..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Bir dost nedir? Öteki ben. -Zenon
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Yeraltý > Burak Mollamehmetoðlu




17 Haziran 2006
Fesat Aðacý'nýn Ardý  
Cinler ve Ýnsanlar II

Burak Mollamehmetoðlu


Ýstanbul’un mehtapla þereflendirilmiþ göðü, hepsinin garabet ve habis çýðlýklarýyla aðýrlaþtý. Sabah kimse korkusunu üzerinden atamamýþtý… Cinler de…


:AGBA:
Ýnce, kaðýttan bir þeride hýzla bir þeyler karalýyordu ki, bir an durdu… Bir saniye. O an hayatýnda bir kopukluk oldu, yeniden baðlandý.

Kalemini daha sýký tuttu.. daha tedirgin.

Yazmaya devam etmek istiyorduysa da, aklýnda filizlenen bir düþünce onu durdurdu. Ruhu daralýr gibi oldu. Bir nefes alýmý zamanda düþünce filizi apansýz hortlayan devasa bir sýkýntýya dönüþtü..

Karnýna bir aðrý saplandý.. Nefeslerinin hýzlandýðýný fark edemeden önce titrediðini hissetti: Tek ve kuvvetli bir titreme… Hayýrdýr inþallah!..

Kendisine doðru hýzla yaklaþan þeyin adýný koymaya çalýþtý. Ýçindeki ses ürkek bir cevap vermeye yeltendi ama O, aceleyle, cevabý duymak istemiyor olmalýydý ki, ‘destur bismillah!’ dedi.

Bu iki kelime onu koruyamadý ve yazmasý gereken muskayý tamamlayamadan gözleri kocaman açýldý, kalemi tutan eli kasýldý ve tek bir ýkýnma nidasý gýrtlaðýnda sönerken kafasý masanýn üstüne düþtü.

Almadýðý nefesin sessizliði etrafýnda geniþledi. Bitiremediði yazýnýn mürekkebi kurumamýþtý ve yanaðýnýn ipincecik yarýklarý arasýnda narin dallý mavi ve ince bir aðaç yarattý: Fesat Aðacý…

Sonsuzlukta böyle miydi: sessiz, müphem ve mavi aðaçlarla dolu?..

Bunu hiçbir zaman bilemedi. Bilse de kýymetini yada fenalýðýný tahlil edecek mevkide deðildi.. gidiyordu iþte.

Ölüm anýnda gözlerini kocaman açmasýnýn bir nedeni olmalýydý. Belki son nefesin birdenbire yoldan peyda olan bir duvar misali karþýsýna dikilip sorulara mahal vermemesiydi, belki de yaþama daha doyamadýðýný hissederken duyduðu ilahi fýsýltýydý.

Her ne olursa olsun, ecelin tesellisi yoktu. Artýk sonsuzluðun neye benzediðini bilmesinin bir önemi kalmamýþtý. Zaten hangi çarpýk ruh, son nefesin tadýna varmaya çalýþabilirdi ki?

Uzaklaþýyordu… ýþýkla karanlýðýn olmadýðý bir yere yaklaþýyordu –eðer böyle bir þey mümkünse.

Fani ölçülerin tasavvur etmekte kifayetsiz kalacaðý tanýmsýz bir uzaklaþma her yanýný sarmýþken, uzaklaþtýðý yerdeki hiçbir þeyi umursamýyordu. Ne kadim bir ecinni gibi ‘ah’ ederek açýlan kapýyý, ne eþikte beliren ve gecenin önünden akarak odaya doluþan puslarý, ne de puslarýn ortasýnda beliren durgun insan siluetini…

Durmuþ kalbinin boþluklarýna doluþup kalmýþ kan pýhtýlaþmak için alil acele heveslenirken, dünyaya kapanmýþ kulaklarýna ulaþan topuk sesleriyle ilgilenmiyordu. Dýþarýdan gelen köpek havlamalarýna, köpeklerin çamuru dalgalandýrýp sokak sokak dolaþýrken çýkardýklarý yankýsýz þapýrtýlara; perdeleri çekili camýna vuran yaðmur damlalarýna, þehri çepeçevre sarmýþ mutlak geceye ve karanlýðýn içinde kývranan sýkýntýya karþý kayýtsýzdý. Dünyaya kýrgýn gibiydi ölü… ölüler böyleydi iþte: vefasýz.

Lakin yanýnda durup tepesinden ona bakan adam da, onun dünyaya davrandýðý kadar umursamazdý.



Ayakta dikilen adam cüppesinin iç cebinden ufak ve yuvarlak bir ayna çýkartýp ölünün burnuna yaklaþtýrdý. Endiþeyle bekledi. Þiddetli ve sükut-u hayale uðramýþ nefesi sessizliði bitirdi. Bir süre kandil ýþýðýnda kýzýl yansýmalar çoðaltan aynayý seyretti; buðulanmamýþtý.

Ayakta dikilen ve geceyi etrafýna çekmiþ kadar mutat bir sükuneti olan adam, masaya kafasý düþmüþ mevtanýn öldüðüne kanaat getirince omuzlarýný silkip ikinci kez, sýkkýnca nefes verdi. Biraz eðilerek sol elinin parmak uçlarýný ölen adamýn omzuna uzattý, bastýrdý ve hafifçe ittirdi.

Aslýnda cesedi oturduðu yerden ittirerek alaþaðý etmeyi tedirginlik içinde, kalbi her an duracakmýþ gibi pür dikkat yapmadý. Ölü bir bedenden korkmayacak denli tuhaf biriydi. Dirayeti ancak ölüleri yýkayan gasil hanecilerle ve uðursuz gecelerde mezarlarý deþip ölülerin üzerinde altýn bir diþ yada kýymetli bir yüzük arayan mezar avcýlarýyla karþýlaþtýrýlabilir ve yine de onlar, þimdi ölünün yanýnda bir sandalyeye tünemiþ sessiz adam kadar gözü kara olamazlardý. Zira o, yýllardýr tozunu yuttuðu Ýstanbul sokaklarýnda karþýlaþtýðý herkesten daha az insandý; ölüme karþý tutumu da doðal karþýlanmalýydý. Kendisi varlýklar içinde, el üstünde tutulmuþ zamanlarý olan bir varlýktý. Gerçeðin bahþedildiði az üyeli zümredendi. Ama þimdi…

Hýzla soðuyan vücut ayný hýzla, hiçbir tepki göstermeden sandalyenin yanýna düþmüþtü. Yerde belli belirsiz bir toz kalabalýðý oluþmuþ ve cesedi görünmez tülleriyle örtmüþlerdi.

