Hadi Oradan
Yaşamak kadife bir kumaş örer gibi olması gerekirken, bir anda hayat kavgasının hoyrat eline dönüşür. Hayatın öyle bir tokadını yersin ki bıyıklarına kadar kanının aktığını görürsün.
"Yazdıklarım bu kadar güzelse, niye bu kadar az para kazanıyorum?" - Franz Kafka"
"Yazdıklarım bu kadar güzelse, niye bu kadar az para kazanıyorum?" - Franz Kafka"
Yaşamak kadife bir kumaş örer gibi olması gerekirken, bir anda hayat kavgasının hoyrat eline dönüşür. Hayatın öyle bir tokadını yersin ki bıyıklarına kadar kanının aktığını görürsün.
Kişi, okuyabiliyorsa, okur; yazabiliyorsa, yazar; ikisini gerçekleştirebilene de, okur-yazar, diyoruz. Yazarlık ise, ayrı bir şey, kavramlaşmış bir sıfat olmuştur. Her yazabilene “yazar” diyemeyiz. Yazarlık, yazma işlemiyle başlasa da sadece onunla sınırlı değildir; neyi yazmak, niçin yazmak, nasıl yazmak ve kimler için yazmak da çok önemlidir.
Sabah olacak mı?
Güneş doğacak mı?
Sisler dağılıp ışıklar aydınlatacak mı gündüzümüzü?
Kabus görmeden kalktığımız uykularımız olacak mı?
İçimiz ürpermeden yeni bir güne başlayabilecek miyiz günün birinde?
Hava serinceydi, rüzgâr yoktu ama Uludağın ayazı içime işliyordu. Bir an önce eve kapağı atma düşüncesi ile adımlarımı hızlandırmıştım...
Kendilerine, fikir ve ilkelerine güveni olmayanlar, tahammülsüz olurlar; çünkü gelecek kaygı ve endişesi içine düşmekteler. Çünkü ilkelerinin, yalanlar üzerinde; fikirlerinin de çürük temellere dayalı olduğuna, dolayısıyla gerçeklere tahammül gösterirse, her şeyin olacağına varacağına ve bunun da kendi kariyerlerinin sonunu getireceğine inanıyorlar.
Türk solunun iktidar olabilmesinin, sol değerlere yaslanmasıyla değil, okyanus ötesine seslenmesiyle mümkün olabileceğini artık herkesin anlaması gerekiyor.
Başlıktaki cehl-i mürekkep: Osmanlıca bir deyimdir; aslında bir çeşit insan tarifidir. Bir sonraki aşamasını da cehl-i basit diye tarif etmişler...
Hatırlayınız, önceden çocuklar, bir alanda, bir bahçede bir araya geliyorlar, koşup, oynuyorlar ve enerjilerini harcıyorlardı. Oysa günümüzde çocukların bir araya gelip oynaması neredeyse hiç görülmüyor. Sanal alem, çocuklara kadar indi. Varsa yoksa bilgisayar. Bilgisayarın esiri olan çocuk, arkadaşıyla oynamayı da unuttu.
Bu durum sadece çocuklarda değil,
Hangi şartta bulunursa bulunsunlar, uygun veya değil,
Çok süratli bir şekilde, iniş direklerine sarılarak, bırakırlar kendilerini.
Eğer kaybedersem diye bir şey yoktur çünkü her şekilde kaybedersiniz kazanamadığınız sürece.
Aklınızı rehber alıp denerseniz ve başaramassanız ozaman imkansızı bulan ilk kişi olacaksınızdır !
özeleştirilerin içeriği ne denli gerçekçi?
Adaletin terazi şaşmaya başlayınca, ne devlet kalır ne millet.
..... oturduğumuz evlerimize bir çivi dahi çakamıyoruz çünkü plastik duvarlarımız, sonrasında o evdeki ruhlarımızı alıp sadece çıkıp gidiyoruz başka bir mekana, ruh gibi yaşamadan, çivi çakmadan bir duvara..
Artık, manevi değerlerin yerini maddi değerlere bırakması sonucu insanları yönlendiren unsurların, kişisel çıkarlar doğrultusunda gelişmesi sebebiyle insanların birbirlerini kandırma yani, aldatma eğilimlerinin çok sıkça yaşandığı günümüzde, insanın kendini güvende hissetmesi ne kadar mümkün olur?
...Bu yazı hiçbir edebi kaygı duymadan, yalnızca yaşadığım bir olayı paylaşmak, sinirlerimi biraz olsun yatıştırmak maksadıyla kaleme alınmıştır...
Yalanın bu denli rahat söylenebilmesinin nedeni, Allah’ın her şeyi bilen, gören ve işiten olduğu gerçeğinin unutulmasıdır. Oysa Yüce Allah, her an her şeye şahittir.
Gerçek gibi görünenle/gösterilenle karma karışık edilmiş yalanın dolanın ve gizli senaryoların yansımasıdır, gerçeksizleştirme.....
Dün posta kutuma düşen bu satırlar Emine Pişiren hanımefendinin manevi babam dediği Halil beye ait. Daha sonra kendisini aradığımda bana, kırgın,yalnız ve terk edilmişlik duygularıyla sanki uzaklardaki kızına seslenir gibi, ''boş verdim hepsini evlat'' dedi.