"Yazmak, dünyayı kurtarmaz ama en azından düşmanı biraz sinirlendirir." – Franz Kafka"

Hayatın Anlamı ve Ego ile Mücadele: İslami Perspektiften Bir Değerlendirme

yazı resim

**İnsanın bu dünyada var oluşunun anlamı, sorusu tarih boyunca en çok tartışılan ve merak edilen konulardan biri olmuştur. "Ne amaçla yaratıldın?" sorusu, insanın varoluşunun özünü ve amacını sorgulayan bir yaklaşımdır. İslam inancına göre, insanın yaratılış amacının en temel cevabı, Allah’a ibadet etmek ve O'na teslim olmaktır. Zâriyât Suresi'nin 56. Ayeti, bu gerçeği net bir şekilde ifade eder: “Ben, cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri dışında yaratmadım.” Bu ayet, insanın varlık amacının, sadece dünyada dünyevi zevklerle yaşamak değil, aynı zamanda ahlaki ve manevi bir yolculuğa çıkmak olduğunu hatırlatmaktadır. İnsanın yaşadığı "anlam krizi" ise çoğunlukla kendi egosu ile yüzleşmesinden kaynaklanır. Ego, insanın kendi benliğini ön planda tutması, kendi isteklerini ilah edinmesi, ve bu doğrultuda yaşamasıdır. Kur'an, bu durumu Furkân Suresi'nin 43. Ayeti’nde şöyle açıklar: “Tanrısını hevası edineni gördün mü? Sen mi onun üzerine vekil olacaksın.” Bu, insanın egoizmi ile yüzleştiği ve bu egoya taptığı zaman aslında bir ilahî kayıptan başka bir şey kazanmadığına işaret eder. İnsan egosunu ön plana alarak, Allah’tan uzaklaşır ve dünyevi zevklerle tatmin olmaya çalışırken, gerçek huzurdan uzaklaşır. İnsan, kendi benliğini bir put gibi yüceltmeye başladığında, bu putunun karnı aç olur, övülmez ve hak ettiği saygıyı görmez. İnkâr edenlerin, tüm dünyevi zevklerini tüketip "güzel" bir hayat sürdürdükleri, ancak ahirette bu zevklerin karşılığını bulamayacakları vurgulanır: "Dünya hayatınızda hoş şeylerinizi zayi ettiniz. Ve bunlarla sefa sürdünüz. Bunlarla bugün yeryüzünde büyüklük taslamanızdan ve fasık olduğunuzdan alçaltıcı azap ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf 20). Bu noktada, insanın egosunun ve dünyevi arzularının peşinden gitmesinin bir sonu olmadığı, ancak gerçek huzurun Allah’a yönelmeyle bulunabileceği ortaya çıkar. İnsan ancak kalbini Allah’a yönelterek, O’na sarılarak ve Kur’an’ın öğretilerini hayatına yansıtarak huzuru bulabilir. Ra’d Suresi’nin 28. Ayeti, kalpleri yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olanları tanımlar: “Onlar iman edenler ve kalpleri Allah'ı anmakla tatmin olanlardır. İyi bilin ki kalpler Allah'ı anmakla tatmin olur.” İnsan, ego ve dünyevi isteklerden arınarak, Allah’ın öğrettiklerine teslim olursa, gerçek huzuru ve mutluluğu bulur. Said Nursi’nin hayatı, iman ve egosuz yaşamın bir örneği olarak karşımıza çıkar. O, her türlü dünyevi zevki terk etmiş, zindanda dahi kalbi huzur içindeydi. Çünkü imanı vardı ve bu iman, egosuz bir yaşamın anahtarıydı. Said Nursi'nin söylediği gibi: “Madem iman gibi hadsiz derecede kıymettar bir nimet bizde vardır, ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Nâhoş bir şey varsa o da günahtır, sefahettir, bid’atlardır, dalâlettir.” (Lem'alar, Yirmi Altıncı Lem'a). Bu bakış açısı, insanın gerçek huzuru ve mutluluğu yalnızca Allah’a yönelmekle bulabileceğini öğretir. Kur’an, insanın karşılaştığı her türlü musibetin, yaratılışın bir parçası olduğunu hatırlatır. Allah’ın her şeyi bildiği ve her şeyin O’nun takdiriyle gerçekleştiği inancı, insanı teslimiyet ve huzur içinde yaşama yoluna yönlendirir. Enam Suresi’nin 59. Ayeti’nde: “Ve gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilmez.” denir. İnsan, hayatındaki her olayın Allah’ın bilgisi dahilinde gerçekleştiğini kabul ederse, her musibete karşı daha sabırlı ve daha huzurlu olabilir. Hadid Suresi 22-23. Ayetleri ise, insanın dünyevi zevkler ve dünyaya olan aşırı tutkusunun bir anlam taşımadığını anlatır: “Yere ve nefislerinize ulaşan musibet yoktur ki onu meydana getirmeden önce bir kitapta olmasın. Şüphesiz bu Allah'a kolaydır. Elinizden