..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Kürtaj sadece kendileri bir zamanlar doðmuþ insanlar tarafýndan savunuluyor. -Ronald Reagen
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Ýnceleme > Tasavvuf > Ali Osman Öztürk




30 Aralýk 2001
Luise Rinser'de Ýnsan Sevgisinin Temeli  
Ali Osman Öztürk
Luise Rinser'in 18 Mart 2002 tarihinde ölümü üzerine yeniden.


:DGJA:
Ali Osman Öztürk

Ýlim, ilim bilmektir / Ýlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktýr?Yunus Emre (Kabaklý 1972, 62).

Giriþ

Edebiyat genel anlamýyla zaten sevgi, hoþgörü ve insan haklarýný kapsar.. Edebiyat tarihi de bir anlamda bu kavramlarýn tarihidir. Bu yönüyle edebiyat tarihi, kültür tarihinin üst yapýyla ilgili bölümünün yazýyla estetize edilmiþ halini anlatýr. Baþka bir deyiþle, edebiyat bir yandan içinde oluþtuðu kültürle beslenirken, diðer yandan kendisi de bu kültürü besler. Batý kültürünü, dolayýsýyla edebiyatýný besleyen üç önemli damardan söz edebiliriz: 1. millî özellikler, 2. Antik kültür, 3. Hýristiyanlýk. Avrupa tarihine bakýlýrsa, belirli dönemlerde bu üç unsurdan birinin vurgulanmýþ olduðu görülür. Týpký bizde olduðu gibi. Deðil mi ki, bazen din, bazen milli gurur bazen de Batý kültürü aðýrlýklý olarak kültür politikamýza yön verir.

Avrupa tarihinde, genel olarak söylenebilir ki, milli gururlar ön plana çýktýkça sevgi, hoþgörü ve insan haklarý gerilemiþtir. Halbuki Batý kültürünün diðer iki damarý olan Antik kültür ve Hýristiyanlýk, insaný ön plana alýr, insan sevgisini vaaz eder.
Ben bu yazýmda, özellikle Hýristiyanlýðýn Alman edebiyatýna yansýmasý üzerinde durmak istiyorum. Aþaðýdaki notlarýn hareket noktasýný Alman yazar Luise Rinser oluþturacaktýr.



1. Didaktik bir yazar olarak Luise Rinser

Günümüz Alman yazarlarýndan olan Luise Rinser (özgeçmiþi ve yaþamý için bkz. Öztürk 1996b: 85-93) sevgi, hoþgörü vs. baðlamýnda, önce insan varlýðýnýn anlamýný ortaya koymak ister. 1933'te Nazi olmayan bir gençlik kampýnda kendisini sosyalistçe eðiten bir grubun telkinlerine raðmen o, ne sosyalizme ne de komünizme itibar etmemiþtir; "Çünkü marksizm, benim suça, ölüme, varolmanýn anlamýna, insanýn ölümden öte kaderine iliþkin sorularýma yanýt vermiyor" (Rinser 1991a: 177) demektedir.

Rinser iletiþimsel bir yazar olarak kendine yazýlan mektuplara karþýlýk verir, sorularý cevaplar. Özellikle gençlerden gelen mektuplarý özenle cevaplandýrmayý ihmal etmez. "Yazýlarýnýn genel karakteri 'iletiþimsel' olan yazar, sanatsallýðý hep muhafaza ederek, aydýnlanmacý pedagojinin gereklerini gözetmekte; dolayýsýyla haklý olarak 'sözler…bir mesaj vermek içindir' parolasýný, gerçekçi bir ilke olarak benimsemektedir. Modern medya ortamýnda o, hiç ödünsüz bir biçimde edebiyatýn 'klasik' iþlevini önplana alýr, kimsenin 'borazaný' olmaksýzýn kitle oluþturmak ister." (Schwab 1998: 11)
Schwab, Rinser'in "halk yazarlýðý", "kadýn romancýsý", "solcu katoliklik", "iç göç", "yeni gerçekçilik" ve nihayet "Hýristiyan edebiyatý" baðlamýnda yerini tartýþtýktan sonra, mesaj verme ilkesini þöylece haklý çýkarýr: "Yazarlar, kimsenin itiraz edemeyeceði gibi, hiçbir zaman yalnýzca estetik yetenekleri yüzünden okunmadýlar ve okunmazlar, aksine onlardan kendi görüþlerimize, yaþam sorunlarýmýza yanýtlar, hatta 'yönlendirilme' bekleriz, ki bunun için sadece kendi yüzyýlýmýzdan Stefan George, Hermann Hesse veya Arno Schmidt'e gösterilen ilgiyi hatýrlamak yeter. Bu ise edebiyatýn doðasýna uygun bir iþlevdir." (Schwab 1998: 13)
Aþaðýda aðýrlýklý olarak Rinser'in yaþam sorunlarýyla ilgili görüþlerinden insan sevgisine uzanan dünya görüþünü belirleyen Hýristiyan felsefesiyle doygun açýklamalarýna yer vereceðim.

2. ÝNSANIN TEMEL SORUNU

Gençlerin, insanýn varlýðýný sorgulayan sorularý Rinser için iki açýdan önemlidir. Birincisi bu sorular üzerine birçok insan düþünmekte, yazmaktadýr, ve milyonlarca insan ayný þeyi, bizden önce düþünmüþler ve yazmýþlardýr. Ýkincisi bu arayýþ insanýn temel sorunudur (bkz. Rinser 1992a: 63).
Luise Rinser, insanýn temel sorunu diye nitelediði bu arayýþý, ikibini aþkýn yýl önce, Delfi'deki tapýnaðýn üzerine »kendini taný' cümlesinin kazýndýðý bir zamanda yaþayan ve matematikteki kare ve üçgen öðretisi dýþýnda hakkýnda pek birþey bilmediðimiz ünlü profesör Pisagor'dan aktardýðý þu öyküyle açýklar: "Ýnsan önce bir ruh olarak gökyüzünde günahsýz ruhlar arasýnda bulunur. Fakat herþey deðiþtiði için, o da yine yeryüzüne inmek zorunda kalýr. Hocalarýyla ve arkadaþlarýyla vedalaþmadan önce, onlara törenle gökyüzünden bir ruh olmak onurunu muhafaza edeceðine dair söz verir. Sonra atmosferin katmanlarýndan iniþe baþlar, ve inerken gökyüzünü ve yukarda kim olduðunu unutur. Ýnsan olur. Fakat gökyüzünden artakalan þey ise, yine gökyüzüne duyulan özlem, gökyüzünde olduðu gibi olma özlemidir. Onun tüm yeryüzü yaþamý, eskiden ve þimdi olduðu kiþiyi aramaktan ibarettir." (Rinser 1992a: 18)

