..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Hüsrev Özel




13 Aðustos 2007
Askerlik Macerasý...  
Merhaba Batý Kýþla, Elveda Adana...

Hüsrev Özel


Bir ülke düþününüz, (AB Ülkesi) sizin ülkenizde cana ve mala zarar verici her türlü terörü destekleyerek, sizi Ermeni Soykýrýmý ile dahi suçlarken, size karþý þahsen, hiçbir haksýzlýk etmemiþ olacak ve mahkemeleri ama sizi asla haksýz olarak mahkum etmeyecek. Bu mümkün deðil. Bunu mümkün sayan mantýk ne yazýk ki ancak ve sadece Türkiye’de vardýr


:ECEB:
DÖNÜÞÜM

Ýnanýlmaz bir olay nihayet gerçek olmuþ, tam 15 yýl 9 ay sonra tahliyemi onaylayan mektup, Tübingen savcýlýðýndan gelmiþ, ancak kesin çýkýþ tarihini Eyalet Yabancýlar Polisi verecekti. Aradan bir ay geçtiði halde çýkacaðým günü bilmiyordum. Bu durum bir çok kez, bu nedenle hayal kýrýklýklarý yaþayan eþimin bütün inancýný yok edip, bir gün gerçekten döneceðime dair bütün inancýný kaybetmesine yol açmýþtý. Alman devletini cidden affetmeðe baþlamýþtým ki, yeniden kin tutmaða, ve bunun hesabýný sormayý düþünmeðe baþlamýþtým. Benimle þaka yapýlamayacaðýný biliyor olmalýydýlar. Zira henüz bütün kozlarýmý kullanmýþ deðildim. Sabrým tükenince, boynuma ipi takmayacaðýma göre, bu hapishane yönetimini baþtan aþaðý kesebileceðim, yýllar önce bu maksat için elimle yapýp, büyük pres makinesinin içine zula ettiðim iki býçaðým vardý. Biraz daha diþimi sýkmalýydým, çünkü deryayý geçip, arkta boðulmak olurdu aksini yapmak. Bu düþüncelerimi içime gömüp, bekleme kararý almýþ, ama bunalýmdaydým…
Bu sýrada, Mannheim’da iken tanýþtýðýmýz Malatyalý Orhan da Bruchsal’a gelmiþti. Firar için ve sonrasýnda ondan iyilik görmüþtüm. Aradan dokuz yýl geçmiþ, yeniden karþýlaþmýþtýk. O zamanlar kýrk yaþlarýndaydý. Geçen yýllar onu da hayli yýpranmýþtý. Evet, gerçek dostlar, nadiren de olsa, böyle hiç beklemediðiniz anda çýkýyordu karþýnýza. Mannheim’da yedi sene yatmýþ, biz tanýþtýktan iki yýl sonra çýkmýþtý. Beþ yýl sonra ayný suçtan tekrar yakalandýðýný duymuþtum. Sonra, Heilbronn ve Mannheim ceza evlerinde kalmýþ, nihayet orada çýkan Türk-Kürt kavgalarýnda elebaþçýlýk ettiði nedeniyle, buraya, benim kata gelmiþti. Onu, kimseye yapmadýðým gibi, etrafa tanýþtýrmýþ ve dostum olduðunu, kimsenin saygýda kusur etmemesini tembih etmiþtim.
Yanýna gittiðimde, ne de olsa eski bir hapishaneciydi, hemen odayý toparlamýþ, kitap rafýna kadar, rahat edebileceði þekilde düzenlemiþti. Çay içip, sohbet ediyorduk ki, rafýnda iki cilt “Kenzül Havas (Gizli ilimler hazinesi)” kitabý gözüme iliþmiþti. Hemen birini alýp, biraz göz gezdirdikten sonra, birlikte götürmeðe karar vermiþtim. Çünkü her soru ve soruna cevap iddiasý vardý bu kitaplarda. Beni ilgilendiren tek konu, yegane sorun ne zaman çýkacaðýma iliþkindi. Bunun yolu; 16641 defa Ya Melik, diye, çaðýrmaktan geçiyormuþ. Bunu denemek istiyordum. O akþam, önce sayma konusundaki sorunu çözmüþ ve üç saat boyunca, dilim iki yandan yaralanacak gibi sýzlasa da, gerekeni yapmýþtým. Þimdi sonucu bekliyordum. Ama, bilinir ki, önce siz elinizden gelen ne varsa onu yapacak ve sonra çöldeki devenize Allah’ý vekil edeceksiniz. Nitekim ben de öyle yapýp, yarýn sabah erkenden yaptýðým üç telefon görüþmesi sonunda, saat onda 10.10.1997 tarihinde, yani on gün sonra çýkacaðýmý öðrenmiþtim. Bu tarih, güvenlik gerekçesiyle, bu kadar önceden kimseye söylemiyor, çoðunluk çýkacaðý günün akþamý öðreniyordu bunu. Ben çok ýsrar ve hatta alenen tehdit bile ederek öðrenmiþtim. Tabii hemen telefon edip, eþ-dostumu bizzat müjdelemiþtim...
Bunca yýl yaþadýðým her þey inanýlmaz bir düþ gibi geliyordu artýk bana. Çýkacaðý günü öðrenen mahkumlarýn dediðine göre, son günler hiç çekilmez oluyorlarmýþ. Ama ben uçaða bineceðim sabaha kadar hiç istifimi bozmamýþ, her zaman oludu gibi yine, resim yaparak geçirmiþtim bütün zamanlarýmý. Odam olan bütün eþyayý Orhan’a býrakmýþtým. On iki yýldýr bulunduðum 4. kanattan ayrýlýrken, benden hoþnut olan memurlar güler yüzle veda ederken, çýkmamý hazmedemeyen ýrkçýlar, gidiþimi görmemek için olacak, ortalýktan kaybolmuþlardý. Çünkü onlara, çok kez dediðim gibi, dönüp; gerçek mahkumun kim olduðunu gördünüz mü? Haydin bana eyvallah! diyecektim…
19 yýl aradan sonra, Stuttgart Hava Limanýn, biraz bekletildikten sonra, gözetim altýnda, yine bir THY uçaðýna, bu kez daha heyecanlý olarak, binecektim. Sýnýr dýþý edilen beþ Türk vatandaþý daha vardý. Ben hariç, hepsi bundan ötürü üzgün ve rahatsýzdý. Nihayet ülkeme götürecek olan demir kuþa arkadan bindiren merdivene yürüdük. Bu sýrada her iki tarafa dizilmiþ sýnýr koruma askerlerini görünce, bu duruma þaþýrýp, sonra gülerek:
- Bu ne demek oluyor Baylar, Almanya sýnýrýna býrakýlacak olsak, zaten kendimiz buradan kaçacak iken, þimdi kaçacakmýþýz gibi yapmanýz biraz fazla komik deðil mi? Diyordum.
Uçakta yanýmýza biri bayan, dört yabancýlar polisi elemaný oturmuþtu. Üç kiþilik koltuk dizisinde iki erkek benim yanýma, bayan da onlarýn hemen soluna oturmuþlardý. Anlaþýlan bunlar, mutat olduðu üzere, bize Ýstanbul’a kadar refakat edeceklerdi. Cezamý bir ay on gün arttýran yabancýlar dairesinde görevli bu ufak tefek tiplerin yanýma oturmaða cesaret etmelerini hazm edemeyip, biraz sonra bunu ödetecektim onlara. Uçak havalanýp, biraz sonra Almanya sýnýrýný geçmiþtik. Nitekim yanýmda oturan yabancýlar polisi memuruna dönerek;
- Sizler, yabancýlar dairesindensiniz, deðil mi?
- Evet.
- Hýmm. Kime refakat edeceðinizi biliyor olmalýsýnýz?
- Ha, hayýr. Neden?
-     Hiç.
-     ?
-Zira, onlara iki mektup, göndermiþ, biri Almanca, iki de gazete kupürü eklemiþtim. demek bunlardan size hiç bahseden olmamýþ?
- O gazetelerde ne yazýyordu peki?
- Refakat edilecek kiþi hakkýnda, bilinmesi gereken þeyler tabii ki, baþka ne olacaktý?
- Lütfen, bize de açýklar mýsýnýz, olay nedir. Anlayamadýk da. Lütfen!
- Bunu mensubu olduðunuz kurum bildirmeliydi size, ben deðil.
- Lütfen! Bize de söyleyiniz kim olduðunuzu?
- Adýmý istiyorsanýz kolay, ama asýl bilmek istediðiniz bu deðil, deðil mi?
- Evet, gazete kupürlerinde ne yazýyordu hakkýnýzda, bilmek isterdik.
- Bu olamaz, zira çok uzun bir hikaye. Hem nasýlsa öðrenirsiniz, tabii, þayet geri dönecek olursanýz Türkiye’den?
- Kendiniz anlatýrsanýz çok müteþekkir oluruz, lütfen Bayým. Ne oldu, ne yaþadýnýz Almanya’da, neden hüküm giydiniz?