çıkan üzerine üzülmeyesiniz ve size verdiği ile sevinmeyesiniz. Ve Allah kibirli ve böbürleneni sevmez.” Burada insanın, kaybettiklerinde üzülmeyip, kazandıklarında da şımarma yerine, her durumda Allah’a teslim olması gerektiği vurgulanmaktadır. İnsanın bu dünyadaki varlık amacının ne olduğu sorusu, sadece felsefi bir soru değil, aynı zamanda manevi bir arayıştır. Kur’an, insanın varoluşunun amacının Allah’a ibadet etmek olduğunu bildirirken, ego ve dünyevi zevklerden uzaklaşmayı, gerçek huzurun Allah’a yönelmekte olduğunu öğretir. Said Nursi’nin yaşamı, iman ve egosuz bir yaşamın örneğidir. İnsan, kalbini Allah’a yöneltip O’nun öğretilerini hayatına yansıttığında, gerçek huzura ulaşabilir. Zira insan, ancak Allah’a teslim olarak, içsel huzuru bulabilir. İslamî öğretilerle uyumlu olarak, modern psikoloji de insanın anlam arayışının ve ego mücadelesinin duygusal sağlığı üzerindeki derin etkilerini ortaya koymaktadır. Viktor Frankl’ın "logoterapi" yaklaşımı, insanın en temel motivasyonunun anlam arayışı olduğunu savunur. Frankl, toplama kampında geçirdiği zorlu günlerde dahi insanın ruhsal olarak ayakta kalabilmesi için bir “niçin”e sahip olması gerektiğini vurgular: "İnsanın yaşayacak bir nedeni varsa, hemen her nasıla katlanabilir." Bu yaklaşım, Kur’an’da bildirilen yaratılış amacıyla da örtüşmektedir: İnsan, yalnızca yaşamak için değil; ibadet, teslimiyet ve Allah’a yönelişle anlam bulan bir hayat için yaratılmıştır. Modern psikolojide "ego", bireyin benlik algısı, kendine dair düşünceleri ve arzularının merkezi olarak tanımlanır. Ancak bu ego, sınırları aşıp kişinin bütün kararlarını şekillendiren bir yapı haline geldiğinde, psikolojik sorunların da temelini oluşturur. Psikoloji literatüründe bu durum “narsistik savunmalar” ya da “büyümüş benlik” (inflated self) olarak tanımlanır. Kur’an’ın "Tanrısını hevası edinen" ifadesiyle benzeşen bu psikolojik durum, bireyin kendi arzularını merkeze koyarak dış dünyayı ve hatta Allah’ı bile kendi benliğine tabi kılma eğilimini yansıtır. Psikoloji, egonun bu hâkimiyetinden kurtulmanın yollarını içe yönelme, farkındalık (mindfulness), tevazu ve kabullenme gibi kavramlarla açıklar. İslam’da ise bu, “tezkiye” yani nefsin arındırılması süreciyle ifade edilir. “Kesinlills nefsini arındıran kurtulmuştur.” (Şems 9) ayeti, psikolojik arınmanın da dini bağlamda ne kadar merkezi olduğunu ortaya koyar. Modern terapötik yaklaşımlar da benzer şekilde, bireyin kendi içsel çatışmalarını fark etmesi, arzularıyla yüzleşmesi ve kendini aşması yönünde gelişmiştir. Carl Jung’un “gölge” kavramı, insanın bastırdığı yönleriyle yüzleşmeden olgunlaşamayacağını ifade eder. Bu, bireyin hem bilinçli hem bilinçdışı yönlerini tanıması gerektiğini gösteren bir psikolojik derinliğe işaret eder. Ayrıca psikoloji, huzurun kalpte başladığını ve dışsal koşulların ancak sınırlı bir etki sağlayabileceğini vurgular. Pozitif psikolojinin kurucularından Martin Seligman, "anlamlı yaşam"ın mutluluktan daha kalıcı ve derin bir tatmin sağladığını belirtir. Bu da Ra’d Suresi 28. ayette geçen "Bilin ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur" gerçeğiyle çarpıcı bir benzerlik içindedir. Ruhun huzuru, geçici hazlarla değil; köklü, tutarlı bir değer sistemine bağlanarak mümkündür. Özetle; İslamî öğretilerle psikoloji arasında insanın anlam arayışı, ego ile yüzleşmesi ve iç huzura ulaşması konusunda önemli paralellikler vardır. Modern psikolojik bulgular, Kur’an’ın ve iman merkezli hayatın bireyi duygusal olarak nasıl iyileştirdiğini ve güçlendirdiğini bilimsel olarak da desteklemektedir. Ego merkezli değil, Allah merkezli bir yaşam; hem psikolojik bütünlük hem de manevî huzur için kaçınılmaz bir yolculuktur. Bu yolculukta, kişinin en büyük mücadelesi kendisiyle olanıdır; ve bu mücadeleyi kazananlar, gerçek anlamda özgürlüğü ve huzuru bulurlar.
**

Yorumlar

Başa Dön