Herkesin yanında başka birisiydim ben. Elimde değildi; bir boşluktum, bir karanlık ya da yokluk olarak yaratılmıştım. Hep bir parça ben kalsam da bir parça da karşımdaki oluyordum.
O kişileri kendim seçecek kadar bir "ben" vardı ama daha fazlası değil. İşte bu yüzdendi herkesi birbirinden uzak tutmam.
Onun ya da onların yanındaki beni tanıyamazdın. Ben ise seni tanıyordum. Uzak tutuyordum seni, çünkü bambaşkaydım her bir yerde. Senin tanıdığın beni görmeyip huzursuzluk duyacaktın.
Biliyorum ki samimi hissetmediğin yerde güvensiz ve huzursuz olurdun, kendin olamazdın, kendin olamadığın her dakika için de öfke duyardın bana gizlice, yadırgardın. Hayal kırıklığına uğrardın belki de.
Bu derece başkaydım işte her birinizle. Anlamaya çalışmayıp yargılamandan korktum.
Bazen benden kaçmak için zaman kolladığını düşünüyorum. Sanki açık arıyordun. Ben neden mi susuyordum? Hâlâ neden konuşmadığımı anlayamadığını mı söylüyorsun bana?
Anlamış olmalısın: Ben sustukça, sen gidebileceğini sansan da, asıl ben konuştukça benden uzaklaşacaktın.
Mutlaka bulacaktın gitmek için bir sebep, çünkü canla başla o sebebi arıyordun.
Sen en çok kendini seviyordun, benim kendime duyduğum sevgiden bile fazlaydı kendine duyduğun sevgi.
Sen zoru başarmayı seviyordun, bense senin için zordum.
Şimdi konuştum. Başardığını hissediyor olmalısın. Biliyorum, kalmak için bir sebebin yok artık.
Aslında sen de biliyorsun; bütün bunları benim söylediğimi sansan da, hepsini yine sen söylüyorsun.
Ben yine susuyorum. Bunları benim düşünmediğimi biliyorsun. Çünkü düşünmem, biliyorsun da düşünmeyi sevmem. Düşünsem de söylemem.
Beni tanıyan sen, bunları söylediğime nasıl inanabilirsin ki zaten?
Aslında ikimiz de farkındayız değil mi? Ben hiçbir şey söylemedim.
Bunlara kafa yormaktansa, kendime kafa yoracağımı ikimiz de nasıl biliyorsak, ben söylememiş olsam da bunların doğru olduğunu da biliyoruz.
Sanırım başardın, evet. Benim gerçeğimi biliyorsun artık.
Paylaşmaktan korktuğum bir karanlığım ben, ya da paylaşacak hiçbir şeyi olmayan bir yokluk... Belki de paylaşmayı sevmeyen bir varlık.
Şimdi kalmak için bir sebebin kalmamıştır sanırım. O halde...
Duydukları karşısında karnına çok sert bir yumruk yemiş gibi hissetti kendini. Gerçi daha önce hiç karnına yumruk yememişti, ama bu durumu tarifleyecek en uygun sözcükler kesin bunlar olurdu diye düşündü.
Bir fetustu ve anne karnındaydı sanki; küçülmüş, kendine kapanmış duruyordu. Rahat nefes alamıyordu.
Karnından başlayıp tüm vücuduna yayılan garip bir ağrıdan başka bir şey duymuyordu. Aynaya bakmaktan korkuyordu; o kadar ki yüzünden ateş çıkıyor olabilirdi. Belki de gözleri yuvalarından çıkmıştı, kim bilir?
Yüzündeki hayal kırıklığı, şaşkınlık, kızgınlık ve bir parça da kırgınlık içeren o garip ifadeyi gözünde canlandıramıyordu. Bu kez kendini görmek istemiyordu.
Kendini o kadar çok seviyordu ki, çoğu zaman ağlarken bile aynaya koşup kendini izliyordu. Ancak şu anda ne ayna ne de kendisi umurundaydı.
Yüzeyel yüzeyel, hızla soluyordu. Duyduğu tek ses nefes alış verişleriydi.
Ara ara kulağında yankılanıyordu sevdiği insanın sözleri: Onun gitmek için çabaladığını söylemişti... Sustukça onun tanıyacağını ve ne kadar çok tanırsa da o kadar uzaklaşacağını...
Kötü biri değildi o. Tanınmaktan bir korkusu da olmamalıydı. Belki de gizemini kaybetmekten korkuyordu. Ama bilmiyordu tabii ki.
Anlayamıyordu. Paylaşmak için bunca çaba sarf ederken kendisi, nasıl hâlâ "gitmek istiyorum" sanabiliyordu?
Evet, anlayamıyordu.
Peki ya o? O ne kadar anlamıştı ki?
Bunca çabasına rağmen, bencilce paylaşımsızlığının açıklaması bu muydu? Saçma bir varsayım mıydı sebep?
Aklından ya binlerce düşünce aynı anda geçiyordu ya da hiçbir şey geçmiyordu. Boştu zihni ya da çok doluydu. Sadece ne düşündüğünü bilmiyordu.
Bulantısı vardı. Bulantısını bastırmak için ayağa kalkıp bir şeyler içmeyi düşündüğünü hatırlıyordu. Çünkü kusarsa nefessiz kalıp ölmekten korkuyordu. Çünkü tüm düşünceler midesindeydi, kussa tüm dünyayı kusabilirdi, hiç durmadan.
Kusmamalıydı.
Bir şeyler yerse geçerdi belki. Ayağa kalkacak gücü yoktu.
Güvende hissetmiyordu kendisini. Büzüş büzüş durmuştu; kendine gömülmüştü.
Çocukken de böyleydi. Ne zaman yalnız hissetse, kendine gömülüp huzurlu hissederdi.
Şimdi huzurdan uzaktı. Kaygılıydı. Nefes alamıyordu.
Bunca zamandır nasıl anlatamamıştı kendisini? Nasıl bu kadar yanlış anlaşılmıştı?
Neden bu kadar zordu? İşin içinden çıkamıyordu, karmakarışıktı.
Düşündükçe nefesi kesiliyordu. Biraz daha böyle devam ederse, düşüncelerinde boğulacağını biliyordu.
O anda gözünden yaşlar boşalmaya başladı hızla. Hıçkırarak ağlıyordu. Titriyordu.
"Her şey geçecek," diyordu kendine. "Her şey geçecek, korkma, üzülme..."
Usulca kalktı büzüşerek uzandığı yataktan. Aynaya doğru yürüdü. Ve aynadaki kendine bakıp, ağlayınca gerçekten güzelleştiğini fısıldadı ona.
Sonra yeniden yatağına döndü. Artık hiçbir şey düşünmüyordu.
Garip bir huzur duyuyordu. Aklında: "İyi ki ben, başkası değilim," düşüncesi. Yüzünde muzip bir gülümsemeyle uykuya daldı.