uyandıran ve hep bir ağızdan dile getirilip bizi bize hatırlatan yansıtan aynalardı.

- Galiba artık, kendimizle ve birbirimizle barışık olmamın zamanı çoktan gelmiş hatta geçtiğini söylüyor bize bu yazı, diye söyledi Poyraz müdür, gazetenin o kısmını katlayıp cebine koyarken.
- ‘’Büyük insanın iki kalbi vardır; biri kanar, öbürü dayanır” demiş Halil Cibran. Bugünlerde hepimizin iki kalbi var, biliyorum. Biri kanıyor, öbürü dayanıyor; biri meczup, öbürü makul; biri yeter diyor, öbürü sabır; biri endişe ediyor, öbürü sabır; biri hezeyan içinde, öbürü sakinlik; biri korkuyor, öbürü savaşıyor; biri küsüyor, öbürü öğreniyor; biri usanıyor, öbürü uyanıyor; biri bilmek istiyor, öbürü inanmak; biri bülbül, biri lal; biri kara kış, biri deli bahar.''

Denizin yosun kokusuna karıştı iki dostun sohbetleri ve keyifli geçen gecenin sonunu getirmek istemese de yarın iş var diyerek kalkmak istedi Poyraz müdür. Damakta tat bırakan lezzetli sofra ve muhabbeti en kısa zamanda tekrarlamak üzere dilekleriyle kalktı ve yavaş adımlarla koyuldu eve gitmek üzere. Sahil kenarından dalga sesleri arasında yürümeye başladı. Gece bütün sesleri bastıran ve örten bir yorgan misali gibi kapanmıştı şehrin üstüne. Yürürken beynin daha iyi çalıştığını biliyordu, soluduğu kömür kokan oksijen damarlarından kana karışırken hayatın ona hazırladığı sürprizlerden habersizdi, ama içinde biriken duygularla boğuşurken asla pes etmemeyi öğrenmişti.

KİTAP İZLERİ

Kapak Kızı

Ayfer Tunç

Ayfer Tunç’un "Kapak Kızı" Romanı: Çıplaklığın Katmanları ve Toplumsal Yüzleşme Ayfer Tunç’un ilk olarak 1992’de yayımlanan ve daha sonra "zemin aynı zemin, inşa aynı inşa"
İncelemeyi Oku

Yorumlar

Başa Dön