İslam'ın temel kaynağı olan Kur'ân, zamana ve mekâna sığmayan evrensel ahlak ilkeleri sunar. Ancak tarih boyunca bu ilahi metnin yorumlanması sürecinde, ataerkil kültürel kalıplar, rivayet kültürü ve müşrik toplumlardan taşınan önyargılar, metnin özünü gölgelemiştir. Özellikle kadının konumu, hakları ve toplumsal rolü söz konusu olduğunda, Kur'ân'ın sunduğu devrimci perspektif çoğu zaman tarihsel olaylara indirgenerek ya da geleneksel yorumların ağırlığı altında ezilmiştir. Burada Kur'ân'ın kadına bakışını semantik ilkeler, bağlamsal okuma ve evrensel ahlak perspektifiyle yeniden değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Nur Suresi'ndeki zina iftirası, kadının ibadet hakları ve nebilik kurumunun erkeklere özgü olması gibi konular, ataerkil yorumlardan arındırılmış bir şekilde ele alınacaktır.
Nur Suresi ve İftira - Şahıslardan İlkelere
İftira Olayının Evrensel Boyutu
Nur Suresi'nin 11-13. ayetleri, geleneksel İslami literatürde genellikle Aişe validemize atılan iftira olayıyla (İfk Hadisesi) ilişkilendirilir. Ancak bu yaklaşım, Kur'ân'ın temel metodolojisine aykırıdır. Kur'ân, şahıslar üzerinden değil, evrensel ilkeler üzerinden mesaj iletir. Ayetlerde dikkat çeken ifadeler, olayın bireysel değil yapısal ve organize bir karakter taşıdığını gösterir:
"Şüphesiz iftirayı getirenler içinizden bir gruptur." (Nur, 11)
"Grup" (uṣbe) kelimesi, organize bir topluluğa işaret eder. Bu, iftira eyleminin rastgele veya bireysel bir saldırı olmadığını, sistematik bir kampanyanın parçası olduğunu gösterir. Ataerkil toplumlarda kadınlara yönelik iftira, toplumsal kontrol mekanizmasının önemli bir aracıdır. Kadının namusunu hedef alan bu tür saldırılar, aslında kadının toplumsal konumunu zayıflatmayı ve onu bağımlı kılmayı amaçlar.
Mümin Erkekler ve Kadınların Ortak Sorumluluğu
Ayetlerde dikkat çeken bir başka nokta, iftirayı duyan mümin erkekler ve kadınların birlikte sorumlu tutulmasıdır:
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar onu işittiğiniz zaman kendi içinizde iyi zanla 'bu apaçık bir iftiradır' demeniz gerekmez miydi?" (Nur, 12)
Bu ifade, kadının pasif bir mağdur değil, aktif bir özne olarak toplumsal ahlakın korunmasında erkekle eşit sorumluluğa sahip olduğunu vurgular. Geleneksel yorumlarda sıklıkla görmezden gelinen bu eşitlik, Kur'ân'ın cinsiyetçi olmayan adalet anlayışının temel göstergesidir.
Dört Şahit Şartı: Hukuki Koruma Kalkanı
Kur'ân, zina suçlamasını ispat için dört şahit şartı getirir. Bu, tarihin o döneminde kadına sağlanan en güçlü hukuki korumalardan biridir:
"Ona dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? O zaman işte onlar şahitleri getirmediklerinden Allah'ın yanında onlar yalancılardır." (Nur, 13)
Dört şahit şartı, pratikte neredeyse imkânsız bir ispat yükü oluşturur. Bu, kadını keyfi suçlamalardan koruyan hukuki bir kalkan işlevi görür. Ataerkil toplumlarda sık görülen "namus cinayetleri" ve şüphe üzerine kurulan cezalandırma mekanizmalarının tam karşısında duran bu hüküm, kadının masum kabul edilmesi ilkesini güçlendirir.
Firavun Örneği ve Metinsel Metodoloji
Kur'ân'ın Firavun'u ele alış biçimi, metnin genel metodolojisini anlamak açısından önemlidir. Firavun'un ismi verilmez, çünkü mesele bir şahıs değil, despotizm ve zulüm gibi evrensel olgulardır. Aynı şekilde, Nur Suresi'ndeki iftira olayı da belirli bir şahsa değil, tüm toplumlarda karşılaşılabilecek yapısal bir soruna odaklanır. Bu yaklaşım, Kur'ân'ı tarihin bir parçası olarak değil, tarihin üzerinde evrensel bir rehber olarak okumayı gerektirir.