Ayakta bekleyen adam kandil ýþýðýný kendine siper ederek eþikte bekleyen geceye ve çarpýk nurlarla iç içe girmiþ puslara sýrtýný dönüp sandalyeye oturdu. Kapýnýn açýldýðý avluda güzün ýsýrgan bir rüzgarý dolanýyor, revaklarýn altýnda gürleyip sütunlarý tokatlýyordu; revaklarýn göz alýcý kubbeleri içinde uðulduyor, açýk kapýdan içeri girerek kandilin yapayalnýz alevini sarsýp korkutuyordu.

Gece Ýstanbul’a, ama en çok ta Aksaray tarafýna saldýrýyordu.

Adam gecenin kötülük dolu karanlýk nefesini seviyordu.

Kim bilir bu zulmet, ölümlü bir beynin kývrýmlarý arasýnda hangi pervalarýn çakmasýna sebep oluyordu, ki bu kývýlcýmlar onlarýn kafalarýnda taþýdýklarý et parçasýna benzeri görülmemiþ mezalimlikle saldýrýyor, ýþýða olan açlýklarýný arttýrýyor ve gündüze Yaradan’ýn bir lütfüymüþ gibi þükrediyorlardý. Bunlar, akýl yürütmeyi gereksizlik olarak addedip Yaradan’a daha çok sýðýnmanýn ve ona yaranmanýn yolunu baþkalarýnýn kýsýtlý fikirlerine uymakta görüyor, ne derlerse harfiyen yapmaktan geri kalmýyorlardý. Böylece Yaradan’la aralarýndaki ricacýya benzeyen bu din yobazlarýnýn telkinleri ve korkutmalarý sayesinde göremedikleri bir nurun heybetine þaþýrýp kalýyor, karanlýða ve nefse karþý yine bu vicdansýz din sömürücülerinin Yaradan’dan aldýklarýný sandýklarý kudrete sýðýnýyorlardý.

Halbuki karanlýk ta Yaradan’ýn marifeti deðil miydi? Onu da kullarýný sýnamak için kendi tarifsizliði içinden doðurmamýþ mýydý? Muhakkak kullarý, aynen söylediði gibi önlerine koyduðu her þeye kanýp, cehennemin akýllarýnda yanýp duran kudurgan alevlerine doðru yavaþça ama emin adýmlarla yaklaþýyorlardý… bu hep böyle olacaktý.

Ve iþte Yaradan Onu, bu mezbelelik içine atarak, günahkarlar ve þeytanlar arasýndaki “Ýyiyi oynama” temsilinde kurtuluþunu aramakla cezalandýrmýþtý. Filvaki Yaradan, kural koyanlarýn en kurnazýydý…



Masanýn üzerindeki kaðýt þeride baktý. Buruþmuþtu. Üzerindeki mürekkep, ölmekte olan bir adamýn can çekilen yanaðý yüzünden damar damar yayýlmýþ ve harflerin bazýlarý çarpýlmýþtý. Kýzýl kandil aleviyle üzerindeki al tonlar palazlanan masanýn çevresinde tehditkar bir gölgeler ordusu toplanmýþtý. Kandil yalnýzca masayý ve þerit kaðýdýn üst yarýsýný görünür kýlabiliyor, gecenin etrafýný saran karanlýðýna yalnýzca ümitsiz bir titremeyle cevap verebiliyordu.

Adam yazýdan geriye kalaný saðdan sola doðru okumaya baþladý. Silinmiþ harflerin boþalttýðý kelimeleri aklýndan tamamlayýp yazýyla beraber sola doðru kayýyordu. Þeridin ortasýnda durdu.

Ýþte, az önce ölümün dikenli ellerine teslim olan adamýn kudreti ancak buraya kadar yazmasýna yetebilmiþti. Tam bu kelimeyi bitirdiðinde nefesi, onu doðal olmayan bir istekle terk etmiþ olmalýydý. Masadaki adam ölümün nasýl da aniden çarptýðýný tahmin edebiliyordu. O yüzden þaþýrmadý. Zira bu adam-bu, kendini dergahýn en kudretlisi sayan imam- ondan önceki yedi imam misali ayný kelimenin ötesini yazmaya takat getirememiþti.

“Tam kavrarken ölüyorlar” diye tespitte bulundu. “Fanilikleri bunu kaldýramýyor. ‘Gerçek’e yaklaþmak ruhlarýný bedende kavuruyor ve ruh bedenden kaçýyor… Ne fena!”

Fenaydý, çünkü onun yeni gözlemi çaresizliðini daha da acý onaylamýþtý. Yaradan’ýn yöntemlerine akýl sýr ermiyordu.

Muhtemelen bunalmýþ olduðundan, kafasýndaki sarýðý çýkarýp kandilin yanýna koydu. Beyaz kumaþýn üzerinde sersemleþmiþ al renkler parýldadý. Sandalyeden kalkmadan, ayaðýnýn dibindeki kuþ tüyü kaleme uzandý. Doðruldu. Kalemi mürekkebin içine dalgýn bir edayla batýrmaya baþladý.

Bu geceden evvel yedi dergah dolaþmýþtý. Yedisi de Allah yolunda Allahsýzlýk edenlerle doluydu. Onlarýn içlerinde fokurdayan ve kaynayan habislik karþýsýnda ölümden ve yaþamdan tiksindi.

Ýnsanlar görmeyebilir, bu aç gözlü din adamlarýna itimat edebilirlerdi ama o bu kadar kör deðildi; onun gözünde perde yoktu.

Kalemin ucunu sararmýþ kaðýt þeridin üzerine bastýrdý ve þüpheyle inceleþen bir süre zarfýnca öylece durdu. Kafasýndaki sorular sebebiyle alnýndaki tüm deri dalga dalga olmuþtu. Kaþlarý gerginleþmiþ ve yukarýya doðru meyletmiþti. Yedi kere daha ayný tablonun içindeki kaygýlý adam figürünü oynadýðýný hatýrladý. Baþarýsýzlýðý ay ýþýðýnda gümüþ misali parlayan her imamýn ardýndan hep kalemi eline almýþ, fakat aklýnda simsiyah bir ur kadar aðrý yaratan kalýn çizgili bir gerçek onu sürekli durdurmuþtu. Ýsyan etmek mi?.. içinde basitleþtiði bedenin titremesini önemsiz kýlan benliði ve onun sarsýlýþý anýnda ‘tövbe!’ diyerek sindi.

Görünmeyen birinin onunla konuþmasýna alýþýktý:

“Yine mi?” Gözündeki perdenin ötesinden seslenen, tiz hatlý bir mýrýltý duydu. Dalga geçer gibiydi. Veyahut dalga geçiþini, endiþeli gösterdiði sesiyle fevkalade harmanlamýþtý. Adam elini baþýnýn üst kýsmýna götürdü ve alnýný avuçladý. Buradaki ter damlacýklarýný ovuþturarak gözlerini kapadý. Nefesini sertçe verirken:

“Yine” dedi, “ve sen ‘yine’ yanýmda bittin.”

