..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Aðlamak da bir zevktir. -Ovidius
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Tarihsel Roman > Hüsrev Özel




6 Kasým 2008
Tanrý Daðlý Akkartal 1. Bölüm  
Mete Han'ýn Hikayesi /Akkartal'ýn doðuþu

Hüsrev Özel


Koca Tuðrul, yaþlý kýlýç ustasý, maðaranýn sol yanýnda kurulu demirci ocaðýnýn baþýnda, terlemesine aldýrmadan, elinde ki kýlýç taslaðýna biteviye çekiç sallýyordu.


:DDEI:
TANRI DAÐLI AKKARTAL


Eski çaðýn bir Fil yýlýnda, uzun süren karakýþ nihayet gidip, acun yeniden ýsýnýnca, eriyen kar susuz dere yataklarýný doldurmuþ, Uygur diyarý çaðlayan sesleriyle çýnlýyordu. Ýncelen karýn altýndan kardelenler, çalan güneþi görmek için baþ uzatýrken, mor çizgili beyaz taçlý nazenin çiðdemler, turuncu, gevrek yapraklý nevruzlar, uçuþan kelebekler, envai tür göçmen kuþlar, kertenkeleler, gelincikler ile þenlenen Asya kýtasý yeni bir ilkbaharý selamlýyordu…

Ötüken'den günler öncesinde yola çýkan bir ulak, ulu Tengri'de kurulu Koca Tuðrul Dergâhýna, Kaðan, Kutluk Kül Bilge'nin uçmaða varýp, tahta yeni kaðan oturacaðý haberlerini getiriyordu. Töre gereði, oðul Moyen Çor, ölen babasý için (745) Yuð yaparak, onu Tanrý beldesine uðurlamak ve kendi kaðanlýðý þerefine büyük toy yapýyordu. Moyen Çor bunun için Acun'un her yanýna haberler salýp, hüner, bilek ve yüreðine güvenen bütün yiðitleri, tören ve yarýþlara davet ile kazananlara büyük ödüller vaat etmiþti...

Tanrý Daðý Dergâhý’nýn Turan diyarýndaki yeri çok muteberdi. Dergah'da, hükümdar adayýndan, dilmaç ve savaþçýsýna kadar, talep eden herkese ilim ve sanat öðretilirdi. Dergâha çocuk yaþta gelen öðrenciler, sýký bir eðitimle yetiþir, ilerleyen yýllarda kamu hayatýnda önemli görevler alýrlardý. Dergâhýn eðitim düzenine göre; sabah erkenden koðuþlarýnda uyanan öðrenciler, kuþluk vaktine kadar bedeni eðitim ve silah talimi yapar, öðlen vakti topluca yemeðe giderlerdi. Öðleden sonra atölyelerde görülen pusat yapýmý dersine ek olarak, sair el sanatlarýna dair kurslar görülürdü. Akþam yemeði sonrasý dergâh mabedinde toplanýlýr, vukuf ehli hocalarýn naklettiði türlü ders ve hikâyeler izlenirdi. Hafta sonu geldiðinde, büyük meydanda toplanýlýr, harada yetiþen cins atlarla heyecanlý Gökbörü oyunlarý oynanýrdý. Eski çaðýn namlý yiðitlerinden Kazan'ýn sekizinci göbekten torunu, Kam Ulu tolga (Þaman), bu dergâhýn baþöðretmeni iken, Kýlýç piri Gökbörü, Kargý piri Boran, Gürz piri, Daðhan ve Tirendazlýk piri Tarhan, pusat ve savaþa iliþkin dersleri verirlerdi...

Ötüken ulaðýnýn verdiði haber Dergâhta sevinç ve üzüntüyü bir arada yaþatmýþ, toplanan yönetim kurulu, yarýþlar için seçim yapmýþtý. Ötüken'e gidecek olan Çopendozlar (Gökbörü oyunu oyuncularý) takýmý beþ kiþiden oluþacak, ferdi yarýþlara o yýlýn birincisi ile altý yeni mezun katýlacaktý. Büyük meydanda yapýlan uðurlama töreni akabinde Çopendozlar ekibi yola çýkarken, Dergâhta kalanlar büyük dershanede toplanmýþ, konuþanlar yarýþlara gidenlerin baþarý þansýný sorgularken, eski çaðýn ünlü kahramanlarýndan Bahadýr Akbaþ'ýn yedinci kuþaktan torunu Akkartal’ý favori görüyorlardý. Dergâhta mutat hayat devam ederken, Ulu tolga’nýn sohbet saati gelmiþ, Kam bu defa insan ruhu ve onun kiþi olarak yaratýlmasý konusunu nakledecekti. beyaz tüylü post üzerinde baðdaþ kurup, söze baþlayan Kam;

-Aziz ve asil ulusumun deðerli evlatlarý, canlarým! Derken, dershane kubbesinde yankýlanan davudi sesi ile þöyle devam ediyordu:

-Kökü zaman deryasýnýn dibinde baþlayýp, ucu günümüze kadar ulaþan eski kaynaklarýmýza göre, insanýn yaratýlmasý olayý þöyledir;



“ Kiþi, Tanrý Beldesi'nde önce, uyuþuk, hareketsiz, þekilsiz, renksiz, kokusuz bir halde bulunur iken, yüce Tanrý dilemiþ, o da ozlaþarak1, alev ve ýþýk topu haline gelip, döne döne yeryüzüne inmiþ ve burada yeniden ozlaþarak, yeryüzü kiþisi olmuþtur. Tanrý katýndan geldiði için kiþi þerefli ve kutsaldýr. Nitekim bu kiþiler toplanýp, aralarýndan birini Buð2 seçerlerdi. Beylere, ‘Kutsama Töreni’ ile Güneþ'in eþi Ay tarafýndan, ait olduklarý Budun'a kul gibi hizmet etme görevi verilirdi. Beyler ise ömürleri tamam olup, öldüklerinde, Budun toplanarak muhakemeleri yapýlýr, Budununa iyi hizmet etmiþ olanlara ‘ALP’ sýfatý verilirdi. Kutsama töreninde cesedi yakýlýp, bedeni kül olan beylerin Tinleri ozlaþarak, alev ve ýþýk halinde semaya yükselerek Tanrý katýna geri dönerlerdi...”




Anlatý böylece sürüp giderken, aradan saatler geçiyordu. Geniþ dershane zeminini kaplayan nakýþlý halýlar üzerinde, baþ köþede beyaz tüylü postuna yeni doðan yýldýz misali oturan Kam Ulutolga, uzun ak sakallarýna tezat teþkil eden kara kaþlarýný hafifçe kaldýrýp, sanki çaðlar öncesinde baþlamýþ bir uykudan uyanýyordu. Parýltýlý ela gözleri, etrafýnda hilali saflar tutmuþ, kendisini can kulaðýyla dinleyen öðrencilerini sevecen nazarla süzüyordu. Talebeler huþu ve sükûn içinde beklerken, sessizliði bozan Kam, bu kez þöyle diyordu;

- Þimdi sýra, saz ve deyiþler ile ruhlarý ozlaþtýracak sazende ve ozanlarda. E, eh, hani nerede kopuz, cura, tef, davul ve kavalýn ustalarý? Diyordu…

Bu daveti bekleyen öðrenciler sevinçle kýpýrdanýp, anýlan sazlar bir bir ortaya çýkýyordu. Anýnda oluþan otantik koro, nümayiþe bir peþrevle baþlýyor, temaþa icra edilen diðer eserler ile devam ediyordu. Dershane kubbesinin muhteþem akustik yapýsý, insaný mest eden bu musikiyi, ilâhî kudret adýna kendi boþluðuna alýrken, onu sonsuza kadar ayný tazeliðinde, ayný güzelliðinde saklayacak gibiydi. Bu esnada oluþan duygu saðanaðý bütün dergâhý kuþatýrken, dinleyenler içsel bir ozlaþmað yaþardý. Ölmeden, yanmadan eriþilen bu ruhsal deðiþimin


verdiði haz, Kam Ulutolga'yý ziyadesiyle duygulandýrýp, yanaklarýndan minyatür derecikler akarken, aslen muharip olmak için yetiþen talebelerine, böylesi bedii yetenekleri de bahþeden yüce Tanrýya medh-ü senalar gönderiyordu...

Bir baþka gün sýra Tanhu Mete (Oðuz Kaðan) ve Koca Tuðrul Dergâhý'nýn tarihçesine gelmiþti. Bu, sadece çok merak edildiði için deðil, ayný zamanda Dergâh Müfredatý’nýn mühim bir parçasýydý. Ulutolga bu bahsi kitaplýkta itina ile korunan, el yazmasý, kadim “Tanhu Mete” kitabýndan okuyacaktý. Derin bir nefes alan Kam, çoðunu ezbere bildiði nakle baþlarken, bütün dikkatler onda, meraklar doruðundaydý:

"Baþý dumanlý, göðsü çimenli ulu Tengri Daðý'nýn güney yaslanýnda, bir yanda güneþ çalýp, bir yanda yaðmur yaðýyordu. Yüksek çam ve meþe aðaçlarýnýn gizlediði büyük maðaradan gelen metalik sesler, bu kayalýk bölümü mekân tutan doðan, kartal ve atmacalarýn sesleriyle karýþýp, etrafa aks’ý sedalar yayýlýyordu…

Koca Tuðrul, yaþlý kýlýç ustasý, maðaranýn sol yanýnda kurulu demirci ocaðýnýn baþýnda, terlemesine aldýrmadan, elinde ki kýlýç taslaðýna biteviye çekiç sallýyordu. Eski zamanlarda oluþmuþ bu büyük maðaranýn tabaný yer yer dikitli, tavaný sarkýtlý, yanlar kavi, binlerce yýldan beri yüzeyini yalayarak geçen damlalarýn taþýdýðý renkli kil ve kalk dalgalarýyla kaplýydý. Koca Tuðrul bu kýlýcý, kýrk altý senelik ustalýðý bir yana, yapýlma sebep ve tekniðini bir düþte gördüðü þekilde yapmak istiyor, bu nedenle merakýndan yorulmak nedir, bilmiyordu…

Bu esnada, daðýn doruklarýna doðru týrmanan keçi yolunda iki atlý döne döne geliyorlardý. Omuzlarýnda yay ve ok dolu sadaklarý, terkilerinde avlanmýþ kuþ dolu, nakýþlý heybeleri vardý. Burun deliklerinden buðular saçarak, yol alan atlar, serin havaya raðmen terliyorlardý. Maðara önüne geldiklerinde ansýzýn duyduklarý gür sesle irkilerek baþlarýný yukarý kaldýran iki atlý, orada dimdik duran kara börklü, aksakallý, dinç ustayý hemen fark etmiþler, rahatlamýþlardý.

Ýki adam boyu yükseklikten onlara gülümseyen Koca Tuðrul;

-Sarýbörü'yü rastlamadýnýz, deðil mi yiðitlerim? Her neyse, hoþ gelip, sefalar getirmiþsiniz! Hele inin atlardan, zavallý hayvanlar nefeslensinler. Solumalarýný ta nereden iþitti þu ihtiyar kulaklarým! Diyip, yanýt beklemeden içeri giriyordu.

Baþlarýndan gemleri çýkarýp, otlanmalarý için atlarý serbest býrakan avcýlar, doðal taþ merdiveni týrmanýp, heybeler omuzlarýnda maðaradan içeri girmiþlerdi. Ýhtiyar usta az ötede, türlü edevatýn dizili olduðu rafýn önünde, taþ yontusu masanýn baþýnda onlarý bekliyordu. Önünde kýmýz dolu bir testi ve üç þimþir oymasý çamçak vardý. Gülümseyen gözlerle masaya konuklarý davet ederken, çamçaklara kýmýz dolduruyordu.

Sonra müþfik bir sesle:

-Hele þöyle gelin, oturun yiðitlerim. Diyordu.

Heybeleri bir kenara býrakan konuklar, masayý çevreleyen post sarýlý alçak oturaklara oturmuþlardý. Koca Tuðrul;

-Hal, keyif ve iþleriniz nasýl gitmekte Toman Beð?

Bu yaðýz bahadýrlardan geniþ omuzlu, çengel býyýklý ve kara gözlü olan Tuku Oymaðý'nýn önderi Toman, diðeri Tamgalý oymaðýna mensup bir genç avcý idi. Toman Beð mayalý kýsrak sütünden mamul, keskin kýmýzdan bir yudum alýp, sonra elinin tersiyle aðzýný silerek:

- Ne desem bilmem ki Tuðrul Eçi… Durumdan hoþnut olmadýðý edasýndan belliydi. Sözlerine devamla; kayda deðer bir geliþme yok, vaziyet öncesinden farksýz…

Sonra, dozu giderek artan esef ve umutsuzlukla konuþup, sözünü þöyle tamamlýyordu:

- Uðradýðý son hezimeti unutturup, unutmaða baþladýðý egemenlik hazzýný, beylik ve bahtiyarlýðý Kara Budun’a yeniden hatýrlatmak hiç kolay deðil Tuðrul Eçi. Öz yurdunda esarete alýþan ahalide, her þeyi kabul edip, kanýksayan kötü halleri var. Bu gidiþle nasýl ederiz, bilemiyorum…

Yoldaþý Kula, onu tamamlamak için, yadýrgý ve asabiyetle:

- Alýnan fahiþ vergiler ve her an sataþýlan onuruna raðmen, hem!

Koca Usta, gayri ihtiyari yüzünü buruþtururken, Toman Beð sözü tekrar alarak:

-     Evet Eçi, her þeye raðmen zanným o ki, eðer tez zamanda yeniden silahlanýþýmýz mümkün olmazsa, korkarým bu hal çok daha kötüye gider. Aksi olursa, düþmaný bu kez yurttan silip, atarýz.

Derken, tasdik etmesini ister gibi Kula'ya dönüyordu. Kula önce Koca Tuðrul'a, sonra Toman'a bakarak;

- Evet, ama her halde bu, önce Tengri, sonra da sizlerin çabalarýna baðlýdýr. Diyordu.


Bu izahatlarý dikkatle dinleyen Koca Tuðrul, kendisinden beklenmeyen bir iç kuvvetiyle gülerek:

- Umudunuz kýrýlmasýn yiðitlerim. Biz neler görüp, bu gibi hallere dair neler iþitmedik ki geçmiþimden. Her þey olacaðýna varýr, merak etmeyin. Pusat hazýrlýklarýna gelince, bu uðurda elimizden geleni yapacaðýz. Bakýn, daha þimdiden beþ sandýk dolusu üretip, uðraþ için hazýr etmiþiz.

Böyle derken, yerde, rafýn önünde duran gürz, yay ve kýlýç dolu sandýklar ile raf terasýna dizili kalkan ve kamalarý iþaret ediyordu.

Sonra sözlerine devamla:

-Bunlar Güz’e kalmaz iki, belki üç misli olur. Diðer ustalar da gayret ederse, ki bunda kuþkum yok, umarým orduyu donatacak hale geliriz. Öte yandan, halkýn þu sýra ki hallerine bakýp, kulak asmayýn. Çünkü onlar bütün bu iþlerden habersiz, onun için öyle meyus olabilirler. Amma, hele o gün gelip, pusatlarýný kuþandýklarýnda, düþmaný yurttan atmak için nasýl boz kurt, kaplan kesileceklerini, görürsünüz.

Bir an durup nefes tazeleyen Koca Tuðrul, ses tonuna hamasi vurgu yükleyerek;

- Hem unutmamalý yiðitlerim ki, her ne kadar kýrýlýrsa kýrýlmýþ olsun, Türk ilinde er tükenmez, o da tutsak yaþamaz, yaþayamaz. Çünkü er kiþinin özü Tengri’den gelir. Bunu böyle bilip, ferah tutasýnýz içlerinizi. Bu arada sakýn ola çabalarýnýzý aksatýp, Budun’a önder olmaktan beri durmayasýnýz. Çünkü öndersiz ordu, ordusuz savaþ, uðrunda savaþsýz da yurt olmaz yiðitlerim…

Bunun üzerine davranan Toman Beð, konuþmaða baþlamadan önce kemerinde taþýdýðý, içi altýnla dolu deri keseyi Koca Usta’nýn önüne iteleyerek:

- Sað olasýn Tuðrul Aðam! Bu sözlerin maneviyatýmýzý yükseltip, inancýmýzý büyüttü. Pusat olmadan ordu olunup, uðraþ kazanýlamaz elbet. Bununla biraz daha ihtiyaç gidermek her halde mümkün olur. Hem bunlarý býrakmak, hem biraz hasbýhal etmek için uðramýþtýk. Çabalarýmýz kuþkusuz sürecektir, ta ki yeniden ayaklanýp, yurt kurtulana dek. Eçi, þimdi destur verirsen dönmek vaktidir. Lakin ne çare ki, bu kez kardeþimiz Sarýbörü'yü göremeden ayrýlacaðýz. Selam söylersin artýk bizden, gelince.

Böylece konuklar ayrýlmýþ, Koca Tuðrul çalýþmasýný sürdürmek üzere gene ocak baþýna dönmüþtü. Býraktýðý yerden iþe koyulan Usta, saatlerdir ateþte kýzdýrýp, örs üstünde þekil verdiði taslaða su vermek istiyordu. Yeni kýlýcýn üstünlük bakýmýndan farkýný oluþturacak nirengi noktasý bilhassa bu su veriþ tarzýnda gizliydi. Bunun için kýlýcýn aðzýný bir parmak, sýrtýný ise iki parmak kalýnlýðýnda özel bir balçýkla sývayýp, onu tekrar harlý ocaða sürüp, körüðün baþýna geçmiþti. Tam bu sýrada bir atýn kiþnemesi duyulmuþ, Koca Tuðrul memnun, yüzü gülmeðe baþlamýþtý. Evet, hayatta kalan tek evladý Sarýbörü idi çünkü gelen. Diðer üç oðlunu, özgür bir yurt uðruna, daha önceki isyanlarda meyyit vermiþti. Az sonra gülerek içeri giren Sarýbörü, kucaðýnda getirdiði eski demir parçalarýný bir kenara býrakýp, hemen körüðün baþýna geçmiþti. Babasýna yardým için, ya çekiç sallar, ya böyle körük çekerdi…

Sarýbörü adýna yakýþacak denli sarýþýn, yeþil gözleri daima gülen, güçlü ve zeki bir gençti. Her gün düze iner, ihtiyaç duyulanlarý veya olan bitene dair haber almaya çalýþýrdý. Babasýnýn ünü, onun her yerde tanýnýp, itibar görmesini saðlamakla kalmaz, iþlerini de kolaylaþtýrýrdý. Körüðün tempolu devinimleri çok sürmeden ateþin harýný yükseltirken, Koca Usta ham taslaðýn ateþin tesiri ile aldýðý renkleri dikkatle izliyordu. Nitekim kalýn balçýkla sývalý kýlýç sýrtý kiraz kýrmýzýsýna, aðýz tarafý beyaz kor haline gelip, körüðe dur demiþti. Beklenilen tav nihayet oluþup, kýlýca su verilmek vakti gelmiþti. Bu durumda su verilen kýlýç sýrtý nispeten yumuþak ve esnek, aðýz asil çelik olacaktý. Maþayla tuttuðu ham taslaðý közden çýkarýp, hiç bekletmeden madeni suyla dolu taþ oymasý tekneye daldýrýyor, fokurdayan su kýsmen buharlaþýrken, kýzgýn namlu suyunu alýyordu.

Kýlýç imalatýnýn son adýmý özen ve sabýr isteyen kýlaðýlama iþiydi. Kalýn, ince, yaðlý ve yaðsýz kýlaðý taþlarýndan geçen kýlýç namlusu günler sonra bir ayna kadar pürüzsüz ve parlak, bir ustura kadar keskin ve alýcý olmuþtu. Bu arada, bir þahesere yakýþan kemik kabza ve halis deriyle kaplý kýn da yapýlmýþtý. Derken kabza takýlýp, sýra eserin sýnanmasýna gelmiþti. Deneme iki aþamada yapýlýp, ilkinde sertlik ve saðlamlýðý, ikincisinde kýlýcýn keskinliði sýnanmýþtý. Sertlik denemesini Koca Usta’nýn gözetiminde Sarýbörü yaparak, onunla masif örs demirinin yana doðru uzanan sivri ucunu koparýrken, aðýzda bir çentik bile oluþmamýþtý. Keskinlik ve alýcýlýk denemesini Koca Usta bizzat yapmýþ, bunun için düzdeki akarsu yataðýna inmiþti. Uygun yerde suya dikey soktuðu kýlýca doðru yüzerek gelen yapraklara karþý sabit tutulan kýlýç, onlarý hayrete þayan bir þekilde tek tek ikiye bölüyordu. Bütün denemelerden baþarýyla çýkan kýlýca, son iþlem olarak, Usta’nýn damgasý, kurt baþý ve kýlýcýn müstakbel sahibinin adlarý, kabzanýn bir parmak önüne nakþedilip, þaheser tamam olmuþtu. Ulusu, gelecekte layýk olduðu düzeye ulaþtýracaðýný düþte gördüðü, henüz doðmamýþ birine armaðan diye yaptýðý bu kýlýcý bir ipek parçasýna sarýp, hususi eþyasýný sakladýðý ceviz sandýðýna koymuþtu. Yarým kulaç uzunluðunda, her bakýmdan dengeli, ustasý kadar asil olan kýlýç, kendisi o zamana ulaþamasa bile, müstakbel sahibine oðlu Sarýbörü tarafýndan mutlaka verilecekti…

Toman Beð ile yoldaþý Kula'nýn yaþadýklarý bölge kut daðý Tengri'nin Kuzeybatý eteklerinde kalan topraklardý. Otlak ve ormanla çevrili bu engebeli arazide daðýnýk yaþayan Türk boylarý, birlikleri bozulup, devletleri yýkýlarak uzunca süren esaret ve sefalete düþmüþlerdi. Yaptýklarý kanlý ayaklanmalar iki defa akamete uðramýþ, pek çoðu kýrýlmýþtý. Bu havalide yaþayan oymaklarýn çoðu iþgal altýnda bulunan doðu illerinden, Ötüken tarafýndan göçmüþlerdi. Ýstilaya uðrayan diðer bölgelere kýyasla, buralar daha güvenliydi.

Buna raðmen hayvan besleme, tarým ve metal iþlemek yanýnda, deri ve dokuma iþlerinde ileri gitmiþ olmalarý fayda vermiyor, üretimden saðlanan gelirin çoðu vergilere gidiyordu. Toman Beð ve onunla çalýþan bir grup avcý, zaman zaman gizli kervanlar düzenliyor, yükledikleri mallarý vergisiz satarak, kurulacak gizli ordu için gelir saðlýyorlardý. Ülke üç farklý kökene sahip düþman tarafýndan iþgal edildiðinden, aralarýnda bulunan doðal rekabeti kullanmak mümkün olup, birinin hâkim olduðu bölgeden kaçýrýlan mallar, diðer yörelerde rahatlýkla alýcý buluyordu.

Tengri Daðý’nýn eteklerinde, Iþýkgöl’ün kuzey kýyýsýný örten büyük bir orman vardý. Ormanýn göle bakan kýyýsýna yakýn bir düzlükte ulu çýnarýn altýnda bir aðýl içinde koyun ve keçiler, önünde yatan iki iri köpek ve baðlý üç at durmaktalardý. Yan tarafta, etrafý çalýlarla çevrili büyük bir kara çadýr kuruluydu. Yoldaþý Kula ile ayrýlan Toman Beð, obasýna sabahýn seher vaktinde ulaþmýþtý. Çadýrýnda onu bir sürpriz bekliyordu. Zira, ileri düzeyde hamile olan esmer güzeli eþi Küngülü doðum yapmýþ, yanýnda mýþýl mýþýl uyuyan bir de çocuklarý vardý. Aðýlýn önünde atýndan inip, yolda avladýðý dað keçisini terkisinden indirmiþ, atýn koþumlarýný çözmekteydi. Geliþini önce köpeklerin ürümesi, sonra nal sesleri ve atýnýn kiþneyiþinden anlamýþ olan ihtiyar ana, eþi çoktan ölmüþ, oðullarýndan üçünü ayaklanmalarda kaybetmiþ, herkesçe sayýlan Tolun hatun, oðluna müjde vermek için dýþarý çýkmýþtý. Toman Beð, eyeri aðýlýn çit sýrýklarýndan birinin üstüne koyarken, annesinin sesleniþi ile dönmüþtü;

- Gözlerin aydýn ola, ey oðul!

- Ne oldu ki ana?




- Daha ne olsun oðul, gelin gülle gibi bir oðlan doðurdu bize. Þükürler olsun yüce Yaratana!

Toman Beð sevincini belli etmeyerek;

- Ne diyorsun ana, doðru mu bu dediklerin?

- Ýnanmadýnsa git kendi gözünle gör!

Bunun üzerine çadýra giren Toman Beð, hakikati görünce çok sevinmiþ, sonra atýna binip, çevre oymaklara büyük þölen haberini vermek için yola çýkmýþtý. Bu olaya belki en çok sevinen Kam Koca Tuðrul olmuþ, at binip, oðlu Sarýbörü'yle birlikte gelmiþlerdi. Çardaklar kurulup, kebaplar çevrilmiþ, yenilip, içilerek sýra yeni doðana ad konulmasýna gelmiþti.

Buna dair ilk öneri Koca Tuðrul'dan gelip:

- Adý yiðit, kahraman anlamýna gelen "Mete" olsun! Demiþti.

Bununla kalmayýp, azatlýk mücadelesine iliþkin gayretlerinden ötürü överek, Toman Beð'i bu uðraþýn "Baþbuð'u" olmasý gereðini dile getirmiþti. Aksakallýlarýn oyuna sunulan bu öneri derhal onaylanmýþ, gönüllü önderliði resmiyet kazanan Toman Beð'e “Yapgu" eþi Küngülü'ne ise bundan böyle “Katun” saný verilmiþti.

Aradan geçen bir kaç ay içinde bütün hazýrlýklar tamam olup, yeniden kurulan ordu Yapgu'nun komutasýnda ataða geçmiþti. Bu esnada karþý koyan düþman kýlýçtan geçirilirken, direnmeyene hayatý baðýþlanýp, takas ve fidye için esir alýnýyordu. Temkin ve tedbirde hata yapýlmamasý sayesinde, bu kez düþman gafil avlanýp, yeniden toparlanmalarýna fýrsat verilmiyordu. Baskýn þeklinde geliþen saldýrýlar düþmaný panikletirken, olayý duyan daðýnýk budun erleri dört bir yandan sökün eden süvariler ile muharip sayýsý çýðý gibi büyüyordu. Öz sýnýrlar dýþýna taþýrýlmayan bu savaþ nihayet kazanýlýp, Yüeçiler hariç, diðer düþmanlarý (Çinli ve Sienpiler) ile barýþ antlaþmalarý yapýlmýþtý. Böylece yaðýdan temizlenen yurt, yüksek egemenlik hukukunu yeniden kazanýp, gönenç ve onur geri geliyordu.