Meðer bana refakat için hiç de ehil deðilmiþ bunlar. Yeþilköy hava meydanýna varýncaya kadar onlara bütün maceramý anlatmýþtým. Uçak hava limanýna indiðinde, dinleyicilerimin benizleri solmuþ, dizlerinin baðý çözülmüþ, yerlerinden kalkacak halleri yoktu gariplerin. Hele bir de, kalacaklarý oteli (Hotel Aygün) bildiðim anlaþýlýnca, halleri daha bir acýklý olmuþtu…
Ülkeleri aleyhine söylenen en kötü sözleri dahi tasdik etmiþ, defalarca esef bildirmiþlerdi. Türk hostesler, arada bir geçerken konuþtuklarýmýzý duydukça, hallerine acýyor, artýk onlarý rahat býrakmamý rica ediyorlardý Onlara baþka bir þey yapmayý düþünmüyordum artýk. Oysa yýllar önce, bana hayal olan bu dönüþe dair planým çok daha farklýydý. Ona göre; refakatçilerim, yere iner inmez, benden güzel bir dayak yerken, dönüþüm gazetelere flaþ haber olacak, kimileri belki; bu çocuk yine gelmiþ yav, diyeceklerdi. Artýk bundan vaz geçmiþtim. Çünkü yolumu bekleyen birken, þimdi iki olmuþtu en azýndan. Zira üç yaþýna girmiþ, sadece resimlerinden tanýdýðým bir de çocuðum vardý. Kýzým Asena’ya þükretsinlerdi bunlar…
Akþam güneþi Marmara denizinde ýþýk oyunlarý yaparak batarken, uçak Atatürk Hava Limaný’na inmiþ, pasaport süresi dolup, temdit edilemeyen herkes Polise uðramak zorundaydý. Meðer bizimkiler çoktan orada, sabýrsýzlýkla uçaðýn inmesini bekliyorlarmýþ. Kuzenlerim Selahat ve Cemali fark etmiþtim. Halamýn oðlu Cemal Polis memuru, Selahat Öðretmendi. Onlarýn yanýnda iki kiþiyi Selahat tanýþtýrýyordu;
-Abi, bu arkadaþým Vedat. Senin kadim talebelerinden, meþhur Kara Murat’ýn oðludur kendisi ve Polislik mesleðinde Baþ Komiserdir elan.
-     Öyle mi? Çok memnun oldum.
Nitekim Baþ komiser (þimdi Emn.Müd. Yardýmcýsý) Vedat;
-     Vay be, demek o, adýný hep duyup, resimleriyle hayalimizde yaþattýðýmýz sendin he Abi? Anayurduna hoþ geldin!
Derken yakýn köylümüz olan diðer arkadaþ, Komiser Orhan’la görüþüp, ilk defa tanýþýyorduk. Bu kardeþimizle, maalesef bir daha görüþemeyecektik. Zira bir yýl sonra bir helikopter kazasýnda, (Tansu Çilleri korurken) þehit olmuþtu. Ruhu þad olsun…
Hakkýmda yapýlmasý gereken rutin araþtýrma (GBT) sonuçlanamadýðý için, polis kardeþlerim her þeye kefil olmalarýna raðmen, on altý saatten önce salýverilmem mümkün olamamýþtý. Bekleyen diðer yakýnlarýmla karakol misafirhanesinde görüþmüþ, Selahat ile devresi gün saat ikide, Bakýrköy savcýlýðýnca resmen serbest býrakýlýncaya kadar, birlikte beklemiþtik.
O gece polis karakol misafirhanesinde beklerken, ciddi þeylerinde yanýnda, çok komik þeylerde olmuþtu. Polis memurlarý görünüþüme bakýp, beni çok iyi bir koruma olur, diye taltif ederken, görevli komiser, ahvalime dair ne diyeceðimi soruyordu;
- Vallahi komiserim, on altý yýl Alman cezaevlerinde yattým. Her türlü iþlemin bitmiþ olmasýna raðmen, iademi çok daha önce saðlamamýþ olan bu devleti yönetenlere çok kinli ve öfkeliyim. Ama ne desem bilmiyorum. Bildiðim o ki, bu ülkenin bir padiþahý olsa, alnýndan vuracaðým kiþi o olurdu. Çünkü kullarýna karþý bigane kalan padiþaha bu yapýlýr ve millet kurtulmuþ olurdu böyle sinden. Ama padiþahlýðý yýkýp, ona has büyük þeref ve onuru yetmiþ milyona bölmüþüz, ve adam baþýna bundan düþen sadece yetmiþ milyonda bir dir. Þimdi kimden ve ne için hesap soracaðýmý yazýk ki, bilemiyorum. Komiserim, siz en iyisi, bana baþka þey sormayýnýz... Demiþtim.
Ýstanbul’dan hemen o gün ayrýlýp, halamýn oðlu Mahir’in, sonra çalýnan arabasýyla Zonguldak’a gitmiþtik. Yanýmýzda Selahat ve bacanaðým Çetin de vardý. Devresi gün Selahat Þiran’a, Mahir ile Çetin Ýstanbul’a döneceklerdi.