Görünmeyen ses, gölgeleri üzerine giyerek saklanmýþ gibi gülümsedi –ve gülümsemesinin sesi duyuldu. Belli ki adamýn sýkýntýsýný en az onun kadar net biliyordu. Dahasý o belki de bu durumdan kendisine bir eðlence çýkarmýþtý… Yeniden sýrýtýþý duyuldu:

“Senin gibi kudretli bir varlýðýn hala bir çözüm bulamayýþýna öylesine þaþýyorum ki… Perdenin o yanýnda kurallar buradaki gibi iþlemiyor mu?”

Adam bezginlikle verdiði nefesinin ardýndan elinde kýrana dek sýktýðý kalemi masanýn üzerine býraktý ve sandalyesinde yan döndü. Ne acayiptir ki önündeki boþluða sitemle bakarken sanki karþýsýnda biri varmýþ gibi kaþlarýný çatmýþtý.

“Hayýr” adam homurdanýrken parmaklarýný teker teker çýtlatýyordu, “eðer burada da kurallar ‘oradaki’ yada ‘ötedeki’ kadar kapsamlý olsaydý þunlarýn hali nice olurdu?” Çýtlattýktan sonra iþaret parmaðýyla, yerde kaskatý kesilmiþ yatan ölüyü gösterdi. “þimdi bile ele geçirilmiþken, onlardan her türlü sapkýnlýðý beklemek gerekirdi.”

Hýnzýr ve tiz yankýlý bir gülümseme odanýn içinde oraya buraya sýçrayýp durdu. Adam gözleriyle neyi takip ediyordu?

“Burada da durum çok farklý deðil hani.” Görünmeyen ses, sanki ona eþlik eden rüzgarýn sýrtýna binmiþ, onunla beraber odayý dört dönüyordu. “Biz de ayný onlar gibiyiz, biliyorsun.”

“Emin misin?” dedi adam, þimdi acýyarak yerdeki cesede ümitsizce bakýyordu, “siz iddialaþma konusu olmadýnýz. Onlar öyledir ki, siz bile onlarýn tutkularýný bilebilirsiniz. Vicdanlarý o denli ince ki,” iþaret ve baþ parmaðýnýn uçlarýný bir araya getirdi, “bir saç kýlýný araya koysan yine de o boþluða sýðmaz ve taþar.”

Görünmeyen sesin piþkin sýrýtýþýný tiz sesi takip etti:

“Hakkýn var. Bize bayýlýyorlar. Bizden birini görebilmek için neler yapabildiklerine inanamazsýn. Öyle komik istekleri oluyor ki, ne yapacaðýmýzý þaþýrýyoruz… gülsek mi aðlasak mý?”

“Siz aðlamayý bilir misiniz bakalým?”

“Yine hakkýn var.” Bir kýkýrdama karanlýðýn saðýna soluna yayýldý, “üzülmeyi onlar seçti. Vicdanlarý olmasý onlarýn suçu. Baþlangýcý hatýrlarsýn.”

“Evet” dedi adam sessizce, “hatýrlýyorum.”

Bir anýnýn içinde kaybolup, ayný hatýranýn gerçekliðine geri dönebilmeyi tüm içtenliðiyle arzuladý. Hatýrladýðý þey sadece insanoðlunun ilk kusuru deðildi; ilk günaha mekan olmuþ ebediyet yuvasýný, denizler kadar engin benliðinde özler olmuþtu. Üstün renklerle beraber uçuþan ýþýklarda ezberlediði erdemi ve durmadan, istekle tespih edindiði þükraný duyumsadý. Sadece ruhken ve þimdikine benzer hantal ve çileli bir et parçasýna hapis olmamýþkenki vaziyetine özlemle uzandý fakat bulabildiði yegane gerçek, faniliði sarýp sarmalayan çilekeþ rüzgar olabiliyordu.

Uyanmaya benzer bir þaþkýnlýkla etrafýna bakýndý; öylesine yabancýydý ki bu dünyaya, iþgüzar gecenin ortasýný daha da betimsiz gösteren odanýn içinde nedeni belirsiz ve yýðýnlar halinde istiflenmiþ bir yalnýzlýðýn ona þu soruyu sordurmasýna mani olamadý: Burada ne iþim var?

“ Senin þu esrarlý ‘Gerçek’ini deðil de, hýrsý arýyorlar.” Tiz ve berbat bir ezgiyle konuþan ses, yeniden boþlukta vâr olabildiðini ispatlarcasýna viyaklamýþtý. Adam reddeder bir esefle baþýný salladý:

“ ‘Gerçek’i bilmiyorlar ki arasýnlar.”

Cin sessizce ve meraklý bir sýkýntýyla mýrýldandý; “Ben de bilmiyorum.”

Adam sandalyede yeniden manevra yaptý ve yüzünü masaya döndü. Kaðýda özlemle baktý ve bir kez daha kurallarýn dýþýna çýkma ihtimalini tahayyül etti. Þiddetle sarsýlan benliði bir kez daha ‘Tövbe!’ dedirtti ona. Cin haklýydý, yada deðildi… Zira, neredeyse varlýklar üzerinde bir varlýk olduðu hususunda þüpheye düþmek üzereydi. Görünüþte hamleleri teker teker yanlýþ çýktýkça, gaibin uðultulu sesleri onunla alay eder olmuþlardý. Minikleþiyor, dahi þu Ben-i Ademleri bile geride býrakacak bir yozluða sürükleniyor ve erdemden uzaklaþýp cahilleþiyordu. Hayret etti: Yaradan O’na nasýl bir oyun hazýrlamýþtý?



Þu anda içine kýstýrýldýðý bedende ilk gözünü açýþýný havsalasýnda canlandýrdý yeniden. Ýçinde çýnlayan sesin sönmesi günler gerektirmiþti. Ne muazzam bir çýnlamaydý o ve nasýl da azarlarcasýna yineleniyordu ruhunda:

“Madem öyle benim aciz yarattýðým, iç ki faniliðin þurubundan ve anla hâkir gördüklerinin halini!”

O esnada kalbi ilk kez attý, ciðerlerine ilk kez havayý çekti ve göz bebekleri körpeliðini üzerinden atarak ýþýk karþýsýnda minikleþti ezildi, büzüldü… Adam olarak ilk saatlerinde, vaveylalarýn en yürek çökertenlerini harcamýþ, yýrtýnmalarýn en göze nahoþ ve komik görünenlerini býkýp usanmadan ve kendini duvardan duvara atarak sarf etmiþti. Ecelin yakasýnda olduðunu bilmesiyle yýkýlmýþ, Yaradan’a bayýlana ve sonra ayýlýp yeniden kendinden geçene deðin yalvarmaya koyulmuþtu.