Aradan üç yýl geçmiþti ki, vuku bulan talihsiz bir olay Budun’u yasa boðmakla kalmayýp, bir takým kötü oluþumlara da kapý aralamýþtý. Zira Tigin Mete, hastalýðý sonucu annesini kaybedip, küçük yaþta öksüz kalmýþtý. Çok geçmeden tekrar evlenen Yapgu, hamile kalan eþinden bir erkek evlada daha sahip olmuþ, ordu komutanlarýndan biri olan dayýsý Uruz, onun adýný "Uluç" koymuþtu.

Öksüz kalan Mete, üvey annesinden daha çok, gösterdiði yararlýklardan ötürü artýk yüzbaþý olan Sarýbörü ile kalmayý yeðliyor, ondan ayrýlmak istemiyordu. Yaþýtlarý analarýnýn eteði dibinden ayrýlmaða bile korkarken, Mete, Sarýbörü ile at sýrtýnda ava gitmeðe bayýlýyordu. Doðuþtan acar bir çocuk olan Tigin Mete'yi yakýn gelecekte bir vahamet bekliyordu. Çünkü, yeni Katun, onun yerine kendi oðlunu veliaht yapmak istiyordu. Oysa töre icabý bu hak büyük oðula mahsus olup, o ölmedikçe baþkasý veliaht olamazdý. Onun için de, Katun muhakkak bir yol bulup, Mete'den kurtulmak istiyordu. Bunu saðlamak üzere tacir, çoban, gezgin, Yüeçili adýna ne bulduysa, hudut haricinde bile olsalar yakalatýp, eziyet ettiriyordu. Devam eden bu hal, iki halk arasýna düþmanlýk tohumlarý yeþertiyordu. Bu iþler daima gizli yapýldýðýndan, içerde kimse duymuyor, karþý tarafýn yaptýðý misillemeler sebepsiz sataþma sayýlýp, büyük tepkiyle karþýlanýyor, taraflar her geçen gün savaþa bileniyordu. Yüeçiler, Hunlular’a karþý eski müttefikleri olan Çinli ve Sienpiler'i kýþkýrtýyor, onlarý yeni bir Hun tehlikesine karþý birlikte hareket etmeðe çaðýrýyordu.

Bu olaylardan býkýp, usanan Budun, toplanan her kurultayda þikâyet konusu ederek, yönetimden acil çare talep ediliyordu. Lakin Katun ve yandaþlarý olaylarý daima örtbas edip, barýþ ve huzura olan ihtiyaç þiddetlendiriliyordu. Bunu saðlamak için el altýndan önerdikleri tek yol; Yüeçiler’e bir rehin verilmesiydi. Uluç Tigin henüz küçük olduðundan, Mete’nin rehin olmasý uygun görülüyordu. Bu gidiþata artýk bir son vermek isteyen Yapgu, halktan gelen yoðun itirazlara raðmen, Yüeçiler'le saldýrmazlýk paktýný temin için Mete'yi, bir süreliðine olsun, onlara rehin etmeðe razý oluyordu.

Bu duruma çok üzülen Yüzbaþý Sarýbörü, pederi Kam Koca Tuðrul'a gidiþatýn nereye varacaðýný soruyordu. Kam, hýrslý Katun’un her þeye raðmen ilk fýrsatta savaþ çýkartmak istediðini biliyor, onun için hemen önlem almak gereði üzerinde duruyordu. Tigin Mete savaþ çýkmadan önce rehinlikten kurtarýlmalýydý.

Bu iþi üstlenen Yüzbaþý Sarýbörü, güvendiði muhafýzlardan üçünü gizlice Yüeçi ülkesine salýyordu. Bunlar, onbaþý Ötemiþ baþta olmak üzere, Mete'yi seven, Töreye baðlý, lisan ve sair konularda yetenekli yiðitlerdi. Nitekim üç yiðit iki sýnýr arasýnda kalan tampon bölgede, yollara uzak düþmeyen, asude bir yerde çadýr kuruyor, burada av ve hayvan besleyerek yaþarken, az zamanda birer Yüeçili'den farksýz oluyorlardý. Bu arada Yüeçi Baþbuðu Barak bir at yarýþý düzenliyor, buna katýlan Ötemiþ ustalýðý ile göz doldurup, Barak tarafýndan ödüllendirilmekle kalmýyor, Tigin Mete dâhil, hanedan çocuklarýna binicilik öðretmeni yapýlýyordu. Böylece çok sürmeden Tigin Mete ile karþýlaþan Ötemiþ, ona asýl maksadýndan söz etmeyip, alakasý, kabiliyetli bir öðrenci ile öðretmen arasýnda beklenen þekilde kalýyordu. Bundan sonra at gezintileri yapmak dâhil, her gün birlikte olabiliyorlardý.

Böylece aradan üç yýl geçip, emeli malum Katun ve yandaþlarý tahrik eylemlerine yeniden baþlayýnca durum aniden deðiþiyordu. Onlarýn bu tavrýna önce pek anlam veremeyen Barak Han, Ötemiþ'in zaman zaman çýtlattýklarý dolayýsýyla, aslýnda Tigin’in kurban edilmek istendiðini anlýyordu. Hun töresini bilen Barak Han, onu her þeye raðmen elinde teminat olarak tutmak istiyor ve bunun için tedbir alýp, birçok hareket serbestîsini kýsýtlayýp, gözetim önlemlerini arttýrýyordu.

Bu gidiþat, henüz olaylarýn farkýnda bile olmayan Tigin bakýmýndan vahimdi, çünkü bir savaþ durumunda hayatý tehlikedeydi. Fakat her þeye raðmen onun arkasýnda köklü bir ulusu temsil eden, feragat ve asalet sahibi bir avuç yiðit ile onlara þu acunda ad veren kadim bir Töre vardý. Bu "Türk Töresi" ve onun kiþi dimaðýnda yer alan manevi hâkimiyetinin ezeli ve ebedi tahtýydý. Çünkü o taht; onlarý ve töreyi yaratanýn tahtýydý. O taht, Türklüðün namus ve þeref timsali, uðruna savaþan ruhlarýn mihrabýydý...

Bu sýrada Ötüken’de son kurultay toplanýp, harp kararý alarak daðýlýyor, artýk savaþ davullarý çalýnýyordu. Olan biteni yakinen izleyen Sarýbörü, hemen mahut planý uygulamaða koyup, Bozok adlý ulaðý sezdirmeden yola çýkarýrken, ona þu talimatý veriyordu;

-Tigin Mete ilk fýrsatta kaçýrýlýp, esen olarak, Tengri Daðý'na ulaþtýrýla!

Yeller gibi esip, kuþlar gibi uçan atýyla yol alan Bozok, Yüeçi sýnýrýný geçerken, Hun ordusu bölükler halinde yola diziliyordu. Nihayet bir gün bir gece sonra tampon bölgede bulunan üsse ulaþýp, Ötemiþ'e bu emri iletmek görevini orada daimi bulunan Bars ve Berkiþ'e devredip, aldýðý muhtemel uygulama planý ile geri dönüyordu. Bu emri alýr almaz yola çýkan Bars, Ötemiþ'i çadýrýnda yalnýzken buluyordu. Bars'a, çadýrda beklemesini tembih eden Ötemiþ, derhal at binip, binlerce çadýrdan oluþan Yüeçi Payitahtý Hargon'a sürüyordu. Hargon, küçük bir çayýn kenarýnda, sýrtýný ormana vermiþ, rakýmý giderek yükselen, aðaçlý ve çimenlik bir düzlükte yer alýyordu. Kendi kaldýðý çadýr biraz dýþarýda, kuytu bir yerde kuruluydu. Yukarýlardan bakýldýðýnda, etrafý iri mantar evlekleri ile çevrili bir dað eteðini andýran bu düzlük, iki yandan geniþ bir ovaya açýlýyordu.

Ötemiþ Kuzeyden gelip, güneye doðru gidiyordu. Mevsim yine deðiþmiþ, etrafta serin güz yelleri esiyordu. Çadýrlarýn çevrelediði meydanlarda çocuklar koþuþuyor, koyunlar meleþiyor, kuþlar gönlünce uçuþuyordu. Biraz ileride ceviz ve çýnarlarýn çevrelediði görkemli Han Otaðýný gören Ötemiþ, içinde bir ürpertinin serince kýpýrdandýðýný hissediyordu. Yumuþak usulde iþe yarar ümidiyle, gerektiðinde bu iþ için kullanýlmak üzere, yanýnda biraz altýn ve gümüþ getiriyordu. Þimdi ilk iþ, bir yolunu bulup, Tigin Mete'ye ulaþmaða kalýyordu. Önceleri olsa bu çok kolaydý. Ama þimdi onunla ancak haftada bir gün, o da esasen yarýn olmak üzere, bir araya gelmeleri mümkündü. Ayrýca öncesinden farklý olarak, onun kaldýðý çadýrý gözaltýnda tutan üç yeni nöbetçiye daha görev veriliyordu. Ötemiþ, Han Otaðýna elli adým kadar yaklaþmýþ, pür dikkat etrafý tarýyordu. Ortalýk hayli hareketli, ama onun umduðu türde bir telaþ havasý sezilmiyordu. Bu ise, savaþ haberinin oraya henüz ulaþmadýðýný gösteriyordu. Önünde eli kargýlý, beli kýlýçlý bir manga çerinin daima nöbet tuttuðu üç tuðlu Han Otaðýnýn hemen saðýna düþen büyük yaslanda, etrafý bodur ardýçlar ve yer yer servilerle çevrili küçük bir meydanlýk vardý. Esasen burada çeriler talim yapar, onlar çekilince yerini çocuklar veya yetiþkin delikanlýlar alýr, aralarýnda güreþir veya oyunlar oynarlardý.

Güneþ uzaklarda görülen sýradaðýn arkasýnda guruba (günbatýmý) girerken, gökyüzünde kobalt mavisi zemin üzerine sarý, turuncu, eflatun renkli devingen katlar oluþmasýna yol açýyordu. Ötemiþ bu meydanýn giriþine doðru dikkat ettiðinde, orada bir grup çocuðun arasýna çömelmiþ, onlara bir þeyler anlatan Gabor'u fark ediyordu. Fakat Tigin Mete, henüz ortalýkta gözükmüyordu. Az daha yaklaþtýðýnda, beyaz börkünü alnýndan geri iten Gabor da onu fark edip, çocuklarý býrakarak, neþeli bir yüzle ona doðru yürümeðe baþlýyordu. Gabor, Tigin'in en eski muhafýzýydý. Ötemiþ onunla iyi anlaþýr, kýmýz içip, birlikte eðlenirlerdi.

Nihayet birbirlerine üç adým kala, önce Gabor yaltaklanarak:

-O,oo! Ötemiþ Aðam, nerelerdeydin? Kaç gündür hiç uðramaz olmuþtun buralara. Derken, Ötemiþ buna karþýlýk yapay bir neþeyle:

- Ohoooh! Nerede olacak, elbette ki ayný yerimizde, hani bilmezmiþ gibi konuþursun. Hem bu sýra ki keyiflerimizi de hiç sorma... Derken, bu arada göz kýrpýp, eliyle bir kadehin içiliþini iþaret ederek, devamla:

- Sizleri merak edip, sonunda geldik iþte. Diye ekliyordu.

Ötemiþ bu tarz bir karþýlaþmayý her zaman olsa umardý, ama gizli niyetinden ötürü olacak, bu gün beklemiyor, o nedenle kendini þanslý gününde sayýyordu. Derken eyerden atlýyor ve sað elini uzatýp, Gabor'un omzunu sývazlýyordu.

Ayný dostluk edasýyla karþýlýk veren Gabor:

-Bilirim, güreþten hoþlanýrsýn, hele bir de senin yenilmez çýrak, Hun Tigin'i güreþirse. Hele þuraya baksana, gene güreþiyorlar iþte. Diyordu.

Bunu duyan onbaþýyý bir heyecan saðanaðý yalayýp geçiyor, atý yularýndan çekerek, yakýndaki bir serviye baðlayýp, koþar adým çocuklarýn arasýna dalýyordu. Meydanýn öte ucuna doðru giderken, Gabor ardýndan ona yetiþmeye çalýþýyordu. Güreþenleri izleyen kalabalýktan üçü, Tigin'i kollayan yeni muhafýzlardý. Tigin artýk ince, kara yaðýz ve sýrým gibi bir genç olmuþ kýyasýya güreþiyordu. Karþýsýndaki rakip iri kýyým bir gençti. Bir elense ve parat bir çelme ile rakibini bir anda sýrt üstü yere yýkan Tigin, onun göðüs kafesine çöküyordu. Baþta Ötemiþ olmak üzere, bunu beðenen herkes Tigin’i alkýþlýyordu. Güneþ batýncaya kadar üç güreþ daha yapan Tigin, gene rakiplerini yeniyor ve seyredenlerden bol alkýþ alýyordu. Güreþler sürerken, diðer muhafýzlara yaklaþan Gabor, biraz sonra kurulacak muhtemel çilingir sofrasýndan lafý ballandýrarak bahsedince, onlarýn iþtahlarý da kabarýyordu. Onlarý göz ucuyla izleyen Onbaþý, Gabor'a yaklaþarak, bol kýmýzlý mükemmel bir sofranýn donatýmý için gereken parayý veriyordu. Biraz sonra çökmeðe baþlayan karanlýkla meydanlar boþalýp, ortalýkta kimseler kalmýyordu. Bu arada Ötemiþ çoktan gidip, iþret sofrasý için gereken nevaleyi getirmiþ, sonra gelip onlarý da alarak, hep birlikte Tigin’in kaldýðý çadýrý dört yandan kuþatan nöbetçi çadýrlarýnýn arasýna çöküyorlardý. Ýri bir çadýrýn giriþini tercih eden nöbetçiler, böylece hem içeriden yansýyan þamdan ýþýðýyla aydýnlanacak, hem Tigin'i gözaltýnda tutabileceklerdi.

Meze olarak getirilip, kýzartýlmýþ etlerden bir kuzu budu alan Tigin, yemek ve yatmak için çadýrýna çekilirken, Ötemiþ'in yaptýðý bir göz iþaretinin anlamýný bir türlü çözemeyip, bunu merak ederken uykuya dalamýyordu. Çadýrda yere serili yataða sýrt üstü uzanmýþ, bu arada dýþarýdan gelen seslere kulak kabartýyor, keskin kalite kýmýzla esriyip, peltekleþen dudaklardan dökülen sözleri anlamaða çalýþýyordu.

Nitekim nöbetçiler sýzýp, kimi oraya kimi buraya yýðýlýrken, konuþmalar kesilmiþ, etrafta baykuþ sesinden ve uyuyanlardan gelen horultulardan baþka ses duyulmaz olmuþtu. Onlarý tekrar yoklayarak kalkan Ötemiþ, sessizce Tigin’in kaldýðý çadýra girmiþti. Hala gözü uyku tutmamýþ olan Mete, onu bir siluet halinde bile olsa tanýmýþtý.

Nitekim fýsýltýyla seslen Onbaþý:

Mete Tigin, haydi hemen kalkýp hazýrlan. Artýk buradan gitmek vakti gelmiþtir! Öz yurdumuza, bizi bekleyenlerin yanýna dönüyoruz.

Buna çok þaþýran Mete heyecanlanýp, sesi kýsýlarak;

-Kaçacak mýyýz yoksa buradan hocam?

- Evet Tigin'im, Haydi davran bakalým.

-Vay anasýný, demek siz bizden biriydiniz? Tamam, o iþaretinizin sýrýný þimdi çözdüm.

Diyen Mete, hemen kalkýp yeleðini, börkünü, çizmelerini alýrken, bu olan bitene gene de tam inanamýyor, kendini bir düþteymiþ sanýyordu. Derken çok geçmeden sessizce dýþarý çýkýp, az ötede duran atlardan ikisine biniyorlardý. Oradan ayrýlýrken, Hargon'a girmeyip, ormaný arkadan dolanarak onbaþýnýn çadýrýna varýyor, bu sýrada, merakýndan yerinde duramayan Berkiþ'i biteviye voltalar atarken buluyorlardý. Derken, hemen o da davranýp, üç atlý Kuzey-batý yönüne dörtnal uzaklaþýyorlardý. Hava akþamkine nazaran daha ýlýmandý. Þanslarýna, biraz önce lacivert semada hiç görünmeyen yarým ay da ortaya çýkýp, ýlgarla giden atlarýn yolu görmelerine yetecek þuayý yeryüzüne gönderiyordu…

Bu sýrada Yapgu, tepeden týrnaða pusatlý beþ bin kiþilik atlý ordusuyla Yüeçi sýnýrýna dayanýyordu. Gün batarken yola çýkan ordu, gece boyunca yol almýþ, ortalýk yeniden ýþýyordu. beyaz aygýrý ile önde giden Yapgu, Yüeçi sýnýrýndan girilince atýný týrýsa kaldýrmýþtý. Hun ordusu bir karayýlan gibi büküle, kývrýla giderken, ortalýk gümbürdeyen nal sesleriyle sarsýlýyordu.

Bu sýrada, Mete ve fedaileri tampon bölgeye varmýþ, burada kurulu çadýr sökülerek, yöreye hâkim bir tepeyi týrmanmýþlardý. Uzaklardan duyulan bu uðultuya ancak hareket halinde olan bir ordunun sebep olacaðýný kestirmiþ, fakat onun ne taraftan gelip, geçeceðini henüz kestiremiyorlardý. Ordunun izlediði güzergâha beþ ok atýmý mesafede yer alan bu tepe, tamamen meþe ve fýndýk kümeleri ile örtülü, nispeten emin bir yerdi. Küçük kafile açýk bir alanda, güneþin ýsýttýðý þebnemli çimenlere oturmuþ, ordunun uzaklaþmasýný beklerken, bir þeyler yiyip, hemen yola koyulacaklardý. Bars ve Berkiþ tepenin çevre düzlüklere bakan sað ve sol cephelerine siperlenmiþ, etrafý kolluyorlardý. Bir çýkýndan aldýðý kýzarmýþ, soðuk av etlerini iþaret eden Onbaþý, Tigin Mete'ye:

-Tiginimiz'in aðzýna layýk olmasa da, bunlardan baþka yiyecek yok yanýmýzda.
-Bunlarý bulduk ya, siz ona bakýn hocam. Seslenelim Bars ve Berkiþ’e, beraber yiyelim.

Derken onlar da gelip, yemek henüz bitmiþti ki, beklenen þey, yerleri sarsan nal seslerinin, kasýrgayý andýran uðultusu artýk iyice yakýndan geliyordu. Hemen kalkýp, hýzla sesin geldiði kuzey istikametine koþmuþlardý. Bulunduklarý yer karþý düzlükleri görmeðe müsait, fundalýk bir noktaydý. Þimdi buradan, dörtnala gelen koca bir ordunun havaya kaldýrdýðý yoðun toz bulutunun, yaklaþtýkça büyümesini hep birlikte izliyorlardý. Onbaþý ve yiðit çerileri her þeyi muhtemel saydýklarý halde, biraz sonra olabilecekleri umursamýyor gibi sakindiler. Buna sebep, uðruna baþ koyduklarý kutlu davaydý. Henüz muðlâk bu durum karþýsýnda acep genç Tigin neler düþünüyordu? Bu sorunun cevabýný, sanki ayný þeyleri düþünmüþ gibi, Onbaþý Ötemiþ veriyordu:

-Geleceðin Yapgu’su Mete Tigin! Diyerek, söze baþlýyor ve konuþtukça duygularý depreþip, gözleri puslanarak;

-Bu gördüklerinden hiç tasa etme. Özgüvenimizin kaynaðý Gök tanrý biliyor, biz yaþadýkça sana kimseler dokunamaz… Sonra arkadaþlarýna dönerek;

-Kardeþler hele buraya gelin, sonuna dek Tigin Mete'nin yanýnda yer alacaðýmýza birlikte ant içelim!

Nitekim kýlýçlar çekilip, avazla hep bir aðýzdan:

-Sözümüzden dönersek; Gök gire, kýzýl çýka! Derken, silah üzerine yemin ediyorlardý.

Ordu olur da öncüsü, artçýsý olmaz mýydý? Bakýn iþte sol yamaçtan beþ atlý doludizgin yaklaþmaktaydý bile. Bizimkiler ok ve yaylarýna davranýp, gelenlere, aðaçlýða girdiklerinde, þah çekmek için atýlmýþlardý. Az sonra öncüleri yerlerine mýhlayan katý emir, üç yandan ve üç aðýzdan ayný anda çýkýp, üzerlerine niþanlanan demir ok temrenleri kadar keskin ve onlar kadar caydýrýcý olmuþlardý:

- Durun! Sakýn kýpýrdamayýn!

Üç sesin sahipleri, ellerinden kurulu yaylar, birer birer çalýlarýn arasýndan çýkmýþlardý. Önce yerlerinde donup kalan öncüler, sonra Ötemiþ'i tanýyýnca bir an ferahlamýþ, lakin onun ciddi tavrý ve;

-Hemen at inip, silah býrakýn! Emrinden sonra, yukarý gelmelerini istemesiyle þaþkýnlýklarý sürüyordu.

Yukarý çýkan öncüler Mete'yi tanýmýþ deðillerdi. Þaþkýnlýklarý sürüyordu. Kendini ilk toparlayan öncü baþý, Ötemiþ'e hitaben:

-Onbaþým, acaba bu hissim doðru ve karþýmýzda ki Tigin Mete’mi?

Diye sormuþ, Onbaþý baþýyla onaylarken, onurla gülümsüyordu. Bunun üzerine Öncü baþý;
-Haþin tutumunuzun asýl sebebi þimdi anlaþýldý. Lakin Tiginimiz lütfen baðýþlasýn, çünkü biz sadece birer emirberiz. Amirimiz de malum, Yapgu, yani, kendi babalarýdýr þahsen. Diyordu. Buna karþýlýk veren Onbaþý’nýn bakýþý yine kinayeliydi. Olumsuz manada, baþýný sallarken.

-Bilmem nereden baþlamalý. Ama bilip, tanýmýþ olduðunuz gibi, Tiginimiz Mete, el’an karþýnýzda olup, töre uyarýnca gelecekte ki Yapgu’muzdur. Sizler, þu topraklara, mertçe haber bile vermeden saldýrýrken, bunun neye mal olacaðýný ya hiç düþünmemiþ olan yozlar (sýðýr), yahut da vicdansýz, töreye bilerek ihanet eden hainlersiniz. Derken, bir an durup, bunlarý kývançla izleyen Mete'ye bakmýþ, sonra sözlerine devamla;

-Amma, þükür Tengri’ye ki sonuç, fesatlarýn umduðu gibi deðil, iþte böyle olmuþtur.

Bu sözleri tartmaktan geri kalmayan Mete, öncülere bakarken gülümsüyor, onbaþý ve diðer çerileriyle iftihar ediyordu. Artýk dayanamayan öncüler bir aðýzdan:
-Ne mutlu sizlere!

Derken, duyduklarý büyük mahcubiyetten aðlamaklý idiler. Mete hemen müdahale ederek, onlarý teskin için, mazeret ve masumiyetlerini kabul ediyordu. Buna çok sevinip, minnet duyan öncüler, hemen ant içip, olan biteni Yüzbaþý Sarýbörü ve sonra güvenilen herkese söylemek üzere at binip, ordu yönüne sürüyorlardý. Çok geçmeden azgýn sel gibi akan orduya katýlan öncüler, orta saflarda Yüzbaþýyý bulmuþlardý. Bu arada yan taraflardan girenler konuyu hemen duyurmuþ, bulanýk sel gibi akan kýtalar önce yavaþlamýþ, sonra tamamen durmuþlardý. Son durumu öðrenen Sarýbörü çok sevinmiþ, savaþ nedeniyle tasasý kalmamýþtý. Bu arada ön saflarda at koþturan Yapgu ve Tümen baþýlar, arkalarýnda eksilen nal seslerini fark edince durmuþlardý.

Katun’un büyük kardeþi Tümen baþý Uruz, öfkeyle kaþlarýný çatarak:

-Ne oldu bu çeriye? Neden dururlar? Delirdi mi bu adamlar, yoksa ne?

Yapgu bu duruma yol açan meçhul sebebi sanki garip bir içgüdüyle bekliyor gibi, manen bizar, zihnen allak bullaktý. Öyle ki, þu an burada olduðu dâhil, her þeyin bir düþ olmasýný diliyordu. Nitekim yalýn gerçekle bir an önce yüzleþmek için atýn, dizgin kasýp, durmuþ olan saflara doðru mahmuzluyordu. Herkese soruyor, lakin kimseden cevap gelmiyordu. Son olarak, ön saflarda at üstündeki Sarýbörü'yü fark edip, ona hitaben:

-Koca Tuðrul'un oðlu, sen söyle! Neden durdunuz, bunun için emir veren mi oldu?

Bulunduðu saftan bir at boyu öne çýkan Yüzbaþý Sarýbörü, yüksek sesle:

- Ordu içinde bir yanýlgý var ya, ondan ötürü Sayýn Yapgu!
- O ne demek? Nasýl bir yanýlgý bu Yüzbaþý?
-Sevgili Tiginimiz Mete, halen düþman elinde rehin sanýlmýyor mu? Yapgu birden afallayýp, istemeden sesi titreyerek:
- Öyle deðil mi yani þimdi?

Duyduðu gönençten sesi daha da gürleþen Sarýbörü:

- Göktanrý'ya þükür ki, deðil artýk! Tigin Mete özgür ve esenliktedir þu an!

Ýþitilen bu sözler, ordu içinde bir soruþturma baþlatýr ki, sormayýn nasýl. Sonucun böyle olacaðýný bilse hiç sormazdý Yapgu. Lakin, yaydan çýkan ok gibi, soru sorulmuþ, cevap verilmiþti bir kez. Çok geçmeden ordu ikiye bölünüp, azý Yapgu, çoðu Sarýbörü yanýnda kalýyordu. Çoðunluk azýnlýða üstün gelecek durumdaydý, lakin, kardeþkaný dökülsün istemiyordu Sarýbörü. Derken çoðunluk duramayýp, arka arkaya gülbanklar atarak:

- Yaþasýn Töre!

- Yaþasýn Yüzbaþý Sarýbörü!

- Yaþasýn Tigin Mete!

Nidalar yeri, göðü inletirken, bu sýrada karþý taraftan çýt çýkmýyordu. Çoðunluðun muhtemel "Kahrolsun Yapgu" nidalarýný duymaktan çekinen Yapgu, derhal yüz geri edip, yanýnda kalanlarla Ötüken istikametine dönerken, Sarýbörü ile kalanlar beklemiyor, atlar doludizgin, Mete ve fedailerinin durduðu tepeye doðru sürülüyordu. Bu arada düzde olan biteni izleyen tepedekiler de vaziyeti anlamýþ, coþkuyla bayýr aþaðý at koparýyor, az sonra düzlükte bir araya geliniyordu. Coþku dolu buluþmadan sonra, atlar Günbatýsýna, Tengri Daðý’na doðru sürülüyordu…




TENGRÝ DAÐINDA DERGÂH KURULUYOR




Mete ve yandaþlarý, bir akþamüstü Iþýkgölü kýyýsýna varýyorlardý. Çerilerin bir kýsmý burada sadakat andý verip, çaðrýlýnca yine gelmek üzere terhis edilirken, Mete ile kalan yüzü subay ve binbeþyüzü er, Tengri Daðý yolunu tutuyorlardý.