Eþim ve kýzým Zonguldak’ta oturan büyük kayýn biraderim Engin’in yanýnda kalýyorlardý. Vuslatýmýzýn sýcaklýðý, yüreðimde ki buz daðýný yaþartýr gibi olmuþ, balkona kurduðumuz masada raký içip, þakalaþýrken, yakýn geçmiþi unutup, uzak maziyi anýyorduk… Son görüþtüðümüzde Engin henüz ilkokul öðrencisiydi. Þimdi büyümüþ, evlenerek, iki de çok þirin kýz sahibi olmuþtu. Gamze ile Melike… Orada on ikinci gün kalmýþ, sonra Ankara’ya geçmiþtik. Burada bir gün kalýp, devresi gün Almanya’dan gelen annem de birlikte olmak üzere, otobüsle memlekete gitmiþtik. Sabah erken kasabaya indiðimizde, eþi ve küçük kýzýyla öðretmen lojmanlarýnda oturan Selahat arabasýyla bizi alýp, köyümüze nihayet vasýl olmuþtuk. Armudun derede arabadan indiðimizi, havaya sýkýlan silah sesleri bütün köye duyuruyordu. Ýlk gün, Hoþ geldin’e gelen, giden çok olduðundan, o gün kara tepeye gidememiþtim. Ama devresi sabah erkenden kalkmýþ, yýllar öncesinde, adýma verilmiþ olan o sözü yerine getirmek için sabýrsýzlanýyordum. Nihayet sarp yamaçlarý týrmanýp, kara tepenin üzerine ulaþmýþtým. Ýlk iþim, þehitlerin mezarý baþýnda, ýslak topraða diz kurup, iki rekat þükür namazý kýlmak olmuþtu. Yýllar öncesine gidip, geliyor, verdiðim o sözü hatýrlýyordum. Ýnanýlmaz bir düþte gibiydim. Yaþlý ardýç aðacý hala duruyor ama onun altýnda olmasý gerek minik kulübe yoktu. Altýnda hazine arayanlarýn kurbaný olmuþ, etrafý tarumar edilmiþ, her taraf çukur ve hendeklerle doluydu. Tepenin üzeri, kendi gelen pelitlerle dolmuþ, büyük meydanlýktan da eser yoktu. Etrafý dolaþýyordum ki, kulaðýma sanki bir traktörün motor sesi gelmiþti. Meðer bu, beni merak edip, arkadan gelen kardeþim Ýhsan imiþ. Merakýn sebep, o sýrada, çevre daðlarda terörist olduðu içinmiþ. Jandarmaca, zimmetine verilmiþ olan Kaleþnikofu, alýp, traktöre binerek ardýmdan gelmiþti. Fakat bana rastlayamadan geri dönmüþtü. Bu týrmanýþ bana þifa vermiþ, belimde, geçirdiðim operasyondan ötürü hissettiðim kimi rahatsýzlýklar baya azalmýþtý. Bir gün sonra da kasabaya, askerlik þubesine gitmiþ, devlet tarafýndan gurbetin bir canlý mezarýnda terkedilmiþ olmama raðmen, nihayet gelip, askerlik yapmak istediðimi haber vermiþtim. Muhtemelen beþ ay sonra, yedek subay aday adayý olarak askere gidecektim. Bu iþlemler dolayýsýyla saðlýk raporu için doktor muayenesinde rahatsýzlýklarým olduðu halde, bir süre sonra iyileþeceðimi umarak, budan hiç bahsetmeyip, kýþla denemesi ve askerlik anýlarýndan yoksun kalmak istememiþtim…
SAVAÞÇI’NIN ASKERLÝK MACERASI
Köyde kaldýðýmýz üç ay boyunca, çok güzel günlerin yanýnda, çok büyük de bir tehlike atlatmýþtýk. Selahat’ýn yeni, Doðan SLX arabasý, çokluk bende kalýyor, onunla kasabaya gider, akþama kadar kahvelerde vs. oyalanýp, akþamlarý köye dönüyordum. Bir gün eþim, kendisini, gidiþ dönüþ üç saat hesapladýðým mesafede olduðunu sandýðým, uzun süredir görmediði, bir kuzeninin yanýna götürmemi istemiþ, kabul etmiþtim. Fakat, meðer ve maalesef orada deðilmiþ. O bunu bildiði halde, beni tam iki misli çeken vilayete gitmeðe resmen icbar etmiþti. Geri dönerken bu durumdan ötürü çok gergindim. Bu durumda beni sakinleþtirici þeyler söyleyeceðine, tam aksini yapýyordu, sinirimi adeta kamçýlýyordu. Yol, dar ve kötü olmasýna raðmen, sanki bir rallideymiþçesine sert gidiyordum. Zira, araba emanet olup, Selahat’ýn da iþi olduðu için, saat ikide kasabada olmak istiyordum. Nitekim, çok daha tehlikeli yollarý geçip, köye yirmi dakika kalmýþtý ki, þose yolda bir keskin virajý alamamýþ ve bir takla atarak derenin içinde durmuþtuk. Arabada eþimden baþka bir yeðenim ve kýzým da vardý. Kimseye kayda deðer bir þey olmamýþ, sað çýkmýþtýk hurdalaþmýþ arabadan. O gün eþime o kadar kýzmýþtým ki, keþke bu kazada hepimiz ölseydik, demiþtim… Neyse ki, sað olsun Almanya’da ki kardeþlerim, Þirin ve Kurtuluþ, hemen para göndermiþ ve kuzenim Selahat’ýn arabasýný önceki haline yakýn þekilde yaptýra bilmiþtik…
Üç ay sonra Selahat’ýn küçüðü olan kuzenim Sedat ile Ankara’ya gelmiþtik. Amcam ve yengem köyde yaptýrdýklarý yeni eve taþýndýklarý için, buradaki kurulu dairede ikimiz kalýyorduk. Alt katta amcamýn kýzý ve eniþtesi, üç çocuklarýyla beraber oturuyorlardý. Akþama kadar Ankara’da dolaþýyor, akþamlarý gelip, burada yatýyorduk.
Eski arkadaþlarýmý görmek için önce Zonguldak’a gitmiþtim. Ýçerde iken bana mektup yazmýþ, ve bu nedenle mutlaka görüþme sözünü verdiðim Fahri Zonguldak’taydý. Kendisini gördüðümde, gözlerime inanamamýþ, kendi babasý sanmýþtým. Hayat onu fena hýrpalamýþ, sanki onca yýlý ben deðil, o geçirmiþti hapsanelerde. Ýkinci ve her þeye raðmen hiç unutmadýðým arkadaþým Bartýnlý Necati’ydi. Onu, bana hiç yazmadýðý aslýnda görmek istemiyordum. Ama dayanamayýp, bir de ondan sebebi duymak için görüþmüþtüm. Beni tekrar görmekten ne kadar mutlu olduðunu görmüþ, yazmayýþ gerekçesini makul karþýlamýþtým. Zira eli yazmaða varmamýþ, gönlü mahkumiyetimi asla kabul etmemiþti.
Çehre olarak o da pek deðiþmemiþ, ailesinden trafik kazasýnda acý kayýplar verdiði ve bu üzüntüyle saçlarý beyazlamýþtý, o kadar.
Sonra Ýstanbul’a geçmiþtim. Mannheim cezaevinden iki arkadaþým, Selman Karagöz ve Emin Bal burada idiler. Önce Selman’ý bulmuþtum. Beni karþýsýnda gördüðünde, adeta gözlerine inanamamýþtý. Bunca yýldan sonra kim olsa ummazdý. Bu günü kutlamak için illa ki boðaza balýða gitmeliymiþiz. Nitekim gerçekten, harikulade bir manzaraya sahip, enfes bir lokantada buluþmuþ ve yiyip, içerek sohbet etmiþtik. Selman o zamanlar bir Alman hatunla evli ve ondan bir de çocuðu vardý. Ýçerde bazen bunalýma girip, yanýma geliyordu. kadir bilen, deðerli bir arkadaþ olarak, daima görüþmek kaydýyla ayrýlmýþtýk. Cemoka’nýn “Balina” lakabýný taktýðý Emin’i telefonla bulmuþtum. Türkiye’ye döndüðünden birkaç gün sonraydý sanýrým, Hafta Sonu Gazetesine magazin haberi olmuþtu Emin. Kapakta kocaman bir kara gözlüklü adam ve manþet “Emin Bal, her yerde Ýbrahim Tatlýses’i arýyor” þeklindeydi. Olayý kendinden dinlemiþ, az çok biliyorduk. Meðer o yokken, niþanlýsý Derya haným Ý.Tatlýses ile iþleri ilerletip, onu defterden silmiþlerdi. Serde Lazlýk vardý ya, Balina ne bu vefasýzlýðý, ne de pervasýzlýðý affetmezdi, ama o günden sonra bu konuda baþka bir þey duyup, okumamýþ, tabiatýyla merak da ediyorduk. Nihayet Balinayý Taksimde, ortaklarýyla iþlettiði, hayli lüks bir Disko & Bar’da bulmuþ ve sonucu öðrenmiþtim. Meðer araya hatýrlý aðalar girip, bu iþ tatlýya baðlanmýþmýþ…