Nafile olduðunu anlamasý için bir gece vakti, hayata ruhunu açtýðý dört duvarýn kapýsýndan, birinin girmesi gerekti. O’da bir adamdý; ayný ten kokusu, benzer ölümlü bakýþlar ve topraktan havalanamayan bir çift ayak. Buna raðmen apýþýp kalmasýyla onu tanýmasý bir olmuþtu:

“Burada ne arýyorsun ey kardeþim?” diye sormuþtu gelen.

“Bîhaber misin kusurumdan güya ey ruhumun ortaðý? Bihakkýn bu benim baþýma esaslý bir azap oldu.”

“Öyleyse benim gayemi de bilmen gerektir. Vallahi bu söz Yaradan’dan gelir ve senin kaderin þimdiden sonrasý için yazýlmamýþ denir.”

“Yemin olsun ki ben bunu hak ettim. Lakin beklenen nedir ki bu aciz varlýktan? Fecin ve gece altýndakileri tahayyül edene and olsun ki, ben tamamýyla bihaberim.”

“Korkma öyleyse ya gaibin mensubu! Deðil midir ki Yaradan baðýþlayan?”

“Elhamdülillah!”

“Ýþte! Yemin olsun cürümün karþýlýðýnda vuku olaný bildiren ben olacaðým sana.”

“Nedir o öyleyse?”

“Sen ve ben ve kamu gaibin mahlukatlarýna aidiyetle baðlý olan tek þey nedir?”

“Ne midir?”

“Nedir ey eza içinde kývranan?”

“ ‘Gerçek’tir o, ey ezayý üstümden almayan.”

“Bildin mi ‘Gerçek’i?”

“Elhamdülillah!”

“Demek ki bilirsin yapman gerekeni. Varlýk üstünde varlýk, ruhun içinde ruh! Gerçektir sana felâh. Gerçektir buna devâ. Öyleyse vur kendini dünyaya!”

“Haþa derim ben sana! Gerçekle Adem’i yüzleþtirmek olur mu ya Ufuk Bahçeleri’nde konuðum, Beyaz tarlalarý’nda yoldaþým?”

“Ýnce teferruat sýr kalsýn bana. Bulursan ‘Gerçek’ten soyarak isteneni, bekleriz hepimiz arþýn ötelerinde seni.”



Harcarken kabir azabý çektiði bir iki ayýn ardýndan, halen çözümü olmayan, can sýkýcý bir bulmacanýn ucundan tuttuðunu fark etti. ‘Gerçek’le oyun oynamanýn kurallarýný, insanlarý gerçek sayesinde kandýrmanýn ve bunu kendi kurtuluþu haline getirmenin inceliklerini yada gereklerini bilmiyordu. Bir et parçasýna mahkum edilmiþ usunu zorlamasý çýkarsýz bir uðraþ olmak üzereydi. Elinde hiç seçenek yoktu. Belki bir adým atsa, önüne bin bir yöne uzanan pek çok yol çýkacaktý çýkmasýna ya, o bu ihtimali, hiç yolu olmamasýna tercih ediyordu.

Tüm manalarýyla çaresizlik, onda önemli bir alýþkanlýk, saplantý ve vazgeçilmezlikti artýk. Varlýklar üstünde bir varlýk, þimdi karanlýkta yok olmasý müstahak bir mertebede sayýyordu kendini; içler acýsý bir hisle kavruluyordu, ona sýrt çevrilmiþ ve sonsuzca biriken nursuz diplerin bir köþeciðine terk edilmiþti. Ýnsanlar ne vakit aklýna gelse köpürüyor, hiddetleniyor; cümlesinin acizliðine beddualar ediyordu. Onlar yüzünden çektiði çilenin haddi hesabý yoktu.



Terk edilmiþlik hissini akýbet kabuk baðlamýþ bir yara misali kabullendiði ve insanlara karþý olan gazap zehrini, yüce benliðinin içine bir yerlere akýttýðý tozlu bir yaz günü vardý. Bedaheten ve dahi zerre çaba sarf etmeden –daha doðrusu sarf edemeden- hiç ummadýðý bir ipucuna ulaþmýþtý. Gerçekten bu, oldukça hayret vericilerin içinde en makbul olanýydý.

O gün, din ve Allah hususunda konuþmaktan, atýp tutmaktan ve çýkarlarýný koruyacaksa eðer, her þeyi saptýrmaktan anlatýlmaz bir vicdansýzlýkla sýyrýlabilen kalýn enseli ve iyice semirmiþ bir tüccar, onun konaðýna gelmiþti. Herkese kendini dýþarlýklý diye tanýttýðýndan ve emsali zor görülür servetinin dedikodularý yayýldýðýndan beridir, eþiðini aþýndýranlarýn haddi hesabý yoktu. Adýný soranlara Mikael demiþti doðrudan, vakýa ahali ona Miþel demeyi tercih etmiþti. Bari doðrusunu söyleselerdi.

Domuz kýlýklý tüccarýn yüzüne karþý zoraki bir tebessümle ancak bakabilen ve söylediði palavralara inanýr gibi görünmek uðruna, suratýna yeri geldiðinde hayret mealleri oturtmak zorunda kalan Miþel, içinde mahpus olduðu bedenin derinliklerinde kuduruyordu. Tüccar bol keseden atmakta sýnýr tanýmadan Allah’ýn kelamlarýný, kendi menfaatleri doðrultusunda evirip çeviriyor, Miþel’de tiksinti yaratan sonuçlara varabiliyordu. Hatta tüm bu kuru gürültüsünün yamacýndan da, sanki lekesiz bir imaný sýrtlanmýþçasýna ses tonunu yumuþatýyor, ders verir bir havaya bürünüveriyordu. Bu Miþel’in perdesiz gözlerine, azabýn deli iblisleri gibi saldýrýyordu. Zira perdeden azade gözleriyle Miþel, tüccarýn her yanýndan kor gibi alevlerin yükseldiðini görebilirdi. Tüccarýn aðzýndan girip kulaðýndan çýkan, burnunu çekiþtiren yada makaðýný parmaklayan binlerce –evet binlerce- ufak zebaniye dikkat etmemeye çalýþýyordu. Onlarýn uslanmaz kikirdemeleri, en saðlam kulaklarý bile mahvedebilen kötürüm çýðlýklarý ve lanetli kelimeleri, tüccarýn hevesle anlattýklarýyla beraber çok kötü bir mozaik oluþturuyordu. Ýþte böyleydi; Miþel onu gerçek haliyle görmüþtü. Doðaldýr ki, bunun bilincinde olmadan hak ve hukuktan bahseden tüccarýn, ne kadar yezit, yalancý ve pisboðaz olduðu hiç kuþku býrakmadan aþikar bir hal alýyordu.