Regl Dönemi ve İbadet - Fizyolojiden Metafiziğe
Yahudi ve Müşrik Geleneklerin Gölgesi
İslam öncesi toplumlarda, özellikle Yahudi geleneğinde, adet gören kadınlar "necis" (manevi olarak kirli) kabul edilir ve dini mekânlardan uzak tutulurdu. Zerdüştlük'te tapınaklara girmeleri, Hinduizm'de yemek yemek ve uyumak gibi sosyal etkileşimleri yasaklanmıştı. Bu uygulamalar, İslam sonrası dönemde uydurma rivayetler ve mezhepsel içtihatlar yoluyla İslam toplumuna sızmış, kadınların regl döneminde namaz kılmaları ve Kur'ân okumaları yasaklanmıştır. Ancak Kur'ân'da böyle bir yasak bulunmamaktadır.
Kur'ân'ın Fizyolojik Yaklaşımı
Bakara Suresi'nin 222. ayeti, konuyu netleştirmektedir:
"Ve sana adet görmeden soruyorlar. De: O ezadır, adet süresince kadınlardan uzaklaşın, rahatsızlıktan kurtuluncaya kadar yaklaşmayın." (Bakara, 222)
Bu ayette geçen "ezâ" kelimesi, "rahatsızlık, sıkıntı" anlamına gelir ve fizyolojik bir duruma işaret eder. "Tahare" kelimesi ise geleneksel yorumlarda "manevi temizlenme" olarak çevrilse de, aslında "rahatsızlıktan kurtulma" anlamını taşır. Ayette sadece cinsel ilişkinin yasaklanması söz konusudur; ibadetlerle ilgili herhangi bir kısıtlama getirilmemektedir. Bu durumun mantığı da açıktır: cinsel ilişki iki tarafı da ilgilendiren fizyolojik bir eylemdir ve rahatsızlık dönemi uygun değildir. Ancak namaz, oruç gibi ibadetler bireysel manevi pratiklerdir ve regl dönemi bu pratikleri engellemez.
İbadet Eşitliği İlkesi
Kur'ân, kadın ve erkeği ibadet sorumluluğu açısından hiçbir ayrıma tabi tutmaz:
"Erkek veya kadın her kim inanıp salih iş yaparsa onu hoş bir hayatla yaşatırız ve elbette onların ücretini yapmış olduklarının en güzeliyle veririz." (Nahl, 97)
Bu ayete göre, amelî sorumluluk ve karşılık alma konusunda cinsiyet farkı yoktur. Regl döneminde kadınların ibadetlerini yasaklamak, Allah'ın koyduğu eşitlik ilkesine müdahaledir ve Kur'ân'da olmayan bir hükmün eklenmesi anlamına gelir:
"Ve kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir." (Maide, 44)
Manevi Kirlilik Söyleminin Reddi
Geleneksel anlayışta kadının regl döneminde "temiz olmadığı" söylemi, aslında kadın bedenini günahkâr veya kirli gören Ortaçağ Hristiyan ve Yahudi teolojisinin bir yansımasıdır. Hâlbuki Kur'ân, bedeni yaratılışın bir parçası olarak onaylar ve fizyolojik süreçleri normal kabul eder. Regl dönemi, doğurganlık sisteminin sağlıklı işleyişinin bir göstergesidir. Bunu manevi bir kirlilik olarak görmek, yaratılışa itiraz etmek anlamına gelir.
Şahitlik ve Hukuk - Korumacılık mı Ayrımcılık mı?
Bakara 282 ve İki Kadın Şahit Tartışması
Bakara Suresi'nin 282. ayeti, borçlanma işlemlerinde şahitlik konusunu düzenler:
"...erkeklerinizden iki tanığı tanık tutun; eğer iki erkek yoksa, razı olduğunuz tanıklardan bir erkek ve hata yaptığında diğeri ona hatırlatacak iki kadın tanık tutun..." (Bakara, 282)
Bu ayet, ateist ve feminist eleştirilerin hedefinde sıklıkla yer alır. Ancak ayetin bağlamını ve hikmetini anlamak için tarihsel ve sosyolojik gerçeklikleri göz önünde bulundurmak gerekir.