Kadim maðaranýn hemen önüne, önceleri Dergâh olarak kurulmakta olan bir bina, artýk hem dergâh hem ordugâh olacak þekilde, yeniden düzenlenecekti. Hemen çadýrlar kurulup, baþlý iþler hýzla yürütülecek, gece gündüz demeden çalýþýlýp, bina dikilecek ve kýþ gelmeden içine girilecekti. Ustalýk ve bilgelikte þanýna layýk bu eser, Koca Tuðrul'un yol gösterisi ve gayretleri ile bir an önce yapýlýp, onun adýyla, zaman durdukça anýlacaktý. Nihayet inþasý bitirilen muazzam eser, günü gelip, kutsama törenleriyle kullanýma açýlýyordu.

Budun için bu ayný zamanda yeni bir düzenin baþlangýcý olacaktý. Üniformalarýný giyen subay ve erat, aþaðýda, büyük meydanda içtima ediliyor, her yan taklar, tuðlar, sancak ve bayraklarla donatýlýyordu. Siyah, beyaz, sarý, kýrmýzý, mavi, yeþil, varlýðýn bütün renkleri simgelenirken, yeni doðan güneþte etraf pýrýl pýrýldý. Bu sýrada Dergâh mabedinde mihraba yönelen Mete, Göktanrý'ya hamd ve senalar ediyordu. Büyük meydanda merasim bandosu coþkulu marþlar çalarken, Mete mabetten henüz ayrýlmýþ, ardýnda maiyeti, cümle kapýsýndan çýkýyorlardý. Bu esnada musiki sazlarý eþliðinde önce ozanlar;

Üze Tengri temür çýda,
Oklar birle bir bulut
Baþbuðumuz Tanrý kut’tur!
Tanrý kut’tur! Tanrý kut!

Dizelerini yüksek sesle teganni ve terennüm ediyor, yankýlanan bu seda, dalga dalga gök kubbeye yükseliyordu. Akabinde büyük Toy baþlýyor, sofralar kurulup, kurbanlar kesiliyor, yenilip, içiliyor, cilasunlar savaþ sanatlarýnda yarýþýyor, bahadýrlara ödüller veriliyordu. Gece merasiminde geleceðe dair nizam ve hiyerarþi belirlenip, Budun'un idari tarzý yeniden þekilleniyordu. Sarýbörü artýk Baþyaver, Koca Tuðrul, Dergâh ve tüm Budun’a bilgelik yolu gösteren, Kam oluyorlardý. Ötemiþ Binbaþý, Bars ve Berkiþ Yüzbaþýlýða terfi ediyor, layýk olan herkese münasip bir mansýp, makam veriliyordu.

Bu arada, bilinen sebeplerden ötürü ayrýlan Yapgu, halen muhteris Katun’un tesiri altýnda, entrikalara alet olmakta devam ediyordu. Çünkü Katun emelinden asla vazgeçmeyip, Mete yaþadýkça buna eriþemeyeceðini bildiðinden, onu yok etmek için baba oðlu can düþmaný etmeðe bakýyordu. Ayrýca Sienpiler'i ona karþý kýþkýrtmak istiyor, bunun için Mete'nin onlara saldýracaðý haberini salýyordu. Mete el’an dahi hatýrý sayýlýr bir güç ve buna niyetsiz deðildi, lakin, vakit bu maksatlara ulaþmak için henüz erken olup, biraz daha hazýrlýk yapmak istiyordu. Bunun için, gerek savaþ aletlerini ve gerekse muharip kalitesini artýrmaya çalýþýyor, nam salmýþ en iyi savaþ hocalarýný yanýna alýyor, mahir ustalar getirtiyordu. Bu esnada kendisi dâhil, herkes büyük gayret ve özveriyle çalýþýyor, beceriler geliþirken, ordu büyük gaye için hazýrlanýyordu.

Derken, aradan aylar geçerken, hazýrlýklar tamam olup, Mete artýk yaþýyla ölçülemeyecek kadar geliþkin bir savaþçý, yetkin bir komutan olmuþtu. Yýllardýr Koca Tuðrul'un özel sandýðýnda bir sýr gibi saklý duran þaheser kýlýç artýk müstakbel sahibine takdim edilmeyi beklemekten býkmýþ, nihayet bunun için özel bir tören, farklý bir þölen yapýlmýþtý. Asya'nýn en namlý kýlýç ustalarý Akbaþ ile Kazan bunun þerefine karþýlaþmýþ, gün boyu yeniþemedikleri halde, Mete'ye baðlanmakta birleþmiþlerdi. Çok geçmeden Ötüken’e de ulaþan bu haberler Katun’u küplere bindirip, Yapgu’yu, Mete'nin onlara saldýracaðý fikrine kani etmiþti. Lakin tek baþýna bu ataðý göze alamayan Yapgu, kayýn birader Uruz'un önerisi ile komþu Sienpiler'le birleþmek yoluna gidiyordu. Mete diyarýnda barýnýp, Katun’a haber uçuran bir çaþýt (casus) varsa, Ötüken'de Mete için çalýþan sayýsýz adam bulunduðu için, taraflar olan biteni çoðu kez, az bir zaman farkýyla da olsa, önceden öðreniyorlardý. Nitekim bu haber Tengri daðýna ulaþtýðýnda, derhal emir verilip, ordu büyük meydanda içtima oluyordu. Tümen baþý ve Komutanlar, ay ýþýðý altýnda, at üstünde bir araya gelen orduyu nihaî teftiþe çýktýklarýnda þaþýrmýþ, Tengri Daðýný kargýdan bir ormanla çevrili sanmýþlardý. Düþman bundan az deðil, sayýca çoktu, lakin, aralarýnda mühim fark; Mete ve

ordusunun Koca Tuðrul tarafýndan zafer için temin edilmiþ olmasý ve muhariplerin bundan kuþkusuz olmalarýydý. Kam zaferle müjdelemiþti çünkü onlarý.

Son defa, kýtalarý görmek isteyen Mete, yerinde duramayan küheylanlarý zapt etmekte zorlanan ilk kýtadan baþlarken, "Karayel" adlý atý üstünde, hafif zýrhýyla vakur bir kara doðaný andýrýyordu. Onu hemen fark eden saflar;

"Yaþasýn Tanhu Mete!"

Üze Tengri temür çýda,
Oklar birle bir bulut,
Baþbuðumuz Tanrýkut'tur!
Tanrýkut'tur! Tanrýkut!

Diye gürlüyor, yankýlanan nidalar ortalýðý inletiyordu. Mete bu kalabalýk önünde "Alpagut" adý verilen kýlýcýný ilk defa kýndan çekip, ýþýk saçan namluyu havayý biçerek yukarý kaldýrýrken, bu kývrak hareket orduyu coþturup, alaylar yüksek sesle ant içiyordu;

-Yaþasýn Tanrýkut Mete! Ardýndan dönersek gök gire, kýzýl çýka!

Bu toplu seste ifade bulan güven ve inan yoðunluðu arþa kadar yükselirken, Mete, havada dik tuttuðu pýrýltýlar saçan kýlýcýný öne doðru uzatýp, birleþerek üzerlerine gelen iki orduyu karþýlamak üzere kuzey bozkýrlarýna doðru harekât emrini veriyordu.

Uçsuz bucaksýz Asya bozkýrýnda günlerce at süren Mete ordusu, nitekim rakiplerine yarým günlük mesafede geniþ bir vadiye gelince konaklýyordu. Öncü birliklerin getirdiði bilgilere göre; eðer gece yarýsý hareket edilecek olursa, muhtemelen sabahýn fecrinde onlarý ani bir baskýnla yakalamak mümkün olabilecekti. Ordu bu arada dinlenip, zuhur eden ihtiyaçlar gideriliyordu. Gece yarýyý bulunca yola devam edilip, rakip orduya yeterince yaklaþýldýðý bir yere gelince tekrar durup, atlarýn ayaklarýna keçe sarýlýyordu. Bir baskýn için böylece daha yakýna sokulmak mümkün olabilecekti. Öncülerden alýnan istihbaratta; sýrtýný iki yandan sarp daðlara veren düþman, sadece iki yandan saldýrýya maruzdu. Tümen baþý Sarýbörü ve emrindeki baskýn birlikleri daha önce davranýp, savaþýn geçeceði alana hâkim tepe ve sair önemli noktalar ele geçirilmeðe baþlanmýþtý. Bu sýrada sessiz oklarý kullanan kemankeþler (okçu), yeri geldiðinde, kendi icatlarý, ýslýklý bir výnlamayla uçarak, düþmaný paniðe sevk eden delikli oklarý kullanacaktý. Ýki yüz adýma kadar ok atan bu birlikler, çok sürmeden etrafý kollayan rakip gözcüleri bertaraf ederken, her nasýlsa sað kalan biri saldýrýyý haber veriyor, böylece toplu hücumdan kesin sonuç alýnmýyordu. Lakin her þeye raðmen, karþý tarafta baþlayan bir panik, güçlerin sevk ve idaresini dumura uðratýnca, Mete ordusu bundan yararlanýp, düþmaný hýrpalýyordu.

Ýlk saldýrýda zayiat verenler genelde Moðol soyundan gelen Sienpiler olduðundan, öç almak üzere toparlanýp, tekrar ataða geçenler yine onlardý. Lakin bu defa da amansýz bir ok yaðmuruna tutularak kýrýlmýþlardý. Yapgu'nun askerleri ilk anda onlarýn gerisinde kaldýklarýndan kayýp vermemiþ, ama az sonra hücuma geçtiklerinde výzýldayan ok saðanaðýndan paylarýna düþeni almýþlardý. Her þeye raðmen savaþ sonuçlanamayýp, þimdi iþ yakýn dövüþün silahlarý kýlýç, kargý, topuz ve baltaya düþmüþtü. Ordular toparlanýp, yekdiðeri üzerine dehþetengiz birer çýð misali at koparýnca, çatýþma kanlý olup, iki taraf da büyük zayiat veriyordu. Bu arada isabet eden bir okla Yapgu ve Uruz vurulmuþ, onlarýn ölümüyle savaþ durup, asker gruplar halinde teslim oluyordu…

Katýldýðý ilk büyük savaþta kahramanca vuruþarak, kendini kanýtlayan Mete, baþýndaki tolgayý çýkarýnca, türlü yaralar almýþ olsa da, atý karayel üstünde dimdik, yüzünde acýya dair bir emare görülmüyordu. Derken ordu yeniden toparlanýp, yaralar sarýlarak, cesetler gömülüyordu. Nitekim yeniden düzene giren ordu, bu kez Ötüken yolunu tutuyordu. Çok sürmeden kadim baþkent Ötüken'e ulaþan haberler þehri velveleye vermiþ, orada amansýz fýrtýnalar kopmuþtu. Daha önce tutumlarýný gizleyen pek çok Mete taraftarý þimdi açýkça baþ kaldýrmýþ, Mete oraya varmadan Baþkent teslim alýnýyordu. Tam bir felaketin eþiðinde olduðunu anlayan Katun, oðlu ile at binip, firarý deniyordu, lakin, izleyen Mete yanlýlarýndan kaçarken acele ile fark etmeyip, ansýzýn önlerine çýkan uçurumun dibini boyluyorlardý.

Mete'nin kadim Payitaht Ötüken'e giriþi muhteþem oluyor, budun yediden yetmiþe bir bayram sevinci yaþýyordu. Verilen onca kayba raðmen ordu büyüyor, tüm kýtaya korku salan dehþetengiz bir güç haline geliyordu. Böyle hýzlý büyümelerinden kuzeyde yaþayan komþu Tunguzlarýn rahatsýz olduðu haberi gelse de, Mete bu topluluðu akraba sayýp, mecbur olmadýkça onlara karþý savaþmak istemiyordu. Çünkü onun asýl hedefi birlik olup, Çine akýn etmekti.

Bir gün, yine kurultay toplanmýþ, ülke sorunlarý tartýþýlýrken Tunguzlardan elçi gelmiþti. Hemen huzura çaðrýlan üç kiþilik heyetin sözcüsü, suratýnda ki seyrek sakal ve býyýklarý küstah bir eda ile sývazlarken:

- Hanýmýz Künçün'ün hanlýðýnýzdan ivedi istekleri olup, bunlara derhal uyulmasý ya da savaþa hazýr olunmasýný bildirmek için geldik. Sizden istedikleri ise; at, avrat ve topraktýr! Diyordu.

Alaysý bir gülüþle kýsa konuþan Mete:

- At ve kadýn olur, lakin, toprak asla. Þimdi git ve Han'ýn olacak kiþiye bunu böylece ilet! Diyordu.

Mete'nin bu tavrý, elçi heyeti dâhil, herkesi þaþýrtmýþtý. Tunguz elçisi arkadaþlarýnýn yüzüne hayretle bakarken, böylesi bir karþýlýðý beklemedikleri anlaþýlýyordu. Çünkü onlarýn istediði, malum; savaþtý. Bunun en kýsa ilaný da iþte böyleydi. Mete kasten, denileni anlamazlýktan geliyor, sonra olacaklardan vicdanen sorumlu olmamak için böyle diyordu. Bu sýrada hazýr bulunanlardan Sarýbörü hayretli bir tebessüm ve resmi bir hitapla þöyle soruyordu:
-Hakanýmýzýn Tunguzluya verdiði cevap, en az onlar kadar bizleri de hayrete sürükledi. Bunun sebep ve hikmetini aramýzda merak etmeyen kimse var mýdýr, bilmem?

Buna vakarla cevap veren Mete:

- Kadýn ve at þahsýma aittir. Kendime ait þeyler için toplu savaþa, katliama razý deðilim. Fakat toprak Budun’a ait olup, onun bir karýþýný bile savaþsýz vermem. Evet, ordu son hazýrlýðýný yapsýn, Tunguzlunun asýl istediði budur çünkü. Diyordu.

Nitekim aradan üç gün geçmiyor, ayný elçi tekrar gelip, hanlarýnýn toprak talebinde ýsrarlý olduðunu bildirirken, aksi halde yine savaþý tekrarlýyordu. Bu kez Mete savaþý kabul ediyor ve yapýlan savaþta Tunguzlarý hezimete uðratýrken, at, avrat ve topraklarýna bütünüyle el konuluyordu…

ÇÝN SETÝ AÞILIYOR

Yüeçi Baþbuðu Barak han, bu zaferden sonra artýk Mete ile baþa çýkýlamayacaðýný anlayarak, ona baðlanýp, yýllýk vergi vermeði kabul ediyordu. Eski yenilgilerin öcünü almak isteyen Mete, þimdi Çin'e yöneliyordu. O sýrada Çin “Han Dinastisi”nin (Hanedan) yönetimindeydi. Mete bu akýn için bir Yüeçi sýnýr þehri olan Kansu'dan yararlanýp, burayý bir üs olarak kullanacaktý. Bu arada askerini yeniden tanzim edip, iki yüz bin atlýdan oluþan ordusunu onar yüzer, biner ve on binerli gruplara ayýrýyor, öncesinden farklý olarak, ipek yolunun denetim ve iþletimini de onlara veriyordu. Bu tedbir ile askerlik mesleðini daha cazip kýlýyor, barýþ zamanlarýnda iþlenmek üzere, halka týmar arazisi tahsis ediyordu. Böylece, bu önemli güzergâhta güvenliði saðlayýp, posta ve ticaret kervan seferlerine yeni imkânlar sunuyordu.

Ýstihbarat ve sair çalýþmalarý denetlemek için Kansu'ya önce kendisi, sonra ordusu gelmiþti. Sarýbörü oraya çok daha önce gelerek, saat gibi düzenli iþleyen bir teþkilat kurmuþtu. Kansu'da geçireceði günler için Mete'ye güzel bir saray tahsis edilmiþ, þehir asayiþ güvenliðini temin için iki bin asker görev yapýyordu. Bu sayýnýn on misli hudutlarda dolaþýrken, duvarlý duvarsýz demeden, bütün sýnýrlarý aþýlýp, Çin içlerine akýnlar yapýlýyor, imparator Gao-Ti'nin tepkisi yoklanýyordu. Ordunun asýl mevcudu, biri diðerine çok uzak olmayan aralarla, þehre yarým günlük uzaklýkta olup, doðaya ve yaðýya (Düþman) karþý daima eðitim yapýlýyordu. Kuþkusuz, bir ordunun muazzam Çin Seddi'ni aþarak, ülke içlerine akýn edebilmesi, en az bilek-yürek gücü kadar, zekâ ve beceri sahibi olmasýný da gerektiriyordu. Bu arada Çin'in önceki imparatorluk Hanedaný Tengler, kaybettikleri tahtý geri alma maksadýna yönelik olarak, prenses Huþian'ý Mete'ye zevce olarak vermiþlerdi. Kendi gayesine de uygun olan bu izdivacý kabul eden Mete, bir yýl içinde Çin dilini öðrenmiþ, Tengler vasýtasýyla Çin içlerine salýnan ajanlardan gelen istihbaratý ilk elden alarak, hazýrlýk yapýyordu.

Havanýn günlük güneþlik olduðu bir günde Mete, eþi Huþian ve onun erkek kardeþi Prens Wang, zevkli düzenlenmiþ saray bahçesinde, çiçek tarhlarý arasýnda dolaþýrlarken, az ileride, taþtan yapýlmýþ, mimari bir sanat eseri olan kameriyenin önüne gelmiþlerdi. Bir an duran Prens Wang, elini duvardan sarkan yeþil sarmaþýk ve asmalar arasýna uzatarak, oradan taze bir dal koparmýþtý. Bunu inceledikten sonra eniþtesine dönerek;

-Efendim, bakýnýz aklýma ne geldi? Derken, seyrek diþlerini göstererek sýrýtýyordu. Sonra sözlerine devamla;

- Tanhu Cenaplarý'na ait o süslü kýlýcý bilge usulü denemek?

- !?

Mete ile karýsýnýn þaþkýn bakýþlarý altýnda sözünü þöyle bitiriyordu;

- Bunda þaþýracak bir þey yok? Küçük bir deneme yapacaðýz, o kadar. Þu nezih dalý, tuttuðum yerin az önünden bir vuruþta kesmeðe dayanan, basit bir þey.



Mete gülerek:

-Kayýn biraderim gücenmesinler, lakin, bu husustaki önerim bunu kendi yapmalarýdýr. Kýlýcým Alpagut'a güvenim tamdýr benim. Çünkü o, ustasýnýn elinde, gerekirse demir zýrhlý bir Çin çerisini dahi ikiye bölecek kadar keskin ve de saðlamdýr! Diyordu.

Buna raðmen piþkin gülüþü ve ýsrarý süren Wang:

-Sakýn, Tanhu Hazretleri kýlýçlarýný küçümsediðimi sanýyor olmasýnlar? Bu ne haddimize efendimiz. Benim maksadým farklý bir deneme tarzýdýr sadece. Bu þekilde Çin'de biz, hem kýlýç namlularýnýn kalitesini, hem de onu hareket ettiren kolun süratini ölçeriz.

Diye açýkladýktan sonra, sözlerine ek olarak;

- Mazur görün lütfen, ama bu bence, o demin söylediðiniz iþten çok daha zordur. Ne dersiniz efendim?

Mete yine gülerek:

- Ya, demek böyle. Peki, madem öyle, bir kez daha göster bakalým neymiþ bunun sýrrý? Diye öneriyordu.

Bu öneriyi kabul eden Wang, nezih asma dalýný Mete'ye uzatýp, bir adým geri çekilmiþti. Akabinde, sol yanýnda asýlan kavisli, uç kýsmý yatay kesik ve enlice kýlýcýný çekip, hiç duraksamadan dal parçasýna indirmiþ ve usta bir manevra ile onu kýnýna koymuþtu. Düþen parçayý yerden alan Wang, Mete'ye uzatmýþtý. Mete dala kýsaca bir göz gezdirip:

- Hýmm. Sanýrým bu deneme, kesilen yerin düz ve pürüzsüz oluþuna göre sonuç veriyor. Öyle mi?

Wang memnun, bildik haliyle gülerek:

- Tamamen öyledir efendimiz! Derken, sözlerine devamla: Þimdi de siz denemek ister miydiniz?

Fakat Mete tavrýnda inatçýydý, nitekim:

- Hayýr, buna gerek yok. Zira bence mühim olan, bir kýlýcýn baþka bir kýlýcý biçmesidir. Ýstersen kýlýçlarýmýzý deneyelim, ne dersin Wang?

Bu sözler Wang'ý ilk defa ve ansýzýn ciddileþtirip, suratýnda abartýlý bir Çinli endiþesine has mimikler oluþturmuþtu.

- Tanhu cenaplarýnýn kýymetli kýlýçlarýna bir ziyan gelsin istemem. Zira kýlýcýmýn çeliði karþýsýnda ortadan ikiye biçilmese dahi, korkarým, namlusuna telafisi nâkabil bir çentik açýlacaktýr. Ne dersiniz? Benden yana hava hoþ.

Mete kayýtsýz:

- Benim için hakeza.

Derken, karþýlýklý geçilip, yapýlan þedit hamle sonucu çatýþan kýlýçlardan etrafa kývýlcýmlar saçýlýrken, Alpagut karþýsýnda bir anda ikiye biçilen Çin kýlýcý, az kalsýn sahibini de ayný akýbete uðratacaktý.

Suratý o an allak bullak olan Wang:

- Hayýr, bu olacak iþ deðildi. Lakin kýlýcýnýza güvenirken hakkýnýz varmýþ efendim. Derken, üzüntüsünden neredeyse aðlayacaktý.

Alpagut'u kýnýna koyan Mete, dudaðýnda alaylý bir tebessüm gezinerek:

- Doðrusu, ben de bir an Koca Tuðrul'un armaðanýna bir þey olacak, diye kaygýlanmýþtým. Demiþti.

Nedense, birden gözleri parlayan Wang, meþhur Çinli nezaketiyle atýlarak:

- Efendim, kýlýcýnýz Alpagut'u bir kez yakýndan görebilir miydim?

Wang'ýn aklýnda, Mete'nin kýlýcýnda bir çentik açýlmýþ olacaðý ümidi vardý. Mete onu kýrmýyor ve kýndan çektiði kýlýcý uzatýyordu. Yüzüne yaklaþtýrarak asil namluyu iyice inceleyen Wang, umduðu þeyi göremeyince yine hayal kýrýklýðýna uðrayýp, teselli ümidi hepten yok oluyordu. Nitekim laf olsun diye kýlýcýn menþeine dair sorular sorarken, bu arada gýptadan öte bir kýskançlýk duymaktaydý. Bunu mimiklerinden anlayan Mete, bilahare ayný Usta’nýn yapýtý baþka bir kýlýcý ona armaðan ederek, kýlýçsýz býraktýðý kayýn biraderinin gönlünü almayý bilecekti.

Bir gün yine, gelinen yolun iki kenarýnda bambu kamýþlarý yükselen, önünden bir derenin aktýðý aðaç cenneti içinde kurulu sarayda akþam olmuþtu. Tanhu Mete ve konuklarý, süslü salonlardan birinde toplanmýþ, Çinli güzel nedimelerin hizmet ettiði zengin sofralarda yenilip, içilerek, sohbet ediliyordu. Sarýbörü teftiþ gerekçesiyle biraz sonra ayrýlmýþ, onu diðer Tümenbaþýlar, Akbaþ, Kazan ve sair konuklar izlemiþlerdi. Þimdi geriye Wang, Mete ve prenses Huþian baþ baþa kalmýþlardý.

Bir ara Mete kýmýz ve Çin þarabý içmekten artýk dili peltekleþen kayný Prens
Wang'a takýlarak:

- Ne diyorsun Wang, hala Çin tahtýný ele geçirip, Gao-Ti'nin yerine oturmak niyetinde misin?

- Ha, ben mi? Eh, tabi tabi. Bundan hiç vazgeçer miyim? Eh, tabii ki, kadirþinas eniþtem bizi desteklemek lütfunu esirgemezler ise, deðil mi ya?

Mete bu defa karýsý Huþian'a:

- Acep bu hususta sevgili Konçuyu’mun (Eþ) telakkileri nedir?

Derken, Huþian yumuþacýk, albenili kimonosu içinde, önce küçük aðzýný büzmüþ, sonra pembe dudaklarýný diliyle ýslarken, yay kaþlarý yukarýda ve kanarya sesiyle:



- Bence Hakaným, kardeþim Wang'ýn iþi kolay olmayýp, bilakis çok zor görünmektedir. Ýmparator Gao-Ti'ye düþman, zengin ve kudretli baþka çok hanedan varken, onlar dahi bir þey yapamýyorlar. Bu durumda Wang'ýn tahta oturabilmesi hoþ bir düþten baþka ne olabilir? Diyordu.

Mete bu arada Wang'ýn tepkisini ölçmek için ona bakarken, o kýz kardeþine hemen itiraz ederek, hararetle:

- O ne demek, tabii ki bunu baþarabilirim. Çünkü benim bir müttefikim daha var. Ünlü usta Chang-Hua. O bence Çin'in en nüfuzlu adamýdýr. Daha mühimi, onun tahtta gözü yoktur. Ýmparator olduðumda bir iki imtiyaz karþýlýðýnda bana destek vereceðine dair sözü var.

Bu açýklamayý dinleyen Huþian hafifçe gülerek:

- Sanýrým salt bu yüzden tahtta gözü olmadýðýný söylüyordur. Ama ona ne kadar güvenilir ki, hem çok taraflý oynamadýðý ne malum?
Mete:
Wang'ýn tepkisi gelmeden, hafifçe iki yana sarkan kumral býyýklarýný sývazlayan

- Birliklerimiz çok defalar Çin sýnýrýndan akýn ettiði halde Ýmparatordan halen bir tepki gelmemiþ olmasýna ne demeli?

Buna, kendinden gayet emin bir eda ile cevap veren Wang:

- Bence, Gao-Ti iç istikrarý henüz saðlayamadý, onun içindir. Yoksa en azýndan bir elçi gönderip sizi tel'in ve tehdit ederdi. Anlaþýlan þu sýra savaþý göze alacak durumda deðil.

Fakat prenses Huþian'ýn görüþü farklýydý:

- Kim bilir, belki bunlardan haberi bile olmamýþtýr. Çünkü onun gazabýndan korkan adamlarý, bu akýnlarý pekâlâ gizlemiþ olabilirler Gao-Ti den.

Buna tebessümle cevap veren Mete:

- Þayet duyduklarýmýn tümü doðru ise, halkýna bu denli korku veren bir hükümdar bizzat güvenden yoksun olmalý. Hem bunu yakýnda deneyip, daha iyi göreceðiz.

Derken, Wang sevinçle atýlarak:

- Aynen bence de öyle. Çünkü bu adam ödlek ve sadist, zalimin tekidir. Halký, parayla tuttuðu katil silahþorlarýn baskýsý ile susta tutup, saltanatýný böylece sürdürüyor. Yoksa onu kalpten tutan kimse yoktur ülkede.