Miþel onun martavallarýnýn arasýnda o denli boðulacak oldu ki, herifin bir anlýðýna bile susmasýný saðlayabilmek için alelade bir soru sordu:

“Pek muhterem zat-ý aliniz, anlaþýlýyor ki Hak Teala’ya gönülden gelen bir vecit ile baðlýsýnýz mirim. Cesaretimi mazur görürseniz zatýnýza bir sual edebilir miyim?”

“Lafýmý olur Miþel Bey! Sor ki yolun imanýn nuruyla aydýnlansýn.”

Miþel içinden ‘La Havle…’ diye geçirerek þunu sordu:

“ Bana Hak Teala’nýn en kadirþinas meleðinin mahlasýný bahþedebilir misiniz?”

Tüccar hiç düþünmeden “ Azrail’dir o” cevabýný yapýþtýrdý.

Hiddeti daðlarý yerle bir edecek raddeye gelmiþ Miþel, tüccar nereye baktýðýný anlayamasa da, kalýn enseli adamýn etrafýnda kahkahalar atan zebanileri süzüyordu. Onlar dahi bu cevabýn sýrf Azrail’e yaranabileceðini düþünen sakat bir akýldan çýktýðýný idrak edebiliyorlardý. Etin içinde tepinen öfkesine son bir gem vuran Miþel sakince ikinci bir soru sordu:

“Peki böyle düþünmenize hikmet olacak akliyat nedir ey muhterem?”

Tüccar kodamanca gülümsedi, “Canlarý almak kudret gerektirir be ey Miþel Efendi.”

Bir saniye sonra tüccar acýlar içinde yerde kývranýyordu; baþýný, sanki müthiþ bir aðrýsý varmýþ gibi iki eli arasýnda sýkýyor ve kendini kaybetmiþçesine tepiniyor, haykýrýyor, ýkýnýp cýyaklýyor ve diþlerini gýcýrdatýp kafasýný zemine vuruyordu. Aðzýndan bol miktarda köpük ve salya akmýþtý. Ara sýra, elleri arasýnda tuttuðu kafasýndaki aðrýya derman olmasý ümidiyle ayaða kalkýp deli danalar misali koþturuyor, kendisini ahþap kaplý duvarlara atýyordu. Tüm olanlarý oturduðu yerden hiç kalkmadan, soðukkanlý bir sükunetle seyreden Miþel, yaptýklarýnýn dehþetiyle uyuþmayan bir dinginlik içerisinde oturuyordu. Kafasý nihayet mosmor olan tüccar, en sonunda bitap düþerek yerdeki halýnýn üzerine kapaklanýnca, Miþel yerinden kalktý ve tüccarýn sere serpe yattýðý yere kadar yürüdü. Nefes nefese kalan ve acý yüzünden tüm vücudu hissizleþen adamýn tepesinden bakarken içinden söylediklerini, onunda duymasýna olanak saðladý.

“Canlarý yalnýzca Allah verir ve yine yalnýzca o alýr.”

Tüccarýn gözleri fal taþý gibi açýlmýþ, beyninde uðuldayan ses sebebiyle bozguna uðramýþtý. Kelime-i þahadeti tamamlayamadan, balon gibi þiþmiþ kafasý patladý ve bedeni zebaniler tarafýndan lime lime edilerek yok edildi.

Miþel yaptýðýndan dolayý yarý yarýya huzurlu ve rahatsýzdý. Haddini bilmezlerin cezasý ancak buydu, baþkasý deðil! Yine de emsalsiz benliðini sýkýþtýran bir terslik hissediyordu. Gariplik ve terk edilmiþlik o esnada üzerinden sýyrýlmýþ mýydý neydi? Yeniden kudretli ve azametli hissetti benliðini. Bu, ne zamandýr ihtiyacý olan bir þeydi. Peki ne zamandýr bu tip fani ihtiyaçlarý vardý? Nasýl oluyordu da, bir adem oðlu kadar kudretini böylesi güç gösterileri için heder ediyordu? Kafasýnda bir þimþek çaktý;“Canlarý yalnýzca Allah verir ve yine yalnýzca O alýr.” Miþel kendi söylediðiyle çeliþmiþti. Terazi yavaþça rahatsýzlýk kefesini doldurmaya baþlýyordu.

Amma ve lakin, tam bu bozgunun ortasýnda bir ses duydu; bulut tarlalarýndan, gaibin naðmelerinden örülmüþ bir seda:

“Yaklaþtýn!”



“O gün oradaydým ve yaptýðýna hayran kalmýþtým.” Cinin ince sesi Miþel’in yüzünün buruþmasýna sebep oldu. Cin bunu açýkça görüyor olmalýydý ki, konuþmasýna alaylý bir edayla devam etti:

“Senin normal bir insan olmadýðýný anlamýþtým. Hoþ –þeytani bir kahkaha- insan bile olmadýðýný anlamak gayet heyecan vericiydi. O gün orada olduðum için çok þanslýydým.”

“Bunu her seferinde anlatmak zorunda mýsýn?” Miþel bitkin bir halde sandalyeden kalktý ve gecenin bir uzvuna dönüþmüþ açýk kapýya doðru yöneldi.

“Ne yapayým? Yazýlmamýþ bir kadere bulaþmak bayaðý cezp edici.”

Miþel kapýnýn tokmaðýný sýkýntýyla kavradý, “Sana her þeyi anlatmamalýydým.”

“Belki de. Fakat unutma, benim varlýklar üstü dostum, yazgýndaki payým yadsýnamaz.”

“Bu zaman dilimindeki yazgýmý tamamen sen yazdýn zaten.”

“Teþekkür ederim. Onur duydum.”

Miþel kapýyý kapattýðýnda, kandilin alevi saða sola yalpaladý; söner gibi olup yeniden canlandý ve iðne ucunu dümdüz yukarýya doðru çevirdi. Rüzgarýn cesaret kýrýcý esintisinden kurtulduðu için rahatlamýþ bir hali vardý.

Þimdi adam, kapattýðý kapýnýn yanýnda durarak odayý seyretti. Bir an oda, kendi loþ ve terk edilmiþ halini andýrdý. Eskisi gibi deðildi; nihayetinde insancýllaþtýkça yüce deðerlerinden bir bir feragat edip, dosdoðru bir faniye dönüþüyordu. Minik iblisler yada koruyucu melekler gayrý görünmüyordu ona, sadece varlýklarýný hissedebilirdi. Vakýa o buna memnundu. Ademoðullarýnýn her yanýný sarmýþ iblislerin arasýnda ezilen ve hakir görülen melekleri gördüðünde kafi miktarda sýkýlýyor, oyunun gereklerine kendini veremiyordu. “Ben þu andan itibaren tastamam insaným” demesine ramak kalmýþtý. Buna raðmen ‘Gerçek’le insaný ayný hizaya getiremiyordu. Bir þeyler sanki hep eksik kalmak zorundaydý.