Biz insanlar, yürüdüðümüz yolda kendimize çizilen bir yolda ilerlediðimizi düþünürüz. Peki önümüzden gidip bize bu yolu hazýr eden kimdir?

Varlýklarý hallerine göre ikiye ayýrýr Luise Rinser. 1. ruhsuz varlýklar: Bunlar olmakla yetinirler. Aðacýn, taþýn, suyun, hayvanýn anlamý onlarýn varlýklarýndadýr. Onlar manayý yaþadýklarýndan þüpheye düþmezler. Onlarýn mutluluðu sormadan var olmalarýnda yatar. 2. Ruhu olan varlýklar: Bunlara var olmak yetmez. Çünkü, bunlar tabiat varlýðý deðil, ruhu olan varlýklardýr. Ruhu olan bir varlýk derken, öyle düþünen bir varlýðý, (biyologlarýn bize din gibi kabul ettirmek istedikleri gibi) tesadüfen bir medeniyet kurmaya gelmiþ düþünen bir hayvaný kastetmez (bkz. Rinser 1992a: 64).

2.1. Ýnsanýn içindeki "ilâhî nefes"

Ne demek istediðini, mitlerin dilini kullanarak açýklamak ister, çünkü ancak onlarýn yardýmýyla, ruhun sýrrýna daha yakýndan vakýf olabiliriz:
"Ýncil'deki yaratýlýþ rivayetinde, gerçi Tanrýnýn, insaný çamurdan, ama kendi suretine göre yarattýðý ve ona kendi nefesini üflediði yazýlýdýr. Nefes, yalnýzca yaþam anlamýna gelmez, çünkü Tanrý yaþamý tüm yaratýklara verdi. Nefes, burada ilâhî nefesi, ilâhî ruhu ifade eder. Ýþte Bu insandýr: Tanrýnýn benzeri, Tanrýnýn ruhunun ruhu. Örneðin siyasi bir gösteri esnasýnda, göstericilerin ve polislerin gergin, kin dolu yüzlerini, ayrýca seyreden vatandaþlarýn korkulu yüzlerini görünce buna inanmak zor gelir. Tanrýnýn çocuklarý bunlar mý olmalýdýr?" (Rinser 1992a: 64)

Yazara göre gösteriyi yapan da, onlarý döven polis de, ve ikisini seyreden vatandaþlar da "aydýnlýðýn çocuklarýdýr". Ancak bunu bilmezler.. Ne baþkalarýnýn ne de kendilerinin deðerini ve onurunu tanýrlar.
Rinser, Andersen'in bir masalýndan örnek gösterir (Rinser 1992b: 64 vd.): Aynasý kýrýlan Kar Prensesi masalý. Bir kýrýk cam parçasý fýrlar, o ana kadar iyi ve sevgi dolu olan küçük çocuðun gözüne girer, ve o andan itibaren tüm insanlarý paramparça ve çirkin görür. Ancak gözündeki parçadan kurtulunca doðru görmeye baþlar. Peki þimdi doðru dediðimiz þey nedir? Masalda bu, paramparça olmayan, düzgün anlamýndadýr.

Tabi, biz insanlarýn »iyi' olmadýðý konusunda kendimize serzeniþte bulunamayýz. Ýyi olmayan birçok þey yaparýz. Fakat insaný gerçekten tanýrsak, onun iyi olmayan eyleminin arkasýndaki Tanrý ruhunun pýrýltýsýný görürüz. Onu ise þüphesiz ancak, gözüne Kar Prensesi'nin kýrýlan aynasýndan parça kaçmamýþ olan biri görür. Kýrýk bir ayna gerçeði paramparça gösterir.

Kendisi kýrýk, parçalanmýþ ve karanlýk olan biri de baþkalarýný parça parça görür. Yalnýzca Tanrýnýn nurunu bizzat kendi içinde bilen biri, o nuru hemcinsleri içinde de bulur.

Hýristiyan düþüncesine göre "Ýsa tamamen ruh ve ýþýktýr, bu yüzden o »kötüleri' de sevebiliyordu. Bu þekilde, sonradan kendisine ihanet edeceðini bildiði Yahuda'nýn ayaklarýný yýkamýþtý: çünkü Yahuda'nýn da içindeki ilâhî ruhu görmüþtü. Biz de böyle olsak ve öyle baksak, hemcinslerimizi itip kakamaz, sömüremez, iþkenceye tabi tutamaz, vuramazdýk.. »Cennetvari barýþ' içinde yaþar, tüm sorunlarýmýz çözülürdü." (Rinser 1992a: 65)

2.2. Cennet miti

Cennet mitini sadece insanlýðýn geçmiþi ya da tarihi olarak algýlamaz Luise Rinser. Ona göre "daha önemlisi, mitlerin her zaman gerçekleþebileceðini bilmektir. Böylece içimizdeki cennetvari bir barýþ anýsýna bir imkân olarak, yani gelecek için bir umuda sahip oluruz. Aslýnda hepimiz »yeryüzünde bir cennet' inancý taþýrýz. Bu anlamda mallarýn hakça bölüþülmesi ve insanlar arasýndaki karþýtlýklarýn aþýlmasý yoluyla onlarý yeryüzünde mutlu kýlabileceklerine inanan hakiki Marsistleri de yeryüzü cenneti peþinde koþanlar olarak görür yazar. Umutlar ayný zamanda geçmiþi anýmsamadýr (Rinser 1992a: 65 vd.).