Sonra da bizim, hani ayaðýna bastýðým için dayak yediðim Necati’yi görmüþtüm. Necati’nin bana olan tutkusu hepsinden ziyade idi. Evli ve bir çocuk babasý idi. Hiç eksik etmediði rakýsýný bölüþüp, sabahlara kadar süren sohbetler etmiþtik.
Ýlk etapta askerliði yapýp, sivil hayata baþlamalýydým. Gören herkes, böyle tanýmýþ olduklarýndan, ne zaman Karate okulu açacaðýmý soruyorlardý. Fakat bu iþi eski usul yapamazdým. Bana þimdi lazým olacak tesisin kurulum masrafý hayli büyük olurdu. Ýmkaným olursa, Bu-Do (Bushido’nun kýsaltmasý) adýný verdiðim sanat (Silahsýz savunma tekniklerine ilaveten, Resim-Kelam) sanatý öðreteceðim bir mekan döþetmek isterdim.
Bu günlerde baþka bir çabam da, yazmaða çok önceleri baþladýðým bir romaný tamamlamaya yönelikti. Küçük kardeþim Þirin bana bir diz üstü bilgisayarý getirmiþ, bu bakýmdan çok iþime yarýyordu. Nihayet ilk cildini bitirip, bastýrmak için Ýstanbul’a tekrar gitmiþtim. Bu arada bizim kasabada açtýðým ilk karate okulu öðrencilerimden ve uzaktan akrabam olan Candan Avcýlarda oturuyor ve Ray Sigortanýn bayiliðini yapýyordu. Yirmi yýl olmuþtu görüþmeyeli. Ama görür görmez ikimizde tanýmýþtýk. Geçmiþe þöyle bir uzanýp, sonra Ýstanbul’da bulunma nedenimi söylemiþtim. Candan, ismi gibi yakýndý bana “ Bu akþam ve daha sonra benim misafirimsin Abi” diyordu. Nitekim bürodan çýkmýþ, BMW’si ile Selimpaþa istikametine yönelmiþtik.
Yolda aradýðý baþka bir dostunu daha almýþ ve deniz manzaralýdan öte, hemen bitiþiðinde, deniz ürünleri menüsü ile ünlü Sofram restoranda oturmuþtuk. Candan’ýn dostu Seracettin Hoca bir Kelkitli bir hemþerimiz ve gerçekten çok nüktedan, hoþ sohbet bir kiþiydi. Öðretmenlikten emekli olduktan sonra Emlakçýlýk yapýyordu. Burada yaklaþýk dört saat kalýp, hoþ sohbetten sonra, nihayet akþam olmuþ, bana kalsa bu gün için yeterli ve Þirinevlere, yeðenimin evine dönecektim. Fakat yolda Seracettin Hocanýn ýsrar üzerine, onun semti, Beylikdüzü’ne yöneliyor ve bir restoranýn bahçesinde oturuyorduk. Birkaç kadeh de burada atýp, kalkmayý düþünürken, Seracettin hoca, önünde oturduðumuz büyük binanýn içinde olan bir mekanda, biraz müzik dinlemeði öneriyordu. Burasý bar tipi bir yerdi. Aþaðýda otururken bir de bayan arkadaþlarý gelmiþti. Ýki masayý doldurmuþ, müzik dinlerken sohbet ediyorduk. Seracettin hoca çok neþeliydi. Kalkýp dansettiði gibi, þarký okuyan müzisyenlere eþlik etmekten de geri durmuyordu. Bir ara lavaboya gitmek için kalkýp, dýþarý çýkmýþtým. Tuvaletler, içine alttan merdivenle çýkýlan geniþ alanýn solundaydý. Nitekim iþim bitmiþ, yüzümü yýkadýktan sonra, masaya dönmek üzere hareket etmiþtim. Üstümde gri takýmlarým vardý. Almanya’dan geldiðimde daha uzun olan saçýmý omzuma deðecek kadar kýsaltmýþtým. Geri dönerken geldiðim yoldan deðil, sað taraftaki benzer bir mekanýn önünde geçiyordum. Bu mekan bizim oturduðumuz gibi hareketli deðildi. Kapýnýn hemen önünde iki, onlarýn karþýsýnda, bazýsý týrabzanlara oturan dört kiþi, aþaðýdan gelen merdiven basamaklarýna bakýyorlardý. Ben aralarýndan geçmiþ, az sonra saða saparak, soldaki bizim mekana girecektim. Bu sýrada karþýdan orta boylu, çengel býyýklý biri tam üstüme doðru geliyordu. Bu adamýn, bana omuz atmak niyetinde olduðunu sezmiþtim. Lakin ona, hiç ummadýðý, hoþ bir sürprizim olacaktý. Adýmlarýný ayarlamýþ, bana güçlü bir omuz atacaðý sýrada birden sol ayaðýmý geri çekip, kývrak bir eskiv ile ona yol veriyordum. Bu ani hareketim onu yerinde döndürüp, sendeletirken komik duruma düþüyordu. Böylece o bana çarpamýyor ve bende bunun nedenini sorma külfetinden kurtulurken, tebessüm ederek yoluma gidiyordum. Lakin omzuma dokunan el, bunun hemen mümkün olmayacaðýný, zira arkada kalanýn bir sýkýntýsý olduðunu gösteriyordu. Konuyu anlamak için geri dönerken, esasen bu kadarý yeter, diyordum. Nitekim aniden geri dönmüþ ve düþündüðüm olasý manzarayla karþýlaþmýþtým. Çünkü karþýdan gelenin tek baþýna bana böyle posta koyamayacaðýný ve arkasýnda mutlaka birilerinin olduðunu düþünmüþ ve hemen arkasýna bakmýþtým. O pozisyonunu güvenli gördüðünden olacak, pek acelesi yoktu. Yoksa bana arkadan da bindirebilirdi. Arkasýndakiler, demin konumlarýný verdiðim altý kiþiydi. Bize doðru geliþlerinden niyetlerinin hayra alamet olmadýðý belliydi. Hiçbir geçmiþim olmadýðý halde, bu adamlar ne isteyebilirlerdi benden, dayaktan baþka? Tek kelime dahi etmeden, en öndekinden baþlýyordum. Ortalýk bir anda þapýrtýya gitmiþ, önüme gelene vuruyor, arkama kimseyi geçirmiyordum. Az sonra ataða geçecek ne halleri, ne de kalmýþtý. Karþýmda þoka girmiþ gibi duruyorlardý. Tam arkamý dönüp, yoluma gidecektim ki, birden tepeme atlayan biri bana sarýlýyordu. Olacak iþ deðil, sanki bana özel komplo kurulmuþ, hiç ummadýðým yön ve kiþilerin saldýrýsýna uðruyordum. Öfkeyle sýrtýma atlayanýn böðrüne bir dirsek indirmek üzereydim ki, “Ne yapýyorsun abi benim, Candan” diyor ve býrakýyordum. Bu arada bir anlýk karambolden istifade etmek isteyen karþýdakiler biri ataða geçip, bir yumruk alnýmý sýyýrýrken, sahibi okkalý sol yumruðumu tam ensesine yiyip, sendeleyerek uzaklaþýp, kavga da bitiyordu. Biz içeri, masaya dönerken, dýþarýdakiler saða sola sataþýyor, kýrýlan cam sesleri geliyordu. Omzuma atlayan Candan, meðerse kavgayý yeni baþlýyor sanarak, bunu önlemek istiyormuþ. Masaya oturduðumuzda son yumruktan ötürü sol bileðimin aðrýmaða baþladýðýný hissediyordum. Ansýzýn vurmak zorunda kaldýðým için bileðimi yeterince sýký tutmamýþ olmalýydým. Bunda, yýllardýr kum torbasý ve makivarada çalýþmayýþýmýn payý da vardý. Biraz sonra dýþarýya Jandarma geldiði söylenmiþti. Candan olayýn sebebini soruyordu, ama bilen yoktu. Canlarý dayak istiyordu tereslerin. Fakat artýk o zamanlarým deðil, beni dövüþe zorladýklarý için kýzmaða baþlýyordum. Yanýmda makine olmadýðýna þükr etsinlerdi. Artýk gidecektik ve baþka çýkýþ olmadýðý için gene ayný kapýdan çýkmýþtýk. Dýþarýsý hayli kalabalýktý. Bir jandarma çavuþu dört asker vardý. Kalabalýk çavuþun etrafýndaydý. Daha az provokatif görünmek için bayan arkadaþ soldan koluma girmiþ, kalabalýðýn sað yanýndan geçerek merdiven baþýna gelmiþtik ki, birden;
-Durun!
Diye baðýran çavuþun sesiyle duraksýyor, ama üstüme alýnmayarak yürüyordum. Nitekim ayný ses tekrar duyuluyor ve;
-Size söylüyorum, merdivenin baþýndaki, durun! Diyordu. Biz dururken de o ve yanýndakiler yaklaþarak, bu kez doðrudan bana;
- Sen, kimliðini ver! Diye sertçe emrediyordu.
Ben buna ayný sertlikte cevaben:
- Ne baðýrýyorsun be, karþýnda saðýr mý var?! Hem ne istiyorsun benden, hakkýmda þikayeti olan mý var? Diye çýkýþýyordum.