Buna karþýlýk Mete:

- Pekâlâ, diyelim ki yarýn ordumuz yola çýkýp, Çin sýnýrýndan girdik, sence nasýl bir ordu buluruz karþýmýzda Wang?



Bu soru karþýsýnda birden heyecanlanan Wang, sað eliyle þakaðýný okþayýp, kaþlarýný kaldýrarak:

- Sanýrým en azýndan dört-beþ yüz bin ve çoðu yaya asker olabilirler. Fakat bir sorun var, çünkü savaþa tutuþmak için önce büyük duvarý aþýp, karþýya geçmek gerek. O muazzam seti tamamen atlý, koca bir ordunun nasýl aþacaðý hususunu hiç düþündüler mi acep Tanhu cenaplarý?

Mete bu soruyu bekliyor olmalýydý ki, beyaz diþlerini açýða çýkaran bir þekilde gülmeðe baþlamýþtý. Sonra da:

- Yerinde bir soru bu prens Wang ve elbette ki düþündüm. Ama buna dair cevabý gene senin vermeni istiyorum. Bakalým düþüncelerimiz ayný yönde mi olacak?

Wang önce afallamýþ, sonra seslice düþünmeye baþlamýþtý:

- Ben olsam, evet ben olsaam... Tamam buldum! Önce gözcü kulelerine saldýrýrdým. Derken, aniden durdu ve soruyu sahibine iade ederek:

- Sahi siz nasýl ederdiniz efendim? Mete cevaben:
- Bu akýnda sevgili Wang isterse bizimle gelip, o muhteþem duvarý aþarak, ötesine nasýl geçeceðimizi gözüyle görebilir. Þimdi de, ne zaman olacak bu, diyorsun, deðil mi?

- Evet, sahi ne zaman?




- Yolda ve her an ulaþmasýný beklediðimiz bazý mühim haberler var. Onlarý öðrenince.

Bu açýklamadan sonra morali iyice yükselen Wang, artýk istirahata çekilmek üzere kalkmýþ, Çinli gözdesi ile sarayýn ikinci katýnda, kendilerine ayrýlan daireye geçmiþlerdi. Bir an sonra Mete ve eþi, en üst katta bulunan kendi dairelerine çýkmýþlardý. Zemin katý hizmetçiler ve Huþian'ýn nedimeleri paylaþýyordu. Salonun toparlanmasý için çalýþmalar sürerken, kapý muhafýzlarýnýn yanýna dýþarýdan bir ulak gelmiþ, dediðine göre; Mete'nin Hun asýllý eþi Katun Aytolun üç gün önce Ötüken'de gürbüz bir oðlan çocuðu doðurmuþtu. Fakat bu haber Tanhu'ya ancak yarýn sabah verilecekti...

Nihayet o gün gelip, tekmil ordu kuzeyden Junnan ovasýna giriþi engelleyen yüksek duvarý uzaklardan gören bir alanda toplanýrken, bunun dörtte biri, Koca Tuðrul'un emrinde iç güvenliði saðlamak üzere yurtta býrakýlýyordu. Ordunun baþýnda Tümen komutanlarý, Sarýbörü, Akbaþ, Kazan gibi ünlü komutanlar olmak üzere, her biri kendini savaþlarda kanýtlamýþ olan pek çok bahadýr bulunmaktaydý. Uzun bir vadinin önünde bulunan geniþ alanda sabah erken toplanan ordu, öncü, artçý ve yancýlarýn tayini akabinde aðýr aðýr güneye doðru akmaða baþlýyordu. Bu vadinin giderek daralýp, sonra bittiði yerde, saðda ki tepeye çýkýlýnca, hemen karþý daðlarda yüksele alçala sonsuzmuþ gibi uzayýp giden Çin seti, olanca garabeti ile görünmekteydi. Yüksek duvarýn yanýna varmak için bir tepenin eteðini dolaþmak gerekiyordu. Ordu bu noktada konaklamýþ, öncülerden gelecek habere göre davranýlacaktý. Ýlk etapta dikkat çekmeden duvarý geçmek denenecekti. Önceden belirlendiðine göre, her kulede olduðu gibi, karþýda duran kuleden de bu tarafa açýlan bir kapý vardý. Buradan olmazsa baþka bir yerden denenecek, ama bu duvarýn ötesine mutlaka geçilecekti. Aksi halde duvarýn alt baþýný dolaþmak için uzun ve daðlardan geçen meþakkatli yollar kat edilecekti.

Ötemiþ komutasýnda bulunan seçkin öncüler nihayet vadiyi geride býraktýklarýnda öðlen olmuþtu. Her üç yüz adýmda bir gözcü ve barýnma kulesi bulunan Çin duvarýnda daima çok sayýda nöbetçi bulunur, tehlike anýnda ateþ, ayna gibi vasýtalarla haberleþerek, gerekince yardýmlaþýrlardý. Dört adým eninde, altý-yedi adým yüksekliðinde olan duvarýn üstünde yaya veya atlý olarak hareket etmek mümkündü.

Hedef alýnan ilk kulede bulunan Çinliler, düzlükten yaklaþan atlýlarý görmüþ, lakin sayýlarýnýn azlýðýna bakarak, diðer kulelere uyarý iþareti vermemiþlerdi. Yaklaþýk yüz adým ileride duran öncü birlikten iyi dil bilenlerden Çatar, Ötemiþ'in emri ile kargýsýnýn ucuna beyaz bir bez parçasý baðlayýp, duvarýn üstünden bakanlara doðru ilerlemeðe baþlamýþtý. Duvarýn yüksekliði burada dört adam boyunda falandý. Daha yüksek olan kulenin burçlarýnda okçular vardý. Duvarýn kule ile birleþtiði noktaya iyice yaklaþan Çatar'a yukarýdan seslenen Çinli bir bekçi:

- Hey! Ne istiyorsun yabancý, kimsin?

- Hiç, bir tacirim. Ýzin verin kule komutaný ile konuþayým. O yoksa yardýmcýsýyla görüþeyim!

Yukarýdan seslenen:

- Pekâlâ, biraz bekle! Dedikten az sonra, iki taþ basamaðýn üstünde yükselen demir kemerli kalýn kapý gýcýrtýyla aralanmýþtý. Akabinde dýþarý çýkan beþ Çinli, atýndan inen elçiyi hemen içeri alýp, kapýyý kapatmýþlardý. Burasý mahzen vazifesi görüyordu. Ýçeride, karþý tarafa açýlan ikinci bir kapý bulunuyordu. Onu taþ merdivenlerden çýkarýp, kulenin ikinci katýnda bulunan komutan odasýna götürmüþlerdi. Komutan orta yaþlarda, kýrçýl býyýklý, çekik gözlü, sarý benizli bir adamdý. Sarkan keçisakalýnýn ucundan yakalamýþ, aþaðý doðru çekiþtirirken, sessizce Çatarý süzüyordu.

Bir süre sonra:
- Anladýðýma göre sen bir Hunlusun, benimle görüþmek istemene sebep nedir yabancý?

- Doðrusu Bilge bir adama benziyorsunuz sayýn komutan. Fakat dýþ görünüþüm sizi lütfen yanýltmasýn. Çünkü ben aslýnda bir Yüeçi taciriyim. Hunlarý da hiç sevmem. Malum, þu sýra ülkem onlarýn iþgali altýnda bulunuyor. Dikkat çekmemek için onlar gibi giyiniriz. Aksi halde sýnýrlarý geçip, ticaret yapamaz ve hatta bu arada yüce imparator Gao-Ti hesabýna haber taþýyamazdýk, deðil mi ya?

Çatar bunlarý bir çýrpýda sýralarken, bir yandan komutanýn tepkisini ölçüyordu. Komutan ve iki nöbetçi Çatarýn bu sözlerinden etkilenmiþlerdi. Nitekim komutan, iki yanýnda ayakta bekleyen kule nöbetçilerine manidar nazarla baktýktan sonra:
- Ya, demek öyle. Sonra devamla: Ýyi ama, bir tacirin þu kargý ve kýlýçla ne iþi olur ve þu ilerde bekleþenler necidir?

-Ha, onlar. Ticaretle uðraþan kimselerdir. Ýçlerinde Hunlu olan da vardýr. Malum ya efendim, dikkat çekmemek gerek. Taþýdýðýmýz kargý ve sair pusat, ani bir saldýrý karþýsýnda savunmamýz içindir. Þayet karþý tarafa geçmemize müsaade edilirse, buna karþýlýk olarak adam baþý on altýn Yüen ödemeðe de hazýrýz.

-Hayýr, bu olmaz, hepsi olmaz! Sadece sen dâhil üç kiþiye izin verebilirim. O da imparatorumuz lehine çalýþtýðýn için, tamam mý?

- Fakat efendim, bunu niçin hemen ret ediyorsunuz. Lütfen bir kez daha düþünün. Çünkü size yüz altýn Yüen vereceðiz. Sanýrým bu sizin bir yýllýk kazacýnýzdan bile fazla bir yekûn eder. Ne dersiniz?

Çatarýn ýsrarlarý fayda etmemiþ, Çinli komutan ilk kararýnda diretmiþti. Bununla yetinmeyen Çatar, sayýyý hiç olmazsa beþe çýkarmak istemiþ, lakin baþarýlý olamamýþtý. Komutan sanki altýncý hissiyle baþlarýna geleceði tahmin etmiþti. Çatar ötekileri çaðýrmak üzere tekrar dýþarý çýkmýþtý. Aþaðý inerken toplam nöbetçi sayýsýna ve etrafa dikkat ediyordu. Atý halen az ötede ve uysalca durmaktaydý. Hemen binip topuklamýþ ve durumu az sonra diðerlerine izah etmiþti. Kulede on Çinli vardý. Üç kiþi onlarý haklamaða yeterli olmalýydý.

Ötemiþ:
- Tamam, ben geliyorum, bir de Balaban olunca, onlara fazla bile geliriz. Dedikten sonra, geri kalanlara, gidiþatý izleyerek ona göre davranma emri vermiþti.

Derken hemen hareket etmiþ ve az sonra kule dibine vardýklarýnda, yukarýdan ilk seslenen gene:
- Hey! Ötekiler orada neden bekliyor hala! Diye sorguluyordu. Çatar:
- Ne yapsýn garipler, ola ki komutan insafa gelir, onlara da izin çýkar, diye umuyorlar!

Bu arada kule kapýsý tekrar açýlýyordu. Ama bu defa aþaðýya üç karþýlayýcý inmiþti. Açýlan kapýdan önce Çatar girmiþ, atlarýn karþý tarafa geçebilmesi için öbür kapýyý da açan nöbetçi ile karþýlaþmýþtý. Geride kalan öncüler birden harekete geçip, kuleye doðru hýzla at sürmüþlerdi. Bunu gören kule nöbetçileri telaþlanmýþ, baðýrýp, çaðýrmaya baþlamýþlardý. Biri hemen yayýna davranýrken, bu arada aþaðýdakilere;

- Çabuk kapýyý kapatýn! Diye sesleniyordu.

Bu sýrada öncüler ok menzili kadar yaklaþmýþlardý. Kule kapýsý halen açýktý. Dýþarýda bulunan nöbetçiler þaþkýnlýk ve telaþtan ne yapacaklarýný bilemiyordu. Ötemiþ kapýnýn hemen yanýnda, son anda kýlýca davranmak üzere tetikte bekliyordu. Nitekim kule burcundakiler yay gerip, gelenlere niþan almaða ve bu arada "Durun!" emirleri vermeðe

baþlamýþlardý. Ama buna aldýran yoktu. Aksine, onlar da yay gerip, kiriþe ok koyarak, koþan atlara raðmen, seçilen hedeflere niþan alýyorlardý. Nitekim yaylar salýnýp, oklar burçlarda bulunan hedeflerini vurmuþlardý. Nöbetçilerin tamamý isabet alýrken, öncülerden sadece biri, o da kolundan yaralanmýþtý. Dýþarýdaki nöbetçiler burçlardan gelen canhýraþ feryatlarý iþitince içeri kaçmak istemiþ, ama bunda geç kalmýþlardý. Çünkü výnlayarak gelen üç ok nefeslerini kesip, onlarý da yere sermiþti. Giriþ kapýsýndakiler kýlýç çekemeden teslim alýnýrken, az sonra gelen diðer öncüler içeri dalmýþ, makam odasýndan henüz çýkmamýþ olan komutanla bir askeri saf dýþý etmiþlerdi. Komþu kuleler bunlarý duyamadan, ilk kulenin teslim alýndýðý haberi orduya ulaþtýrýlmýþ, Prens Wang ve Sarýbörü birlikte gelmiþlerdi. Çok sürmeden kýyafet deðiþtiren bahadýrlar, yörede ki on kuleyi kontrolleri altýna almýþ, böylece karþý tarafa geçmenin yollarý açýlmýþtý. Ele geçirilen en son Batý kulesinden belli zaman sonra gelmesi gereken iþaret ulaþmayýnca, kontrol için, iç zeminden gelen Çinliler vaziyeti nihayet anlamýþ ve hemen merkeze haber yollamýþlardý.

Bu sýrada, görkemli sarayýnda tantana ve debdebe içinde hüküm sürmekte olan imparatorun hiç istemediði þey, bir ordunun saldýrmakta olduðuna dair haberdi. Oysa bu sýrada, yeryüzünün en büyük taþ engelini aþan Hun cengâverleri bir kasýrga gibi Çin içlerine doðru esmeðe baþlamýþlardý. Bu haber nihayet saraya ulaþtýðýnda, imparator önce inanmamýþ, muhalif güçlerin bir oyunu sanmýþtý. Fakat daha sonra ardý arkasý kesilmeden gelen ulaklardan gerçek anlaþýlýp, karþý koymak üzere Hun ordusunun üç katý bir orduyla yola çýkýlmýþtý.

Bu arada tutsak edilen birçok kule ve kale komutanlarý Prens Wang'ýn yanýna getiriliyor, durumu görenler Wang'ýn anlattýklarýyla taraf deðiþtiriyorlardý. Ýmparatorun ordusu ve hareket tarzýna dair birçok mühim bilgi öðreniliyor, savaþýn kazanýlma ihtimali yükseliyordu. Zaferden sonra Çin tahtýna Prens Wang'ýn oturacaðýný duyan pek çok kale komutaný hemen teslim olup, taraf deðiþtiriyorlardý. Alýnan istihbarata göre; imparator Gao- Ti'nin ordusu savaþý Bag-Teng kalesi yakýnlarýnda kabul edecekti. Lakin Mete'nin askerleri onlarý oraya varmadan önce, henüz yollarda yakalayýp, ani baskýnlarla hýrpalamak, en sonunda meydan savaþýna giriþmek taktiði güdüyorlardý.

Çinlilerin asýl ana yurdu olarak kabul edilen Junnan, Þansi ve Þensi bölgelerini hedef alan Hun ordusu, güneye doðru hýzla ilerlerken, yollarýna çýkan birçok irili ufaklý kaleyi zapt etmiþti. Baskýnlarda bilhassa baþarý gösteren Ötemiþ ve çerileri, Çin ordusuna ait öncüleri üzeri kayalarla kaplý, eteði fundalýk bir tepenin üzerinden görmüþlerdi. Bunlar elliyi aþkýn bir süvari kolu idi. Garip þekiller oluþturan bu kayalýk, Çinli öncülerin geçecekleri güzergâhýn hemen üstünde yer alýyordu. Asýl ordu yarým günlük mesafede konaklamýþtý. Ötemiþ biraz sonra önlerinden geçecek olan atlýlara on kiþiyle saldýrýyordu. Nitekim ok menziline giren Çin çerileri ansýzýn uçuþan oklara birbiri ardýndan hedef olup, sapýr sapýr atlarýndan düþerken, panik içinde geri kaçýlýncaya kadar yarýya inmiþlerdi. Onlarý takibe koyulan öncüler atlarýný bu kez bayýr aþaðý sürmüþlerdi. Bu arada toparlanan Çinli süvariler tekrar geri dönmüþ, yalýn kýlýç, karþý ataða geçmiþlerdi. Halen çok kalabalýk olduklarýný gören öncüler, atlarý ýlgar ederken ok salýp, onlarý kýlýç kýlýca vuruþma sayýsýna getirmiþlerdi. Derken yakýn dövüþ baþlayýp, çok sürmeyen vuruþma öncülerin yengisiyle noktalanmýþtý. Bu arada sað kalanlardan Çin ordusunun kesin sayýsýnýn dört yüz bin ve bunun yarýsýný yayalarýn oluþturduðu öðrenilmiþti.

Nitekim akþam karanlýðý basarken orduyla yeniden buluþulup, Çin ordusuna ilk saldýrý konakladýðý yerde ve sabaha karþý yapýlmýþtý. Bir ara iyice bunalan Ýmparator, çareyi yakýnlarda bulunan saðlam Bag-Teng kalesine sýðýnmakta bulmuþtu. Müteakiben muhasara edilen kale, günler süren ablukaya raðmen düþmeyip, netice, Ýmparatorun barýþ teklifi, þartlar Hun ordusu lehinde olmak kaydýyla, kabul edilerek alýnmýþtý. Buna göre Gao-Ti; savaþ tazminatý ve yýllýk vergiye ek olarak, ticaret serbestîsi tanýyor, prens Wang'ýn vergi muafiyeti ile kendi malikânesine dönüþünü temin ediyordu…

Nihayet, otuz beþ yýl süren hükümdarlýðý esnasýnda kendi soyundan boy ve topluluklarý tek bayrak altýnda toplamayý baþarýp, Asya’da irili ufaklý yirmi altý devletin ulu Hakaný olan Tanhu Mete, Çin gibi büyük bir güce dahi baþ eðdirip, devlet sýnýrlarý Kuzeyde Sibirya, Batýda Ural, Hazar, güneyde Himalaya ve Doðuda Büyük Okyanusa kadar uzanan, koca bir imparatorluk kuruyordu. nispeten kýsa süren ömrünün geri kalan zamanlarýný kâh Kansu, kâh Ötüken'de geçirip, devletin iç iþlerini düzenlemekle uðraþan Mete, nitekim tutulduðu bir illetten ötürü uçmaða varýrken, kazandýðý baþarýlar ozanlarýn dilinde onu ölümsüz bir destan kahramaný yapýyordu..."

Ulutolga böylece sözlerini bitirirken, saatler gece yarýsýný buluyor, öðrenciler yatakhanelerin yolunu tutuyordu…




2. Bölüm




GÖKBÖRÜ OYUNU

Büyük sarayýn önünde yer alan geniþ düzlüðe pek çok çadýr kurulup, müsabakalarýn yapýlacaðý bölümler düzenlenmiþti. Yarýþmalara katýlmak üzere, uzak il ve ülkelerden gelen konuklar Kaðan Otaðý'nýn solunda kurulu süslü çadýrlara yerleþirken, saðdakilerde ülke içinden gelen seçkin konuk ve yarýþmacýlar konaklýyordu. Yüksek duvarlarla çevrili sarayýn arkasýnda baþlayan ormanlýk alan, yarýþma ve þenliklerin yapýlacaðý geniþ sahayý da çevreliyordu. Yirmi gündür süren þölenin ardýndan asýl ilgiyi, baþlayacak olan yarýþmalar çekiyordu. O güne kadar yenilip, içilerek eðlenilmiþ, bundan sonra yiðitler er meydanýna boy ölçüþmek için çýkýyordu. O nedenle þehrin bütün hanlarý lebalep dolmuþ, pek çok yeni çadýr kurulmuþtu. Bu yarýþlara uzak diyarlardan itibar edileceði bilindiði için, ferdi müsabakalar ikinci fasýlada yapýlacaktý. Nihayet vakit dolmuþ, yarýþ davullarý çalmaða, yarýþçýlar er meydanýný doldurmaða baþlamýþlardý.
Güzel bir bahar sabahýydý. Muhteþem on altý direkli, dokuz tuðlu otaðýn hemen önünde, yüksek bir zeminde kurulu, ayaklarý som altýn, görkemiyle göz kamaþtýran Taht, yeni sahibinin oturmasý için özenle hazýrlanmýþtý. Bu tören için, en arkada seyirci kitlesi, onlarýn biraz önünde görkemli üniforma ve pusatlarý ile kolluk kuvvetleri, onlarýn önünde çopendozlar uzunca bir sýra oluþturmuþ, kaðanýn teþrifi bekleniyordu.
Nihayet süslü otaðýn zümrüt yeþili giriþ perdeleri yana açýlýp, kýrk yaþlarýnda, orta
boylu, ince býyýklý, uzun saçlý, keskin bakýþlý, hafif çekik gözlü kaðan Moyen Çor seri adýmlarla önden çýkýyordu. Onu, hemen arkasýndan üç dünya güzeli genç kýz ve onlarý ülkenin saygýn Tarkan, Noyan ve beyleri izliyordu. Bu kýzlardan biri kuþanacaðý kýlýcý, biri kaðanlýk tacýný, diðeri ise sarý-kýrmýzý-yeþil renklerden oluþan üç parçalý ipek bir flama taþýyorlardý. Kaðan, halý döþeli yolu beþ adýmda geçerken, pahalý kumaþlarla örtülü üç basamaðý týrmanýp, altýn tahtýn önünde tebessümle çevresini süzüyordu. Onu izleyen kýzlar ikinci basamakta sýrayla taþýdýklarý geleneksel simgeleri kaðana sunuyorlardý.

Önce tacý, ardýndan kýlýcý kuþanan kaðan, bu görüntüsüyle daha bir haþmet ve heybet kazanýyordu. Yakut ve zümrüt kakmalý gümüþ taç, tam ortasýnda altýndan bir kurt baþý ile tezhip edilmiþti. Giysileri son derece mahirane iþlenmiþ, deri ve al renkli ipekten yapýlmýþlardý. Kendisine en son sunulan üç renkli flamayý alan kaðan, sað eliyle sol yanýndan sarkan kurt baþlý kýlýcý çekerek havaya kaldýrýyor, o ana kadar sessizliðin hâkim olduðu ortam birden canlanýyordu:

-Yaþasýn yeni Kaðan Moyen Çor!

Tezahüratlar yükselirken, bunu çekilerek yukarý kaldýrýlan kýlýç þakýrtýlarý, çalýnan davul ve zil sesleri takip ediyordu. Tebrik ve selamlaþmadan sonra ilk yarýþ olan, töresel "Gökbörü" oyunu baþlayacaktý. Kaðan sol elinde tuttuðu flamayý havaya kaldýrmýþ, hýzla aþaðý indirerek büyük oyunu baþlatýyordu. Oyuna iþtirak eden takýmlar beþer kiþilik yedi ayrý gruptan oluþuyordu. Yaklaþýk üç yüz adým ötede bir çukura baþsýz bir oðlak býrakýlmýþ, kazanacak takým bu oðlak gövdesini oradan alarak, rakip takýmlara kaptýrmaksýzýn, yarýþýn baþladýðý, üç renkli, ananevi þölen bayraðýnýn asýlý bulunduðu gönderin dibine býrakacaktý.

Derken, nal sesleri yerleri sarsmaða baþlamýþ, çopendozlar bir an önce oðlaðýn bulunduðu noktaya ulaþmak üzere at koparmýþlardý. Bunun için kamçýlanan atlar, koþarken azgýn bir çýðý andýrýyordu. Rakibi engellemek için bu oyunda, hemen her þey serbestti. Kamçýyla ele, yüze vurmaktan tutun da, çekerek attan düþürmeye varýncaya kadar her hareket yapýlabilirdi. Halk nezdinde bu ananevi oyun çok yer tutup, katýlan taraflar için savaþ gibi ciddi sayýlýyordu.

Nitekim çok sürmeyip, hýzla giden atlýlar bir biri ardýndan oðlaðýn bulunduðu çukurun yaný baþýna ulaþýyordu. Ancak henüz hiç biri çukurdaki oðlaða hamleye yeltenemiyor, daha elveriþli bir an için etrafýnda daireler çiziyorlardý. Takýmlar tamamen karýþmýþ, meydan bir sel girdabý durumuna gelmiþti. Esasen, kim kimin nerede koþtuðuna dikkat etmek ve ona göre davranmak zorundaydý. Nitekim, ilk fýrsatý deðerlendiren bir çopendoz, kara donlu atýyla doludizgin çukurun baþýna gelince, at hýzla yanýndan geçerken yere eðilmiþ ve oðlaðý arka ayak bileðinden kaparak kaldýrmýþtý. Bu, oyununun en zor hareketi ve mühim bir aþamasýydý. Atýný bitiþ çukuruna doðru hýzla sürerken, altýndaki kara donlu aygýr koþmaktan öte, sanki uçuyor gibiydi. Onu bir at boyu arkadan izleyen doru at takým arkadaþlarýndan birini taþýyordu. Sað ve sol gerisinden gelen atlýlar diðer takýmlarýn çopendozlarý olup, atlar hýzla koþarken, onlar naralar atýyorlardý. Orta noktadan baþlayan bir helezonik açýlým, önde koþanýn ardý sýra giderek geniþliyordu. Önde giden kara donlu küheylana yetiþmek için çýlgýn bir tempo ile kamçýlanan atlar arayý kapatmaða baþlýyorlardý. Nitekim iki taraftan iyice yaklaþan iki takým arkadaþý onu ortalarýna almýþlardý. Arkadan ve diðer yanlardan yetiþmek üzere olan rakip çopendozlar öne geçmek istiyorlardý. Böylece oðlaðý kapabilecekleri bir ortam yaratmak peþindeydiler. Zira önde koþan üçlü grubun hýzýný ancak bu þekilde kesmek mümkün olabilirdi. Bu baþarýlýrsa, sýra oðlaðý kapma giriþimine gelecekti. Ancak, kara donlu küheylaný geçmek halen zor görünüyordu. Bunun için arkadan gelen rakiplerin onun süratini kesmeleri gerekiyordu. Onlarýn konumunu bilen üçlü grubun çopendozlarý, oðlaðý kapmýþ olan arkadaþlarýný korumak için kamçýlarýný geri ve saða sola dönerek, önleyici bir þekilde sallýyor, ne ona yaklaþýlmasýna, ne geçilmesine fýrsat veriyorlardý. Arkadan takip eden sýralar devamlý deðiþiyor, atlýlarýn kimi öne geçerken, kimi geride kalýyordu. Bu helezonik koþu durumu giderek daha geniþ bir çembere dönüþürken, bu arada kendiliðinden oðlaða hamleye imkân verecek tehlikeli bir ortam oluþup, her an bir keþmekeþ çýkabilirdi artýk. Çünkü önde gidenler en arkada gidenlere yetiþmiþ ve bunlarýn çoðu rakip çopendozlardý. Nitekim durumu fark eden rakipler dizgin kasýp, atlarýn hýzýný hemen keserek, saða sola sarkýlarak yanlardan geçiþe engel olmaða baþlýyorlardý. Bu durumda kara börklü ve takým arkadaþlarý mecburen yavaþlýyordu. Ýþte tam bu sýrada arkadan yetiþen bir çopendoz, engellemelere raðmen sol yandan sokulmuþ ve sol eliyle oðlaðý bir bacaðýndan yakalýyordu. Onu izleyen takým arkadaþlarý da onu arkadan desteklemek için yaklaþýyordu. Bir hamle ederek, yakaladýðý oðlaðý kendine çekmiþ, lakin onu kara börklüden alamamýþtý. Bir iki deneme daha yapmýþ, ama gene baþaramamýþtý. Bu defa bütün gücüyle asýlmak için harekete geçmiþ, lakin az sonra buna piþman olmuþtu. Çünkü her hareketini izleyen kara börklü, bu çekiþe karþý direneceðine, bunun tam aksini yaparak, oðlaðý serbest býrakýrmýþ gibi aniden o tarafa eðilmiþ, bu ise onu yakalayana dengeyi kaybettirip, oðlaðý býraktýrmakla kalmamýþ, onun attan düþmesine sebep olmuþtu.