Geçmiþle umutlarýmýzý, yani geleceði bir noktada buluþturan Rinser, geçmiþin güzellikleri ile geleceðe dönük güzel beklentilerimizi adeta "Cennet" kavramý içinde deðerlendirmektedir. Peki geçmiþte böyle bir yer var idiyse, buraya ne olmuþtur ve cennetten çýkan insan nasýl bu hale gelmiþtir? Rinser'in sorusu ve cevabý þöyle:
"Peki cennete ne olmuþtur? Cennetten gelen ve o zamanýn mutlu, Tanrýya yakýn, Tanrýnýn yarattýðý bu insan, nasýl diktatör, savaþ kýþkýrtýcýsý, atom bombasý mühendisi, paragözlü, zevkten adam öldüren, çocuklarý kötü emellerine alet eden, köle tüccarý, rüþvet yiyen hakim, insan düþmaný umarsýz siyasetçi, dostu olmayan kinci oluvermiþtir? Yolunda gitmeyen bir þeyler oldu herhalde. Yoksa öyle deðil mi?" (Rinser 1992a: 66)

Luise Rinser Ýncil'de yazýlý olan birþeyi anýmsatýr: Bir yýlan gelir ve insaný, Tanrý tarafýndan akýlsýz çocuk muamelesi gördüðü ve asýl bilginin, yani iyi ile kötünün ayýrt edilmesi konusunun ondan esirgendiði konusunda kandýrýr. Ýnsanlar bu ayrýmý neden öðrenmeliydiler, ve Tanrý bunu onlardan neden esirgesindi? Bu mitosun arkasýndaki sýr nedir? Bu garip karanlýk hikayeyi anlamak için »yýlan'ýn kim olduðunu sormalýyýz. Deniyor ki: Þeytan. Bu o kadar basit deðil.

Yazar, Hýristiyan ve týp sembolizminin yardýmý ile "yýlaný", "bilmek isteyen bilinç" olarak yorumlar:
"… Ýnsanýn, »iyi' ile »kötü'yü ayýrt etmeden öylesine yaþadýðý bir aný vardýr. Bir bilinçsizlik anýnda yaþamaktadýr. Derken o yýlan gelir (içinde uyanýr): bu, bilmek isteyen bilinçtir. Böylece bölünme, yaratýcý huzursuzluk ortaya çýkar. Doðal barýþ ve mutluluk sona erer." (Rinser 1992a: 67)
Rinser'e göre "»Bilgi aðacý'nýn meyvesinden yemek, bilinçsizlik cennetinden kovulmak dýr. Ýnsaný cennetten kovan Tanrý olmamýþ, bunu kendisi istemiþti. Bir daha da geri dönemezdi. Týpta, doðumdan dölün atýlmasý diye söz edilir. Annenin kendi çocuðunu sürüp ittiðini söylemek kimsenin aklýna gelmez. Göbek baðýnýn kesilmesiyle birlikte bu itiþ zorunlu bir olaydýr, acý verir ve duruma göre tehlikeli, ama kaçýnýlmazdýr..
Ýnsanlar bilgi istediklerinde bunun karþýlýðýný ödemek zorunda kaldýlar: saf mutluluklarýyla.
Cennetin kapýsýnda elinde ateþten kýlýcýyla melek duruyordu ve durmaktadýr. Ateþ, ruhun sembolüdür. (…) Bu melek, zebani deðildir, bize cennete dönüþü engelleyen Azrail de deðildir: o ruhun kendisidir. O bizi ileriye sürer.

Nereye? Öyle iþte: ileriye. Hedefi bilmek zorunda deðil miyiz?

Hem evet, hem hayýr.
Önce eveti cevaplayalým. Dünya tarihinin nereye gittiði konusunda belirsiz bir fikrimiz vardýr: Genel adaletten, fakirliðin bertaraf edilmesinden, silahlanmaya son vermekten, hoþgörüden, barýþtan, insancýllýktan söz ederiz.

Bunun arkasýnda, »cennet'i yeniden bulmak isteði yatar. Ama insan bir kez terkettiðini bir daha bulamaz. Onu yeniden inþa etmelidir. Bilinçsizlik cenneti bize kapalýdýr.

Yalnýzca ileriye gidebiliriz, bilinçlenmenin tüm aþamalarýndan geçerek. Bulacaðýmýz þey, »Tanrýnýn Yeryüzündeki Devleti' olacaktýr.
Peki bu, bizi yaþamda tutan ve umut içinde yaþamayý saðlayan, ama gerçekleþmesi mümkün olmayan bir ütopya deðil midir? Þimdi: herþey ayný zamanda geçmiþtir, günümüzdür ve gelecektir. Yani herþeyi ayna anda bizzat içimizde taþýrýz. Bizim için yol her durumda ayný zamanda amaçtýr. Anlaþýlmasý zor gibi görünüyor, ama deðil." (Rinser 1992a: 67-68)

3. YAÞAMIN ANLAMI

Luise Rinser'in "Tanrý Devleti" diye nitelediði sevgi dünyasýnýn günün birinde geleceðini söyleyen kiþinin kendisi , burada ve þimdi, adil, barýþçý ve sevgiyle yaþayarak o devleti bizzat gerçekleþtirebileceðini unutmaktadýr.