Miþel, gölge tülleri arkasýnda cini görüyormuþçasýna gözlerini ölünün üzerine dikti. Cinin terbiyesizliðinden dolayý utandý. Þiddetle onu ikaz etmek istediyse de, lafýný yuttu çünkü nafileydi. Ölüye doðru yanaþarak, havayý döven bir savma hareketi yaptý. Ayný esnada gýcýrtýlý bir sýrýtýþ odayý çýnlattý.

“Hemen arkadaþlarýna söyle ‘ondan’ uzak dursunlar. Ölüyle eðlenmeye hakkýnýz yok!”

Baþka baþka ve tüyler ürpertici kýkýrdamalar peyda oldu. Miþel þaþkýnlýk içerisindeydi: Bu sefil yaratýðýn aklýna, nasýl olmuþ ta uymuþtu?



“Seni selamlarým Sema’nýn sakini. Seve seve sana ismimi söylerdim ya, ne yazýk ki yasak. Eh, sen benden iyi bilirsin.”

“Doðru.”

Miþel’le cinin tanýþmasý, yerde kendi kaný içinde çeþni olmuþ adamýn yanýnda vuku bulmuþtu. Kafasý zerrelerine deðin parçalanmýþ tüccar beyazlaþmýþ, tüm kanýný güzelim Acem halýsýna hayrat kýlmýþtý.

Miþel cine, hala anlam veremediði bir ihtiyaçtan ötürü baþýna gelenleri anlattý. Hoþ, o zamanlar yüce varlýðýnda böylesi garip duygular oluþabileceðine ihtimal vermiyordu vermemesine ya, az evvel bir adamý öfkesine yenilerek öldürmüþtü. Ýnsan ‘gibi’ olmak ne elem bir iþkenceydi!

“Doðrusu vaziyetine bakýlacak olursa, buraya kýsýlýp kalmýþ gibisin.”

Cinin bu sözleri Miþel’i ürpertmiþti. Ayný, Yaradan’ýn secdeyi reddeden þeytana çýkýþtýðý vakit, varlýðýnda yükselen soðukluða benziyordu. Topraðýn üstünde yürümek… sonsuza kadar!

“Allah korusun!” Miþel arzuyla ünlemiþti.

“Orasýný ben bilmem. Ýnsanlardan yardým beklemek deliliðe eþdeðerdir.”

“Neden böyle dedin?”

“Hala anlamamýþ olamazsýn.”

“Neyi?”

“Onlar, ‘irade’yle cezalandýrýlmýþlardýr. Sen dahi, o bedenin içinde, o bedenin iradesine yenik düþtün.” Cin yerdeki kafasýz bedenin üzerine çullanarak, iblislerin henüz tüketmediði bembeyaz olmuþ etleri ince ve yeþil diliyle yaladý.

“Bunu bir daha yapma!” Miþel ondan tiksinmiþti. Yine de ne söylemek istediðini anlayabiliyordu.

“Sence nasýl hareket etmeliyim?” Miþel, elinde hiçbir þey olmamasýndansa, minik bir fikri deðerlendirmenin faydalý olacaðýný tahmin ediyordu. Cin tüccarýn neredeyse tükenen bedeni üzerinden atladý ve pýrýl pýrýl güneþin doldurduðu pencerenin yanýna tünedi:

“Asýrlarýný insanlarý müþahede ederek geçirmiþ biri olarak sana þu tavsiyeyi, haddim olmayarak verebilirim.”

“Evet?”

“iradeleriyle oyna. ‘Gerçek’e –ki ‘Gerçek’ dediðin þey her ne ise- ulaþmak için onlarý kullan ve bunu onlarýn hayrýnaymýþ gibi göster.”

“Peki ey yeþil mahlukat! Onlarýn hayrýna olan þey nedir?”

“Onlarýn hayrý çýkarlarýdýr. Hýrslarýna hitap edecek bir mevzuu bulmalýsýn.”

“Mesela?”

“Meselaa..” cin bir müddet düþünür gibi yaptý. Aslýnda ne söyleyeceði en baþýndan beri aklýndaydý, “mesela bizimle irtibata geçmelerini saðlayabileceðin yalanýný at!”

“Bunun ‘Gerçek’le ne alakasý var?”

“Affedersin ama bu ‘Gerçek’ dediðin þey nedir?”

Miþel susmuþtu. Hakikatte bu cin, insanlarý kendisinden daha iyi tanýyordu. Miþel’in barýndýrdýðý saf ve azametli varlýk, Ben-i Ademin kirlenmiþ benliðini anlayamayabilirdi… Yaklaþmýþtý; ama ‘neye’ ?



Sonraki günlerde, bu meraklý ama kurnaz cini yanýndan bir türlü def edemedi. Hali hazýrda türdeþlerinden binlercesi istifler halinde her yeri dolduruyorlardý. Çoðunun aklý kendi iþinde yani hýnzýrlýktaydý. Ne var ki bu cin sürekli etrafýnda dolanýyor ve varlýðýyla Miþel’de hiç bastýramadýðý bir iðrenme hissini canlandýrýyordu.

Bu süre zarfýnda Miþel uzun uzun ‘Gerçek’i düþündü. Ne de muazzam bir olguydu. Varlýklar ötesi ve zamanlar üstüydü. Hiçliði ve varlýðý kapsayabilen devasa bir bütünlüktü; soluk kesiciydi. Sonsuzu bir haline getirebilir, bir olaný sýnýrsýzlýkta bütünleyebilirdi… Gerçeði, kafatasýndaki et parçasýna idrak ettirmeye çalýþtýkça baþý zonkluyor, manayý bir türlü kelimelerin ötesine geçiremediðini fark ediyordu.

Kelimeler… Ýnsan algýsýnýn mühürleri.

O esnada bir çözüm bulmuþ olabileceðini ümit ederek, önünde duran sayfada harfleri yaratmaya baþladý.

“Doðru yoldasýn.” Cin keyifle kýkýrdamýþtý.



Kelimeler iki manalýdýr; aðýzdan dökülen anlamlarýnýn yanýnda, gönlün kör doðan gözüne hitap eden güçleri de vardýr. Kutsal metinlerin yazýldýðý diller bu sözcüklerle ihya edilmiþtir. Eðer kiþi, bahsedilen kelimeleri doðru biçimde yan yana getirir de okursa –yada yazarsa- gönül gözüne çekilen perde açýlabilir. Bilinmesi yasaklanmýþ bir takým hakikatler böylece ortaya serilir ve gerçekten takva sahibi olan kiþiler þükre dururlar. Vakýa öyleleri vardýr ki, hileyle bu algý ötesi bilgilere vakýf oldurulur ve azap çekerek mahvolur, nihayetinde sonsuz çilenin karanlýðýnda boðulacaklarý mekanlara atýlýrlar.



