Yaþam baþlangýcý olmayan bir yolculuktur. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Tozdan beton rengine bürünmüþ saçlarýyla Merve ‘burdayým abi’ dedi. Üzerinde sarý kýsa kollu bir tiþört vardý. Yüzü gözü toza bulanmýþtý. Aradan geçen zamanda en az dört büyük sallantý olmasýna raðmen, iki tonoz arasýnda omuzlarýndan sýkýþmýþ olarak ayný yerde duruyordu. Sabahýn ilk saatleri… Bu þehirdeki herkes ya ölmüþ, ya da aðýr yaralanmýþtý. Bazýlarý da bu felaketten kurtulmayý baþarmýþ, yarý çýplak bedenleriyle kaldýrýmlarda, parklarda korku dolu gözleriyle dýþarýda bekliyorlardý. Ýzmit’te neler olduðunu, depremin yarattýðý sarsýntýnýn boyutunun ne olduðunu bilmiyorduk. Televizyon, radyo, ya da cep telefonu; hiç biri burada çalýþmýyordu. Tam bu sýrada aklýma Türkiye’nin diðer kýsmýnýn o saatte ne yaptýðýný düþünmeye baþladým. Yani 17 Aðustos’un gündüz gözüyle görülebilen ilk sabahýný… Acaba Kocaeli dýþýnda hangi iller bu depremi hissetmiþti. Ýstanbul, Bursa ya da Trakya’da depremin hissedildiðine emindim. Ankara, Ýzmir, Antalya, Trabzon, Erzurum, Konya, Diyarbakýr… Onlar belki de sarsýntýyý yaþamamýþlardýr diye düþündüm. Oralarda olmak istedim. Sabah kalktýðýmda yýkýlmamýþ bir ev içinde, yaz günlerinden birinde, pencereleri aralayýp çayýmý yudumlarken, bir günü daha huzurlu geçirmeyi arzu ettim! Ama sonra… Bir felaket yaþanmýþtý ve o felaketin kurbanlarý olmalýydý diye düþündüm. Felaketin bu sefer ki kurbanlarý biz olmuþtuk. Deprem 03.02’de meydana gelmiþti. Aradan üç saat geçti; 06:02 Ömrümde ilk defa ezansýz bir sabahý karþýlýyordum. Minareler suskundu, camiler boþ, savrulan ceset kokularý kentin atmosferine yayýlýyordu. Yüzüm kapkara, kirli ve kokuyorum. Pili bitmek üzere olan telsizimdeki anonslar artarak devam ediyor. Omzumda asýlý basýn çantamda duran fotoðraf makinesini boþta kalan omzuma asýp kalkýyorum yerimden. Çaresizlik tam olarak böyle bir þeydi. Farkýnda olup da, hiçbir þey yapamamak! Görüp de, göz göre göre buna katlanabilmek. Gazetede depreme yakalanan arkadaþlarým aklýma yeni geliyor. Merve’yi, yeniden dönmek üzere oradaki birkaç ‘þaþkýn göz’e emanet edip Ýzmit Çarþý Polis Karakolu’nun da bulunduðu Acýsu Parký’na doðru yürüyorum. Parkýn hemen karþýsýndaki apartmanýn yol ile paralel zemin katýnda tozlar hala uçuþuyor. Etrafýndaki apartmanlarýn birçoðu akordeon gibi birbirine girmiþ. Sarsýntýdan kurtulanlar park alanýnda toplanmýþ, titrek bir ifade ile birbirlerine sarýlarak teselli vermeye çalýþýyorlar. Gözlerim, o sýrada gazetede olan Hakan ve Þenol’u arýyor. Bu sahne bana bir yerden tanýdýk geliyordu ama bir türlü çýkaramýyordum. Sözler mi, ayetlerden mi, bir yerden Buldum iþte; Parkta yarý çýplak toplanmýþ insanlar o ayeti hatýrlatmýþtý! “…Gurup gurup toplayacaðýmýz mahþer gününde, artýk onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevk edilirler” (Kuran-ý Kerim 84/20) Gazetenin olduðu binanýn yanýna yaklaþýyor içeriye bakýyorum. Bina tam olarak yýkýlmamýþtý. Baþýmý uzatýp içeriye bakýyorum. Ama kimseleri göremiyor gözlerim. Umarým kurtulmuþlardýr diyerek insanlarýn toplandýðý parka yürüyorum. Hemen yan taraftaki parkta onlarca insan… Ýþte orada… Þenol… Hakan’a sarýlmýþ çocuk gibi bekliyorlar. Çaresiz bakýþlarýyla etrafý yokluyor. Onlarý görmenin kýsmi rahatlýðýyla dýþarýda bulunanlardan birkaç kare fotoðraf çekmeye baþlýyorum. Yerden oturanlardan bir adam, ‘Deli misin sen ya! Ýnsanlar ne halde görmüyor musun? Bu halde fotoðraf mý çekilir’ diyor. Her büyük olay için ayný tepkileri veriyorlardý insanlar. “Bu halde fotoðraf çekilmeyecek de hangi halde çekilecek” diye kendi kendime “devam et” diyorum. Adam daha da sinirli bir biçimde “Kardeþim çekme diyoruz yaaa” Þenol yanýma yaklaþýyor, “Neden çekiyorsun, artýk gazete yokki” “Kýyamet bile kopsa, onun kopacaðýný ilk önce muhabir verir diyen kimdi diyorum. Öyle ya, biz normal zamanlarda hep benzer kalýp ifadelerle görevimizin kutsallýðýndan bahseder dururduk. Bu bir içgüdüsel eylemdi. Ben bile buna engel olamýyordum. Bildiðim tek gerçek, bu manzaralarýn kayýt altýna alýnmasý gerçeðiydi. Ancak onlarý nerede yayýnlayacaðýmý hiç düþünmemiþtim. Ýzmit Büyükþehir Belediyesi’nin arkasýndaki binaya doðru yürümeye baþladým. Arasýnda sadece üç sokak bulunan enkaza giderken etrafýmda koþuþturan insanlar batmak üzere olan bir gemiden ganimetleri kurtarmak için çýrpýnan tayfalar gibi koþuþturuyordu. Nedendir bilemedim, ayný anda “Allah” adýný baþka hiçbir zaman da duyamayacaktý kulaklarým. Tam geldim dediðim anda bir sarsýntý daha meydana geldi. Elimde fotoðraf makinesi ile yarýsýný kaybettiðim gazetecilik refleksimi uyandýrmaya çalýþýyorken çýðlýk sesleri yeniden yükseldi. “Hayýr, hayýr hayýr” Merve hala orada, kurtarýlmayý bekliyordu. Omuzlarýndan geçen iki tonoz ancak bir vinçle kaldýrýlabilirdi. Tabi hala o küçük omuzlarýyla birleþmemiþse… Minnacýk bedeni o dev aðýrlýk altýnda kalmadýysa… Ben Acýsu Parký’na çýkarken Merve’ye bakanlar sadece teselli ile acýsýný dindirmeye çalýþýyorlardý. Koþmaya baþladým. Her adýmýmda çantamýn içerisinde bulunan malzemelerin birbirine vurmasýyla, geçen zaman da kaç kiþinin daha yaþamýný yitirmiþ olabileceðini düþünüyorum. “Biraz daha hýzlan Orhan” Koþuyorum. Merve’nin çakýr gözleri düþüyor önüme, “Kurtar beni abi” diyordu. “Yaþayacak daha çok günün var tatlým, dayan az daha” Koþuyorum, daha sýký, daha sýký… Köþeden döndüðümde toz bulutu karþýlýyor sabýrsýz gözlerimi… Az önce meydana gelen sarsýntýyla tam olarak yýkýlmayan o kat, artýk bir alttaki daire ile bütünleþmiþti. Ne polis ne itfaiye… Kimseler yok! Elinde ýþýldakla bekleyen bir adam! “Ne oldu?” diye soruyorum. Adam “Bilmiyorum” diye yanýtlýyor. Ýçeri doðru ilerliyorum “Sesimi duyan var mýýýý” Ses yok! Bir daha baðýrýyorum, “Sesimi duyan var mýýýý” Ses yok! Bu lafý o kadar tekrar etmiþtim ki, her söylediðimde aðlarken boðazýmda oluþan yýrtýlmanýn verdiði acýyý tadýyordum. Haykýrýþlarým artýk aðlayýþlarým olmuþtu. Moloz yýðýnýna dönen binanýn önünde bir sarsýntý daha oluyor. Kýmýldamýyorum bile, artýk içimdeki korku teslimiyete daha yakýn bir ruh haline bürüyor beni. Molozun içine doðru ilerliyorum. Taþ topraðý kaldýrarak, yukarýdaki parka gitmeden önce, en son aklýmda kalan yerinde arýyorum onu… “Sesimi duyan var mýýýý”
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Orhan TURAN, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |