**Cahiliye toplumunun terk edilmesi, İslâm’ın özünü anlamak ve bu özle yaşamak adına bir zorunluluktur. Bu terk ediş, yalnızca dış dünyaya değil, aynı zamanda kişinin içsel dünyasına da bir dönüşümdür. İslâm, insana yalnızca maddi değil, aynı zamanda manevi bir değişimde önerir. Kuran'da, müminlere cahiliye hayatından uzak durmalarını tavsiye eden pek çok ayet bulunmaktadır. Bu terk ediş, hem bireysel hem de toplumsal anlamda bir devrim niteliğindedir. Cahiliye toplumu, esasen nefsin ve toplumun şekillendirdiği değerlerle hareket eden bir toplumdur. İnsanlar, toplumsal ve geleneksel bağlarla bağlı kalıp, Allah’ın emirlerinden uzak bir şekilde yaşamaya devam ederler. Bu bağlamda, İslâm, insanları bu bağlardan koparıp Allah’ın yoluna yönlendirir. Kehf Suresi'nde bu terk edişin gerekliliği şöyle anlatılmaktadır: “Ve hani Allah'tan başka hizmet ettikleri şeylerden uzaklaşmıştınız. Mağaraya gidip sığının ki Rabbiniz size merhametini yaysın ve size işinizi kolaylaştırsın.” (Kehf, 16) Bu ayet, müminlere sadece dışsal bir terk edişi değil, aynı zamanda bir içsel dönüşümü ifade eder. Allah’a inanmak ve O'nun yolunda olmak, kişinin tüm ilişkilerini Allah’ın rızasına göre yeniden şekillendirmesi gerektiğini gösterir. Kişi, ailesinden, akrabalarından, toplumun diğer bireylerinden gelen baskılara karşı koyarak yalnızca Allah’a ve O’nun vahyine tabi olmalıdır. Kur’an, müminlere bir sevgi ölçüsü sunar ve bu ölçü yalnızca İslâm’ın özüne dayalıdır. Müminlerin birbirini sevmeleri, yalnızca kan bağının veya soy sop ilişkisinin bir sonucu değildir. Bu, insanların sevgisini ve bağlılığını sadece Allah ve O’nun Resûlü doğrultusunda inşa etmeleri gerektiği anlamına gelir. Müslümanın kalbinde sevgi, sadece dini ve ahlaki esaslarla şekillenir. Mücâdele Suresi’nde bu bağ açıklanmıştır: >“Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin Allah'a ve Resulune karşı çıkanlara yakınlık gösterdiklerini bulamazsın. Babaları yahut oğulları yahut kardeşleri yahut akrabaları bile olsa işte onların kalplerine iman yazmıştır. Ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Ve onları altlarından ırmaklar akan bahçelere sokacaktır. Orada ebedî olarak kalacaklardır.” (Mücâdele, 22) Buradaki vurgu, sevginin Allah’ın rızası ve ahiret bilinci doğrultusunda şekillenmesi gerektiğidir. Ailevi bağlar, maddi ilişkiler veya toplumun baskıları, kişinin İslâm’la olan sevgisini gölgeleyecek unsurlar olmamalıdır. İslâm, kan bağına dayalı kardeşlik değil, iman temelli bir kardeşlik anlayışını getirmiştir. Cahiliye toplumunun değer yargıları, İslâm’ın değerleriyle çelişir. İslâm, insanı yalnızca Allah’a kulluk etmek üzere yaratan bir dindir. Bu sebeple, bir müminin vakti, boş yere tartışmalarla veya geleneksel düşüncelerin peşinden sürüklenmekle harcanmamalıdır. İslâm’a göre, müminin zamanının kıymeti büyüktür. Gereksiz sohbetler ve ruhsuz insanlarla geçirilen zaman, kişinin inancını zayıflatabilir. Bu noktada, bireylerin İslâm’ın gerekliliklerini hayatlarına geçirmeleri ve sadece din kardeşleriyle vakit geçirmeleri gerektiği anlaşılmaktadır. Cahiliye toplumundan uzaklaşmak, yalnızca sosyal bir değişim değil, aynı zamanda bireyin içsel bir dönüşüm geçirmesidir. İslâm’a göre, kişinin sevgi ölçüsü yalnızca Allah’a ve O’nun elçisine olan bağlılıkla şekillenir. Aile, soy, ve akrabalık ilişkileri, İslâm’a olan bağlılıkla sınırlandırılmalıdır. Mümin, vakit kaybetmeden, kendini Allah’a ve O’nun vahyine adamalıdır. Kişi, zamanını, inançlarına ve ahlaki değerlerine uygun bir şekilde kullanmalıdır. Cahiliye toplumundan uzaklaşmak, sadece dışsal bir hareket değil, aynı zamanda ruhsal bir yüceltmedir. Allah’ın rahmetine nail olabilmek için, tüm bu değerler ışığında, mümin, yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeli ve bu yolda ilerlemelidir.**
