"Her sabah, hayatın sayfasını yeniden yazmak için verilen en değerli hediyedir; kalem sende, hikaye senin."

Bir Bulimiğin 'Dünya Tutması'

Yoğun kaygı ve fiziksel rahatsızlıkla boğuşan bir karakterin, nefes egzersizleriyle sakinleşme çabasını ve ardından gelen kusma refleksini, iç dünyasındaki çalkantılarla harmanlayarak anlatan, psikolojik gerilim dolu bir sahne.

yazı resim

Burnundan derin bir nefes aldı. Ağzından yavaşça vermeyi denese de, sanki nefesi, akciğerlerinde kaldığı her saniye artık orada hapsolacakmış da bir daha nefes alması için ciğerlerinde yer kalmayacak ve sonunda boğulacakmışçasına hissetmiş olsa gerek ki, bir solukta verdi aldığı temiz havayı. Üç dört kez yaptı bunu; derin bir nefes aldı, verdi, aldı, verdi. Güçlü bir şekilde yutkunmayı da denedi birkaç kez. Belki içinde tutmayı başarabilirdi. Tutamadı. Koca bir dünyayı içinde tutmak ne kadar kolay olabilirdi ki zaten?

Tuvalete doğru koştu ancak yetişemedi. Birkaç gün önce yıkamacıdan aldığı krem rengi, en sevdiği, o yumuşacık halısı şimdi kusmuğa bulanmış bir şekilde duruyordu. Bir dakika daha bekleyemez miydi ki içinde? Midesinin yemek borusuyla birleştiği yerdeki o sfinkter biraz daha geç açılsaydı ya da yemek borusu biraz daha uzun olsaydı, belki… Şimdi tuvalete doğru giden tüm o koridor, kendine duyduğu kızgınlık ve dünyayı olduğu şekliyle bir türlü kabullenemezliğe bulanmıştı.

Neyse ki nefretini kusma kısmında, artık tuvaletteydi. Bembeyaz, pamuk gibi olan tuvaletin tek karanlığına, küçük ama aslında devasa olan o kara deliğe kusmuştu nefretini. Bir daha karşısına çıkması mümkün olmayacaktı böylece. Ne halısına ne de koridora sinmemişti nefret; sifonu çekince, uzaktaki, yerini dahi bilmediği, tüm öfkelerin, çirkinliklerin toplandığı gerçek karanlığa doğru yol alacaktı. Ama yine de rahatlayamadı kadın.

İki saat kadar önce, elinde telefonu yatağında miskince müzik dinleyerek zaman geçiriyordu. Sonra bir huzursuzluk belirdi içinde aniden. Bir şeyler olduğunu hissediyor ama ne olduğunu tahmin edemiyordu; ta ki Merak ve İrade’nin savaşı beyninde belirene dek.

Evet, Merak düelloya davet etmişti İrade’yi. İrade pek kendine güvenmiyordu açıkçası çünkü aylardır kullanılmaya kullanılmaya paslanmıştı. Merak ise herkes tarafından ilgiyle büyütülüyordu; iyi beslenmişti, gücü kuvveti yerindeydi. İrade, Merak karşısında doğrudan yenilgiyi kabul edemezdi; hem zaten geçmişten aldığı bir gücü vardı İrade’nin. Son bir yıla kadar herkes ondan korkardı. İrade’ye meydan okumayı bırak, onun olduğu sokaktan geçmeye dahi cesaret edemezdi hiçbiri…

Neden kapanmıştı bu kadar içine? Neden köşesine çekilmişti? Bu kadar çok mu yormuştu dünya İrade’yi? Bu kadar mı ümidini kaybetmişti? Pişmandı. Her şeye rağmen beslemeliydi kendini; dünyayla değil belki ama kendi doğrularıyla beslenmeye devam etmeliydi ki, Merak’ın bu meydan okuyuşu karşısında küçümseyici bir bakışla, onu sadece o anda, o bakışıyla alt edebilmeliydi.

Olmadı. Zayıf, çok zayıf düşürmüştü zaman İrade’yi. Uzun lafa gerek yoktu; İrade bu kez kaybetmişti.

Kadın kendini korumaya çalışıyordu; mesela bakınca mutsuz olabileceğini bildiği şeylere bakmayı yasaklamıştı kendine. O anda ise, yasakları çoktan delmiş olan Merak, zafer sarhoşluğuyla telefonunu karıştırıyordu kadının.

Kadının gözünden yaşlar geliyor, boğazı acıyordu ama yine de kusmaya zorluyordu kendini çünkü rahatlayamamıştı. Boğazına kadar gelen ama bir türlü çıkaramadığı bir şeyler vardı. Yutağıyla yemek borusu arasında takılı kalan Şefkati’ydi kadının. İki parmağını boğazına götürüp kusmaya zorluyordu; sonra rahatlayacak, duşunu alacak ve güzel bir uyku uyuyacaktı.