Şahitliğin Riskleri ve Toplumsal Baskı
Aynı ayette devamında şöyle denir:
"Tanıklar çağrıldıkları zaman kaçınmasınlar..." (Bakara, 282)
Bu ifade, şahitlik yapmanın basit bir görev olmadığını, insanların bu sorumluluktan kaçınma eğilimi gösterdiğini ima eder. Şahitlik, özellikle mali anlaşmazlıklarda taraflar arasında düşmanlık oluşturabilir, şahitlere baskı yapılabilir, tehdit edilebilirler. O dönemin toplumsal yapısında, kadınlar ev içi alanlarda daha fazla vakit geçirirken, erkekler ticaret, hukuk ve kamusal alanda daha aktifti. Dolayısıyla, mali işlemlerle ilgili teknik detayları ve ticari jargonu erkekler daha iyi biliyordu. İki kadının şahitliği, hatırlatma ve doğrulama mekanizması oluşturarak, şahitliğin güvenilirliğini artırma amacı taşır. Ayrıca, o dönemin koşullarında kadınların fiziksel tehditlerden korunması da önemliydi. Baskı ve tehdit karşısında iki kadının birbirini desteklemesi, koruyucu bir mekanizma oluşturuyordu.
Nur Suresi ve Yemin Eşitliği
İlginç şekilde, Nur Suresi'nin 6-8. ayetlerinde, eşler arasındaki zina suçlamasında kadın ve erkek eşit sayıda yemin eder:
"Kendisinin dışında şahitleri bulunmayanlardan eşlerine zina isnat edenlerin şahitliği Allah'ı dört defa tanık tutup şüphesiz gerçekten doğru söyleyenlerden olduğuna yemin etmeleridir. Beşincisi de eğer yalancılardan ise Allah'ın laneti üzerine olsun diye yemin etmesidir. Dört defa Allah'ı tanık tutup onun yalan söyleyenlerden olduğuna tanıklık etmesi kendisinden azabı kaldırır." (Nur, 6-8)
Burada erkek dört kez yemin eder, kadın da dört kez yemin eder. Bu, kadının yemininin erkekle tam eşit değerde kabul edildiğini gösterir. Yani Kur'ân, şahitlik ve yemin konusunda esnek bir sistem sunar; bağlama göre farklı düzenlemeler getirir.
Sosyolojik Gerçeklik ve Adalet
Bakara 282'deki düzenleme, o dönemin sosyolojik gerçekliğine bir yanıttır. Günümüzde kadınların eğitim, iş hayatı ve hukuki süreçlere katılım açısından erkeklerle eşit konumda olduğu toplumlarda, bu düzenlemenin harfi harfine uygulanması gerekmez. Çünkü Kur'ân'ın amacı adaleti sağlamaktır, biçimsel eşitsizlik oluşturmak değil.
Kadın Nebi Olmaması - Rahmet mi Eksiklik mi?
Eleştirinin Temeli
Ateist ve feminist eleştirilerin sıklıkla gündeme getirdiği bir konu, tarihin hiçbir döneminde kadın nebi gönderilmemiş olmasıdır. Bu durum, İslam'ın kadını ikinci sınıf gördüğü iddiasıyla desteklenir. Ancak bu eleştiri, nebiliğin mahiyetini, tarihsel koşulları ve ilahi hikmet boyutunu göz ardı etmektedir.
Nebiliğin Zorlukları
Kur'ân, nebilerin karşılaştığı zorlukları detaylıca anlatır:
"Sen sadece büyülenmişlerdensin dediler." (Şuara, 153)
"Şüphesiz Allah'ın ayetlerini gizleyenler, hak olmaksızın nebileri öldürenler ve insanlar arasında adaletle emreden kimseleri öldürenler, onlara acılı bir azabı müjdele." (Al-i İmran, 21)
Nebiler, psikolojik tacize, iftiraya, sürgüne ve hatta öldürülme girişimlerine maruz kalmıştır. Nebimiz İbrahim ateşe atılmış, Nebimiz Musa sürgüne gönderilmiş, Nebimiz İsa'nın öldürülmesi planlanmış, Nebimiz Muhammed suikastlere hedef olmuştur.