"Yaþamýn anlamý" nedir? sorusuna þu karþýlýðý verir yazar: "Yaþamýn anlamý, ayný zamanda amaç olan yolda yürümektir. Yani, sevgiye inanýyorsan ve yaþamýnýn her anýnda bunun gerçekleþmesi için çalýþýyorsan, yaþamýnýn bir anlamý vardýr (Rinser 1992a: 69).
Þimdi hayýr'ý cevaplarsak; Rinser'e göre bu dünyada hiç bir þey göründüðü gibi deðildir, hiç birþey olduðu gibi kalmayacaktýr. Ýnsanoðlu hiç bir þeye ilelebet sahip olamaz. Peki insanýn zorluklarla ulaþtýðý hiçbir þeyi elinde tutamamasý bir sisifos yaþamý deðil midir? Hayýr: yalnýzca elde tuttuðunu düþünen kiþi acý çeker. Kendini akýntýya býrakan yüzer. Hiçbir þeyin devamlý olmadýðýný bilense dönüþüme ayak uydurur. Bu TAO öðretisidir; bu Çin felsefesi Kore bayraðýnda sonsuz dönüþümü ifade eden balýk þekilleriyle ifadesini bulmuþtur. Fakat bu, Sokrat öncesi düþünürlerin de, Hazreti Ýsa'nýn da öðretisidir. »Baba' varlýklarý harekete geçirir. Kendini ona býrakan, varlýk halindedir (bkz. Rinser 1991b: 8).

Luise Rinser “Mitte des Lebens” [Yaþamýn Ortasý] romanýnda ise þöyle der: "Ich glaube, wenn man nach dem Sinn des Lebens fragt, wird man ihn nie erfahren; nur der, der nie danach fragt, weiss die Antwort." [Yaþamýn anlamýný arayan onu asla bulamaz; cevabý ise yalnýzca aramayan bilir?] (Rinser 1992b: 23)
3.1. Baþkasýndaki tanrýsal öz
Yaþamýn anlamý, insanýn yaþadýðý sevgide yatar. Sevgiyi yaþayabilmek için ise kendini tanýmak, ya da kendini bulmak gerekir kuralýndan yola çýkýyor Luise Rinser.

"Kendini aramak hep [Tanrýyla] iliþkili olmuþtur, çünkü: Özümüz çekirdeðimizdir, ve bu çekirdek ilâhî dir. Kendini bulmak, kendi içimizdeki ve baþkalarýnýn içindeki tanrýsal özün bulunmasýdýr. Baþkasýnýn içindeki tanrýsal özü! bulmak Bu önemli. Ýnsan kendisi gibi ancak baþkalarý sayesinde olur ve baþkalarýyla birlikte ve duruma göre baþkalarýna karþý, özellikle de onu kendi içine giden yolda engelleyenlere karþý. Bir kimse yalnýz baþýna kendisi için kendini asla bulamaz. Ýnsanýn, kendisini ölçecek, eleþtirecek, baþkalarýnýn ortasýnda kim olduðu sorusunu, asýl kimliðinin ne olduðunu sorduracak arkadaþlara gereksinimi vardýr. Fakat yineliyorum: Bu kendini bulma, »bireyselleþme' süreci bir ömür boyunca devam eder. Belki de ancak ölümle tam olarak kendisiyle buluþur." (Rinser 1992a: 18)
Luise Rinser, kendini baþkasýnda bulma yöntemini “Yaþlý Bir Adamýn Ölümü” (Rinser 1994: 224-232) öyküsünün kurmaca gerçekliðinde çok iyi sergiler (bkz. Öztürk 1996a ve 1997: 13 vd.).

Öyküde yaþlý bir karý-kocanýn birlikteliði anlatýlýr. Odak sorun, Emily Yenge denilen kadýnýn ölüm nedenidir. Doktorun “yaþlýlýktan” diye belirttiði nedeni kabullenmez anlatýcý, ve iyi tanýdýðý Emily Yenge’nin ölümünü hazýrlayan olayý anlatýr bize. Emily Yenge, henüz gencecik bir kýz iken, kendisinden on yaþ büyük olan Gottfried Amca’yla evlenmiþtir. Kocasý ona adeta tapar ve þýmartýr ve evin her türlü iþini üstlenir. Eþinin çocuk istememesini de anlayýþla karþýlar, yýllar yýllarý kovalar, yan yana hiç kavgasýz yaþarlar. Biri hep verir, diðeri alýr. Buysa Emily Yenge’nin bencil, beceriksiz, kaba, hodbin, kalpsiz ve amcaya layýk olmayan düþüncesiz biri olarak görülmesine neden olur. Anlatýcý ve eþi, ölüm döþeðinde yatan amcayý görmek için geldiklerinde, Emily Yenge hakkýndaki (ön)yargýlarýný pekiþtirme fýrsatýný bulurlar; her hareketine öfkelenirler. “»Biliyor musun?', dedi Peter, »Gottfried Amca’nýn Emily Yenge’den daha uzun yaþamasýný isterdim. Tersi anlamsýz olurdu. Adaletsizlik olurdu.'” (Rinser 1994: 224) Anlatýcý da Emily Yenge’nin, daha uzun yaþayacak olmasýný adaletsizlik olarak niteler, adeta isyan eder: “Emily Yengeyi nihai muzaffer kýlan bu adalet nasýl bir adalettir?” (Rinser 1994: 226) Ýki insaný ayrý görmek, onlarý birlikte düþünememek, sýnýrlý bir bakýþ açýsýnýn sonucudur. Rinser, bize Emily Yenge ve Gottfried Amca’yý bir bütün olarak sunar. O, varlýklarý þöyle algýlar: “Var olan herþey ya böyledir ya þöyle. Fakat: hiçbiri öbürü olmasa, kendi olduðu gibi olamaz. Her ikisi bir bütündür. Biri ancak öbürü sayesinde vardýr. Gün, gece var olduðu için gündür. Yaþam, ölüm var olduðu için yaþamdýr. Hangisi daha önemli ve daha deðerlidir? Gün mü gece mi? Yaþam mý ölüm mü? Tüm deðerlendirmeler sadece insanidir, sadece fanidir, hakikate uymaz. Hakikat BÜTÜNdür.” (Rinser 1991b: 7) Gottfried Amca hep verici olmayý seçmiþ, Emily Yenge ise alýcý olmayý. Biri ancak diðeri sayesinde vardýr. Aralarýndaki ikilik, zýtlýk yalnýzca görünürdedir. “Gün, gecenin karþýtý deðildir, olsa olsa onun zorunlu tamamlayýcýsýdýr, diðer kutbudur. Mýknatýsýn eksi kutbu, artý kutbunun düþmaný deðildir. Ancak onunla birlikte olduðu gibi olabilir. Tüm ikilikler görünürde öyledir ve hakiki deðildir. Yalnýzca kutupluluklar vardýr.” (Rinser 1991b: 7)
Ýnsanlara merhameti, saygýyý telkin eden Gottfried Amca, baþladýðý iþi “sonuna kadar, sonuna kadar” götürme yanlýsýdýr, çünkü “Hamama giren terler” (Rinser 1994: 225). Burada yazarýn diðer öykülerinde olduðu gibi sorumluluk bilincini tespit edebiliyoruz. Dýþardan bakýlýnca Emily Yenge’nin varlýðý onlara göre sadece bir yüktür amca için. Halbuki Gottfried Amca, her þeyi yýllarca kendisi yapmýþtýr, hem de gönüllü olarak.