Böylece rakibinden kurtulmayý baþaran kara börklü, arkadaþlarýnýn yol açmasýndan da yararlanarak, atýný bitiþ noktasýna doðru topuklamýþtý. Lakin bu sýrada, elli adým ilerde ve ayný yönde daireler çizen baþka atlýlar vardý. Onun yön deðiþtirip, kendilerine doðru geldiðini gördüklerinde hemen gem kasýp, durmuþlardý. Seyirciler bu esnada nefeslerini tutmuþ, heyecanla bu mücadeleyi izliyordu. Kara donlu aygýrýn ilerde bekleyenlerle korkunç bir þekilde çarpýþmasý an meselesiydi. Eðer yolu kesenler çekilmezlerse, bu kaçýnýlmaz görünüyordu. Fakat korkulduðu gibi olmayýp, gelen atlýnýn kararlý tutumu önünü kesenleri caydýrýp, onlarý son anda yoldan çekilmeye zorluyordu. Bu sýrada hemen arkasýndan takip eden rakip atlýlarla arasýnda ancak iki at boyu mesafe vardý. Yoldan çekilenlerden açýlan aralýktan sadece bir atlý geçebilirdi. Nitekim onun geçiþinden bir lahza sonra, arkadan gelenler, yoldan henüz tam çekilemeyenlerle gürültüyle çarpýþýp, atlarýndan yere uçuyorlardý.

Bu arada yolu tamamen açýlan kara donlu çopendoz halkýn yoðun alkýþlarý arasýnda bitiþ noktasýna yöneliyordu. Arada az bir mesafe kalmýþ, biraz sonra yarýþ bitecek görünüyordu. Fakat bu esnada hiç hesapta olmayan bir þey olarak, her nasýlsa atýna tekrar binmeði baþaran ilk düþen, arkadan gene yetiþmek üzereydi. Kara donlu bundan henüz habersizdi. Lakin bir an içgüdüsel olarak geriye bakarak onu fark etmiþ, atýný yeniden mahmuzlamýþ, her ihtimale karþý sað yanýndan sarkan oðlaðý soluna aktarmýþtý. Son anda onu kaptýrmak niyetinde deðildi. Derken bayrak direðinin dibine varýnca gem kasan kara börklü, atý þaha kalkarken oðlaðý bitiþ noktasýna býrakarak, seyirci kitlesinin coþkun alkýþlarý arasýnda takýmýyla bu zorlu mücadelenin galibi oluyordu. Bu takým, ünlü Koca Tuðrul Dergâhý yarýþçýlarý ve bu çopendoz, kadim kýlýç Alpagut'u taþýyan, her dalýn favorisi Akkartal'ýn ta kendisiydi.
Nitekim, takým yarýþýný ferdi müsabakalar izliyor ve yapýlan karþýlaþmalarda, rakiplerine üstün gelen Akkartal'ýn, henüz yeniþemediði bir rakip olup, onunla kýlýçta berabere kalýyorlardý.
Bu, Tamuro adlý, yabancý bir savaþçýydý. Nitekim, gösterdikleri baþarýlardan ötürü, alkýþlar eþliðinde, onlarý ödüllendirmek isteyen Kaðan’ýn karþýsýnda, dimdik duran, yiðitliðin timsali savaþçýlara hitaben:

- Deðerli Cilasunlar, gösterdiðiniz hünerleri gerçi, zevkle izlemiþ bulunuyoruz. Lakin, yarýþlarýn birincisi olabilmek ve “Yiðitler Yiðidi” unvanýna ulaþmak için, sizleri, son bir yarýþ daha beklemektedir. Bu ise, asli ve kadim yarýþmað türü ve silahý da sadece, sözdür.
Derken, bir an etrafý süzen Kaðan, konuþmasýna devam etmek için, önce ses tellerini akortlayýp, sonra özel bir vurguyla;

-Unutmamalý ki, bu bir oyun olmaktan öte, ciddi bir karþýlaþmadýr. Sözü kýsa, usu keskin olan kim ise, o kazanýr. Var mýsýnýz þimdi buna?

Derken, karþýlýk veren savaþçýlar, tok sesle:

- Varýz ulu Kaðan!

- O halde, baþlayabilirsiniz!

Kaðanýn bu sözlerinden sonra etraftan çýt çýkmýyor, seyirciler merakýn zirvesini yaþýyorlardý. Ýki çetin savaþçý arasýnda, az sonra geçecek olan sözel müsabakanýn nasýl baþlayýp, nasýl sonuçlanacaðý tam bir muamma idi. Ýlk söz, adet olduðu üzere, konuk savaþçýya ait olacaðýndan, Akkartal dahi, merak içinde bulunuyordu. Acaba rakip Tamuro, ne ile ve nasýl baþlayacaktý söze?

Aralarýnda bulunan mesafe sadece bir buçuk adýmlýktý. Yönleri önce kaðana dönük iken, onu baþlarýyla selamlayýp, akabinde, birer yarým dönüþle karþý karþýya gelmiþlerdi. Birbirine

dikilen bakýþlar sanki etrafa, çatýþan iki yýldýrým misali, kývýlcýmlar saçýyordu. Ýzleyenler, istem dýþý, kendi gözlerini kýrpmýþ, bu bakýþma, zihinlerde infilak eden bomba tesiri yaratmýþtý. Zorlu rakiplerin bakýþlarý kýpýrtýsýz, yek diðerinin ruhi derinliklerine inmek ve onu çözüp, geri püskürtmek ister gibi, birbirine saniyelerce dikili kalýp, bu an, seyredenlere dakikalar gibi uzun geliyordu.

Gözleri hafif kýsýk duran Tamuro, saçý tepesinde, deri baðla baðlanmýþ bir topuz iken, Akkartal, kumral, hafif bukleli gür saçýný kara bir börkle örtüyordu. Adaleli kollarý, geniþ omuz hizasýndan itibaren çýplak ve bilekleri pazubantlý idiler. Her ikisi de, siyah deriden mamul savaþçý yelekleri, çizme ve kýspet giymiþ, ince bellerini saran yaldýzlý kemerlerden, uzun ve görkemli kýlýçlarý sarkýyordu.

Nitekim, aðýr bir ses tonuyla konuþmaða baþlayan Tamuro, tane

tane:



- Kendini tanýt ey rakip, adýn, sanýn nedir, önce, onu bilelim?

Bu soru sanki, sadece Akkartal'a deðil, izleyen herkese

yönelik imiþ gibi, tesir ediyordu.

Akkartal duraksamadan:

- Tanrý Daðlý Akkartal'ým ben. Baþka sorun var mýdýr ey Tamuro? Derken, Tamuro'nun bir anlýk hâkimiyetini gür sesiyle ihlal ediyordu.

Buna karþýn Tamuro, alaysý bir tebessümle:
-Bu kadarýný bilirdik, ancak emin olmak gerekti. Diyordu. Akkartal cevabýný, önce gülen gözleri, sonra aralanan
dudaklarý arasýnda beliren, muntazam, beyaz diþleri ile vermiþ, sonra tok sesiyle:

- Madem öyle, temin oldun mu artýk, ey rakip?

- Evet, kesinlikle!

Akkartal bu sözel zemin üzerinde, rakibe son dar beyi indirmek

için:



- Emin olan adama, baþka soru gerekir mi ey rakip? Beklenmeyen bu kesiþ Tamuro'yu bir an bocalatarak:
- E, evet. Maalesef! Dedirtiyordu.

Maðrur bakýþlarý yere yönelen Tamuro'yu izleyenler, hayret ve þaþkýnlýk içinde kalmýþ, lakin cevap alamayýnca omuz silkip, dudak büküyorlardý. Görünüþe bakýlýrsa karþýlaþma bitmiþti. Fakat meselenin çözümünü çoðu kimse henüz kavrayamamýþtý. Çünkü, bu kýsa diyalogun mânâ derinliðini tahlil etmek, sýradan kiþiler, kara budun için, hiç kolay olmayýp, hatta imkânsýzdý.

Oysa Tamuro bu sonuca o denli esef etmeyip, bunu rakibin elini içtenlikle sýkarak göstermiþti. Kaðan baþta olmak üzere, tavýr sahibi kiþiler, konuþma akýþýný bloke edip, onun kaybetmesine yol açan nokta-i nazarý, çok sürmeden anlamýþlardý. Kaðaný selamlayan iki savaþçý, coþkun alkýþlar arasýnda huzurdan ayrýlýyordu.


Esasen Denizler ülkesinin tebdili kýyafet etmiþ hükümdarý olan Tamuro, bir gün sonra yurduna dönmek için yola çýkarken, büyük ödül, koca bir kese altýna ilaveten, kaðanlýðýn "Yiðitler yiðidi" kadirþinas belgesini de yanýnda taþýyordu. Gerçekte, Tamuro'nun atalarý da yüz yýllar öncesinde bu anakaradan derya içine serpilmiþ gibi duran adalar ülkesine göç etmiþlerdi. Orada kendilerince bir uygarlýk kurmuþ, baðýmsýz olarak yaþýyorlardý. Tamuro bu yarýþlara dair haberi, ülkesine gelen ticaret gemilerinden öðrenip, kendini denemek için yola çýkmýþ, þimdi geri dönüyordu. Önce güneþin oðlu Tamuro'yu ülkesine salimen iade edip, sonra büyük yarýþlar akabinde neler olup bittiðine dönelim:

Ýkinci günün akþamýnda, " Yiðitler yiðidi " saný ve büyük ödülü hak eden Akkartal, takým arkadaþlarýyla birlikte sarayda, kaðanýn þeref konuðu olmuþlardý. Kaðan ve maiyetinden baþka, sadece hizmetçilerin bulunduðu bu davet, bilhassa onlar için düzenlenmiþti. Zengin donanýmlý, büyük dikdörtgen masada oturulmuþ, sað kýsa kenara tek baþýna oturan Kaðan Moyen Çor, sað yanýna Akkartal'ý alarak, onunla bilhassa ilgilenirken, karþý kýsa kenara kaðanýn yeni yetiþen oðlu Bögü Þad ile çopendoz takýmýnýn öteki elemanlarý masanýn uzun kenarlarýný paylaþmýþlardý. Kaðanýn hizmet alma teklifini Akkartal hariç, bütün arkadaþlarý sevinerek, hemen kabul etmiþlerdi. Zira yaþamaktan bir amaçlarý da buydu zaten. Akkartal bu teklifi bir þartla kabul edip, bu meyanda olarak;

- Ulu Kaðana hizmet, budun ve kamuya hizmet demektir. Bundan kaçýnmak geçmek aklýmýzdan. Lakin, destur olursa, bendeniz bunu fahri olarak icra etmeði diler kaðaným?

Derken, Kaðanýn hoþ ve uygun gören mimikleriyle rahatlýyor, kaðanlýktan ulaþacak her buyrultuyu þeref sayýp, buna derhal icabet etmeði teminen ekliyordu. Bundan memnun ve müsterih olan Kaðan, ilerleyen vakit nedeniyle istirahata çekilirken, Akkartal'a hitaben:

- Akkartal, demek yarýn sabah yola çýkmakta kararlýsýn?

- Evet kaðaným, destur verilirse niyetimizde bu var. Zira, dergâha ulaþmak ve muazzez hocamýz Kam Ulutolga'ya Kaðanýmýzýn selam ve hediyelerini gecikmeden sunmak isteriz.

Kaðan:

- Pekâlâ yiðidim, destur senindir. Ýstediðin zaman gitmekte azatsýn, amma bizleri unutmayacaðýný umar, ilk fýrsatta gene görüþmek isteriz ha.

Akkartal:

- Yola gidenin akýbetini gerçi Tanrý bilir, lakin bize kalýrsa sizleri görmekten daima bahtiyar oluruz. Kaðanýmýz bundan kuþkusuz emin olabilirler.

Akkartal'ýn son sözleriyle gülümseyen Kaðan;

- Bu "emin" sözünle açamayacaðýn kapý, alamayacaðýn kale yok gibi. Ben lafý uzatmadan, "sana inanýyor ve bekliyorum", diyeceðim, tamam mý?

Buna gülümsemekten kendini alamayan Akkartal:

- Fakat size karþý baþarýlý olamadýðýmý görüyorum. "Eminim" demediniz çünkü Kaðaným! Diye latife yapýnca, bu sözler kaðanýn hoþuna gidip, þen bir kahkaha atmasýna yol açar ve sonra:

- Güzel vakit geçirdik, þimdi hepinize iyi geceler diliyorum!

Derken kalkýyordu. Onu izleyen herkes, sarayda kendisine tahsis edilen bir odaya çekiliyordu. Akkartal, yol gösteren bir uþakla odasýna giderken, loþ bir koridordan geçiyorlardý. O esnada sað tarafta bir odanýn kapýsý açýlarak, içerde yanan ýþýkta güzel bir genç kýz ile orta yaþta bir kadýn görünüp, aralarýnda anlamlý bir þekilde bakýþmýþ ve sonra gülüþerek, kapatýyorlardý tekrar kapýyý. Ayný koridorun sonunda bulunan odaya geldiklerinde, Uþak onu içeri buyur edip, geri dönmüþtü. Ýçeri giren Akkartal, kapýyý örtüp, hazýrlanmýþ olan misk'i amber kokulu yün yataða sýrt üstü uzanýyordu. Bir süre böylece yattýktan sonra, köþede yanmakta olan þamdaný söndürmek ve soyunmak üzere tekrar ayaða kalkmýþtý ki, kapý yavaþça çalýnýp, sonra aralanarak, içeri genç bir kýz giriyordu. Bu, az önce koridorda gördüðü kýzdý. Akkartal ona bakarken þaþkýndý. Kýz, dalgalý kumral saçlarý, kestane rengi gözleri, çatma kaþlarý, zarif burnu, uzun kirpikleri, kývrýmlý þuh dudaklarý ve mevzun boyuyla destansý bir güzelliðe sahipti. Üzerine sadece mavi ipekten, hafif açýk bir gece tuvaleti giymiþ, þamdanýn ýþýðý, giysileri, uzun saçlarý ve pembe dudaklarýnda hareler meydana getiriyordu.

Nitekim kýz ona hitaben muzip bir eda ile:

- Sizi rahatsýz etmiyorum umarým! Diye baþlayýp, onun duraksamasýndan yararlanarak, þöyle devam ediyordu;

- Beni tanýyamadýnýz galiba? Tümen baþý Arýkbuða'nýn kýzý Tangülü'yüm. Hatýrladýnýz mý, sizin yarýþlarý baþlatan flamayý taþýyan ve onu kaðana veren bendim?

Akkartal yarýþý baþlatan o iþarete bilhassa dikkat ettiðinden, onu hatýrlayarak;

-Evet hatýrladým þimdi. Ne yapabilirim sizin için? Kýz, sanki aklýndan geçenleri anlamýþ gibi:

- Sizinle konuþmak ve tanýþmak istemiþtim. Çünkü bunun için baþka yerde fýrsat olmadý þu ana deðin. Ama taciz etmiþsem baðýþlayýn, çýkýp giderim hemen.

- Hayýr, vaktin geçkin oluþu karþýsýnda biraz þaþýrdým, o kadar.

Sonra kýz izin isteyerek, ama cevap beklemeden, az önce onun kalktýðý yataða yaklaþýp, alt kenarýna oturuyordu. O ise halen ayakta ve hayretle kýzý izliyordu. Kýz, konuþma ve davranýþ tarzýyla çok doðaldý. Yataðýn üst kenarýný gösterip, ona da oturmasýný rica ediyordu.

Fakat onun tereddüt ettiðini görünce, alayla gülerek:

- Hayret, yiðitler yiðidi Akkartal, meydanlardaki kadar cesur deðilmiþ meðer. Hani nerede kaldý o pervasýz tavýrlarýnýz?

Kýzýn bu tarz, beklenmedik konuþmalarý Akkartal'ý neredeyse çileden çýkaracaktý. Fakat o kendini tutarak:

- Kim demiþ. Lakin biraz fazla ileri gitmiyor musunuz Noyan kýzý? Hem umarým buraya gelmeden önce babanýzdan destur almýþsýnýzdýr?

- Töremiz onsekizini aþmýþ bekâr kiþi için buna gerek býrakmaz? Ama siz ola ki bu yanlarýný bilmezsiniz törenin.

- Pekâlâ Tangülü hatun, beni temin ettiðinizi var sayalým. Baþka ne sormak istiyordunuz þimdi benden?

- Doðrusu açýk sözlüyümdür, bunu fark etmiþ olduðunuza eminim. Bütün kýzlar gibi ben de sizi deðer görüp, muhakkak tanýþmak istedim. Ayrýca, bekâr olduðunuzu iþittim. Ancak bir yavuklunuz da yok muydu, bunu çok merak ettim?

Tangülü gülümseyerek bunlarý sayarken, aleni tavrý; þu acunda cezp edemeyeceðim erkek bulunamaz, diyordu. Doðrusu, bunda haksýz da deðildi.

Akkartal gülümseyerek, kýsaca:

-Siz kýzlar hep böyle meraklý mýsýnýzdýr bilmem. Ama, doðrusunu isterseniz, cüretinize hayran kaldým. Güzellik ve cazibenize, Tanrý baðýþlasýn, diyecek yok. Sorunuza dair cevabým ise; hem var, hem yok.

-Fakat bu nasýl olur?




Akkartal bu tatlý bela karþýsýnda daha fazla dayanamayýp gülmüþ ve sonra ona cevaben:

- Bunu kolay anlamayacaðýnýzý biliyorum. Evet, bir yavuklum yok ve olmaz da. En azýndan daha uzun bir süre için bu olmamalý. Bilmem anlatabildim mi?

-Hayýr, anlayamadým. Hem anlaþýlacak gibi bir gerekçe söylemediniz henüz. Umarým alay etmiyorsunuz benimle Akkartal Beð?

-Hayýr, kesinlikle. Anlaþýlan bunu size anlatmam zor iþ, hatta belki imkânsýz. Fakat, deðil mi ki bendeniz bir savaþçý ve yolu kýlýç yoludur, o halde böylesi bir mesuliyeti taþýyamaz. Yani, aksi halde ikisinden birini býrakmak gerek. Þu durumda ise ben, gücenmeyin lütfen, önce kýlýcý seçmiþim. Umarým anlatabilmiþimdir artýk?

- Evet, sanýrým þimdi anlýyorum. Ancak size yine de hak veremiyorum. Çünkü bence hayat zaten baþlý baþýna, kýlýçla da kýlýçsýz da tehlike ve risk taþýr. Zira ölüm kýlýç taþýyanlara has bir akýbet deðildir. Bilakis, yaþama vadesi tamam olup, ömür mühleti biten herkes bir gün ölür. Öyle deðil mi?
- Yo, yoo, beni yanlýþ anladýnýz. Ölümden baþka þeyleri kast etmiþtim ben çünkü. Kýz, karþý konmaz cazibesi ve mantýklý sözleriyle bastýrýrken, o bundan kurtulma ve bir þekilde savma çabasýndaydý. Ama nafile, zira bu akýlcý sözlere karþý cevap bulmak çok zordu. Onunla bu konuda tartýþtýðýna hayýflanýrken, mevzua yanlýþ baþlamýþ olduðunu düþünüyordu. Þimdi o da, Tamuro gibi hata yapmýþ ve iþte kaybediyordu karþýlaþmayý. Oysaki, onunla bu konuyu hiç tartýþmayýp, daha baþlangýçta: "Bak güzelim, ben sevmek ve sevdalanmayý kendime yasak etmiþim. Haydi sana güle güle." diyerek, bitirmeliydi sözü. Fakat o bunu yapmamýþ, yapamamýþtý nedense. Çünkü elkýzý us ve albenisiyle yaman çýkmýþtý. Hem kaç tane Tangülü'ne rastlamýþtý henüz ki. Çelik temrenine zehir sürülü on oktan bile daha amansýz ve daha ölümcül bir silahla vuruluyordu iþte. Baþý dönüyor, beyni zonkluyor, düþtüðü hale inanamýyordu. Þimdi aklýndan geçen, bu kýzýn kendiliðinden kalkýp, bir kelime dahi söz etmeksizin gitmiþ olmasýydý. O an hemen yataða düþer, sabah uyandýðýnda bunlarý bir düþten ibaret sayabilirdi. Ama yapmýyordu iþte, kalkýp gideceðine, oturduðu yerde hafifçe geriye kaykýlarak, yataða dayadýðý sað kolunu destek etmiþ, masum ve mahzun tavrýna halis bir hayranlýk katarak onu izlerken, gitmeyi hiç düþünmüyor gibiydi. Nitekim dakikalar sonra, olanca iradesini toplayan Akkartal tekrar konuþabiliyordu.

- Kim bilir, belki sen haklýsýn. Yok yok, belki deðil, tamamen haklýsýn, ama ne olur, lütfen bu konuyu burada keselim, ve sen artýk-

Onun bütün hallerini kâh elem, kâh ümitle izlemiþ olan Tangülü, oturduðu yerden bir hamlede ayaða kalkýp, sonra titreyen sesiyle;

- Tamam! Anladým. Merak etme hemen gidiyorum. Sana tatlý uykular dilerim. Fakat beni unutma emi. Uzun yollarýn bir gün biter, veya býkarsan artýk o yollarý aþmaktan, ara beni, olur mu?

Bu sýrada kýrpýlan uzun kara kirpikleri arasýndan süzülen iki damla gözyaþý gül pembesi yanaðýndan yuvarlanýrken, Akkartal ona sadece:

- Dilerim öyle olur. Diyordu.

Bir çýrpýda kapýdan çýkan Tangülü loþ koridorda ceylan çevikliði ile odasýnýn yolunu tutarken, elinde sadece onun eline bir an dokunmuþ olmanýn yakýcý sýcaklýðý kalmýþtý. Akkartal üstündekileri bile soyunmadan, bir testi þarap içip, sarhoþ olmuþçasýna bir harabati ile açýk duran yataða düþüyor ve öylece kalýyordu...

O þimdi bir düþteydi;

Yola çýkalý beri atý Karaþimþek ile
Tam bir hafta geçmiþti yorucu hareketle
Bir pýnarýn baþýna uðramýþtý yollarý
Yeþil çimen örtülü bir çayýrdý burasý
Karaþimþek otlakta gönlünce yayýlýrken
O da yedi azýðýnda kurutulmuþ etlerden
Biraz dinlenmek için çimenlik pek güzeldi
Çok geçmedi aradan, yere uzanýverdi
Acý kiþnemesiydi atýn, biraz sonra duyulan

Fýrlayýp, ayaða kalktý uyandýðý uykudan
El kabzada, etrafýna bakýnca süratle,
Bir kobranýn baþýydý gördüðü az ilerde
Kabzayý býrakýp, aldý ok ve yayýný yerden
Niþan alarak oku fýrlatacakken,

Ne hikmetse o yýlan dile gelerek birden;
Ey cengâver! Diyerek ona hitaben;
Gerekmez üstüme salývermen okunu
Ne atýna, ne sana zarar vermek kastým yok
Sana iletilecek haberlerimse pek çok...

Ya, demek öyle, söyle bari bilelim haberlerin ne ise?
Ben Denizler ülkesinden gelirim.
Sen ise Tanrý daðlý Akkartal diye bilirim.
Ýnisidir Tamuro'nun beni size gönderdi
Bir zalimin tuzaðýna düþmek üzere kendi.

Sana haber iletmeyi bacýsýna o söyledi…
Ey filan,
Tamuro’yu nerden bildin, bilemem,
Lakin, danýþýrým bu hususu hocama
Uygun görür, düþerim tez yollara
Bulurum ben onlarý gerçekten…




DENÝZLER ÜLKESÝNE YOLCULUK

Akkartal sabah yataðýnda uyandýðýnda, neredeyse kuþluk vakti olup, herkes çoktan kalkmýþtý. O halen gördüðü tuhaf rüyayý hatýrlýyor, böylesiniz daha önce hiç yaþamadýðýný düþünüyordu. Derken kapý açýlýp, dün gece Tangülü ile gördüðü hatun, bir tepside getirdiði kahvaltýyý masaya býrakýp, çýkýyordu. Bu Tangülü'nün halasý Aytolun idi. Biraz sonra onu koridorda karþýlayan Aytolun, ona gül rengi, ipek bir mendil verirken, bunun Tangülü'den yadigâr olduðunu söylüyordu. Erken kalkan Tangülü, bu sýrada yaþýtý kýzlarla baðlara, gezintiye çýkmýþtý. Misk kokulu mendili teþekkür ile alan Akkartal, az sonra yola revan oluyordu...

Olaysýz bir yolculuk ve günler sonra dergâha geri dönen Akkartal, getirdiði armaðanlardan ötürü sevinçle karþýlanmýþ ve bunun þerefine þölen tertiplenmiþti. Nitekim Yalnýz kaldýklarý bir sýrada, gördüðü düþü Kam Ulutolga'ya nakletmiþ, hocasýndan buna dair yorum sormuþtu. Kam, bu düþü çözülmeye deðer bir muamma sayarak, gereðince davranmakta onu serbest býrakýrken, yolda, izde temkinli olmasýný öðütlüyordu.

Akkartal bu düþün hakikatle ne denli alakalý olduðunu öðrenmek istiyor, kýsa bir hazýrlýktan sonra yola çýkýyordu. Hemen herkes dergâhýn önüne, onu yolculamak için çýkmýþtý. Yola çýkmak içiz her þey uygun, hava güzeldi. Hocalarý ve arkadaþlarýyla vedalaþan Akkartal, koþumlu bekleyen atý Karaþimþeðe binip, topuklarken, "Uður" için genç talebeler, onun ardýndan yere su serpiyordu.

Soylu at rahvan yürüyüþü ile yorulmadan yol alýyordu. Ýlk menzili Karakurum þehriydi. Bunun için en zorlu yol Gobi çölünden geçendi. Sonra Hanbalýk ve derken deniz yoluna ulaþýp, anýlan ülkeye muhtemelen haftalar sonra ancak varacaktý.