Çavuþ bu haklý tepkim üzerine bir an þaþýrýp, etrafýndakilere bakarken, kalabalýktan biri;
-Ben kavgayý ayýracaktým, bana neden vurdun. Bunu asla affetmeyeceðim.
     Diyor, bir baþkasý, burnuna gelen bir yumruðun öcünü alacaðýndan, bir diðeri de baþka bir yumruktan söz ederek, böylece dolaylý þikayet yapýlýyordu.
Bunlara cevaben;
-O halde kusura bakmayýn ama ben saldýracaðýnýzý sanmýþtým. Diyordum.
Aslýnda askerlik sorunu yüzünden jandarmayla hiç haþýr neþir olmak istemiyordum. Ama çavuþ da gerçekten çok sinir bozucuydu. Arkasý dönük, kimliðimi görmek istiyordu. Ýþin kötüsü, arkasýnda palaskasýna sokulu duran çýplak bir de tabanca vardý. Þeytan adamýn aklýna hiç iyi þeyler getirmiyordu hani. Beni tanýmadýðý malumdu, ama ülkede yine malum olan baþka gerçekler de vardý. Ýkide bir vurulan polis, asker haberleri, terör olaylarý gýrlaydý. Kendine güvenebilirdi insan, ama böylesi gaflet biraz fazlaydý. Çünkü bir adým ötede duran silahý belinden kapýp, aðzýna kurþunu sürüp, kendi baþýna dayamak iþten bile deðildi. Nitekim önce kimliðimin yanýmda olduðunu söyleyip, bunu cüzdan mahfazasýndan çýkarmadan gösteriyordum. Ama o bununla yetinmiyor, eline vermemi istiyordu. Sonra alýp, yanda turan iki genç jandarmaya veriyor, beni de karakola götürmelerini, konunun orada muhakeme edilmesi gerektiðini söylüyordu. Yolda durumu özetlediðim genç jandarmalar, bana hak veriyorlardý ama yine de karakola götürmek zorunda olduklarýný söylüyorlardý. Bunlarýn elinden kaçmak sorun deðildi, lakin bunu yapmanýn sonucu iþler daha da karýþýrdý. Derken avludaki parkta jandarma aracýnýn yanýna geliyorduk. Buraya daha önce getirileni görünce hemen tanýyordum.
- Ýþte olayý baþlatýp, bana omuz atmaða kalkan bu idi.
Derken, onun yanýna yaklaþýp, zoraki sabýrla yumuþattýðým ses tonuyla:
-     Yahu birader, söyler misin, sana ne yaptým ki, durup dururken bana takýldýn. Bunun bir nedeni olmalý, deðil mi?
Ona ilk yumruðu vurma þansý tanýmadýðýmdan olsa gerek, hala bana kýzgýn görünüyordu;
- Bu iþ burada bitmeyecek, daha sonra gene görüþeceðiz ! Diyordu.
Ses tonumdan cesaret almýþ olmalýydý. Anýnda yakasýna yapýþýp, sýrtýný jandarma pikabýnýn arka kapýsýna çarparken bu kez ödünü patlatacak gibi haykýrýyordum:
- Senin gibi bir zibidinin yüzünden tam on altý sene yatýp, daha içerden yeni çýktým, ölmek mi istiyorsun lan!?
- Bu çýkýþým onu kendine getirmekle kalmayýp, panikleterek Jandarmalara duyurmak için:
- Duydunuz deðil mi, beni ölümle tehdit ediyor! Diyordu.
Tam çatmýþtým yani. Jandarmalar ona karakolda þahitlik edip, hakkýmda ölümle tehdit etmekten zabýt tutmaða kalkýþýrlarsa iþim var, diye aklýmdan geçiyordu ki, jandarmalardan biri kýzarak;
- Kes sesini be, senin ona daha önce ne dediðini de duyduk. Diyordu.
Derken araca binip, kara kola doðru hareket etmiþtik. Ama ben sonuçtan hayli kaygýlýydým. Bu nedenle karþýmda oturan tipe kýzýyordum. Sonra gene kendimi tutarak. Adýný ve memleketini soruyordum. Mardinli ve adý Ýlyas’dý sanýrým. Bana takýlma nedenini kesinlikle söylemek istemiyor, bunu sorunca kýzýyordu. Buna iliþkin gerekçeyi ancak iki yýl sonra, tesadüfen onlarla tanýþan bir hemþerim bana söylerken, onlarýn beni yakýndan tanýmayý arzu ettiklerini de duyacaktým. Meðer bunlar bilmem kimin özel korumalarý ülkücüler olup, takýlma nedenleri saçlarýmýn uzun olmasý imiþ.
Nitekim karakola varmýþtýk. Ben koridora açýlan salonda bir bankta oturmuþ, beklerken, Candan ve Seracettin hoca da gelmiþlerdi. Ýfade için onu hemen içeri almýþlardý. Onlardan baþka kimse var mýydý bilmiyordum. Ancak biraz sonra birkaç arkadaþý daha gelmiþlerdi. Nitekim yüzünü göremediðim karakol komutaný kýzýp, onu nezarete attýrýyordu. Dýþarý, yanýma gelen çavuþa, eðer onlar davacý iseler davacýyým, deðilseler deðilim, diyordum. Yarým saat sonra kimliðimi geri alýp, þükür baþka bir durum olmadan oradan ayrýlýyordum.
Devresi gün iyice þiþen sol elim hayli sýkýntý veriyordu. O gün Candanla birlikte bürosunda görüþtüðümüz müteahhit hemþerim Basri, kitabýn basýlmasý konusunda tanýþlarý vasýtasýyla yardýmcý olabileceðini söylemiþ, yarýn tekrar buluþmak üzere ayrýlmýþtýk. Nitekim Hareket yayýnlarýna gitmiþ ve kitabýn bir ay içinde basýlýp, adrese teslim edilmesi konusunda anlaþarak, ikinci cildin yazýmýna devam etmek üzere Ankara’ya geri dönmüþtüm. Önder mahallesinde, 1970 yýlýnda amcamlarla oturduðumuz evde eþim ve küçük kýzým Asena ile kalýyor, aileden intikal eden kira gelirleriyle geçinirken, günlerimin çoðunu yazarak ve resim yaparak geçiriyordum. Ara sýra kahvehanelere veya akraba gençlerin Taekwon-do salonuna gidiyor, geç saatlere kadar sohbet ediyorduk.
Almanya olayýndan ötürü M.S.B. tarafýndan alýnan bir kararla önceki statümün tadil edilmiþ olmasý canýmý çok sýkýyordu. Türkiye mahkemelerinden aleyhime verilmiþ ne bir ceza hükmü, ne de bundan ötürü bir sabýka kaydý mevcuttu. Bir yanlýþlýk olmalýydý. Ama bunu kimden ve nasýl öðreneceðimi henüz bilmiyordum. Almanya’da haksýzlýklarla karþýlaþmýþtým, çünkü orasý bir yabancý ülke ve gizli açýk yabancý düþmanlýklarý söz konusu olduðundan baþarý þansý azdý. Fakat burasý kendi ülkemdi. Dolayýsýyla kasti bir þey olmamalýydý. Bununla ilgili kimden güvenilir bilgi alabileceðimi soruþtururken, eski askeri yargýçlardan, vukuf ehli olan bir hemþerim, Baki Tuð’a danýþabileceðim salýk veriliyordu. Nitekim Baki Beyle görüþmüþ ve durumu izahla, görüþünü sormuþtum. Ýlk sorusu bunu kimden öðrendikleri idi. Kendim, mektupla yazdýðýmý söylemiþtim. Bunun ne sakýncasý olabilirdi ki. Nitekim görev olduðu kadar bir haktý askerlik ve çerçevesi yasalarla belirlenip, keyfi tasarruflara mahal bulunmayan bir husustu. Mevzuat ve uygulamalara iliþkin son durumlarý öðrenmek üzere iki gün araþtýrma süresi gerektiðini belirten Baki Bey, nihayet meseleyi açýklýyordu. Dediðine göre, aleyhime alýnan bu kararýn dayandýrýldýðý sebep uluslar arasý bir protokol olup, bunun için Askeri Ýdare Mahkemesinde dava açýlmalýymýþ. Davayý kazanma þansým yüzde elli idi. Yarýdan az olmayan bu oran olumlu sonuç demekti, ki makul olan da buydu. Þimdilik bütün mesele davayý açmaktan ibaret görünüyordu. Aksi durumda bunu hazmetmem imkansýz alacaðý için, dava açmakta tereddüt ediyordum. Uluslar arasý anlaþmalar lehime olunca iþlemezken, aleyhime olunca hemen iþletilmesi beni delirtiyordu.
Bir akþam kahveden gelen bir genç, beni Gümüþhane’den arkadaþým olduðunu söyleyen bir polisin sorduðunu ve berber dükkanýnda beklediðini söyledi. Hemen kalkýp, merakla gittiðimde kimi görsem iyi idi. Ortaokul sýnýf arkadaþlarýmdan Adnan Þahin. Birlikte fotoðraflarýmýz vardý. Bir Samsun sigara paketini ortak alýp, bölüþtüðümüz Adnan. Þimdi Polis teþkilatýnda ve istihbaratta komiserdi. Aradan yirmi üç yýl geçmiþti. Býyýklý olmasý yüz hatlarýný deðiþtirdiði için hemen tanýyamamýþ, lakin az sonra derin maziye uzanýp, Adnan’ý gün ýþýðýna çýkarabilmiþtim hatýramdan. Aradan gerçi yýllar geçmiþ ama Adnan kendi kalabilmiþ, içtenliði deðiþmemiþti.