Amcanýn adýnýn “Gottfried” [tanrýsal barýþ] konmasý da anlamlý görünüyor, çünkü Rinser’in ilgi ve yakýnlýk duyduðu Fransizken tarikati felsefesine uygun olarak yaþar o. Karþýlýk beklemeksizin, tevazu ve sevinç içinde. Tanrýya ve yarattýðýna sevgi duyma ilkesiyle (krþl. Rinser 1991b: 112). Ýçerden bakýlýnca durum farklýdýr. Emily Yenge yýllarca evi maviye boyama isteðinden eþi için vazgeçmiþ, onun þarap içme alýþkanlýðýna katlanmýþtýr. Bu onun sevgisinin göstergesidir. Gottfried Amca’nýn ölümünden altý ay sonra onu, maviyle kaplanmýþ evinde, þarap içerken görürüz. Oysa ömründe aðzýna koymamýþtýr þarabý. “Doðru”, der Emily Yenge, “Belki bu þekilde barýþtýk. O hep benim de içmemi isterdi.” (Rinser 1994: 232) Bu görüntü Anlatýcýnýn, Emily Yenge’yi anlamasýný saðlar; “Bizim kapýsýný aralayamadýðýmýz bir dünyaya gömülmüþtü. Daha çok gençtik.” (Rinser 1994: 232) Buradaki (muhtemelen kýrmýzý) þarap ve mavi rengin karþýtlýðý da görünürdedir. Rinser, eski Çin diliyle þöyle açýklar bu birlikteliði: “Kýrmýzý, erkek için sembol renktir, mavi ise kadýn için. (…) mavi Yin, kýrmýzý Yang. Yin ve Yang yaþamýn temel prensipleridir. Onlar, aralarýnda tüm varlýklarýn yer aldýðý kutuplarý meydana getirir.” (Rinser 1991b: 7)
Anlatýcý sonunda itiraf eder: “»Yaþlýlýk' diye yazmýþtý ölüm kâðýdýna, doktor ölüm nedenini… Ama ben onun asýl nedenini anlýyor ve sevginin ne korkunç kalýplara girebileceðini düþündükçe içimin dehþetle ürperdiðini seziyordum.” (Rinser 1994: 232) Emily Yenge, içinde yaþadýðý ortamda hep alýcý olmayý kanýksamýþ, baþka türlü düþünememiþtir bile. Kendisi gitmeyip, kocasýnýn hasta haliyle niçin alýþveriþe gitmesine izin verdiði sorulunca, kendinden emin þu karþýlýðý verir: “Niye durup dururken ben gideyim, kýrk yýl boyunca iþleri o hallettikten sonra?” (Rinser 1994: 228)

Gottfried Amca, karþýlýk beklemeden vermesi ve sevgisiyle, Rinser’in “Bruder Feuer” [Kardeþim Ateþ] (1975) romanýnda somutlaþan Fransizken felsefesinin prototiplerinden biridir. Franz von Assisi’yi konu edindiði bu eserinde Rinser þöyle tanýmlar bu tür yaþam biçimini: “Mal sahibi olmama, güç kullanmama, yardýmseverlik ve (tanrýya, insana, hayvan ve var olan herþeye duyulan) sevgi onlarýn [Fransizkenlerin] tarikat kurallarýdýr. (…) bir insanýn güç kullanmadan, merhametle, karþýlýk beklemeksizin yardýmsever ve gönüllü olarak “fakirliði” seçip yaþadýðý her yerde »Fransizken ruhu” vardýr.” (Rinser 1993: 10; ayrýca bkz. 1991b: 46)

Gottfried Amca kendini ve baþkasýný tanýyan, kendi ve baþkasýnýn içindeki tanrýsal özü gören biridir. Bu tanrýsal özü biz en iyi çocuklarda görürüz. Onlarý severken, onlara birþey verirken karþýlýk beklemeyiz. Bizim sevgimiz asýl amaçtýr. Çocuk kýzsada, kaçsada, baðýrsa da, küfretse de, onu öpmekten mýncýklamaktan zevk alýrýz. Gottfried Amca da eþi için: "Býrakýn uyusun, o daha bir çocuk!" derken, bu sevgiyi dile getiriyor olmalýdýr.

3.2. Kendini taný(ya)ma(ma)

Ýlginçtir, insan kendini tanýyamama, þaþkýnlýða ve bunalýma düþme krizine çocukluktan kurtulunca kapýlýr. Çocukken týpký doðadaki diðer varlýklar gibi, salt var olmaktan zevk alýrýz. Çocukken yaþadýðýmýz bayramlarýn güzelliði buradadýr. Bir bilinçsizlik aþamasýndayýzdýr, var olmak, yaþamak bizim için tek amaçtýr.