Akkartal uçsuz bucaksýz gibi görünen Asya steplerinde bir hayli yol kat ettikten sonra, nihayet müsait bir mola yeri bakýnmaða baþlamýþtý. Ýleride, bozkýrýn önünü kesen, kýyýlarý aðaçlýk bir dere yataðý görünmüþtü. Burasý Orhun Irmaðý'nýn küçük kollarýndan biri olan Selenga çayýnýn bir baþlangýcýydý. Yanýna yaklaþtýkça dere belirginleþip, çevrenin güzelliði ortaya çýkýyordu. Sarkan dallarý suya deðen kalýn söðüt ve kavak aðaçlarý türlü kuþlarla doluydu. Sað kýyýda yer alan geniþ düzlükte yaþlý bir ahlât aðacý ve bunun dibinde kümelenmiþ, öylece duran bir koyun sürüsü vardý. Güneþin sýcak ýþýnlarýndan kaçan koyunlar, ahladýn gölgesine sýðýnmýþlardý. Akkartal dereye bakýnca, fazla derin olmayan yeþil, berrak sularda kaçýþan iri balýklar olduðunu fark edip, ani bir kararla attan iniyordu.

Gem ve koþumlarýný indirip, atý o düþte gördüðünü andýran, diz boyu taze otla dolu büklüðe salýyordu. Sonra sadaðýndan demir temrenli bir ok alýp, bunu bir zýpkýn gibi kullanmak ve bir kaç semiz balýk avlamak istiyor, bunun için en uygun yeri bulmaða koyuluyordu. Nihayet sýð suyun derince bir çorttan (su birikintisi) çýkarak, aþaðý doðru aktýðý bir noktasýnda, bir kýsmý su üstünde kalmýþ iki iri kaya görmüþ ve bunlarýn her birine bir ayaðýyla basmýþtý. Aradan geçen kol kalýnlýðýnda alabalýk ve sazanlarý vurmak için daha uygun yer yoktu. Henüz bir balýk vurmuþtu ki, on dört-onbeþ yaþlarýnda bir erkek çocukla, onu izleyen duman renkli bir çoban köpeðinin yan taraftan yaklaþtýðýný fark ediyordu. Gelenler onu tanýmadýklarý için, çekinerek yarýn üstünde durmuþ, "Acep bu yabancý da kim?" diyen bakýþlarla, bakýyorlardý. Giyim kuþamý, hal-tavrýyla, ister istemez bu ücra yörede dikkat çeken Akkartal, dönüp onlara gülümseyerek bakýnca, bundan cesaret alan çocuk:

- Bükte yayýlan o güzel at senin mi Aðam?

Derken, ata karþý duyduðu hayranlýk yüzünden okunuyordu. Akkartal, eskimiþ pantolon ve beli kemerli abasý, deri çarýklarý, baþýnda beyaz börkü, kemerinde asýlý býçaðý ve elinde bir deðnekle duran kara yaðýz, sempatik bakýþlý çocuða cevaben:

- Eðer sahip çýkan olmazsa, evet!

- O ne güzel, ne bakýmlý bir at. Böyle bir atým olsa, baþka þey dilemezdim þu acunda!


- Aldýrma, elbet bir gün senin de olur! Çocuk, umutsuz bir eda ile:
- Ama bu olacaða hiç benzemiyor Aðam, çünkü böyle bir at buralarda bulunmaz. Böylesi ancak Hakanlarda, beylerde olur. Oysa ben sadece bozkýrda bir garip çobaným.

- Hýmm, demek ki o koyun sürüsü de seninmiþ?

- Evet, onlarý Çomar ve ben güderiz, ama hepsi bizim deðildir.

Çomar derken köpeðini iþaret etmiþ, sanki sözden anlamýþ, onaylamak istermiþ gibi, köpek de ona bakarak kuyruðunu sallamaktaydý.

Sançar, aniden aklýna gelen bir fikirle:

- Aðam sen dur, o balýk tutma iþini ben hemen hallederim.

- Ya… Sahi mi?

- Elbette. Bu da çoban Sançar’ýn bir ikramý olsun.

- Pekâlâ, haydi bakalým, balýk avýnda ne kadar ustasýn, görelim.

- Yok Aðam, bunun ustalýkla bir iþi yok. Dereye önceden kurduðum tuzaklar var. Sen az bekle, ben hemen geliyorum.

Akkartal Sançar’ýn dediðini yapýp, dere kenarýna çýkmýþtý. Az sonra o da, neredeyse bir sele dolusu balýkla çýkagelmiþti. Alabalýklar henüz canlý ve bilek kalýnlýðýnda idiler. Bu iþi sýk yaptýðý anlaþýlýyordu. Az ötede bir söðüt kovuðunda ise ateþ yakmak için hazýrlanmýþ kuru odunlar vardý. Hemen bunlarý tutuþturmuþ ve az sonra temizlenen balýklarý þiþe takýp, ateþte kýzarmak üzere hazýrlamaða baþlamýþtý. Nitekim balýklar korlaþan ateþte kýzarýrken, onlar konuþuyordu.

- Demek hep buralarda yaþamaktasýn Sançar?

- Evet Aðam! Bu bozkýr, bu dere boylarý ve çevre daðlar benim yurdumdur.

- Peki oymaðýn ne tarafta kalýyor?
- Uzak deðil, hemen þu tepeyi aþýnca, karþý daðýn eteðinde görünür.

- Peki Ötüken'i hiç duydun mu?

- Tabii ki… Hiç duymaz olur muyum? Ama oraya hiç gitmiþliðim yoktur. Daha önceleri gidemeyiþim hadi neyse, ama geçenlerde, yeni kaðanýn tahta çýkýþ þenliklerinde bulunamayýþýma çok üzüldüm. Meðer o sýrada neler olmuþ, neler…

- Demek o tür þeylerden bile haberin oldu, öðle mi?

- Evet Aðam, lakin keþke olmasaydý. Çünkü katýlamadýktan, yakýndan göremedikten sonra o yarýþlarý, haber almak üzmekten baþka bir iþime yaramaz.

Bunlarý derken, Sançar’ýn gerçekten üzgün olduðu iç çekiþlerinden anlaþýlýyordu. Sonra sözlerine devamla:

-Ne çare ki ora bize çok uzak, yoksa bizim Pulat’la kaçýp, giderdik. Arkadaþýmýn adýdýr Pulat. Birazdan, eðreklemek için o da buraya gelir. Orada olanlarý dedesinden duymuþ, bana o anlattý. Ah keþke senin kadar ben de büyümüþ olsaydým Aðam!

- Gamlanma, nasýl olsa ileride sen de büyürsün, sonra istersen benzeri yarýþlara da katýlýrsýn. Deðer mi bunca yerinmeye þimdi be Sançar?

Leziz balýklarý yemekten bile iþtahý kesilmeðe baþlayan genç çobaný bu konudan savsaklamak isteyen Akkartal:

- Býrak o yersiz hayýflanmalarý da þu balýklarýn tadýna bak be Sançar! Diyor ve hemen sözlerine devamla: Belinde ki býçak da çok güzelmiþ, bir bakabilir miyim þuna?

- Haa, bu mu? Dedem yýllar önce Ötüken’den getirtmiþti. Bu koyunlarý gütmemin tek sebebi budur desem yeridir.

Derken iki aðýzlý çelik kamayý kýnýndan sýyýrmýþ, Akkartal'a uzatýyordu. Kendisi için çok önemli olduðu anlaþýlan bu kamanýn övülmesinden memnun olmuþtu. Bu arada Akkartal yarýþlar konusunu unutturdum sanýrken, o gene al yeni baþtan ederek:



-Sahi sen katýlmadýn mý o yarýþlara Aðam? Taþýdýðýn þu görkemli kýlýca ve bindiðin o küheylana bakýlýrsa bu kendiliðinden anlaþýlýyor. Ne olur biraz anlatýverseydin be Aðam? Diye ýsrarla sorguluyordu.

Akkartal bir an ne diyeceðini þaþýrmýþtý. Sonra zihnini toparlayýp:

- Bu kama usta elinden çýkmýþa benziyor. Namlu çeliði ve kemik kabza da gayet güzel, saðlam ve dengeli. Her halde bunu senden satýn almak isteyenler olmuþtur?

-Evet, bir kaç kiþi oldu, ama sen beni atlatmak istiyorsun Aðam. Ne olurdu sanki biraz anlatsaydýn? Örneðin, Akkartal'ý gördün mü? Tarifler doðruysa, senin gibi biri olmalýymýþ hem o da.

Akkartal iyice þaþýrmýþ, bu soruya bir an ne cevap vereceðini bilemiyordu.

- O dediðin de kimmiþ be Sançar?

- A, aa?! Bu da oldu mu yani Aðam! Anlaþýlan benim gibi sen de oraya gidememiþsin. Onu görmemiþ olabilirsin, bu tamam, ama hiç deðilse öyle bir yiðidin namýný duymuþ olmaný umardým...

Derken mola faslý bitmiþ, Akkartal kamayý Sançar’a iade ederek, atý kara þimþeði bir ýslýkla yanýna çaðýrmýþtý. Hemen koþumlarýný vurup, bir sýçrayýþta eðere oturmuþtu. Sançar bütün bunlarý hayranlýk ve gýptayla izliyordu. Atýný topuklamak üzere olan Akkartal ona tekrar dönerek:

- Haydi esen kal Sançar! Ýkramýn için çok sað ol. Umarým yolum buralardan tekrar geçer ve gene görüþürüz!

Dedikten sonra biraz ilerlemiþti ki, Sançar’ýn sesi tekrar duyuldu:

- Sormayý unuttum Aðam! Adýný baðýþlamaz mýsýn gitmeden!?

Gemi kasýlan Karaþimþek o an þaha kalkarken, Sançar’a ulaþan cevap:

- Adým Akkartal! Diyordu.

Bunu duyan Sançar, heyecandan sesi kýsýlarak, tekrar sorar:

- Tanrý daðlý Akkartal mýydý Aðam?

- Hayýr! Kara börklü!

Diyen Akkartal gülerek ona el sallýyor ve yerinde duramayan atýn gemini salýyordu. Sançar coþkuyla karþýlýk verirken, yanýndan ayrýlmayan köpeði de ondan etkilenmiþ, havlýyordu. Ardýnda bir toz bulutu býrakan Karaþimþek dörtnal uzaklaþýrken, çok sürmüyor bozkýr ufkunda kara bir nokta oluyordu...



YEÞÝL EJDER ADASI

Rüzgâr ve uçan kuþlarla yarýþan Akkartal yoluna devam ededursun, biz henüz ona meçhul, Denizler Ülkesi dâhilinde bulunan Yeþil Ejder adasý ve ahvaline bir göz atalým:

Bu adacýk, eteklerinde bodur bitki türlerinin yaný sýra, uzun boylu aðaçlarýn, palmiye ve bambularýn yer aldýðý, kayalardan oluþmuþ yüksek bir tepeden ibaretti. Tepenin zirvesinde, görüntüsüyle çok uzaklardan bile insana ürperti veren, üç kuleli þato tipi bir kale yükseliyordu. Bu meþum kaleye dýþarýdan ulaþan bir yolun olmayýþý yanýnda, nasýl yapýlabildiði de insaný hayrete düþürüyordu. Ancak adaya güneyden yaklaþýp, karþýdan bakýlýnca, içeriye açýlan, küçük gemilerin rahatça sokulabildiði büyük bir maðara giriþi görülüyordu. Ýnsanlýk âleminin baþ belasý, büyücü, despot Zungo ve adamlarý iþte burada yetmiþ yýldýr yaþa maktalardý.

Zirvedeki þato benzeri iç kulenin giriþinde eli kargýlý iki insan azmaný nöbet tutar, ancak bunlarý geçmek kabil olduðunda Zungo'nun makamýna ulaþýlabilirdi. Aþaðýda kalan orta kulede muhafýzlar barýnýrdý. En alttaki kulede ise dünyanýn dört bir bucaðýndan kaçýrýlarak veya hile ile getirilen köleler tutulurdu. Buraya deniz seviyesinden yükselmeðe baþlayan spiral bir taþ merdivenle çýkýlýrdý. En yukarýdaki iç kulenin devasa kanatlý abanoz kapýsýný bekleyen insan azmanlarýný geçip, içeri girildiðinde bir hol ve üç kapýyla karþýlaþýlýrdý. Sað kapý Yaver Zebo'nun, sol kapý diðer önemli yardýmcýlarýn kaldýðý odalara açýlýrdý. Tavandan yukarý açýlan üç yuvarlak pencere, boþ ve sade taþ duvarlar, tahta döþeli zemin, dört köþede birer iri yað meþalesi, kürsüye yakýn sað ve solda iki iri þamdan ve bunlarýn önünden çýkýþa kadar uzanan, her birinde yirmi kiþinin oturabileceði iki ahþap, cilalý kanepe bulunan mekân Zungo'nun hükümdarlýk makamý idi. Taht beþ basamaklý bir mermer kürsü üzerine kurulmuþtu. Hemen arkasýnda, tavana kadar yükselen tunç kabartma bir þeytan temsiliydi. Sivri kulaklarý, yakuttan gözleri, keçi benzeri boynuz ve ön ayaklarý olan, ne kadýn, ne de erkek olduðu belirsiz bir surat güya þeytaný resmediyordu. Onu görenler Zungo'nun ruhu san maktalardý. Tahtýn hemen arkasýnda, mekanik bir düzenle açýlýp, kapanan bir baþka kapý gizlenmiþ olup, bunu ondan baþka kimse bilmiyordu. Burasý onun tapýnmak ve büyücülük için kullandýðý özel bir bölüme açýlýyordu.

Zungo'nun ne zaman, nerede olduðu kolay kolay bilinemezdi. Bu kanepelere, baþlarý önde oturmuþ yirmi kadar köle, onun vereceði talimatlarý almak üzere beklerdi. Deðil izinsiz konuþmak, öksürmek-aksýrmak bile yasak olup, kendini tutamayýp, bu suçu (!) iþleyenlerin cezasý ölüm olabilirdi.

Zungo'nun surat ve kýlýðýna gelince; daima kýrmýzý gözler, pörtlek. Kýrçýl saçlar, seyrek teller halinde örümcek aðý gibi. Avurtlar buruþuk patates benzeri, içe çökük, elmacýk kemikleri kabarýk, alnýnda hendeksi kýrýþýk çizgiler dolam dolam. Gaga burun kemikli ve uzun, ince boyun yaþlý akbabalar gibiydi. Dudaklar birer kýrýk çizgi. Keçi sakal çeneden aþaðý düz tahta göðse sarkmýþtý. Eller pörsük deriyle kaplý, parmaklar ince-uzun birer çangal kemik. Týrnaklar, biçimden yoksun, caðýmsý. Neredeyse bakýlamayacak kadar çirkin ve ürkünç olduðu içindir ki, Zungo’nun yüzene bakýlmasý dahi yasaklar arasýndaydý. Onun huzuruna çýkýldýðýnda eller daima dizlerde, baþ önde olunur ve emirler sadece koca göbekli, dazlak kelleli yaveri Zebo vasýtasý ile duyurulurdu.

Görüþmeler sýrasýnda Zebo'nun gözleri daima onun uzun týrnaklý sol iþaret parmaðýnda olur, iþaret edilince, baþý önde bekleyen Zebo, yere bakarak basamaklarý çýkýp, kulaðýný ona uzatarak, cýrtlak sesin ne dediðini dinlerdi. El’an oturmakta olduðu basamakta iken, ayný basamaðýn üstüne birden Zungo'ya ait iþaret parmaðýnýn gölgesi düþüp, Zebo derhal ayaða kalkarak, her zaman ki düsturu ile yanýna çýkmýþtý. Kulak zarýný týrmalayan ses tonuyla yüzü ýstýraptan buruþarak, onun söylediklerini dinleyen Zebo, nihayet talimat bitince baþ eðerek, gerekenin derhal yapýlacaðýný belirtip, yavaþça huzurdan inerken, yanýna sürünerek gelen yardýmcýlarýndan birine yeni emirleri aktarýp, sonra yerine oturmuþtu. Emri teslim alan bir an doðrulup, geri geri yürüyerek dýþarý çýkmýþ ve az sonra yine geri gelmiþti. Bilahare bunu, rotasý Kanhantu adasý olan bir çektirinin (küçük, hýzlý gemi türü) maðara çýkýþýndan dýþarý süzüldüðü görülmüþtü…

*** *** ***

Haftalar boyu at sýrtýnda yol alan Akkartal, sonunda kýtanýn denize ulaþan uçlarýndan biri olan Þantung þehrine varýyordu. Burada ilk iþi uygun bir han bulup, atýný teslim ederek, dýþarý çýkmak ve o yöreye has giysiler satýn almak oluyordu. Sonra geri dönmüþ, geceleyeceði han odasýnda kýyafet deðiþerek, gene çýkýyordu. Þehirde biraz dolaþarak, Yeþil Ejder Adasý hakkýnda bilgi toplamaktý istiyordu. Bu yeni dýþ görünüþünde onu yerli halktan ayýran en belirgin fark, baðsýz uzun saçlarý ve uzun kýlýcýydý. Kendisini, herkese Kaþgarlý bir tacir olarak tanýtýyordu.

Akkartal, þehir caddelerinde dolaþýrken, gittikçe kalabalaþan dar bir sokaða sapýyordu. Biraz ilerleyince oval bir meydana açýlan sokak hareketliydi. Burada kumarhaneler, meyhaneler, aþhaneler, berberler, kunduracýlar ve kýsaca bütün meslek ve meþreplerde insan ile mekânlar mevcuttu. Yapýlar Asya tipi mimarinin temel özelliklerini taþýyor; etraflarý çitle çevrilmiþ çok bölmeli, zarif panjurlu ahþap evler, sanki sýr perdesi arkasýndalar imiþ gibi, merak uyandýrýyorlardý ilk gören insanda. Caddeler sokaklara, sokaklar daha dar sokaklara ayrýlýp, nispeten düz zemine açýlan karýnca yuvalarýna giden yollara benziyordu.

Biraz daha ilerleyen Akkartal'ýn dikkatini, meydanýn karþý kenarýnda kýrmýzý damlý, üç katlý bir binanýn önünde, bir þeyi ablukaya almýþ bir topluluk çekiyordu. Alaný dolduran ve türlü yönlere hareket halindeki diðer insanlar da o yöne dikkat çekip, merakla bu cazibe merkezine yöneliyordu. Oraya gitmek isteyenlerin kimi kararsýzlýk içinde bocalarken, kimi seri adýmlarla yürüyordu. Aheste yürüyenler arasýndan sýyrýlan Akkartal, seri adýmlarla cazibenin merkez noktasýný hedef alýyordu. Hedef noktaya varmaða on adým kalmýþtý ki, kaynaþan nokta saðdan, aniden yarýlýp, içinden sendeleyen bir adam çýkýyordu. Bir an yerinde yaylanan adam, gövdesi dibinden kesilmiþ bir aðaç gibi yere yüz üstü kapanýyordu. Akkartal biraz daha yaklaþýp, yerde tozlar içinde yatan orta boylu adama iki adým mesafede duran üç kiþinin yanýna dikiliyordu.

Kapýsý açýk duran kýrmýzý damlý bina esasen bir kumarhane ve giren, çýkan eksik olmuyordu. Zemin katýn önünde ki taþ verandada kýrçýl býyýklý, kalkýk kaþlý, çekik gözlü, konveks burunlu, geniþ gövdeli iri yarý bir adam durmuþ, burnundan soluyarak yerde yatana bakýyordu. Omzundaki mavi ipek pelerin, yüzünü gri bulutlarýn arasýndan henüz çýkaran güneþ ýþýnlarýný geri yansýtýyordu. Sað eli kýrmýzý kuþaðýna sokulu duran kýlýcýn kabzasýný tutarken, etraftaki bütün gözler onu izliyordu. Kýzgýn adama bakan yüzlerde gizli bir yadýrgama vardý. Hedef adam yere düþenin kalkmaya yeltenmediðini görünce, öfkeli bakýþlarýyla çevreyi tarýyordu. Bunun anlamý; "Var mý bir itirazý olan?" demekti. Buna itiraz eden bakýþlar kendi ayakuçlarýna yönelirken, itiraz için nedeni olmayan bir kiþi önce baktýðý gibi bakýyor ve bu tarama ona gelince sekteye uðruyordu. Bu asabi bakýþlara týnmadan karþý koyan Akkartal'dan baþkasý deðildi. Onun tavrý herkese meydan okuyan adamý kýzdýrmýþa benziyordu. Bakýþlarý ýsrarla ayný noktada, Akkartal'ýn üzerinde takýlmýþ, lakin tesir edemiyor, onu karþýlýk vermekten caydýramýyordu. Bu durum çok geçmeden etraftakilerce fark edilip, þimdi herkes içinden "Ne oldu bu adama böyle birden? Hani bunun deminki pervasýzlýðý?" diye sorarken, gereken çýkýþý yapamayan adama aniden, tok sesle hitap eden Akkartal:

- Ne yaptý sana ki, öyle davrandýn!

Diye sorarken, sað eli yerde yataný iþaret ediyordu. Hedef adam baþýna vurulmuþ gibi birden afallayarak:

- E, þey. Kumarda hile yaptý. Üstelik hakaret edip, bana meydan okuyunca, mecbur kaldým. Derken, Akkartal gerekçeyi makul karþýlamakla beraber; ona hitaben:

- Anlaþýlan burada yabancýsýn, dikkat et de baþýn derde girmesin!

Hedef adam bu sözler karþýsýnda baþ eðip, yavaþça dönerek, kalabalýðýn arasýna karýþýyordu. Akkartal ayný noktada dururken, yerde yatan, önce kýpýrdanýp, sonra suratýný ovuþturarak ayaða kalkýyor ve sokaklardan birine yöneliyordu. Kumarhaneye girmek isteyen Akkartal'a, giren çýkanlarýn gösterdikleri saygý dikkat çekiciydi. Yanýndan geçenler ona deðmekten imtina ediyor, belli bir mesafeyi koruyorlardý. Nitekim akþam olmuþ, etrafý yüksek taþ duvarla çevrili, üç kattan oluþan hana dönmüþtü. Han cephesi iþlenmiþ ahþap kaplamalýydý. Çevre duvarýný içten yükselen yeþil asmalar örtüyordu. Avluya giren Akkartal, duvar dibine çekilip, önüne semiz ot yýðýlmýþ olan sevgili atýyla meþgulken, gün batmak üzereydi. Bu sýrada yanlarýna gelen genç bir kadýn:

- Selam, ismim Þu, hoþ geldiniz. Babamýn bahsettiði yeni konuk olmalýsýnýz? Derken, pýrýltýlý gözleri gülümsüyordu.

Akkartal mütebessim:

- Evet, sanýrým! Hoþ bulduk.

Bu kýsa yanýttan sonra Þu tekrar konuþarak;

- Efendim, arzu ettiðiniz gibi, üçüncü katta bulunan odanýzýn balkonunda masanýz kurulu, yemeðiniz hazýr beklemektedir. Bunu hatýrlatmak istemiþtim. Dileriz ki güzel atýnýz da burada halinden memnundur? Diyordu.

- Çok teþekkürler Þu Haným! Atým halinden memnun görünüyor. Deðil mi Karaþimþek?

Munis hayvan, sanki anlamýþçasýna, önce kulaklarýný kýrpýp, sonra baþýný sallýyor, dudaklarýný þapýrdatýyordu. Þu, kendisine umduðunca dikkat etmeyen bu adamý bende etmek istiyor, bunun için soyunun bütün yeteneklerini tatbik ediyordu. Esasen her bakýmdan albenili ve mütenasip bir bedene sahip ve gerçek bir Çin dilberiydi. Akkartal'a refakatle odasýný gösteriyor, ayrýlýrken birazdan gelip, masayý toplayacaðýný söylüyordu.

Nar gibi kýzarmýþ ördek, Çin pilavý ve salatalardan oluþan akþam yemeði lezizdi. Han odasýnýn balkonundan bakýldýðýnda, kýsmen görünen þehir limanýnda demir atmýþ irili

ufaklý teknelere artýk ýþýklar yakýlmaktaydý. Akkartal, oturmakta olduðu sarkaçlý koltuktan balkonun alçak týrabzanýna dayamýþ olduðu koluna, baþýný yaslamýþ, öylece þehrin akþam manzarasýný seyre dalmýþtý. Bir an kapý açýlýp, içeri Þu giriyordu. Bu geliþ için bilhassa hazýrlanmýþ gibiydi. Giyim kuþamý ve özenle uygulanmýþ makyaj ve süründüðü misk-i amber kokularýyla Çin imparatorunun cariyelerinden farksýz görünüyordu. Elinde bir faðfur sürahi ve iki zarif fincan getirmiþti. Bunlarý masaya býrakmýþ, yüzünde beliren þuh tebessümü yalandan bastýrýrken:

- Sayýn konuðumuz belki sýkýlmýþtýr, diyerek, bunlarý getirdim. Bizde kýmýz bulunmaz, fakat buna karþýn size yýllanmýþ Çin þaraplarýnýn en tercih edilenini getirdim. Dilerseniz bir kadehle akþamýnýza çeþni katmanýz mümkündür efendim?

Akkartal cevaba davranýrken, Þu kadehleri dolduruyor, sonra geçip, karþýsýndaki koltuða oturuyordu.
- Þu haným, doðrusu bunu beklemiyordum. Bu kadirþinaslýk için sað olunuz. Derken, ilk kadehler iki ellin parmak uçlarýyla kavranarak, baþ hizasýna kaldýrýlan fincanlar hafifçe tokuþturulup, geri çekilirken gözlerle þerefeleþip, baþlar geri dikilirken Çin þarabý art arda yudumlanýyordu. Böylece baþlayan akþam muhabbeti, karþýlýklý sorularla bir kaç saat sürüp, bu yarenlik hancýnýn güzel kýzý Þu'nun yarý istemsiz kalkarak, tekrar aþaðý inmesiyle son buluyor, erken uyanmak isteyen Akkartal hazýr yataðýna uzanýyordu...

Sabah olup, erken kalkan Akkartal, hancý yamaklarýndan birini limana göndererek, Denizler Ülkesi'ne giden bir gemi sorduruyordu. Geri gelen yamak biraz sonra hareket edecek olan bir gemi bulunduðunu ve ondan kendisi için yer ayýrtmýþ olduðunu bildiriyordu. Atý ve bazý þahsi eþyasýný Þu'ya emanet olarak býrakan Akkartal, en kýsa zamanda dönmek üzere vedalaþýp, limana yürüyordu. Limanda iki büyük yelkenli, beþ mavna ve bir kaç küçük tekne bulunuyordu. Çevrede að ören, yelken onaran balýkçý yamaklarý göze çarpan ilk tiplerdi. Biri uzun, üç direkli ve serenlerinden büyük yelkenler sarkan gemiyi görünce, kendisine yer ayrýlan geminin bu olacaðýný düþünerek, onun yanýna gelip, gemiyi rýhtýma baðlayan babalarýn önünde durmuþtu. nispeten saðlam ve yeni görünen bu gemi, diðer gemilerden daha büyüktü. Bu sýrada, sýrtýný küpeþteye yaslamýþ olduðu halde, ambara erzak istif eden tayfalarý izleyen bir adama yaklaþarak:

- Hey arkadaþ, bu geminin kaptaný kim?
Hitap edilen adam yavaþ yavaþ ona dönmüþtü ki;

- !

Fakat o da ne? Gördüðüne, onun kadar Akkartal da þaþýrýyordu. Çünkü karþýsýnda duran kiþi, dün ki "Hedef adam"ýn ta kendisiydi. Küçük bir duraksamadan sonra, adam:

- Benim, neden sormuþtunuz?