İffet Üzerinden Saldırı Riski
Tarih boyunca, toplumsal muhalefet ve siyasi mücadelelerde kadınlar özellikle iffet üzerinden saldırıya uğramıştır. Kadının namusuna leke sürme çabası, onu toplumsal olarak bitirmenin en etkili yolu olarak görülmüştür. Eğer kadın nebiler gönderilmiş olsaydı, muhaliflerin bu nebilere karşı kullanacağı en güçlü silah, cinsellik ve iffet üzerinden yürütülen iftira kampanyaları olurdu. Kur'ân'ın Meryem'in başına gelenleri anlatması (Meryem, 16-28), bu türden saldırıların tarihsel gerçekliğini gösterir. Meryem'in nebi olmadığı halde, hamile kalması toplumda büyük bir skandal olarak algılanmış ve kendisine şiddetli ithamlarda bulunulmuştur.
Günümüzün Örnekleri
Günümüzde bile, Kur'ân merkezli bir İslam anlayışını savunan kadınlar, ağır iftira ve aşağılamalara maruz kalmaktadır. "Dansöz" gibi hakaretler, toplumsal dışlama, hatta ölüm tehditleri, savunulan fikirlerin içeriğinden çok, savunanın cinsiyetiyle ilgilidir. Bu gerçeklik, nebiliğin kadınlar için ne kadar ağır bir yük olacağını gösterir. Allah'ın kadınları bu görevden muaf tutması, onlara yönelik bir ayrımcılık değil, rahmet ve korumanın bir ifadesidir.
Nebilik Ayrıcalık Değil, Ağır Sorumluluktur
Modern zihin, nebiliği bir "ayrıcalık" veya "üstünlük işareti" olarak algılama eğilimindedir. Oysa Kur'ân, nebiliği ağır bir yük, fedakârlık gerektiren bir görev olarak sunar:
"Sana zikri indirdik, insanlara kendilerine indirileni açıklayasın..." (Nahl, 44)
Nebiler, rahat ve huzur içinde yaşamamış, aksine sürekli mücadele ve tehlike altında olmuşlardır. Bu görevin erkeklere verilmesi, erkeklerin üstünlüğünden değil, tarihsel ve sosyolojik koşulların gerektirdiği bir hikmet gereğidir.
Kadının Farklı Alanlarda Üstünlüğü
Allah, kadınları nebilikten muaf tutarken, onlara başka alanlarda önemli roller vermiştir. Meryem'in Kur'ân'da özel bir sureyle anılması, kadının bilgi, hikmet ve toplumsal etki alanlarında ne kadar güçlü olabileceğini gösterir. Kur'ân, kadını eksik veya değersiz görmez; fıtratına uygun roller ve sorumluluklar verir.
Kur'ân, ataerkil kültürlerin, rivayet kültürünün ve gelenekçi yorumların esareti altında tutulmuştur. Kadınla ilgili ayetler, tarihsel olaylara indirgenerek evrensel mesajlarından arındırılmış, hurafelerle çevrelenmiş ve erkek egemen toplumların çıkarlarına hizmet edecek şekilde yorumlanmıştır. Oysa Kur'ân, kadını değerli, korunan, hukuksal anlamda güçlü bir özne olarak tanımlar. Nur Suresi'ndeki iftira hükümleri, kadının namusunu keyfi saldırılardan korur. Regl dönemiyle ilgili fizyolojik yaklaşım, kadın bedenini normal ve sağlıklı kabul eder. Şahitlik düzenlemeleri, korumacı bir hikmetle adaleti sağlamaya çalışır. Kadın nebilerin olmaması ise bir eksiklik değil, ilahi rahmetin bir tecellisidir. Kur'ân'ı anlamak, onu bağlamından koparmadan, semantik ilkelerle okumayı ve evrensel ahlak perspektifiyle değerlendirmeyi gerektirir. Bu yapıldığında görülecektir ki, İslam'ın kadına bakışı, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir adalet ve merhamet içermektedir.
"De: Rabbim adaleti emretti..."(A'raf, 29)
Kadınların haklarını gasp eden, onları ibadet özgürlüklerinden mahrum eden, iftiralara karşı korumayan her türlü anlayış, Kur'ân'ın özünden sapmadır. Müslümanların görevi, Kur'ân'ı hurafelerden arındırmak ve onun evrensel mesajını hayata geçirmektir. Bu, sadece kadınlar için değil, tüm insanlık için bir kurtuluş ve özgürleşme hareketidir.