Miþel her ne kadar insanlarýn varlýklarý ve var oluþlarýný ahmakça kirleten ilkel duygularý karþýsýnda sýkýntý duysa da, umudun her daim yaþadýðýna sýký sýkýya inanýyordu. Alemlerin Rabbi bu yaratýmý, toptan bir hayal kýrýklýðý yaþamak için tasavvur etmiþ olamazdý. Bu fanilerin aralarýnda muhakkak istisnalar, þeytanýn azgýnlýðýna kulak asmayanlar olmalýydý.

Akýbet yedi hocanýn her birine ayný metni vererek yeni bir oyun baþlattý. Onlara, kutsal topraklardan getirttiði bir kitapta yazan bu duanýn cinlerle muhabere etmeye yaradýðýný, ayrýca ulaþýlan cinlerin hem yazaný, hem de yazdýraný bir sahip gibi gördüklerini anlatmýþtý. Hocalarýn çoðu bu teklifi açgözlülükle kabul etmiþlerse de, bir iki tanesi neden Miþel Efendi’nin kendisinin bu duayý yazmadýðýný sormayý akýl etmiþlerdi. Miþel onlara makul cevaplar vermekte sýkýntý duymadý çünkü danýþmaný bir cindi:

“Efendim, malumunuz ben bir Frenk olarak dünyaya geldim. Ne yazýk ki biteviye olarak cebelleþmem bile, kutsal dili okumayý ve yazmayý bir bihuþ gibi arzulayan ben kulunuza fayda saðlamadý. Hak verirsiniz ki, sizin gibi muhterem bir zatýn benden çok daha fazla baþarýlý olacaðý aþikârdýr…” Yeterliydi. Gururlarý okþanan hocalar fazla üstelemiyorlardý. Lakin þu veya bu þekilde hiçbiri ‘Gerçek’in manasýna ulaþamadý ve telef olup gittiler.

Birinci hoca metni eline alýp, önce bir okuma gafletinde bulundu. Metnin ortasýna gelince nefesi týkandý ve gýrtlaðý þahdamarý hizasýndan baþlayarak þiþti ve ardýndan yere düþen bir karpuz misali patladý.

Bunun üzerine Miþel diðer hocalardan, yapabilirlerse yazýyý muska haline getirene deðin okumamalarýný, hatta mümkünse bakmamalarýný rica ediyordu. Fakat bu mümkün olmadý; her hoca, masaya oturup yazmaya koyulmadan bir müddet evvel kaðýdý açýp þöyle bir göz gezdirmeden edemedi.



Miþel, kapýnýn ardýnda kalan rüzgarýn uðultusunu dinledi. Akýl almaz bir cin kalabalýðý ölünün etrafýnda bir çember oluþturmuþ viyaklýyor, minik iblislerin ölüyü didiklemelerini seyrediyorlardý. Hayret ve tahammülsüzlükle açýlmýþ badem gözlerini ölünün üzerine dikmiþlerdi. Miþel onlarý görmemeyi yeðleyerek sað elini gözleri önünden geçirdi ve sadece seslerini duyar oldu.

En baskýn ve bozguncu kahkaha yine ayný cinden çýkýyordu. Miþel’in aksine bayaðý eðlendiði aþikardý:

“Bildiðim baþka hocalar var.”

“Bundan eminim çünkü ne zaman biri ölse hep ayný þeyi söylüyorsun.”

“Ziyaný yok –çileden çýkaran bir kikirdeme- hatýrlatmak kötü bir þey deðildir.”

Odanýn bir ucunda durmuþ, gecenin iklimine boyun eðen derin gölgeleri kolaçan eden Miþel, karanlýðýn ortasýndaki bir vaha gibi himayeci duran kandile doðru yürüdü. Bundan böyle biliyordu ki, ‘Gerçek’in yazýya dökülmesi ile alacaðý yol bir arpa boyu mesafeyi aþmayacaktý. Ýnsanlarýn miskin algýsýna farkýndalýk zerk etmenin kata yöntemi yoktu. Baþarýsýz olmuþ, maðlubiyetin korlarýyla daðlanmýþtý. Cine uymuþ olmakla ilk ve en büyük yanlýþýný yapmýþ olmuþtu; baþýna gelen diðer yanlýþlar bunun yanýnda devede kulak kalýyordu. Belki de elindekileri yeniden ve itinayla gözden geçirmeliydi.

“Onlarý ‘Gerçek’ten haberdar etmenin imkaný katiyetle yok.”

“Gerçek… Gerçek… Gerçek!” Cin, hiç olmayacak bir piþkinlikle isyan etmiþti, “Kuzum nedir bu ‘Gerçek’?”

Miþel, yavaþça kafasýný çevirip, kendisinden uzaklaþan bir þeye bakar gibi gözlerini kaydýrdý. Umursamazca omuzlarýný silkti; ‘Bilse ne olur?’ diye geçirdi içinden:

“ ‘Gerçek’, benim kilit altýnda tuttuðum bir kapýnýn ardýndadýr. Kilidi açacaðým vakit, benliðimin bir parçasýdýr ve bu bana Yaradan tarafýndan bahþedilmiþtir. Þimdi anladýn mý ‘Gerçeði’?” Son sözcük aðzýndan gürüldeyerek, neredeyse patlayarak çýkmýþtý.

Cinin yürek çökerten çýðlýðý, onu göremeyen fanilerin dahi ruhlarýný daralttý. Çoðu o gece üzerine karabasan indiðini sandý. Uyanýk olup ta evinde pinekleyen yada sokaklarda çakýrkeyif naralar atanlar ise akýllarýný yitirip, ölümün peþinde mecnun oldular.

Cin ne yapacaðýný þaþýrmýþtý. Düpedüz alaþaðý olmuþ ve havai halinden sýyrýlarak dehþetin altýnda kalmýþtý.

Miþel belki de aylar sonra tebessüm etti. Bir cini þaþýrtmýþ, dahasý –gördüðü kadarýyla– korkutmuþtu. Cinlerin kekelemeleri, zillerin çýnlamasýna benzer:

“Ama… Ama… Ama..”

“ ‘Ama’ ne?” diye çýkýþtý Miþel.

“Sen kendini Mikael olarak tanýtmadýn mý ki?”

Miþel hoþ görerek gülümsedi:

“O, benim kardeþimdir. Dünya üzerinde bana cezamý teblið eden ve kurtuluþumun ‘Gerçek’in elinde olacaðýný müjdeleyen!”