Rinser'e göre "Ýnsanýn kendini tanýmamasý, ama yine de nasýl olduðunu bilmesi gariptir. Eskiden, gençken, oldukça þaþkýndým. Sabah kalktýðýnda, dünkünden çok farklý biri olduðun duygusunu sen de tattýn mý?… Baþkalarý bunu farketmez, ama insanýn kendisi bunu çok iyi bilir. Þöyle ya da böyle ya da bambaþka olabileceðini hisseder… Ýnsan bir kitap okur ve kitaptaki þu ya da bu kiþi gibi olduðunu bilir. Bir sonraki kitapta ise baþka bir figür oluverir vs. Ýnsan bizzat kendini gözlemler ve yüz farklý ben görür ve hiç biri hakiki deðildir, belki yüzü birden hakiki beni oluþturur. Ýnsan nasýl isterse öyle olabileceðini düþünür. Buna inanýr. Gerçekte ise bu benlerden yalnýzca birini seçebilir." (Rinser 1992b: 65 vd.)
Ýnsanlarýn çoðunda tespit edebileceðimiz bu durum için »deðiþken kiþilik' deyimini kullanýr Luise Rinser. Bu baðlamda tarih dersinde ilk defa duyduðunda kendisini þaþýrtan ve "Delfi tapýnaðýnýn üzerinde yazýlý olan cümle üzerinde durur: »Kendini taný!' Bu bir insanýn iki kiþilikten meydana geldiði önþartýný koþmaktadýr: tanýyan biri ile tanýnmasý gereken diðeri söz konusudur. Ya da: davranan biri ile, eleþtirel olarak izleyen diðeri. Diðer bir Alman yazar Hermann Hesse bir keresinde, izleyeni izlerken izleyen bir üçüncü kiþinin var olduðunu yazýyordu (Rinser 1992a: 14).

Rinser bunun açýklamasýný þöyle yapar:

"Biz için için kendimizle bir deðiliz. Herkes pek çok kiþidir. Herkes dünyaya gerçekten çok katmanlý bir miras getirir. Herkes bir deste »miras toplamý'dýr ve bu deste içinde biribirine uymayan parçalar vardýr. Fransýz düþünür Jean Paul Sartre, bir bölümü katolik, bir bölümü protestan olan bir aileden geldiði için çok çekmiþtir. Birinden þüpheci ve eleþtirici ruhu kapmýþ, diðerinden teslimiyet ve tevekkül eðilimini. O acý çeken bir asi oldu ve öyle kaldý.

Bizim miras destesine eðitimin tutarsýzlýklarý katýlýr. Baba, anneden baþka eðitir, öðretmense anne-babadan baþka, ve resmi ve dini eðitim ise daha baþka idealler peþindedir. Herkes bizi kendi zevkine göre oluþturmak ister. Genç bir insan, gerçekten kim olduðunu bilmiyorsa bunda þaþýlacak bir þey yok.
Bir çoklarý kendini tanýmak gereksinimini duymazlar. Öylesine yaþayýp giderler. Diðerleri genç yaþta bunu denerler, sonra vaz geçerler. Bazý insanlar erkenden, kendi deste kiþiliklerinden tek bir parçayla özdeþleþirler ve sonra uslu vatandaþlar olarak diðer kiþiliklerini devreden çýkarýrlar, bazýlarý asi olur ya da bir þekilde toplumdan dýþlanýr, toplum için birþey yapacak imkanlarý kalmaz. Çok az insan gerçek kiþiliklerini geliþtirebilir. Çoðu fragman (parça) olarak kalýr.

Fragmanlar altýndaki bütünü nasýl görebiliriz?” (Rinser 1992a: 14 vd.)

Önce insaný oluþturan bir sürü parçayý önce tek tek tanýmak gerekir. Kendi ile bütünleþmiþ, kendini tanýyan ve kendi kiþiliðini baþkasýna empoze etmeksizin kabul ettiren birine, nasýl tam bir kiþilik edinebildiði sorulsa, Rinser'e göre, insanýn kendini bir halý taslaðý gibi görüp, bu halýyý oturup dokumasý gerektiði cevabýný verecektir. Siyah ipleri de kullanarak! Yani kendi kötü yanlarýný, kendi kötülüðünü, köpekliðini, yangýn çýkaracakken engellenmiþ biri olduðunu ve daha bir sürü þey olduðunu görmek gerekiyor. Bütün parçalarý kabullenmek zorunluluðunu yaþamak gerekiyor. En sonunda, tamamlanmýþ bir kiþilik denen aþamaya ulaþýlýr. (Rinser 1992a: 16)

Kendi baþýnýn çaresine bakar duruma gelince insan, kendisine doðumla verilen kiþilikle örtüþmeye baþladýðýný hisseder. Yaþlandýkça daha hoþgörülü, daha alçak gönüllü, insan haklarýna daha saygýlý olmamýzýn nedeni bu mudur acaba? O halde insanýn önce kendisiyle barýþýk olmasý önþart. Bu barýþýklýðý yakalayabilmek için illâ yaþlanmayý mý beklemeliyiz?

4. ÝNSAN SEVGÝSÝ

Luise Rinser'in eleþtirmenleri, onu insan sevgisinin anatomisi alanýnda deneyimli ve yetenekli bir usta olarak görmekte ve onun en iyi sanat tekniklerinden biri olarak da, ahlâki açýdan þaþkýnlýðýa düþmüþ, hatta etik bakýmdan sefahata dalmýþ varlýklarý, candan sempatik figürlere dönüþtürme yeteneðini göstermektedir (bkz. Kesten 1997: 23). Bu ise onun insanlarý anlamak konusundaki duyarlýlýðýnýn bir sonucu olarak görülmelidir. Yukarýda belirtildiði üzere o, insandaki iyi ve kötü yanlarýn onun bütününü oluþturduðu gerçeðini hiç göz ardý etmemekte, zýtlarýn birlikteliði ilkesini vurgulamaktadýr. Rinser bu yeteneðini, Sen Benua Rahibeleri Manastýrý'nda rahip olarak çalýþan amcasýnýn yanýnda geçirdiði tatillerde geliþtirdiðini belirtir: "Ýhtiras ve soðukkanlýlýk, düþünsel disiplin, sihir ve akýl, baþkaldýrý ve itaat gibi görünürde zýt olan þeylerin ayrýlan ve biribirini tamamlayan rollerini görmek, kýsaca doða denilenle ruhun ayrýlýðý ve birlikteliði konusunda ufkumun açýlmasýnýn bu yere borçluyum." (Öztürk 1996b: 87)
Nitekim Der Sündenbock [Günah Keçisi] romanýnda, sorgulayanla sorgulananý ayný düzeyde rakipler olarak gösterir (bkz. Rinser 1970: 156) ve merhametsiz yaþlý bir kadýnýn ölümüne neden olan iyi niyetli bir hizmetçiyi bize bir azize kimliðiyle sunar (Rinser 1970: 168 ve 170).

