"Ben" kelimesinin dünden bugüne değişmeden kullanılmasının yarattığı anlam karmaşası... Dünkü, bugünkü ve seneler sonraki kendimizden her bahsedişimizde "ben" diyoruz kendimize. Peki, ben kimdim? Hangisiydim? Aynı mıydım?
Neden senelere, zamana ve kendimize haksızlık ederek, aynı kişiymişizcesine "ben" diyorduk? Kelimeler mi kafamızı karıştırıyordu, yoksa biz mi anlamıyorduk?
Kendime geldiğimde, kimsenin gelmesini beklemeyeceğimi sanıyordum! Bunu yazan bensem eğer, "biliyordum" yazmalıydım "sanıyordum" yerine.
Kendime geldiğimde, kimsenin gelmesini beklemeyeceğimi biliyordum.
Çünkü tek özlediğim, sevdiğim her zaman kendimdim benim. Film izlemeyi, resim yapmayı, yürümeyi, tiyatroya gitmeyi hep kendimle yapmayı sevmiştim.
Fazladan bir tiyatro bileti almanın bu kadar zor mu olduğunu sorduklarında, böyle alıştım diyerek geçiştirirdim dostları. Bir açıklamam yoktu. Oyunlara tek başıma gidiyordum. Yalnız yürümeyi seviyordum. Belki de bir alışkanlıktan ibaretti tek başınalığım.
İnsanların bana sitem etmelerini sevmiyordum, çünkü sorgulamama neden oluyorlardı. Aslında fazladan bir bilet almak zor değildi; haklılardı. Sorgulamayı sevmiyordum. Ben böyleydim.
Evet, oyunlara tek başıma gidiyordum. Peki sadece bir alışkanlık mıydı gerçekten?
Neden buna alışmıştım? İlk kez bir oyuna tek başıma mı gitmek istemiştim? Belki de "hadi oyuna gidelim" diyecek kimse yoktu. Ya da birileriyle gittim ve zevk almadım; sonra da hep tek başıma gitmeye başladım.
Böyle miydi ki acaba tek bir bilet alışımın hikâyesi? Bu muydu sebep?
Sebebi umurumda değildi. Sorgulamayı artık sevmiyordum.
Sorduğum sorulara bir cevabım da yoktu üstelik. Hiçbir şeyden emin değildim. Gittiğim ilk oyunu hatırlamıyordum bile.
Sadece tek başınalık yaşam biçimimdi benim. Nefret etsem de sorgulamam devam ediyordu. Bir neden arıyordum gizlice.
Zor muydu ki fazladan bir bilet alıp bir dostla birlikte keyifle bir oyun izlemek? Ya da bugün beraber yürüyelim demek?
Bilmiyordum. Sorgu devam ediyordu. Belki bir korkuydu beni buna iten: Herkes bir gün gider.
Sanıyordum ki, bağlanmamalıyım hiç kimseye. Hani anne babalar bile çocuklarını bırakıp gidebiliyorken... Herkes giderdi elbette.
Sanırım böyle düşünmüş olmalıydım. Yine emin değildim. Tek bildiğim: kendimi tek başınalaştırdığımdı.
Haksız da değildim zaten. Terk etmeler olmasa bile ölüm vardı ve gidecekti herkes bir gün.
Eğer bunu yazan bensem böyle yazmalıydım. Ve kendime geldiğimde, kimsenin gelmesini istemeyeceğimi biliyordum, demeliydim.
Ama ben "sanıyordum" diye başladım. O halde beklediğim bir şeyler ya da birileri olmalıydı. Bilmiyordum.
O halde ya bunu yazan ben değildim, ya da ben değişmiştim.
Yazdıkça ve düşündükçe bir parça daha karışıyordu kafam. Kelimeler mi anlam değiştiriyordu, yoksa biz mi onları kullanmayı bilmiyorduk? Ya da oynuyorduk onlarla? Kelimelerle oynamayı seviyorduk.
Ne doğru yerde kullanmayı biliyorduk aslında, ne de gerçekten oynayabiliyorduk onlarla.
Kalıcı olduğuna inandığımız kelimeleri kullanıyorduk sadece. Varlığımızı kanıtlamak istiyorduk evrene. Unutulmaktan korkuyorduk.
Kullanıyorduk, harcıyorduk, tüketiyorduk kelimeleri. Aracımız oluyordu onlar.
Ben gittigimde geride hiçbir şey kalmayacak olmasına dayanamayan ruhum, umarsızca kullanıyordu onları. Bencilce harcıyordum.
Doğru yerde doğru şeyi mi söylüyordum? Yazdıklarım anlam ifade ediyor muydu? Bilmiyordum.
Yazıyordum. Yazmalıydım beynimin kurduğu tüm cümleleri. Çünkü ne olursa olsun elbet bir bütün olacaktı.
Anlamını sorgulamayacaklardı belki de. Bir kelime yığını da olsa, insanlar sadece beni tanıdıkları için bile bir merakla okuyacaklardı.
Böylece ben var olmaya devam edecektim.
Evet, varlığımı kanıtlamak için kullanıyordum sizi. Ama bunu açıkça da söylüyordum size.
Nefret ettiğim bir kelimedir aslında bu: "Kullanılmak" ya da "kullanmak."
Sevimsizdi, duygusuzdu. Hayatımın bir parçası olmaması için çok çabaladım da.
Sadece kelimeleri kullandım hayatım boyunca. Kullandığım tüm kelimelerden özür diliyordum.
Evet, kullanıyordum sizi, çünkü korkuyordum yok olmaktan.
Başka bir korkum da yoktu. Bu yüzden sizden başka hiçbir şeyi kullanmadım ben.
Önemseyip de sahip olduklarım sadece anlam verdiklerimdi benim. Çok bir şeye sahip olmamam bundandı belki. Ama önemsediklerimi çabalayarak kattım hep hayatıma.
Anlam verdiklerime emek verdim ben. Ve tüm sahip olduklarım, önemsediklerimdi benim.
Kelimeler ise sahipsizdi. Aidiyet yüklenemezdi onlara. İşte bu yüzden kullanmaktı tek yapabildiğimiz.
Tek başınalığımla başlamıştım, kelimeler kafamı karıştırdılar.
Beklediğim bir şey mi vardı? Yoksa artık herkesin gidecek olması korkutmuyor muydu beni?
Korkmadığım için mi kaçmıyordum artık sizden?
Sadece yok olmaktan korkuyordum.
Kelimeler anlam değiştiriyorlar mıydı gerçekten? Yoksa "ben" mi değişiyordu?
Dünkü kendimize de, bugünkü kendimize de "ben" dediğimizden kaynaklanıyordu belki de bu karışıklık.
Biz hep kendimizken, bizde bir şeyler değişiyordu.
Ve biz yine "ben" diyorduk kendimize. Sonra kayboluyorduk kendi içimizde.
Kelimeler anlam değiştirmiyordu. Bizler değişiyorduk.
Bazen korkuyorduk bu değişimden. Alıştığımız tek başınalığımızı ele geçirecek birer düşman olarak görüyorduk bazen dostları.
Ve bir gün gerçekten kendimize geldiğimizde, birinin gelmesini bekliyor olduğumuzu hissetmekten korkuyorduk.
Bu yazıyı yazan kimdi?
"Sanıyordum" demiştim, "biliyordum" yerine.
Ama korkarım ki bu yazıyı yazan benim. Kelimelerin anlam değiştirdiği de doğru değil.
Ben sadece dünkü ben değilim, hepsi bu.