Olmuyordu. Orada takılı kalmıştı. Vazgeçti kadın. Sağ elinin ikinci ve üçüncü parmağı üzerindeki diş izlerine takıldı gözleri…

Yıllardır midesini bulandıran dünyayı bir türlü tam olarak kusamıyordu kadın.

Nasıl böyle olmuştu, bu kez neydi buna sebep olan? Hatırladığı en son şey, Merak’ının İrade’sini yenmesiyle kurcalamaya hak kazandığı telefon ve kadının yaşadığı hayal kırıklığıydı...

Hızla yatağından çıkıp pijamasının üzerine montunu giymiş, atkı ve beresini de takarak hem soğuğa karşı önlemini almış hem de tanınmaz olmuştu. Kapının arkasında duran anahtarını aldığı gibi sokağa fırlamıştı. Neyse ki montunun cebindeydi cüzdanı.

Önce her sabah sıcacık böreklerinden aldığı fırına uğradı; börekleri alıp yemeye koyuldu bile yürürken... Bir sonraki pastaneye gidene kadar ancak bitirirdi elindekileri. Bu kez tatlı bir şey istedi canı. Karşıdan karşıya dikkatsizce geçmiş olmalıydı ki adamın biri bas bas bastırıyordu kornaya... Kendisi de geri kalmıyordu ondan; söylenip duruyordu adam.

Hava çok soğuktu zaten, yüzünü gizleyerek pastaneye daldı kadın. Bir profiterol, bir de plastik kaşık isterken gözüne takılan kazandibinden de bir porsiyon istedi. Fiyatını sordu, ödedi ve paketi alarak uzaklaştı oradan. Sanki yasak bir şey yapıyor gibi, suçluluğun verdiği bir acelecilikle, hızla… Herkesin önünde yiyemezdi; yemek yerkenki o telaşı insanları korkutabilirdi.

Ana caddede yürürken gördüğü ilk ara sokağa saptı. Kar insanları evlerine hapsetmiş olmalıydı ki sokak bomboştu. Profiterolünü açmış yerken bir kedi yaklaşmıştı kadının yanına... Kedi kadına baktı, kadın kediye... Kadın utandı. Hızla uzaklaştı oradan; kediyle göz göze geldiği o ufacık anda, bu soğukta dışarıda aç olan kediye mi, yoksa kendine mi duyduğunu bilmediği o acıma hissi öfkeye dönüşmüştü.

Dün ısmarlamaya üşendiği pizza için hemen pizzacıyı aramış, pizzacı gelene kadar marketten birkaç çikolata daha alıp evin yolunu tutmuştu...

Evdeydi.

Kapı çaldı.

Pizzasını yedi kadın.

Nasıl yediğini bilmeden yedi.

Gözünden yaşlar geliyordu. Derin bir nefes aldı burnundan ve aynı hızla ağzından verdi. İçinde kalmamalıydı nefes. Aldı. Verdi.

Aç değildi aslında, sadece dünya midesini bulandırıyordu ama kusacak bir şey yoktu midesinde; kusabilmek için yemeliydi çünkü kusarsa belki rahatlayabilirdi.

Elini yıkadıktan sonra, kıpkırmızı olan yüzüne ve hızla yaşların boşaldığı gözlerine bakıp, hıçkırarak ağlamaya başladı bu kez. Sonra yüzünü yıkayıp dişlerini fırçaladı, biraz hafiflemişti ama gözü kararıyordu. Sendeledi, tuvaletin kapısına tutundu. Mutfağa geçip limonlu bir maden suyu içti, bir dilim elma yedi.

Oturma odasına geçerken, koridor ve halının üzerindeki lekelere bakıp söylendi. Daha geçen hafta kuru temizlemeye verdiği halıyı kim bu hale getirmişti? O kadar bitkindi ki uyumak istiyordu sadece. “Nasılsa uyandığımda çözüm bulabileceğim bir şey için neden uykumdan taviz vereyim ki?” Evet, böyle düşündü kadın.

Herkes ertelemiyor muydu bir şeyleri?

Herkesin bir “nasılsa”sı yok muydu?

Evet, nasılsa uyandığında halıyı yıkamaya verir, sonrasında temizlikçisini çağırıp haftalık temizliğini de aradan çıkarmış olurdu.

Böylece tüm dünyanın kirinden arınabilirdi kadın, kaldığı yerden devam edebilirdi hayatına.

Ta ki bir daha tutana kadar onu dünya..

Yorumlar

Başa Dön