Onun insaný anlama yönündeki çabasý, oportünizm ya da eyyamcýlýk biçiminde algýlanmamalýdýr; aksine o, "ortalýðý kasýp kavuran bir ütopya kaybýnýn yaþandýðý bu dönemde sarsýlmaz iman gücüyle karþý çýktýðý 'var olanla uzlaþma' biçiminde yansýyan sinik tutuma karþý yazýlar kaleme alýr. Otorite önünde kanýtýn baðýmsýz kýlan önceliðini savunan bir savcý olarak, itiraz etmekten çekinmez ve kendi hata payýný da inkâr etmez." (Schwab 1998: 13) Onun uzlaþmacýlýðý daha çok insanýn doðasýný tanýmakta baþlýyor. Hz. Ýsa'nýn kiþiliðinde var olduðuna inandýðý ve Carl Gustav Jung'un psikolojisinden hareketle anlayabileceðimiz bir görüþünü vurgulamak gerekiyor. Rinser'e göre "her erkek, içinde ayný zamanda bir kadýn taþýr" ve günümüzdeki kriz, savaþ ve kavga ancak "içimizdeki kadýnlýðýn bastýrýlmasý" ile açýklanabilir; bu nedenle "erkeklik ile kadýnlýðýn derinden ve devamlý uzlaþtýrýlmasý" gerekir (Schwab 1998: 12).

4.1. Erkeklik - Kadýnlýk

Erkeklik "güç veya güç gösterisi" ise kadýnlýk "paylaþým, vericilik, sevecenlik"tir. Rinser, Hýristiyanlýðýn güç kullanmamayý benimseyen ve feragati ön plana alan dini anlayýþýyla, kendini Fransizken tarikatýna yakýn görür ve 1977 tarihli bir güncesinde "karizmatik hareket" olarak nitelediði Yahudi Hasidlik tarikatýný da bu nedenle över:
"Ýkisi de kurallar içinde boðulmuþ »resmi kiliseler'e karþý bir fikir hareketi, ikisi de feragati ve sevinci temel yaþantý olarak benimsemiþ, ikisi de, yaratanla ve yaratýlaný sevmek gibi tek BÝR emri tanýyor, ikisi de akýlcýlýðý reddediyor, ikisinin de tasavvufu ve mutasavvýflarý var…" (Rinser 1991b: 112) Rinser'in sohbet ettiði bir Hasidlik mensubu Rabbi der ki, "Tanrý bizi, [Yahudi] bir dünya devleti kurup da, bu dünya için savaþmamýz, bu dünya için öldürmemiz ve kendimizi o dünya içine hapsetmemiz için görevlendirmemiþtir." Haklý olarak sorar yazar: Kimdir Yahudi? Tevrat'a göre yaþayan kiþi. Kimdir Hýristiyan? Ýncil'e göre yaþayan kiþi. Tevrat'a ve Ýncil'e göre yaþamak demek; sevmek ve yaþamýný materyalizmden ve zorbalýktan temizlemektir." (Rinser 1991b: 112)

4.2. Hýristiyan - Yahudi - Müslüman…

Rinser, örnek yaþam biçimi olarak gösterdiði bu tutum illâ ki "katolik" Hýristiyan ya da Hasid olmak zorunda deðildir; bu hususta da kendini eleþtiren yazar 1970 tarihli bir güncesinde, eskiden "dünya devleti"nin mensubu olarak hýristiyan olmayanlarý, "Cennet ülkesi"nin mensubu olarak da Hýristiyanlarý göstermiþ olmaktan piþmanlýk duyduðunu belirtir. Bu ne sevgisizlik, bu ne kendinden menkul adalet, bu ne kibirdir! Oysa tersi de olabilir. Bu dünyanýn efendileri Hýristiyanlar, öbür dünyanýn ise Yahudiler, Müslümanlar. Hindular, Budistler ya da Ateistler olamaz mý? (bkz. Rinser 1991a: 62)

Ýþte bu noktada, Hýristiyanlýkta bunca sevgi ve hoþgörü ilkesi var iken, neden Batý dünyasý insanlýk tarihine bunca gözyaþý, savaþ, sömürü vs. anýtý dikti sorusu geliyor akla. El cevap: B. Russel'e göre Doðulular ve Batýlýlar arasýndaki en önemli farklardan biri þudur: Doðulular zevk almayý, Batýlýlar ise güçlü olmayý seçmiþlerdir. Batýlýlar diðer insanlara ve doðaya karþý güçlü olmaktan hoþlanýrlar. Ýnsanlara karþý güçlü olma isteði güçlü devletleri, doðaya karþý güçlü olma ise Bilimi geliþtirdi. Doðulular bu tür uðraþlar için fazlasýyla tembel ve yumuþak huyludurlar, sadece geçimlerini saðlamakla yetinirler. Batýlý için bu dünya anlaþýlmasý güç bir dünyadýr. Ne diyordu Rinser'in genç anlatýcýsý, zevkine yaþayan Emily Yenge için: "Bizim kapýsýný aralayamadýðýmýz bir dünyaya gömülmüþtü. Daha çok gençtik."
Batýlý, 19. yüzyýlda kapýsýný aralayamadýðý dünyanýn insanlarýna hakim olup yönetmek, onlarý asimile edip kendine benzetmeyi seçince günümüz manzarasý ortaya çýkmýþtýr, diye düþünüyorum. Ama þimdi onlar da yaþamdan zevk almayý ve önce biribiriyle savaþmamayý öðrendiler; þimdi ise suçlarýný itiraf etme aþamasýna geldiler.