Derken, sanki kendisini ilk defa þimdi görüyormuþ gibi yapmýþtý. Akkartal ayný tavýrla:
- Þayet doðru ise, geminiz az sonra Denizler Ülkesi'ne hareket edecekmiþ. Bana bu gemiyle seyahat edebileceðim söylenmiþti?

- Evet, doðrudur! Buyurun, lütfen bordaya geçin!

Akkartal gemi bordasýna tahta bir köprüden geçtiðinde, kaptan oraya gelmiþ ve elini dostane bir tavýrla uzatýrken:

- Gemime hoþ geldiniz, ben kaptan Huan!

- Hoþ bulduk Kaptan. Ben de Akkartal, Ötükenli bir gezginim.

Bu son kelime kaptaný þaþýrtsa da, o bunu geçiþtirmeyi yeðliyordu.

- Ýki yolcumuz daha olacak, onlar da gelince yelken açarýz. Çok sürmez, gelirler...


Akkartal, bu açýklamaya, ziyaný yok, anlamýnda bir eda ile karþýlýk verip, etrafýna bakýnarak, önce pupaya doðru yürümüþtü. Gemi rýhtýma kýçtan yanaþmýþ, yükleme iþi sancak tarafýnda ki iskeleden yapýlýyordu. Gezinerek uç kýsma kadar ilerleyen Akkartal, geri dönüp, tekrar kaptanýn yanýna gelerek:

- Kaptan, þayet vakit varsa bir þeyler almak için rýhtýma çýkmam gerek, þimdi aklýma geldi?

- Tabi, tabii buyurun!

Az sonra deri bir çanta ve omuzlarýndan sarkan vaþak postundan yapýlma bir pelerinle geri dönmüþtü. Bu arada diðer yolcular da gelmiþlerdi. Derken kaptan; “ Demir al!” ve “Yelkenler fora!” emirlerini vermiþ, tayfalar iþe koyulmuþlardý. Akkartal küpeþte önünde saða sola bakýnýrken, yolcu olarak baþka kimler var, diye araþtýrýyordu. Bu gemi esasen kuru yük taþýyordu. Kaptanýn dediði gibi, ondan baþka sadece iki yolcu binmiþti. Bunlardan biri esmer orta boylu, kara sakallý, mor sarýklý, yeþil kaftanlý, belindeki turuncu kuþaða uzun bir hançer sokulu, genç bir adamdý. Öteki, saçýný kökünden kazýtmýþ, baþtan aþaðý sarýlar içinde, boynu tespihli, ayaðý çarýklý, elindeki uzun asasýyla bir Buda rahibiydi. Seren direðinin dibinde bir sandýða oturmuþ, önüne bakýyordu.

Çok geçmeden indirilip, yerlerine sabitlenen iri yelkenler rüzgârla dolarken, aðýr aðýr hareket eden gemi belli rotasýnda açýk denize ilerlemeðe baþlýyordu. Akkartal mor sarýklý adama yakýn, kýç küpeþtesine abanmýþ, geminin geride býraktýðý köpüklü ize bakmaktaydý. Ýlk menzil Þantung limaný olup, buraya ulaþmak için gereken süre takriben on günü alacaktý.


KASIRGA

Kam Ulutolga bu yolculuk esnasýnda dikkat önermiþ olduðundan, Akkartal her þeyi yeniden mülahaza ediyor, bir takým zihinsel hesaplar yapýyordu. Daha önce görüp, tanýmadýðý iklimlere, deðiþik hayat ortamlarýna seyahat ediyordu. Gayesi, sýradan bir seyahat olmadýðýna göre, buna paralel olarak, karþýsýna çýkabilecek engeller de tür ve boyut olarak farklý olabilirdi. Buna dair þimdiden tahmin yürütmek ancak, peþinde olduðu gayenin niceliðini somutlaþtýrýp, daha açýk bir tanýmlamak yapmakla mümkün olabilirdi. Çünkü belirsiz bir mânia beklemek, gerçekte tehlike beklememek olacaðýndan, böyle durumlarda kiþi gafil avlanabilirdi. Her durum için, uyanýk olmak ve nelere bilhassa dikkat etmek gerektiðini tespit etmeliydi. Þöyle ki; Tamuro ve kýz kardeþi o düþte ima edildiði gibi bir tuzaða düþtülerse, bunun sebebi ve müsebbiplerin kimler olduðunu bilmek gerekirdi. Cevabý bulunmak olasýlýðý bulunan ilk soru bu olup, buna dair cevabýn açýlýmýnda rakiplerin muhtemel tepki türleri ile bu meyanda þahsen ne yapmak gerekeceði belli olurdu. Mahut düþte anýldýðý gibi bir düþman varsa bile, onun niyetinden haberdar olmadýkça, kendisini engellemek çabasýna girmesi mümkün olamazdý. Þu halde bu gemide ki herkes kadar emniyette sayýlýrdý. Ancak bu yaklaþým, bir meselenin para normal fizik kurallarý yöntemiyle çözümünde geçerliydi. Onun niyetinden haber alýp, karþý tarafa ileten bir casus olmadýkça, durumun menfi yönde deðiþmesi beklenemezdi. Hiç bir rakip, tabiatüstü bir haber alma yeti ve yöntemine sahip olmayacaðýna göre, mesele yok demekti. Bu durumu sadece olaðan üstü bir rakip deðiþtirebilirdi ki, buna da hiç denecek denli az ihtimal veriyordu. Ulutolga da zaten salt bundan ötürü dikkatli olmasýný istiyordu.

Akkartal bu konularý düþünürken, o an iþittiði;
- Baki Huda'ya hamd ve senalar olsun. Yolculuk için ne güzel, müsait bir hava! Diyen adamýn sesiyle saða ve dolayýsý ile fiziki hayatýn gereklerine dönmüþtü. Kendi kendine konuþan kiþi, mor sarýklý yolcudan baþkasý deðildi. Akkartal onun varlýðýndan tecahül etmeyip, bilakis nezaket icabý ona hitaben:
Diyordu.
- Evet, gerçekten öyle. Umarým yolculuðun sonraki günleri de böyle olur!
Mor sarýklý cevaben:
- Ýnþallah öyle olur! Diyordu.

Akkartal'ýn ilgisi, adamýn daha yakýna gelmesine yol açmýþ, þimdi her ikisinin kollarý küpeþteye dayalý, kâh denize, kâh gökyüzüne bakýyor, bu diyalogun sürmesi için baþka konular kuruyorlardý. Nitekim mor sarýklý sað kolunu küpeþteden çekip, dönerek:

- Adým Mirza, Ýranlý bir tacirim!

Derken, altýn ve gümüþ yüzükler takýlý sað elini ona doðru uzatýyordu. Akkartal kollarýný küpeþteden çekmiþ, kendisine uzatýlan ele karþýlýk verirken:

- Ben Akkartal, Ötükenli bir gezginim. Diyordu.

Akabinde, önceki durumlarýna dönüp, böylece konuþmaða devam ediyorlardý. Bir ara Mirza:

-Bir ticaret erbabý olarak çok dolaþtýðým için, sizin Turan diyarýna da uðrayýp, oralarda, mesela Kaþgar ve Talas'ta deðerli dostlar, Müslüman din kardeþleri dahi tanýdým.
Derken, muhatabýnýn tepkisini ölçmek ister gibi yüzüne bakýyordu. Akkartal o zamana kadar “Müslüman" kelimesini lâfzen iþitmiþ, lakin onu temsil eden kimseye hiç rastlamamýþtý. O nedenle ilgiyle:

- Siz de Müslümansýnýz anlaþýlan.

- Evet, elhamdülillah artýk Müslüman'ýz.

- Daha önce deðil miydiniz yani?

- Ha, evet, bizim atalarýmýz, önceleri Mecusi imiþler. Ancak, Peygamberimiz, sizin deyiþinizle "Yalvaç", Muhammed El Emin hazretlerinin sahabelerinden olan Selman-ý Farisi sayesinde Ýslam ile tanýþýp, onun tavassutuyla bu yeni ve mükemmel Dine geçmiþler.

Mirza bu izahatý yaparken, yönü karþý ufuklara doðru olan Akkartal ondan tarafa dönerek:

- Siz, Ýranlýlarýn önceki Dininizi hocamdan kýsmen dinlemiþ, biraz olsun malumat edinmiþtik. Ancak, Din deðiþtirmek gibi mühim bir konuda nasýl karar kýldýðýnýzý anlayamadým.

- Ya, peki ne biliyordunuz Mecusilik hakkýnda?

- Hatýrladýðým kadarýyla, bu inancýn öðretmeni Zerdüþt, insanýn yaratýlýþýný açýklarken " Iþýk ve ateþ kültüne dayanýyordu. Ýnancýnýz bu bakýmdan bizim inancýmýzla benzerlik gösterdiði için, bilhassa bu kalmýþ aklýmda. Hangi gerekçelerin sizi din deðiþikliðine götürdüðünü bilmek isterdim. Tabii açýklamanýz mümkünse?

Bu soru karþýsýnda bir an tereddüt eden Mirza;

- Doðrusu, Turanlý yoldaþ, bunun asli sebep ve gerekçelerini fazla bilmem. Bilgim, dinimizin kaideleri ile sýnýrlýdýr, denebilir. Fakat sanýrým bunun asýl sebebi Ýslam'ýn önceki dinimizden daha üstün olmasýdýr. Ama siz bu konulara dair, öyle anlaþýlýyor ki, daha fazla bilgiye sahipsiniz, þayet anlatmak isterseniz memnuniyetle kulak misafiri olurdum.

Akkartal bu cevaba pek memnun olamamýþtý. Çünkü o, inanç ve itikatlarýný derin nazarî bilgi ile açýklayýp, pragmatik olarak savunacak muhataplar arýyordu. Zira deðiþik bir kurama dair saðlýklý bilgi ortaya ancak böyle çýkardý. Fakat her þeye raðmen, kiþisel davranýþlarýn da çok mühim olduðunu kabul ediyordu. Yani, kiþi insan olarak, dürüst ve mert olsundu da, varsýn hangi inanç ve kanaat üzere yaþarsa, yaþasýndý. Mirza dürüst birine benziyordu. Bu düþüncelerini ona açýkladýktan sonra:

- Umarýz bu konularda sohbet etmek için çok fýrsatýmýz olur, bol bol konuþuruz Mirza yoldaþ. Þu kadarýný söyleyelim ki, bizim görüþümüze göre; kiþi, öz yaþantýsýnda özgür davranmak hakkýna sahiptir. Ancak söz konusu toplumsal hayat olursa, toplum karþýsýnda her fert eþit düzeyde feragat ve özveriyi, dürüstlük ve mertlik adýna, asaleten gösterir. Aksi durumlarda, o toplumda dirlik, uyum ve birlik olmayacaðý tabiidir. Bize göre, asaletimizin menþei, insaný önce Tin, sonra beden sahibi "Kiþi" sýfatýyla yaratmýþ olan tek ve en yüce kudret olan "GökTanrý”dýr. Bizler böylece iman ve itikat ederiz.

Derken, bir an durup nefes tazeleyen Akkartal, Mirzanýn dinleme eðilimini görünce, sözlerini sürdürerek;

- Ancak, hayatta Kiþi yaratýlýþýnýn aþama ve Tanrý’nýn hikmetleri icabý olan bazý mutlak çeliþik kaideler de söz konusudur. Bunlarý hemen her kavramda görmek mümkündür. Kiþi "Ruh ve Beden" olarak, biri birinin karþýtý ve ayný zamanda tamamlayýcýsý olarak (Erkek-Kadýn) iki asal varoluþ unsurundan meydana geliyor. Sonra bunlar kendi içlerinde ve yaratýlýþlarýnýn özel kuralý gereði, türlü zýt yapýlar barýndýrabiliyorlar. Varoluþ'un genel kaidesi zaten; "Bir þey ancak kendi zýddýyla vardýr". Karþýtý olmayan þey, yok demektir. Kötülük olmasaydý iyilik bilinip, fark edilemezdi. Buna, güzellik, çirkinlik, soðuk ile sýcak kavramlarýný da örnek verebiliriz. Bunlarýn sarf ve kontrolünde, iþte sizin "Din vecibeleri", bir baþkasýnýn "Ahlak kurallarý" diye nitelediði, terbiye ve disiplin kural ve öðretileri söz konusu oluyor. Bu kaçýnýlýp, yadsýnamaz tabii gerçek karþýsýnda, hangi din insaný birey ve toplum olarak, daha mutlu kýlacak kural ve kaideleri, davranýþ yöntemlerini "Nizam" halinde sunuyorsa, o din daha çok tutulup, taraftar toplar. Öðle deðil mi?

Bu açýklamak karþýsýnda Mirza takdir ve tasdik mânasýnda baþýný salladýktan baþka, sitayiþ ederek:

- Aðzýna saðlýk Turanlý yoldaþým, vallahi izahatýn çok güzeldi! Diyordu.

Tam bu sýrada kaptan, gemi tayfalarýndan birini önce sert sözlerle paylayýp, sonra þiddetli bir tokatla yere yýkmýþtý. Yediði darbenin þiddetiyle geriye uçan tayfa, küpeþteye çarpmasa denize uçuyordu. Az sonra onun yaný baþýna gelen kaptana:

-Ne oldu Huan? Neden vuruyorsun o garibe, sende hiç insaf yok mu?

Diye asabileþen kiþi, az ötede derin tefekküre dalmýþ gibi oturan, sarý giysili, eli asalý adamdan baþkasý deðildi.

Kaptan ona dönerek, sertçe:




- Sen bu iþe karýþmasan daha iyi olacak Tao-Li! Unutma ki bu geminin kaptaný benim!


Hemen mukabele eden Tao-Li:

- Gemi kaptaný olman, her canýn çektiði zaman birine kötek atma hakkýný vermez sana. Bu, emrindeki basit bir tayfa bile olsa! Sen de bunu unutma ve bunun sebebi her neyse bize de söyle, tamam mý Kaptan efendi?

Ona cevap veren kaptan deðil, aþçýnýn yamaðý Taro olmuþtu:

- Bu herif daha aðýr bir köteði bile hak etti Tao-Li kardeþ. Çünkü bana, su fýçýlarýndan açýk olana katmam için bir avuç zehir ve buna karþýlýk rüþvet önerdi! Þimdi anladýn mý bunun nedenini?

- Ya, demek öyle! O halde kusura bakma kaptan, böyle olduðunu bilsem iþine karýþmazdým!



Kaptan sabotaj peþinde ki adama dönerek:

- Hadi söyle bakalým, bunu neden yapmak istedin pis herif!

Derken, halen küpeþtenin önünde aðzý, burnu kanayan tayfaya çýkýþýyor, fakat o cevap vermiyordu.

Bu sýrada diðer gemi personeli gibi, Mirza ve Akkartal aralarýnda konuþ maktalardý. Önce söz Tao-Li adlý adam ve takýndýðý fevri tavýrdan açýlmýþtý. Fakat bu, Akkartal'a daha önce geçen bir olayý hatýrlatarak;

- Ne o Mirza yoldaþ, yoksa bu adamý tanýyor muydun?

- Ha, evet. Tibetli bir Lama olan Tao-Li'yi daha önce bir yolculukta görmüþtüm. Tabii kaptanla da tanýþýrlar. Diyordu. Akkartal Lama’yý kast ederek:

- Kendisine biraz fazla güveniyor gibi geldi bana. Ne dersin Mirza Yoldaþ?

- Olabilir ve bence bunda hiç haksýz da sayýlmaz Tao-Li!

- Nasýl yani?

Mirza bu kez aleni övgüyle:

-Þu elinde duran sopayý nasýl kullandýðýný görmüþ olsaydýnýz, bunu sormaða gerek görmezdiniz sayýn dostum!

Diyen Mirza sözlerine devamla: Abartmýþ olmayalým, ama, hiç unutmam, demir aldýðýmýz rýhtýmda, bir gün o sopayla eli silahlý on kiþiyi periþan etmiþti. Bir o kadarý da kaçarak kurtulmuþtu.

- Ya, demek öyle. Doðrusu hatýrý sayýlýr bir kabiliyet, lakin bence bu yine de genel geçer güç olarak sayýlmaz. Çünkü kiþinin gerçek gücü rakiplerin sayýsýndan ziyade kaliteleri ile ölçülür. Hiç belli olmaz, belki gün gelir kendisi gibi bir kiþiden o dayak yer. Muhtemelen gene böyle, sonunda piþman olduðunu ifade edeceði bir duruma zýppadak müdahil olduðu için...

- Ee, tabii el elden üstündür. Ama Lama boþ kiþi deðildir, onu söylemek istemiþtim ben sadece.

Bu sýrada iki tayfa suikast peþindeki adamý küçük seren direðine baðlamakla meþguldüler. Kaptan, yüzünde samimi bir tebessüm olduðu halde Akkartal ve Mirzanýn yanýna gelerek:

- Selam, sayýn yolcularým! Bu hadiseden ötürü sizden özür dilerim. Ancak maalesef buna mecbur kaldýk.

Ona karþýlýk veren Akkartal:

Demiþti.
- Haklýsýnýz Kaptan! O adamýn kast ve sebebi her ne ise bilmek isteriz.

Akabinde kaptan Huan sorgulamayý sürdürmek üzere tekrar adamýn yanýna dönüyordu. Bu sýrada hava giderek kararmaya, hafiften esen rüzgâr þiddetlenmeðe baþlamýþtý. Bu durum yolcularý kamaralara inmeðe zorlayacak gibi görünüyordu. Çünkü bozan hava soðumakla kalmayýp, þiddetli bir yaðmura gebe görünüyordu. Akkartal ve Mirza kamaralarýna inmek için davranýrken, kaptan suçluyu direðe baðlamýþ, baþýnda duran iki tayfaya:

- Bu sefih adam hâlâ konuþmadý, deðil mi?

- Hayýr Kaptan, konuþmadýðý bir yana, sanki hiç bir halt yememiþ gibi " Ben kime ne yaptým, neden beni cezalandýrýyorsunuz?" diyor. Çýldýrmýþ mý ne?

-Peki öyleyse, hemen çözün iplerini ve arkamdan getirin, ben onu konuþturmasýný bilirim!

Diyen kaptan gemi burnuna doðru yürüyordu. Tam bu sýrada gemi aniden sarsýlýp, hýzla yükselmeðe baþlýyordu. Bunu fark eden kaptan geri dönüp, derhal yelkenlerin indirilmesi emrini veriyordu. Bordada zorlukla ayakta duran tayfalar emirleri yerine getirmek için koþuyordu. Ama her þey o kadar kontrol dýþý bir hýzla ilerliyordu ki, zamanýnda davranmak imkânsýz gibiydi. Býçak gibi kesici rüzgâr, kabaran dalgalarý hýþýmla gemiye saldýrtýrken, tekne su alýyor, gittikçe azan dev dalgalar koca gemiyi kâðýttan yapma küçük bir kayýða benzetiyordu. Az sonra etraf karanlýk bir geceye bürünürken, gemi kâh metrelerce yükseliyor, kâh hýzla aþaðýlara düþüyor, direkler bir biri ardýndan kýrýlýrken, patlayan bu ani fýrtýnada her þey tarumar oluyordu. Aþaðýlara uçmamak için can havliyle tutunduðu yerden artýk kimse kýpýrdayamýyor, çaresizlik içinde, akýbet gemiyle soðuk sulara gömülmeði bekliyordu. Derken o dehþetli an gelip, aldýðý sularýn aðýrlýðýna artýk dayanamayan gemi, son yükseliþinin ardýndan çatýrdayarak, tepe üstü azgýn bir girdaba gömülüyordu. O an ortalýðý sarsan yýldýrým saikalarý bir biri ardýndan patlýyor, adeta bu durumu arzulayan kötü bir ruhun zafer kutlamalarý yapýlýyordu.

Bu sýrada metrelerce su altýnda, bordadan zorla koparýlmýþ olan kazazedeler, kendilerini kurtarmak için karanlýk sularla boðuþuyor, amansýz bir ölüm kalým savaþý veriyorlardý. Tekneyle beraber sulara gömüldüðü an saða doðru kulaç atan Akkartal, derinlere sürüklenmekten kurtulup, az sonra su yüzeyine çýkmak üzereydi. Baþý nihayet su üstünde görünüp, ilk nefesi aldýðý yer iri bir dalganýn sýrtýydý. Hareketli su kitlesi bir yana doðru akarken, az sonra sulardan üç kafa daha fýrlýyordu. Aðýzlar açýlýp, havasýzlýktan patlamak üzere olan hançereler taze nefesle ihya oluyor, onlarý, yüzeye ulaþmayý baþaran diðer kafalar izliyordu.

Deniz ve üzerindeki hava çok geçmeden tuhaf bir istihale geçirip, manzara bir anda deðiþiyordu. Demin patlayan o cehennemi fýrtýnadan artýk eser kalmayýp, sanki bütün hýncýný batan gemiden almak istemiþ gibi, o ortadan kalkýnca her yan sütlimana dönmüþtü. Sað kalmayý baþaran kazazedeler bu duruma çok sevinmiþlerdi, lakin idrak edilen bir hakikat, sevinci yeise döndürüyor, sükût-u hayal kalplere girip, çýkan hançer oluyordu. Çünkü hayatta kalma savaþý bütün acýmasýzlýðýyla devam edip, bu hal kim bilir kadar sürecekti?

Su yüzeyine beþ-altýparmak yukarýdan etrafa bakan biçare gözler, uçsuz bucaksýz görünen akþam ufkunda karaya dair bir emare göremiyordu. Patlayan o amansýz fýrtýna ve alaboranýn tesiriyle beyni bir anda allak bullak olan kaptan, yön bulma melekesini kaybetmiþ gibiydi. Aklýnda sadece, fýrtýna kopmadan önce, bulunduklarý yere uzaklý, yakýnlý, koca derya içinde yer alan eþkenar bir üçgenin köþe noktalarý gibi duran, üç küçük adanýn olduðuna dair bilgi kalmýþtý. Ancak, bunlarýn her biri ne tarafta ve en yakýný kaç mil uzakta, bunu bilen kimse yoktu.

Henüz þimal yýldýzý yoktu görünürde. Islanan giysiler ve kiminin üstünde bulunan silahlarýn aðýrlýðý su üstünde tutunmayý güçleþtiriyordu. Bu durumda elzem olan, en kýsa zamanda bir yön tayin edip, güçlerinin son demine kadar kulaç atarak, beyhude güç ve vakit kaybýný önlemekti. Bunu idrak eden kazazedeler su yüzünde bir daire meydana getirecek þekilde toplanýp, yön tayini ve izlenilecek yol tartýþýlmaya baþlanýyordu. Tayfalar Kaptan Huan'ý takip etmek isterken, o bu konuda kendine güvenmiyordu. Kaptan önce iki tayfa arasýnda bulunurken, sonra üç kulaç atarak, yan yana duran Mirza ve Akkartal'ýn yanlarýna gelmiþti. Az ötelerinde Lama ve suikastçý bulunuyordu. Yeni konumunda tayfalara yönelen kaptan, üzgün bir sesle:

- Güveniniz için sað olun arkadaþlar, ama, þu an buna karþýlýk verecek durumda deðilim, ne yazýk ki. Açýkçasý, bu hayati konuda karar alacak özgüvenden yoksunum. Diyordu.

Sonra yaný baþýnda duran Akkartal'a dönüyor, lakin zikretmek istediði halde adýný hatýrlayamýyordu. Bunu fark eden Akkartal:

- Adým Akkartal'dý kaptan, bir þey mi diyecektin? Kaptan memnun olarak:
- Sayýn Akkartal, neden diye sormayýn lütfen, bir mahzuru yoksa, þahsen sizi takip etme fikrindeyim.

Akkartal bir an ne diyeceðini düþünüp;

- Bu güvene teþekkür ederim, lakin henüz gideceðim yöne karar vermiþ deðilim. Az sonra yüce Tanrýya tevekkül edip, bir yön tutacak ve mecalim bitene kadar onu izleyeceðim. Bu yönün kesin doðru olacaðý hususunda kimseyi temin edemem. Her þeye raðmen beni izlemek isteyen varsa bunda serbesttir.

Bu açýklamadan sonra kaptan tayflara hitaben:

- Arkadaþlar, hala beni takip etmekte kararlý mýsýnýz? Tayfalar hep birlikte:
- Evet kaptan!

- Öyleyse ben de sizi takip edeceðim Sayýn Akkartal!


- Ben de! Diyen Mirzayý Lama izliyor, böylece Akkartal'a uymakta umumi ittifak saðlanýyordu. Ancak hangi yönü tutacaðý konusunda halen karar vermemiþ olan Akkartal, bunun için duyu organlarýna müracaat ederek, baþýný sulara daldýrýp, bir süre kýpýrtýsýzca denizi dinliyordu. Bu hayatî konuda tamamen içgüdüyle davranmaktansa, fizik olarak sahip olduðu duyu güçlerini de kullanmak istiyordu. Akkartal'ýn nihayet takibe karar verdiði yön, el’an bulunduðu noktaya göre saða düþen yöndü. Sulardan baþýný çýkarýp, o yöne doðru belli bir tempoda kulaç atarken, diðerleri onu takibe koyuluyordu.

Bu amansýz yolda zaman zaman dinlenme molalarý vererek, güç tazeleyen kazazedeler, sonra gene ayný yönde uzun süre yüzüyorlardý. Bir ara hýzýný artýran kaptan, önde giden Akkartal'a yetiþerek;

- Biliyor musun dostum, tuttuðumuz yönün doðruluðuna þu an daha eminim ve yolumuz hayli azaldý sanýrým!

Derken. Bunu artýk görünmeðe baþlamýþ olan Kuzey yýldýzýyla sebeplendirip;

-Hem de, çevrede bulunan üç adadan en büyük olanýna çýkacaðýz! Diye ekliyordu. Buna memnun olan Akkartal, ona cevaben:
- Sað ol kaptan, dilerim gerçekten haklýsýndýr!

Derken koyu kobalt mavisi gök kubbe altýnda iki mil kadar daha yol almýþlardý. Bir ara kaptanýn sevinç haykýrýþý yükselip, bunu diðerleri takip etmiþti. Çünkü bir o kadar, belki daha fazla bir mesafede görünen yüksek bir karaltý nihayet görünür duruma geliyordu. Esasen mecalleri tükenmek üzere olan kafile, çýplak gözle tespit edilen kara karþýsýnda cana gelip, kulaçlar yeniden hýzlanýyordu. Bereket versin, deniz akþam dalgasýz ve ilerlemeyi gerekenden çok engellemiyordu. Biraz sonra ayný yüksek karaltýnýn arkasýndan ay doðuyordu. Kalan son güçlerini sarf edip, nihayet birbiri ardýndan kýyýya ulaþan kazazedeler, henüz sudan dýþarý çýkmadan ayak basýyorlardý sýð sahile. Az sonra kumsalda bir araya toplanýp, sevinç gözyaþlarýyla sarýlarak:

-Kurtulduk! Yaþasýn kurtulduk! Derken, sevinç ve minnet duygularýný;
-Yaþasýn Akkartal!