Bir zamanlar varlýklar üstünde bir varlýk olan sözde insan, þimdi odada hiç ses duymuyordu. Cinlerin cümlesi duyduklarý hakikat sonrasýnda feveran ederek telaþa kapýlmýþ ve çýlgýn bir arbede yaratarak odayý boþaltmýþlardý. O gece kesinlikle Aksaray ahalisinin dirayetini çökerten, bedenlerini titreten, bihuzur dudaklarýna sabaha deðin salavatýn fýsýltýlý ezgisini mýhlayan ve bakýþlarýna çarpýlmýþ günahkarlarýn mahvolmuþ mealini konduran sýra dýþý, kabul edilemez ve kor gibi kaynayan bir karanlýkla efsunlanmýþtý. Cinler sabaha deðin insanlarý rahat býrakmadýlar; ne var ki bu keyiflenmek amacýyla dürttükleri fanilerin haykýrýþlarýyla eðlenmek adýna giriþtikleri bir uðraþ deðildi. Toprak ve gök arasýnda nereye kaçacaklarýný bilemiyorlardý. Kendilerini, boyutlarýný kestirmenin maharet gerektireceði bir tehlikenin uzun ve kaçýlamaz kollarý arasýnda bulmuþ olsalardý, muhtemelen ancak bu meblâðda dehþetlenirlerdi. Miþel her an arkalarýndaymýþçasýna sema ile toprak arasýnda gidip geldiler. Ýstanbul’un mehtapla þereflendirilmiþ göðü, hepsinin garabet ve habis çýðlýklarýyla aðýrlaþtý. Sabah kimse korkusunu üzerinden atamamýþtý… Cinler de…

Nihayet!

Miþel benliðini rahatsýz eden tek bir ses bile duymuyordu. Varlýðý ve tek bir kandille dinginliðin gölgesine sýðýnmýþ oda, fýrtýnayý atlatmýþ bir deniz kadar sakindi. Artýk bilcümle Yüce varlýðý ve insancýllaþan yanýyla baþ baþa kalmýþtý. Ýçinde bulunduðu durumu gözden geçirdi:

Eðer böbürlenmenin böyle güzel taraflarý olduðunu bilseydi, bunu en baþýndan itibaren yapardý. Bu düþünce, feri gidip gelen vicdanýna tuhaf göründü; yapar mýydý?.. Hayýr, tabii ki yapmazdý. Tertemiz bir halde, Ýstanbul denen bu kente ilk düþtüðü an ne kibirliydi ne de küstah. Duygu ve düþünce bakýmýndan çýrýlçýplaktý. Bunlarý zamanla edindi; deri ve etin içinde köreldikçe, insani deðerleri ýþýldamýþtý. Kibrin ne olduðunu idrak ederek bunu sýk sýk kullandý. Basit –hatta ilkel görünen davranýþlarý, onun gibi ulu bir kiþinin algýlamasý ve sonrasýnda uygulamasý ancak basit –hatta ilkel bir þemaile sýkýþtýrýlmasýyla mümkün olabilirdi. Tuhaf bir açmazýn böðründe þiþtiðini hisseti: ‘Semanýn Sakini’ berraklýðýndan, faniliðin kibirli bireyi kademesine düþerek apaçýk baþarýlý olmuþtu. Peki bu -baþarýlý olduðu, Yaradan’ýn insanlarý anlama cezasýnýn doðruca iþe yaradýðý anlamýna mý gelirdi?

Birden aklýnda bir fikir dalgalandý. Üstüne bir üþüme geldi ve titreyiþine engel olamadý. O an hissettiði acizliðin, zayýflýkla uzaktan yakýndan alakasý yoktu. Cevabý bulmuþ olmaktan, dahasý gerçekten istenilen cevabýn aklýna gelen edim mi olduðundan þüphe duymuþtu. Eðer öyleyse, müthiþti! Yaradan’ýn yöntemlerine akýl sýr ermiyordu.

Yüce Varlýðý ‘çok þükür!’ diyerek tüm içtenliðiyle niyaz etmekle meþgulken, insanlaþmýþ ve neredeyse bütünlüðünden bir parçayý koparýp kendini yaratmýþ tarafý acele etmeye koyuldu. Ne yapmasý gerektiðini anlamýþtý. Arþýn sonsuzluk þerbetini içmiþ varlýðýný ete hükmeden tarafýna teslim etti ve fütursuz bir pazarlýða giriþti.

Ne de umursamaz ve çýkarcýydý! Elini yumruk haline getirip havaya doðru sallarken nasýl da sinsi ve içten pazarlýklýydý öyle! Tehditleri gök kubbeyi çatýrdatýp hiçliði alemlerin üzerine salacaktý neredeyse. Aksaray o gece nispetinde bir geceyi asla yaþamadý. Hiçbir zaman semanýn rüzgarýyla topraðýn çiði bu miktarda yakýnlaþmadý. Bir daha asla, karanlýk dehlizlerin taþlarýna oyulmuþ zebaniler serbest kalýp, cinleri kuyularda telef ederken sapkýnca tapýnmadý. Ebediyen tek bir fani yýldýzlarýn bir araya gelip, dünyayý yutacakmýþ gibi yaklaþan azametli ve akýl almaz bir aðza dönüþtüðü göremedi. Deryalar kudurarak galeyana geldi, kýtalar köklerinden düðümlenip çatýrdadý! Filvaki tek bir ben-i adem bile, o gece akýl edip yataðýndan kalkmadý, kalkýp nurlarýn anasýna, Araf’ýn ardýna ve sonsuzluðun tahtýna bakmadý…

En sonunda Miþel, þu cümleyi sarf ederek faniliðin kýlýfýndan sýyrýldý:

“Beni yeniden yanýna al! Yoksa vallahi, senin sadece bana bahþettiðin vakitten evvel, ‘Gerçek’i Sûr’la açarým!”



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn yeraltý kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ýnsan Çiftliði
Garip Bir Buluþma
Mezarýmý Derin Kaz
Oda - - - 1 -
Nokta
400 Küp
Cennet
Dikkat Et! Tavandan Kan Damlýyor.
Ecele Giden Yol
Soysuz Ev

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Yol Bitti
Atla!
Beyaz El
Nu'karh Anlatýlarý
Nu'karh Anlatýlarý III
Nu'karh Anlatýlarý II

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Sanki... [Þiir]
Gidiþim [Þiir]
Ufuktaki Þehir III. Bölüm [Roman]
Ufuktaki Þehir II. Bölüm [Roman]
Ufuktaki Þehir [Roman]


Burak Mollamehmetoðlu kimdir?

KiMDir??. . GerÇEkTeN. . KiMDir??

Etkilendiði Yazarlar:
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Burak Mollamehmetoðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.