Aklýmda askerlik sorunu olduðu için, konuyu takip ediyor, ilgili mahkemede görevli bir hakim ile tanýþýyordum. Albay Basri Beyle ofisinde görüþüp, Türkiye’de bir sabýkamýn bulunmayýþý karþýsýnda nasýl böyle karar alýnabildiðini, bunun kitapta ki yerini göstermesini rica etmiþtim. Nitekim raftan aldýðý kanun kitabýna birlikte bakmýþ ve hüküm giymemiþ olmak, maddesinden baþka maddeye rastlamamýþtýk. Bu durumdaki çeliþkiyi ifade etmek için:
- Sayýn Albayým, bu maddenin þurasýnda bir parantez açýlýp, Alman mahkemelerinin veya bütün yabancý mahkemelerin kararlarý da geçerlidir, denmesi gerekmez miydi, bu yargýya varabilmek için? Diyordum.
Verdiði cevap önce absürd, sonra makuldü;
-Yasa maddesinde “Alman mahkemelerinin kararlarý geçersizdir, diye de yazmýyor”. Diyor, ama sonra þöyle ilave ediyordu; bu konuda karar verecek olan tek hakim ben deðilim, üç kiþinin daha onayý gerekiyor Hüralp Bey.
Madem ki burasý Almanya olmayýp, bunlar da Alman hakimleri deðil, o halde hakkýmda muhakkak yanlýþ karar verilmeyecektir, diyordum…