Nidalarýyla sürdürüyorlardý. Onlar bu kurtuluþu kutlarken, Akkartal içinden kendisini mahcup etmeyen yüce Tanrýya hamd ve senalar gönderiyordu.

Nitekim kaptana hitaben;

- Kaptan Huan, umarým bu arada adamlarýnýzdan eksilen olmamýþtýr? Diye sorduðunda, kaptan mahzun bir ses tonuyla cevaben:
- Artýk gemisi olmayan bir kaptaným ve sayenizde eksilen yok aramýzdan. Fakat þunu belirtmeli ki, buraya ulaþmakla kurtuluþa götüren yolun sadece yarýsýna varmýþ sayýlýrýz. Çünkü, bildiðim kadarýyla bu adaya kolay kolay gemi uðramaz. O nedenle, nasýl eder de tamamen kurtuluruz, bu henüz bana meçhul. Kabul ederseniz, bu meyanda benim önerim; bundan sonra da kararlarý sizin vermenizdir.

Kaptanýn bu sesli önerisine karþý çýkan olmayýp, bilakis, herkes benimsiyordu. Nitekim Akkartal:

-Arkadaþlar, öyleyse derhal harekete geçip, önce bir ateþ yakmaða bakalým. Sonra ne yapýlacaðýna karar veririz. Haydin þimdi iþ baþýna!

Derken, herkes çevreye daðýlýp, ellerinde uzunlu, kýsalý kýlýç, býçak her ne varsa, bunlarla etraftaki aðaçlardan kuru dallar kesip, belirlenen noktaya toplamaða koyulmuþlardý. Çok geçmeden büyük bir kayanýn dibinde ateþ yakmak üzere yeterli odun yýðýlmýþ, Lama yakma iþini üstlenmiþti. Bunun için iki yöntem biliyordu. Ýlki, bulup getirdiði iki çakmak taþý, diðeri ise iki kuru aðaç dalýnýn sürtünmesi ve etrafa yerleþtirilen kuru otlarýn tutuþturulmasý usulleriydi. Tatbik edilen ikinci yöntem netice verip, bu konuda deneyimli eller, küçük kývýlcýmlarý çok sürmeden büyük bir ateþe dönüþtürmeyi baþarýyordu. Biraz sonra herkes ateþ baþýnda kendisine bir yer edinmiþ, çýkardýklarý ýslak giysileri, kurumalarý için ateþe tutuyordu. Ferli ateþ çok sürmeden bu iþi halletmiþ, giyitler kuruyup, tekrar giyinilmiþti.


KORSANLAR

Adanýn batý tarafýnda bulunan kahramanlarýmýz, bu inanýlmaz olayýn tesirinden, ateþin verdiði kýyassýz yaþam erkiyle ýsýnarak arýnýrken, sair tüm ihtiyaçlarýný unutup, hoþ sohbetlere dalmýþlardý. Bu gibi durumlarda çok görüldüðü gibi, onlar da bilhassa metafizik ve mistik konularda sohbetler açýp, bilhassa üç-dört kiþi konuþurken, diðerleri sükûnet ve ümitle onlarý dinliyordu. Bu konular çoðuna açlýk hissini unutturacak denli hoþ gelse de bu duygunun midesinde yarattýðý ayaklanmaya artýk engel olamayan biri, leziz ateþ baþý sohbetini hissettirmeden býrakýp, adanýn doðusunda kalan koruluða yöneliyordu. Bu giden biraz sonra omzunda bir düzine ada tavþaný ile geri dönüp, herkesi hayretler içinde býrakýyordu. Az sonra kesilip, soyulan tavþanlar ateþte kýzarýrken, ateþ baþý sohbeti tam bir þölen havasýna dönüþüyordu. Bu þölene sebep olan kiþi, olaylar zincirinin artýk unutturmaða baþladýðý suikastçý Takimo'dan baþkasý deðildi.

Bir ara Lama ona hitaben:

- Yahu Takimo, sen ne acayip adamsýn, anlayamadým. Az kalsýn bizi zehirle öldürtecek iken, þimdi tutmuþ açlýktan kývranan midelerimize em olacak iþler yapýyorsun. Bu olayýn aslý neydi, ne olursun artýk söyle? Diyordu.
Fakat o;
-Ben mi zehirletecektim sizi? Sen neden bahsediyorsun, inan anlamýyorum!

Diye, masum bir tavýrla hala itiraz ediyordu. Oysa, onu itham eden yamak Taro da ayný samimi tavýr üzereydi. Bu konu þimdilik bir muamma olarak kalacak gibiydi. Zira kaptan, o tutumuna makul bir sebep göremiyor, suçlu olduðuna artýk inanmýyordu. Akkartal mahut hadiseyi olmamýþ saymýyor, lakin temkinli olarak, çözümlenmesi iþini zamana býrakýyordu. Vakit artýk gece yarýsýný bulup, zaten serin olmayan hava ve ateþin tesiriyle etraf iyice ýsýnmýþ, çevresindekileri rehavet ve uyku sarmýþtý. Derken, bulunduðu uygun bir doða yastýðýna baþýný koyan herkes yatýp, uyumuþ, etrafta halen yanan ateþin çýtýrtýlarýndan baþka ses duyulmaz olmuþtu...

Kahramanýmýz Akkartal, baþýný derme çatma bir yastýða koymuþ, uyurken, zihninden geçenler mimiklerine yansýyýp, yüzünde deðiþen edalar, gördüðü bir baþka rüyanýn eseri olmalýydý. Þimdi onun muhayyilesinde açýlan düþ ekranýna bir göz atýp, orada el’an vizyona giren hadiselere bakalým, neler olmakta...

"... Yaþý hayli ilerlemiþ, nur yüzlü, ak sakallý bir adam elinden tuttuðu altý yaþlarýnda bir çocukla, iri sütunlar arasýndan geçerek, önlerine çýkan çift kanatlý, maun kapýya doðru yürüyorlardý. Yaþlý adam getirdiði bu öksüz çocuðun dedesiydi. Dede eðitimi için onu, acunun bu en eski ve en güzide dergâhýna öðrenci olarak getiriyordu. Bu iþ onun için bu baþlý baþýna bir mutluluk vesilesiydi. Mermer döþeli hol zemini geçip, önlerine çýkan baþka bir kapýdan içeri girmiþlerdi. Yeni gelenlerin kayýt ve teslim iþlemleri burada yapýlýrdý. Az ilerde kurulu maun bir kürsüde kara börklü bir zat vakarla oturmaktaydý. Onlarýn içeri girmesiyle ayaða kalkýp, selamlaþmaktan sonra sað yanýndaki raftan siyah kaplý ceylan derisi bir defter alýp, yerine geçiyordu. Onu bu deftere kaydetmek için adýný soran kara börklü, söylenen adý duyunca, kendisi gibi ela gözlü, oðlana gülümsüyordu. Bu iþ bitince dedesiyle vedalaþan çocuðu elinden tutup, onu geniþ hole çýkarmýþ, hemen yanlarýna gelen daha gençten bir hocaya teslim edip geri gelmiþti. Dede ile bir miktar daha konuþup ayrýlmýþlardý. Genç hoca, refakat ettiði bu çocuðu uzun koridorun sonunda bir dershaneye býrakýrken, yaþlý dede dergâh önünde bekleyen emektar atýna binmiþ, meçhul bir yöne doðru hareket ederken, içinde mühim bir görevi yapmýþ olmanýn gönencini yaþýyordu. Düþ bu ya, aradan yýllar geçip, ela gözlü, çelimsiz çocuk gürbüz bir yiðit oluvermiþ, ve nihayet bu dergâhtan mezun olup, dýþ dünyaya açýlacaktý, lakin, bunun için þart olan çetin sýnavlar vermeliydi. Bu sýnavla denenen bir öðrenci, aþamalardan birinde takýlacak olsa bile icazet verilir, lakin derecesi ona göre kayd olunurdu.

Çok uzun yýllardan beri, beþ aþamalý bu çetin sýnavýn son merhalesinden mezun olan çýkmamýþ, en baþarýlý öðrenciler bile ancak dördüncü aþamadan icazet almýþlardý. Sýnavýn çetinliði, bu sýnavda girenin karþýsýna çýkan ölçücü rakiplerden ötürüydü. Bunlardan geçebilenin karþýsýna mülakat ve son denemeyi izleyen Ulutolga çýkýyordu ki, bu þerefe nail olan henüz yoktu. Nitekim o an gelmiþ, kubbeli salonda sýnav Jürisi onu bekliyordu. Ulutolga, buraya getirildiði günden beri onu yakinen izlemiþ ve bu müstesna kabiliyetin eðitimi ile bizzat alakadar olmuþtu. Lakin gene de son merhaleyi baþaracaðýndan henüz emin deðildi. Çünkü bu sýnavda onu, kendisi deðil, bizzat kadim kýlýç "Alpagut" deneyecekti. Zira bu kýlýç, dergâhýn ilk piri Kam Koca Tuðrul tarafýndan "Tanhu Mete" adýna yapmýþ olduðu o þaheserden baþkasý deðildi.

Alpagut'un bir tini vardý ve eðer o, kabzasýný kavrayanýn ruhu ile baðdaþýyorsa umulan netice alýnýyor, yoksa bu asla olmuyordu. Çünkü ondaki ruh, bu kýlýcýn ustasý ile onun ilk sahibi Tanhu Mete'nin ortak özelliklerini taþýmaktaydý. Aday olan herkes gibi, o da bundan haberdar ve bu sýnavý muhakkak baþarmak istiyordu. Sýnav salonuna girdiðinde baþ eðip, diz kýrarak pirler heyetini selamlayýp, denemenin uygulanacaðý kurulu tezgâhýn baþýna geçiyordu. Bu tezgâh, yerden bir diz boyu yüksekte kurulu, saðlam ve geniþçe bir kürsünün üzerine tahkim edilmiþ olan demir bir sehpa idi. Bunu saðdan gören daha yüksek bir divanda ise, ortada Ulutolga ve onun her iki yanýnda yer almýþ olan önceki aþama pirlerinden oluþan Jüri, uzun tüylü postlar üzerinde oturmuþlardý. Yapýlacak iþ; iki demir çatal üzerinde duran, bilek kalýnlýðýnda ve bir karýþ uzunluðunda bir demir parçasýný, el’an Jürinin önünde ve baþka bir sehpa üzerinde kýnýnda duran "Alpagut" ile ortasýndan ikiye biçmekten ibaretti. Alpagut, Kýlýç piri Gökbörü tarafýndan kendine has merasimle, yerinden alýnarak, ona uzatýlmýþtý. O da ayný merasimle kýlýcý alýp, Kýlýç Piri ve Jüriyi selamladýktan sonra, deneme sehpasý önündeki yerine geliyordu. Þimdi içerde tam bir sessizlik vardý. Derken, henüz kýnýnda durmakta olan kýlýcý iki eliyle kavrayýp, asil çelik namluyu görkemli kýnýndan çekmiþ, kýný sehpa üzerine býrakmýþtý. Sonra kabzayý iki eliyle kavramýþ, pýrýltýlar saçan namluyu yüzü hizasýna kaldýrmýþtý. Þimdi elinde tuttuðu kýlýçla batýnî bir diyaloga girmiþ, kendi gücünü kýlýçla birleþtirmek istiyordu. Saniyeler süren bir konsantrasyondan sonra, bir adýmla hedefe uzanýp, ona tam ortasýnda bir noktada namluyla dokunup, tekrar geri ayný duruþa geçmiþti. Ayak ve kollarý belli hareketleri refleks haline getirmek için tekrar edip, sonra gür bir nara duyulurken, gözle izlenemeyecek bir hýzla demire inen kýlýç etrafa kývýlcýmlar saçarken, hedef iki parçaya bölünüp yere düþmüþtü. Akabinde, töre icabý ve Jürinin oy birliði ile, o andan itibaren ve ondan sonra gene ayný mekâna teslim edilmek üzere, ömür boyu taþýmasý için Alpagut ona veriliyordu..."

Saatler sonra, etrafta ötüþen kuþlar adayý adeta bir kuþ cennetine çevirmiþlerdi. Akkartal bu düþten uyanýr uyanmaz eli yanýndan hiç ayýrmadýðý kadim kýlýç Alpagut'a gitmiþti. Neredeyse güneþ doðmak üzereydi. Adanýn güzel semalarýndan gelen þamatalý bir martý sürüsü, henüz uyumakta olan diðer kazazedeleri de uyarmýþ, derken toparlanýp, ayaða kalkmýþtý herkes. Denizin dün ki vahþi dalgalarýndan kurtulmuþ, nihayet parlak bir güne daha baþlýyorlardý. Ancak, yapýlacak çok iþ vardý. Bunun için önce acýkan karýnlar doymalýydý. Zira güçlerini olabildiðince korumak gerekliydi. Bunun icabýna bakmak için hemen çevreye daðýlan tayfalar, ot, meyve, bitki kökü namýna, yenilebilir ne buldularsa toplayýp, getirmiþlerdi. Derhal ateþi canlandýrarak baþýný çevrelemiþ, çok geçmeden karýnlarý doymuþ olarak kalkmýþlardý. Ýkinci iþ, adanýn dört bir etrafýnda bulunan yüksek noktalara ateþler yakarak, bunlarý yaþ aðaç dal ve yapraklarýyla besleyip, bol duman salmalarý saðlanacaktý. Eðer yine de bir kurtuluþ yolu oluþmaz ise, o zaman son çare, bir sal inþa etmeyi denemek olacaktý. Derken kararlaþtýrýlaný hemen yaparak, dört yönde, uygun noktalara ateþler yakýlmýþtý.

Doðunun en uzak noktasýnda belirmeye baþlayan yoðun aðartý, bir anda üstlerine sabah güneþini doðurmuþtu. Göklerin sultaný güneþ, sanki onlara "Ýþte ben de geldim, haydi yeniden deneyelim" demek istermiþ gibi, sýcak tebessümler gönderiyordu. Nitekim çok geçmemiþ, adanýn Kuzey-batý yönünde bulunan gözcünün bir iþareti, bütün gözlerin o tarafa yönelmesini saðlamýþtý. Çünkü ufukta çalan güneþle yelkenleri parlayan bir gemi bu tarafa geliyordu. Biraz sonra bütün kafileyi büyük bir sevinç sarýp, elleri havalarda coþku nidalarý atarak dolaþýrken, sonra toplanýp, adanýn o kesimine yürümüþlerdi. Burasý, geldikleri yöne göre rakýmý gittikçe artan, önce aðaçlýk, sonra geniþ bir çukur ve sahile yukarýdan bakan kayalara götüren bir tümsekti. Buradan kumsala inmek için tek yol, kayalýktan aþaðýya doðru kaymaktý. Kafile çukuru aþýp, düzlüðe ulaþtýðýnda, yelkenli de bir hayli yakýna gelmiþti. Denizden üç adam boyu yüksekte, aðaçtan oyulma bir ejder baþý, yaklaþan görkemli geminin burnunu oluþturuyordu. Büyük serenlerinde birçok yelken geriliydi. Bu yelkenlerin üstünde siyah, motifsiz bir de bayrak asýlýydý. Düzlüðü çevreleyen fundalýk, önlerine duvar örmüþ gibi sýktý. Bu duvarýn arasýndan yer yer yükselen bambulardan yelkenliyi görmek pek mümkün olmuyordu. Gemiyi net olarak görebildikleri noktaya geldiklerinde ise kaptan:

- Arkadaþlar, bunun bir korsan gemisi olduðuna kalýbýmý basarým. Bahtýmýza çýka çýka iþte bu çýktý sonunda. Sakýn bu adamlarýn eline geçmeyelim, yoksa bizi zincirle küreðe baðlayýp, ömür boyu forsa yaparlar ona göre.

- Yanýlmadýðýna emin misin kaptan? Diye soran Mirza idi. Bu soru hemen herkes için geçerliydi.

Nitekim umarlý bir edayla gülen Akkartal:

- Mademki bu bir korsan gemisiymiþ, o halde onlara hemen görünmeyelim. Kalabalýk olduðumuz anlaþýlmasýn. Aksi halde sahile çýkmak istemeyebilirler. Oysa sahile çýkmalarý pekâlâ iþimize gelebilir. Zira þu veya bu þekilde bir gemiye acil ihtiyacýmýz var, öyle deðil mi kaptan?

Kaptan:
- Doðru, aksi halde durumumuz zaten vahim. Ha, bunun için aklýma bir fikir geliyor, ama bilmem siz ne dersiniz?

Akkartal:
- Sanýrým ayný fikirdeyiz kaptan, önce siz söyleyin bakalým!
- Bana kalýrsa, bunlarla ilk görüþmeyi iki kiþi yapsýn ve niyetleriyle, gemideki korsan sayýsýný öðrenelim. Ama onlarý da belli mesafeden baþka bir ikili gizlice izlesin. Daha beride kalan çoðunluk duruma göre davranýp, gereken neyse yapsýn. Ne dersiniz?

Bu fikir genel onay almýþ, hemen uygulamaya geçilmiþti. Hepsi on sekiz kiþiydiler. Ýþ bölümü yapýlarak, ilk diyalog için kaptan ve Chang adlý tayfa seçilmiþti. Taro ile aþçý yamaðý ise onlarý izleyeceklerdi.

Akkartal ek olarak:
- Mümkünse onlarý bu çukura çekersiniz. Biz sizi buradan izleyeceðiz.

Derken, herkes silahlarýný gözden geçirip, gemiyi görebileceði bir pusuya çekiliyordu. Biraz sonra gemi iyice yaklaþýp, sahile yüz kulaç açýkta demir atmýþtý. Yakýndan bakýldýðýnda gemi çok daha büyük ve yeni görünüyordu. Kaptan köprüsü, geniþ bordasý ile iki küçük, bir de büyük seren direði vardý. Görünüþe göre bordasýnda en azýndan elli kiþilik mürettebat olmalýydý.

Nihayet Kaptan ve Taro sahile inmiþ, bir kayanýn üzerinden gemiye doðru el kol iþareti yaparak, yardým istiyorlardý. Onlarý fark eden gemidekiler suya iki kayýk indirmiþlerdi. Sonra her bir kayýða dörder kiþi binip, küreklere asýlmýþlardý. Az sonra sahile ulaþan filikalardan inenler gerçekten korsan tipli, iri yarý adamlardý. Bol yenli, bol bedenli, kýrmýzý kumaþtan mintanlarýný kalýn kemerlerle kýstýrmýþ, altlarýnda koyu mavi þortlar bulunan kiþilerdi. Enli kemerlerinde dikkat çeken palalar takýlýydý. Bu cüsseli, farklý ýrklara ait olduklarý izlenimi veren adamlarýn kimi sakallý, kimi serpuþlu, kimi de iri halka küpeliydiler. Ýyice yaklaþtýklarýnda onlarý yapay bir tebessümle karþýlayan kaptan Huan:
- Þükürler olsun, sizi buraya her halde Amida Budha'nýn bir ilhamý göndermiþ olmalý. Derken, hemen aklýna, yaktýklarý o ateþler ve saldýklarý onca duman gelince; e, þey, yani eðer hala tütmekte olan o dumanlarý görmediyseniz? diye düzeltiyor, korsanlar bu sözlere kahkahalarla gülüyordu. Onlardan en iri yapýlý olaný, kalýn boðuk sesiyle:

-Söyleyin bakalým, siz burada ne arýyorsunuz, kimsiniz? Kaptan:
-Ben bir kaptaným, yani kaptandým. Ama dün akþam fýrtýnaya yakalandýk. Gemim ne yazýk ki, adanýn öte tarafýnda kayalara çarparak parçalandý. Bütün mallarýmýz suyun dibini boylayýp, burada çaresiz ve mahsur kaldýk. Diye yakýnýnca, korsan hayal kýrýklýðýyla kýzarak:
- Hiç bir þey kurtaramadýnýz mý yani gemiden? Sadece siz mi kaldýnýz hayatta? Her halde salt ikiniz deðildiniz sefere çýkan?

Kaptan zoraki gülerek:
- Hayýr, tabii ki sadece ikimiz deðildik, ama on adamým sulara kapýlýp boðuldular. Sadece biz ve öte tarafta bekleyen zengin dostum Persiyalý Prens Mirza ile bir adamý kurtulduk.

Bu son cümleye kadar suratý asýk duran korsan, birden neþelenerek:

- Ya, öyle mi? Demek baþkalarý, hem de zengin biri daha var aranýzda ha?

- Evet, bize yardým ederseniz borcumuzu fazlasýyla öderiz. Gerçi dostumun sandýk dolusu altýnlarýný henüz çýkaramadýk, ama batýk yerini biliyoruz, hem çok derin de deðil orasý.
- Nasýl? Bir sandýk dolusu altýn mý vardý geminizde? Yerini biliyorsunuz hem de, öyle mi?

Adam altýn lafýný duyunca birden histeriye tutulmuþ gibi olup, gözleri dönmeðe, aðzý salyalaþmaða baþlamýþtý. Sonra yanýndaki adamlarýna hitaben:
- Çabuk bunu gemiye, reis Kato'ya götürün, bir de o konuþsun bakalým! Demiþti. Ama kaptan kývrak bir manevra ile atýlarak, buna gerek olmadýðýný, çok lazýmsa
birinin gidip reisi buraya çaðýrmasýnýn daha yerinde olacaðýný söylemiþ ve bu fikir anýnda kabul görmüþtü. Nitekim az sonra Reis Kato ve iki kürekçisi yanlarýndaydý. Reis Kato kara yaðýz, ablak çehreli, seyrek býyýklý ve sol yanaðýnda uzun ve derin bir yara izi bulunan, irikýyým bir adamdý.

Kaptana hitaben:
- Senin adýn Huan deðil miydi? Beni tanýmadýn mý yoksa?
- Reis Kato, kusura bakma ama, senin adýný, sanýný az öncesine kadar hiç duymamýþtým!
- Bu þimdi mühim deðil, sen önce çabuk o bana söylenenin doðru olup olmadýðýndan haber ver! Altýnlar nerede? Zengin adam hani, yerlerini göster canýn tatlýysa?

Korsanlarýn reisi bunlarý söyleyince, adamlarý ellerini pala kabzalarýna götürüp, gözdaðý vermek istemiþlerdi. Gönüllü korkak kaptan, bundan etkilendiðini ziyadesiyle abartarak gösterip, korsanlarý daha da þýmartýyordu.

Nitekim korsanlarýn baþý:

- Bana ünlü Reis Kato derler, bütün bu denizler benden sorulur, krallar bile bana haraç verir, bunu sen nasýl bilmezsin bre sersem! Diye böbürlenmeðe baþlýyordu.
Kaptan:
- Çok af edersin reis Kato, cahilliðime say, ben iþlerimle o denli meþguldüm ki, inan kendi komþularýmý dahi tanýyamadým.

- Fazla uzatma, düþ önüme þimdi, beni o adamýn yanýna götür. Sakýn aklýndan da bir aldatmaca geçmesin, yoksa postu hemen deldirirsin, ona göre?

- Tamam reis, ne haddimize, buyurun hemen gidelim!

Bunun üzerine Kaptan önde, on bir kiþiden oluþan korsan sürüsü arkada, Akkartal ve arkadaþlarýnýn bulunduklarý çukurluða doðru yola çýkmýþlardý. Henüz çukurluða girmeden bile gemi aðaçlar arkasýnda kalýp, görünmez oluyordu.

Nitekim büyük bir kayanýn önünden gelinmiþti ki:

- Durun! Hemen silahlarýnýzý býrakýp, teslim olun! Diye gürleyen bir ses, ilk anda korsanlarý yerlerine yapýþtýrmýþtý. Baþýný sesin geldiði yere, kayaya doðru çeviren Kato, orada, eli kýlýcýnýn kabzasýnda duran Akkartal'ý yalnýz görünce, öfkelenerek:

- Hey, sen de kim oluyorsun? Ölümüne mi susadýn be adam?! Cevaben Akkartal;
- Býrak soru sormayý, dediðimi yap sersem. Yoksa baþýn omuzlarýna yük etmeðe mi baþladý?

Bu sözleri tek kiþiden duymaya alýþýk olmayan korsanlar, önce umursamak istememiþti. Nitekim kaptan ve Taro kýlýçlarýný çekip, yana atlarken, Mirza, Tao-Li ve diðerleri, yalýn kýlýç çalýlarýn arkasýndan ortaya çýkýp, etrafý sarmýþlardý. Geç de olsa bir tuzaða düþürüldüklerini anlayan korsanlar, silahlarýný atmýþ, teslim olmuþlardý. Nitekim tekrar sahile dönüp, gemiye götüren üç kayýða doluþmuþlardý. Reis Kato, eli yýlan burmasý hançerli Mirza'nýn tehdidi altýnda, gýkýný bile çýkaramadan söyleneni yapýyordu. Gemide ki korsanlar, hep beraber gemiye bininceye kadar gerçek vaziyet anlayamamýþlardý. Nitekim bordaya çýkýnca sýkýþtýrýlan reisin emri, bütün korsanlara silah býraktýrýp, hepsi tutsak edilerek, ambarý boylamýþlardý. Homurdanarak iki ayrý bölmeye kapatýlan korsanlar, daha sonra eski forsalarýyla yer deðiþtirmiþ, Kato bu defa da forsa baþý olmuþtu.

Hem yelken, hem de kürek marifetiyle iþleyen bu gemi, çaðýnýn en hýzlý deniz taþýtý sayýlýrdý. Eski forsalar ilk fýrsatta salýverileceklerini duyduklarýnda, önce kulaklarýna inanmayýp, sonra bahtlarýný deðiþtiren kahramanlara teþekkür ederek, bu ani dönüþüm karþýsýnda sevinç gözyaþlarý döküp, bayram etmeðe baþlýyorlardý.


.Eleþtiriler & Yorumlar

:: Akkartal romaný ve düzenlemesine dair...
Gönderen: Hüsrev Özel / , Türkiye
6 Kasým 2008
Sevgi ve saygý deðer Okurlarým... Senelerden beri üzerinde çalýþtýðým Akkartal isimli tarihsel romanýmý nihayet arzu ettiðim, gereken þekilde tashih ile yeni bir düzene sokarak, izlenimlerinize suna bildiðim için mutluyum. Selam ve saygýlarýmý sunuyorum...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn tarihsel roman kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Tanrý Daðlý Akkartal 2. Bölüm
Tanrý Daðlý Akkartal 3. Bölüm
Tanrý Daðlý Akkartal 4. Bölüm

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Savaþçýnýn Ýntikamý [Öykü]
Askerlik Macerasý... [Öykü]
Açý ve Usta [Öykü]
1.Bölüm: Çatal Yürek [Öykü]
Ademin Akýbeti [Öykü]
[Eleþtiri]


Hüsrev Özel kimdir?

Yazma tutkusu olan herkes gibi, bu yolda bir çok cefayý bedel olarak ödemiþ biriyim.

Etkilendiði Yazarlar:
Bir çok iyi yazar var, lakin H.N.Atsýz ve P.Safa'nýn yeri baþkadýr nezdimde.


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hüsrev Özel, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.