Nitekim 12 Mart 2000'de "Papa II. John Paul, Müslüman ve Yahudi dünyasýnýn önünde diz çöktü ve katolik kilisesinin geçmiþte iþlediði suçlardan dolayý özür diledi. (…) St. Peter Kilisesi'ndeki ayin sýrasýnda, bazen gerçeðin hizmetinde olduðu sanýlarak, Hristiyanlar arasýndaki diðer gruplara uygulanan vahþetten ve baþka dinlere mensup olanlara gösterdikleri güvensizlik ve düþmanlýktan piþman olduklarýný söyledi." (Livaneli 2000) Papanýn bu tarihi af dilemesine diðer kilise liderleri de katýlmýþlardýr. New York St. Patrick Katedrali'nin piskoposu Patrick Ahern'in itirafýný yazýmýz baðlamýnda çok önemli buluyoruz: "Kendi doðrularýmýza inanmamýz, bizi körleþtirdi ve bütün insan yaþamlarýnýn onurunu ve her kültüre mensup insanlarýn içindeki iyiliði görmemizi engelledi." (Livaneli 2000)

5. SONUÇ

Ýnsanýn öncelikle kendindeki farklýlýklarý görebilmesini öngören Luise Rinser, bu farklýlýklarýn, içindeki “ilâhî nefes"in bir sonucu olduðunu düþünüyor. Ýnsanýn aradýðý mutluluðun, yaþayacaðý "sevgi" ile gerçekleþeceðini, bunun ise ancak baþkasýný da idrak etmekten ve onun içindeki tanrýsal özü tanýmaktan geçtiðini belirtiyor. Ýnsaný sevmek, emek isteyen bir eðitim iþi. Ýçimizdeki güçlü olma arzusunun bastýrýlýp, feragat etme yeteneðinin geliþtirilmesi gerekiyor. Ne diyordu Yunus Emre: Sen sana ne sanýrsan/ Ayruða da onu san/ Dört kitabýn ma'nâsý/ Budur eðer var ise. (Kabaklý 1972: 96)

KAYNAKÇA

(KABAKLI 1972), Ahmet: Yunus Emre. 100 Büyük Edip, 100 Büyük Þair: 2, 2. Baský, Toker Yayýnlarý, Ýstanbul 1972.
(KESTEN 1997), Hermann: "Luise Rinser'den Sevgi Öyküleri: Bir Demet Beyaz Sümbül". Batý Edebiyatýnda Sevgi ve Hoþgörü Üstüne, Gündoðan Yayýnlarý: 131, Ankara 1997, s. 22-24.
(LÝVANELÝ 2000), Zülfü: "Dünya Deðiþirken: Müslümanlar'dan ve Yahudiler'den Özür Dilemek". Sabah, 14 Mart 2000, s. 5.
(ÖZTÜRK 1996a), Ali Osman: "Luise Rinser'in Üç Öyküsünde 'Sevginin Kalýplarý' ". Gündoðan Edebiyat, Sayý: 17, 1996, s. 29-36.
(ÖZTÜRK 1996b), A.O.: (Çev.): Luise Rinser. Öyküler. Konya 1996.
(ÖZTÜRK 1997), A.O.: "Luise Rinser'de Sevgi, Yaþam ve Ölüm". Batý Edebiyatýnda Sevgi ve Hoþgörü Üstüne, Gündoðan Yayýnlarý: 131, Ankara 1997, s. 7-21.
(RÝNSER 1970), Luise: Der Sündenbock. Fischer Bd. 469, Frankfurt a.M. 1970.
(RINSER1991a), L.: Grenzübergänge. Tagebuchnotizen. Fischer Bd. 2043, Frankfurt a.M. 1991.
(RINSER 1991b), L.: Kriegsspielzeug. Tagebuch 1972-1978, Fischer Bd. 2247, Frankfurt a.M. 1991.
(RÝNSER 1992a), L.: Mit Wem Reden, Fischer Bd. 5379, Frankfurt a.M. 1992.
(RINSER 1992b), Luise: Mitte des Lebens, Fischer Bd. 11310, Frankfurt a.M. 1992.
(RINSER 1993), L.: Bruder Feuer, Fischer Bd. 2124, Frankfurt a.M. 1993.
(RINSER 1994), L.: Ein Bündel weisser Narzissen. Erzählungen., Fischer Bd. 1612, Frankfurt a.M. 1994.
(SCHWAB 1998), Hans Rüdiger: "»Bu kadar güvenlik, beni kýþkýrtmaya teþvik ediyor…' Luise Rinser'in Edebi Kiþiliði ve Etkisi üzerine". Konya Çalý , Sayý: 13, Þubat 1998, s. 11-13.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn Ýnceleme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Çanakkale Türküsü Örneðinde Bilim ve Popül (Er) Ýzm
"Sen de Haklýsýn" Esprisinde Yatan Felsefe
Kediler Ölmesin
Stefan Zweig’ýn “Cenevre Gölü Hikâyesi
Nesnesi Panter Mi Þiirin?
Göçmen Edebiyatý Olarak Almanya Türküleri
Erich Fried‘den Apolitik Þiirler
Fakir Baykurt‘ta Türk ve Alman Ýmgesi Üzerine
Sadakat Bir Erdem mi Yoksa Araç mý?

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Nasreddin Hoca'nýn Þiiri [Þiir]
Bir Þiirdir Yaþam [Þiir]
Hazan Günü [Þiir]
Rudolf Otto Wiemer [Þiir]
Anladým ki... [Þiir]
Sanal Bayramlar [Þiir]
"Göðsünün üstüne iki yýldýz/gözlerinin üstüne iki öpücük" [Þiir]
Þair [Þiir]
Ezginingünlüðü [Þiir]
Sadece Dostlarýma [Þiir]


Ali Osman Öztürk kimdir?

Akademisyen, çevirmen, halkbilimci, karþýlaþtýrmacý, eleþtirmen.

Etkilendiði Yazarlar:
Bilimsel anlamda Wilfried Buch, Otto Holzapfel, Gürsel Aytaç; edebi anlamda Luise Rinser, Buket Uzuner.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.