Yazdýðým romanýn ikinci cildine çalýþýrken taslaktan ayrýlmýþ, daha iþlevsel olacaðýný düþündüðüm Uygurlar zamanýný incelemeðe baþlamýþtým. Bunun için bir yandan kütüphaneleri dolaþýp, somut olaylara iliþkin kaynak kitaplar ararken bir taraftan da halkýn arasýna girip, kendimce bir takým sondalamalar yapýyordum. Uygurlar zamanýný seçmemin esas sebebi, o zamanýn bazý bakýmlardan þimdinin Türkiye’sine benzemesiydi. Þöyle ki; istikrarsýz idare, iç karmaþalar ve bu arada fakirleþerek, zayýf düþen halka dýþardan yapýlan psikolojik, her türlü tazyik ve din deðiþtirmeðe dair telkinler.
Ýlk bakýþta, memlekette Ýslami yaþayýþ yaygýnlaþmýþ ve dine daha çok raðbet ediliyor gibi görünüyordu. Bu babda bir çok yeni tarikat ve cemaatler ortaya çýkmýþ, lakin herkes kendi hesabýna çalýþýyor, milli hedef söz konusu deðildi. Türk gençliði, geneli dýþ kaynaklý olan muhtelif dini akýmlara kapýlýyor, dejenerasyon hýzla sürüyordu. Yeni tanýþtýðým bir çok kiþi, neden Türkiye’ye geri döndüðümü sorarken, onlarýn fýrsatý olsa ülkeden gideceklerini söylüyorlardý. Ýnanýlýr gibi deðildi. Yabancý ülkelerde onlarý bekleyen potansiyel tehlikelerden hiç haberleri yoktu. Ya da her þeyi göze alýp, buradan gitmek istiyorlardý. Vatandaþý kendi ülkesinde bu denli bihuzur edip, burayý yaþanýlmaz kýlan sebepler neler, müsebbipler kimlerdi?
Milli baðlar gün geçtikçe zayýflatýlýp, aþaðýlýk kompleksi körüklenirken, millet, karþýlýklý güvensizlikten kaynaklanan yalnýzlýk ve ümitsizliðe sürükleniyordu. Siyasi örgütler ve bunlarýn baþýnda bulunanlara güvensizlik tavana vuruyordu. Basýn-yayýnda yoðun bir “önder” arayýþý vardý. Çoðunluk, ah keþke Atatürk yaþasaydý, diyordu.
Her ne kadar bölücü, bozguncu terör hareketlerine karþý mücadele eden silahlý kuvvetler kayda deðer baþarýlar elde etmiþ olsa da, bunun uzun zamana yayýlýp, halen dahi kökünün kazýnmamýþ olmasý, bir ölçüde yýlgýnlýða yol açýyordu.
Bir devirde, Millet Vekilleri tarafýndan seçilen sivil ve bürokrat kökenli bir devlet baþkaný, esas görevi sanki bu imiþ gibi; ”Terörle yaþamaða alýþmalýyýz” beyan ve çaðrýsýnda bulunmuþ, ondan sonra gelen de, bu doðru bir þeymiþ gibi, ayný ifadeyi kullanmak suretiyle, adeta devletin acizliði ifþa edilmiþti. Örnek hazýrdý, Ýspanya ve Ýngiltere. Onlar teröre alýþmýþ, öyleyse biz de alýþmalýymýþýz. Oysa bunu “Güven Bilim” açýsýndan irdeleyecek olursak; ne demek teröre alýþmak. Hangi halk, deðil alýþmak, vicdanen kendini suçlu ve sorumlu hissetmediði bir konuda, her an ölümü bekleme hissine sabredebilirdi. Oysa böyle bir açýklamayý sadece terör örgütleri yapar; “Ýstediklerimizi yapmýyorsanýz, o halde bu eylemelerimiz sürecek ve siz bunun sonuçlarýna katlanacaksýnýz” derdi. Bu durumda gerçek devlet ve onun yöneticilerine yakýþan; bir an önce, sorumlularý bulup, köklerini kazýmak ve bozulan huzur-güven ortamýný tesis etmekti. Vatandaþý buna alýþmaya davet etmek, onu korkutup, zamanla sindirilmesine sebep olacaktý. Bu denli hayati bir konuda, kavramlarýn karýþtýrýlýp, rollerin deðiþtirilmiþ olduðu bir yerde devletten söz edilmesinin kýymet-i harbiyesi yoktu. Atatürk’ün bir sözü; “Yurtta sulh, cihanda sulh” idi. Sanki bundan baþka bir þey söylememiþ gibi, dillere pelesenk edilmiþti bu söz. Peki ülkede bunun aksi þartlar, yani komþu ve dost (!) ülke, denen ülkelerce desteklenen kýyýcý terör söz konusu olduðu zaman, Atatürk yaþamýþ olsa ne derdi? Bunu bilmek, her halde cinlere, perilere sormayý gerektirmezdi.
Bu pasif politikalardan ötürü uðranýlan onca zarar ziyandan sonra, artýk sabrý taþan bir Komutan “Savaþ açarýz” diyor ve sözün tesiri hemen görülüyordu. Terörist baþýný barýndýran ülke artýk ona buradan git diyordu. Nereye gitmiþ ve bu arada neler olduðu malum. Rusya, Ýtalya, Yunanistan ve derken Afrika’da tutunamayan Apo’nun çýktýðý yolculuk, Ýmralý’da, demir parmaklýklar ardýnda noktalanýyor. Yapýlan sorgulamasýnda ona hangi ülkelerin nasýl yardým ettiðini teker teker açýklýyordu. Açýklýyordu da ne yapýlýyordu peki? Hiç. O halde, yakalanmýþ olmasý yakalanmamýþ olmasýndan daha kötü deðil miydi? Bence kötüydü, çünkü bu bir devletin düþmanlarý karþýsýnda çaresiz kaldýðýnýn görülmesi anlamýna gelir ve caydýrýcýlýðýný yok ederdi. Bunu es geçelim hadi, arkasýndan Apo idam talebiyle yargýlanýyor ve asýlmasýna karar veriliyor, lakin bu infaz edilemiyordu. Böylesi bir hata yapýlacaðýna, çýkarýlan af kanunundan onu da yararlandýrýp, iþ birliðine gitmek çok daha anlamlý bir hareket olabilirdi. Ama bunlarý yapabilecek kadrolar neredeydi?
Apo ölüme mahkum, içerde yatýyor, ama yüksek mahkemenin verdiði idam kararýnýn infazý mümkün deðil. Bu olay, infaza karþý çýkan malum ülkelere uluslar arasý alanda prestij saðlarken, Türkiye aleyhine oluyor. Buna mukabil, terör savaþýnýn öteki ve asýl çarpanlarý henüz faal ve onlara yýllardýr destek veren malum Avrupa ülkeleri (Sözde müttefik ve Türkiye dostlarý) bunun bedelini ödemedikleri gibi, daha baþka yýpratma stratejilerine yönelebiliyorlar. Bunlarýn baþýnda “Ermenilere soy kýrým yaptýnýz” ve “Kýbrýs’ý iþgal ettiniz” savlarý geliyor. Art arda milli meclislerinde buna iliþkin tanýma ve kýnama yasalarý çýkarýp, anma günleri tertiplemeðe baþlýyor, sonra bunu Avrupa Parlamentosuna da kabul ettiriyorlardý. Þayet bunlarý kabul edip, her türlü tazminat dahil, özür dilenmez, Kuzey Kýbrýs’tan vazgeçilmez ise, Türkiye AB’ne üye olamaz deniyor. Bunlara yanaþmayacaðýný bildiklerinden, gerekirse biraz daha etkin bir tehdit oluþturmak için, “Avrupa Ordusu” kurmak istiyorlardý. Bunun için de, fazladan para harcamak yerine, Nato imkanlarýndan yararlanmak, NATO üyesi olan Türkiye’yi devre dýþý býrakmak yetmiyor, inanýlmaz bir taleple, onu kendisine karþý kullanabilmelerine onay vermesini istiyorlardý. Tabii ki komuta ve karar merkezlerinde hiç yetki vermeyerek.
Buradaki mantýðý kim, nasýl açýklayabilir, demeyin, çünkü Türkiyeli bazý siyasi parti mensuplarý ve medyacýlar, özel mantýk yaratma konusunda pek mahir olup, ya hiç sormaz veya üstünde düþünmeyip, geçiþtirirler bu konularý. Onlarýn tek kurtarýcý diye, gördüðü “AB Tam üyeliði”dir. Bu can kurtaran simidine sarýlmak elzemdi. Ama gene de, bu salt dikenden ibaret olan simidin ne gibi kazanýmlar saðlayacaðýný övebilmek ve ne gerekli bir ihtiyaç olduðunu anlatabilmek için acilen bir þeyler yapmalýydý;
Örneðin; iþ birlikçi kesim, banka hortumlama uzmanlarýnýn devreye sokulup, ülke krize girmeli, mali piyasalar alt üst edilmeli, ekonomi çökmeli, iþ yerleri kapanmalý ve vatandaþ iþsiz- parasýz duruma gelmeliydi. Bu kývamda bir zeminine her türlü zakkum tohumu saçýla bilir, her türlü onay alýnabilirdi artýk; Misyonerler Dinlerini, Diplomatlar öngördükleri yasa ve anlaþmalarý kabul ettirebilirlerdi artýk bu devlete…
Bu durumlar karþýsýnda ülkeyi yönetenler ne yapýyordu, olan bitenin ne anlama gelip, ülkeyi nereye götürdüðünü kimse görmüyor muydu, yoksa herkes görüyor da genel acizlik mi söz konusuydu, söylemek zor. Belki devletin güç kademelerinden biri çýkýp, bunun için uygun zemin ve zaman henüz mevcut deðil, diyebilirdi. Fakat çok sürmeyip, o da gelecekti. Çünkü ansýzýn bir saldýrýya uðrayan ABD, bizde olduðu gibi, bunun otuz bin cana mal olmasýný beklemeyip, buna raðmen yýllar boyu “Yurtta sulh, cihanda sulh” demiyor ve geçerli mantýðý derhal uygulamaya koyarak, Baþkan Bush, önce;
- Bu bize açýlmýþ görünmez bir savaþtýr. Buna karþý cevabýmýz ise “Bir Haçlý seferi olacaktýr” diyordu.
Fakat az sonra, bu, orta çaðý hatýrlatan primitif stratejiyi beðenmeyen kurnazlar çýkýp, (Ýngilizler) ona hemen bu açýklamadan çark etmesini salýk veriyorlardý. Çünkü günümüz dünyasýnda bu tarzýn tutacaðý kuþkuluydu ve bu belki de ABD için bir felaketle sonuçlanabilirdi. Nitekim Baþkan Bush anlayýp, ilk kararýný es geçerek, hedeflerinin Ýslam ve bütün Müslüman ülkeler deðil, sadece teröre destek veren ülkeler olacaðýný söylüyordu. Bu ülkelerin baþýnda, ABD’yi daha önce çeþitli nedenlerden ötürü yaptýðý açýklamalarýyla tehdit etmiþ bulunan Suudi asýllý zengin bir adam Husame Bin Laden’i barýndýran Talibanlarýn yönettiði Afganistan geliyordu.
Afganistan kimdi, neredeydi, nasýl bir yerdi, sorularý açýlýnca,orayý vurmak isteyen ABD, ister istemez dünyadaki stratejik ve diðer demografik konumuyla hemen Türkiye’yi hatýrlýyordu. Amerika panikte, ne diyeceðini þaþýrmýþ bir halde bocalarken, bütün kulaklar dýþardan gelecek tepki ve açýklamalardaydý. Bu müthiþ saldýrýlar zincirini kim üstlenecek, kim ABD’nin yanýnda yer alacak, kim karþý tarafý kýnayacak,duymak istiyorlardý. Bu çok önemliydi, zira buna göre hareket edilecekti. Bu sýrada Türkiye’den ABD’ye taziye ve terörü kýnama mesajlarý gidiyordu ve ilk etapta gereken de zaten buydu. Sonra Amerika’dan beklenen sinyaller geliyordu. “Müttefik ve dostuz, sizi bu yeni savaþta yine yanýmýzda görmek istiyoruz, var mýsýnýz?” Deniyordu, ama karþýlýk sadece kem kümdü. Çünkü Amerika mübalaða ediyor gibi gelmiþti bizimkilere. Sonra malum aþaðýlýk, geri kalmýþlýk kompleksi,”Nasýl olur da ABD gibi bir süper güç Türkiye’yi tam bir Partner gibi görür” diye düþünülüyordu. Bu saldýrýlarý ABD kendi kendine yapmýþ veya yaptýrmýþtýr, þeklinde düþünenler çoðunluktu. Çünkü bu cüret ve böyle teknolojik güç kimde var,diyorlardý. Öyle ya, ABD yolcu uçaklarýný uzaktan kumandalý bombalar gibi kim yönetip, o can alýcý hedefleri böyle bir biri ardýndan vurabilirdi? Hem de CIA gibi büyük bir istihbarat aðýna raðmen…
Fakat ABD ýsrarla Laden, diyordu, ama buna inanan yoktu. Kimileri, hayýr o kesinlikle olamaz derken, aslýnda ABD’nin Afganistan yoluyla Orta Asyada hükümranlýk kurmak için bunu bir bahane yaptýðý kanýsýndaydýlar. Oysa ikisi de gerçek olabilirdi. Nitekim de öyleydi. Laden Filistin-Ýsrail politikalarýna kýzarak ABD’yi cezalandýrmak istemiþ, ABD’de zaten ilgi duyduðu Afganistan noktasýnda iyi bir konum elde etmek istiyordu. Ama bu ilk etapta kolay bir iþ deðildi. Onun için de Türkiye’ye büyük iþ düþebilir ve bu öyle taþeronluk gibi ucuz iþ olmazdý. Çünkü bu bedel sonunda az gelip, zarara yol açardý. ABD bunu biliyordu. Onu kesin baþarýya götürecek Partnerler lazýmdý ve bu bakýmdan önde gelen Asya köken ve uzantýlarý malum Türkiye idi. Bizimkiler geri çekilerek, Afgan Hükümetinin kurulmasý dahil, bir çok önemli faaliyeti Avrupalýlara býraktýlar. Hal bu ki, ABD nezdinde ve gerçek anlamda Avrupa’nýn önüne geçmek isteniyorsa iþte tam fýrsatýydý. Saldýrý ABD’ye yapýlmýþtý, o halde Avrupalýnýn bir iþi yoktu Afganistan’da. Madem teröre karþýydýlar da,bunca yýldýr daha neden destekliyorlardý Türkiye’de ki terörü? Kaldý ki, bu halen sürmekteydi. Onlar nasýlsa oraya gelmek isteyeceklerinden, bunlarý sormanýn en uygun yeri de Afganistan olacaktý. Bunu parasýzlýk vs. gibi sebeplerden ötürü heba ettik. Nitekim birleþmiþ milletler adýna, her zaman yaptýðýmýz iþlerden biri gibi, oraya asker göndermek istiyoruz. Þimdi sýrada Irak var. Türkiye Irak’a saldýrýlmasýna razý olmadýðýný ilan etti. Çünkü körfez savaþýnda olduðu gibi, gene büyük zarara uðrayacaðýný düþünüyor. Ayný tavýr içinde olursa bunda kuþku yok ve uðrar da. Misak-ý milli sýnýrlarý içinde sayýlmýþ olan Musul-Kerkük artýk Türkiye’nin hedefi deðil. Ama oralarý da ele geçirme planlarý yapan birileri, kendi illerini dahi içine alan haritalar yayýmlamaktan çekinmiyor. Türkiye’nin yýllardýr terörü destekleyen komþularýndan dert yandýðýný bilmeyen yok, ama o hala onlarý rahatsýz etmek bile istemiyor. ABD ise kararlý ve Saddam Hüseyin mutlaka devrilmeli diyor. Irak’ýn sýnýrlarýnýn korunmasý sanki bizim görevimiz. Oysa el oðlu çoktan orada bir devlet kurmuþ ve bizim vilayetleri sýnýrlarý içinde gösteriyor. Üç baþlý Türkiye hükümetinin bir iþ baþaracaðýna inanan yok. Halkýn yarýdan çoðu yarý aç duruma düþmüþ. Tanrý yardýmcýsý olsun.


Cezaevinde iken tanýþtýðým ve o zaman yakýnda Ankara’ya döneceðini öðrendiðim, resimlerimi Siemens firmasýna ait sergi salonlarýnda sergileten Bayan Konsolos Feyha Enç aklýma gelip, onunla görüþmek istiyordum. Kendisini Ankara’da bulabileceðimi açýkladýðýmda, buna memnun olacaðýný ve bana her konuda yardým etmek istediðini söylemiþti. Nitekim Tandoðan’daki ofisinde görüþtüðümüzde o sözümü hemen hatýrladýðýný belli ederek:

- Gerçekten, beni buldun! Ýnanýlýr gibi deðil. Nereden nereye, deðil mi Hürþad?
Derken gülümsüyordu. Oturduktan sonra kahve söyleyerek, hasbi hal ediyordu;
- Nasýl, umarým alýþabilmiþsindir sivil hayatýna?
- Evet, o bakýmdan pek sorun yok, ancak baþka bir konu var ki, gerçekten moralimi bozuyor. Bu da askerlikle alakalý.
- Evet, sahi sen ne yaptýn o konuyu, ne oldu?

Bunun üzerine konuyu açmýþ ve bahsi geçen uluslar arasý protokolü sormuþtum. Aleyhime kullanýlabilecek olan her hangi bir anlaþma olmadýðýna beni temin ederek, yürütmenin böyle bir yola tevessül ediþine anlam veremediðini belirtiyor, gerekirse bunu dava etmemi, hakkýmý savunmamý öneriyordu. Nitekim onun dairesinde çalýþan hariciye memurlarýndan Ercan isimli biri ASAL’ da görevli, Cemil adlý bir Yüzbaþý sýnýf arkadaþý olduðundan bahisle, kendisine telefon ediyordu. Daha sonra bizzat görüþmek için gittiðimde yerinde bulamayýp, eski valimiz, þimdiki Bakanýmýz S. Çakmakoðlu’nun, önceden tanýþtýðýmýz askeri ve siyasi danýþmanlarý Kurmay Albay N. Tetik ve S. Selvi beylerle görüþüyordum. Fakat onlar böyle bir durumla daha önce hiç karþýlaþmadýklarýný ve nasýl bir uygulama gerektiðini bilemediklerini, bunun için mahkemede dava açabileceðimi söylüyorlardý. Oysa bunun dava açýlmaya gerek kalmadan, idarece düzeltilebilir olduðu kanýsýndaydým. Bakanla görüþebilmiþ olsam, muhtemelen bu sorun çözülmüþ olacaktý.
Ýþin baþka bir boyutu da, ben, yanlýþlýk nerede diye araþtýrýrken, dava açma süresini de geçirmiþ olduðumdu. Askerlik Þubesince yapýlan tebligata eklenerek verilmesi icap eden bu uyarý, ne yazýk ki ihmal edilmiþti. En ilginç durumlardan biri de, bu derdi baþýma açtýktan sonra, bana yardýmcý olmak isteyen, MSB’nýn danýþman avukatlarýndan bir bayandý. Tesadüfen ona rastlayacak, konuyu izah ederek, tebliðde yapýlan hatanýn tespit edilmesini müteakip, fiili durumun durdurulmasý için dilekçe verebilecektim. Böylece bu iþlem dava açma süresini otomatik olarak yeniden baþlatacak ve altmýþ gün içinde davayý nihayet açacaktým.
Bu arada eski askeri hakimlerden, þimdi emekli ve avukat olarak çalýþan E.Gökbayrak ile tekrar görüþecektim. Ona göre, hukuken yüzde yüz haklýydým. Ancak (nedeni açýklamýyordu), buna raðmen, mahkemede kazanma þansým %10 imiþ. Bir vatandaþ, hak ve hukukun geçerli olduðu bir düzende, haklý olduðu bir davada haksýz sayýlabiliyorsa, bu düzenin mahiyeti ne olabilirdi, düzensizlikten baþka? Bu doðru olamazdý. Bu durumda bir kez daha, devletin en mühim kurumlarýndan birinin, bir süre (Milli Güvenlik Kurulu) baþkanlýðýný yapmýþ olan, muhterem hemþerim Baki Tuð’a müracaat ediyor ve elimdeki sabýka kaydý örneðini uzatarak, þöyle þikayet ediyordum;
- Efendim, iþte bu ülkede sabýkam olmadýðýný gösteren resmi evrak, bu, devletin diðer bütün kurumlarýnda geçerli olduðu halde, neden M.S.B’ýnda geçmiyor, burasý bu ülkenin kurumu deðil midir?
Devletin kýdemli adamý Baki Tuð’un gerçekten üzüldüðünü görüyor ve cevabýný beklemeden, izin isteyerek, ofisinden ayrýlýyordum.
Nitekim aþaðýdaki dava dilekçemi yazýyor ve resmi harcýný yatýrarak ilgili mahkemeye elden veriyordum.

T.C.
Askeri Yüksek Ýdare Mahkemesi Baþkanlýðýna Ankara

Konu: Ýddia makamýnýn (ASAL) askerlik statümün tadil edilmesi kararýna karþý savunmam.

      Ýddia makamý, ilgili ulusal yasadan doðan ve gerekli koþullarý saðlayan her Türk vatandaþýnýn sahip olduðu statünün tadilatý konusunda 1076 ve 1632 sayýlý Askerlik yasalarýna istinaden karar verirken, yasada hiç yer verilmeyen bir sebebi öne sürmektedir.
      Ýddia makamýnýn öne sürdüðü sebep, kanunun öngördüðü gibi, her hangi bir Türk Mahkemesinin hükmü ve buna icabet için olmayýp, aksine bir yabancý (Güney Almanya da bir mahkeme) mahkemenin ilam muhtevasýdýr.
     Ýddia makamý bu kararýyla yukarýda anýlan yasanýn özüne uyacak olan, Türk kanunlarýnýn geçerli olduðu coðrafi sýnýrlar içerisinde veya yurt dýþýnda kanunen suç sayýlan bir eylemden ötürü “Türk mahkemelerince” aleyhte verilen bir hükmün bulunmasý, þartýna açýkça ters düþmektedir.
Gerekçe...

Aradan dokuz ay geçtikten sonra mahkemeden gelen karar, davanýn ret edildiði yönündeydi. Bundan birkaç gün önce ASAL’a gönderdiðim bir E-mailde; açmýþ olduðum dava halen sonuçlanmadýðý için askerlik görevimi yapamýyor ve bu nedenle uzun zaman kaybedip, bir iþe baþlayamýyordum. maðduriyet içinde olduðumu belirtiyordum. Davamýn bir an önce ve hakkaniyete göre sonuçlanmasý halinde, gönüllü olarak Afganistan’a dahi gitmeðe hazýr olduðumu bildiriyordum.


Cevap:
From: MSB ASAL

     Ýnternet aracýlýðý ile göndermiþ olduðunuz e-mailiniz incelenmiþtir. Almanya'da iþlediðiniz adam öldürmek suçundan aðýr hapis cezasýna çarptýrýlmanýz, Almanya’da bulunduðunuz sýrada, Türk Silahlý Kuvvetlerinden çýkarýlmayý gerektiren suç teþkil ettiðinden, yedek subay olarak alýnan askerlik kararýnýz, 18 ay hizmet yapmak üzere, er olarak tadil edilmiþtir. Er olarak askere sevk edilme iþleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek Ýdare Mahkemesine açmýþ olduðunuz davanýz halen devam etmekte olduðundan askere sevkiniz yapýlamamaktadýr.
Saygýlarýmýzla

Bu cevaptan bir saat sonra da mahkeme ilamý geliyordu. Mahkemeye ait bir e-mail adresi olmadýðý, ve bu durumla doðrudan ilgileri olduðu için düþüncelerimi içeren aþaðýdaki e-maili yine ASAL’a gönderiyordum:

Sayýn Baylar ve Bayanlar,

Ýþte nihayet aylardýr beklenilen mahkeme kararý intikal etti. Sað olsunlar, AYÝM hakimleri, Türk Milleti (!) adýna yargý yetkisini kullanarak, yabancý memlekette bu milletin saygýnlýðýný onlarýn anlayacaðý dilde savunmuþ ve bunu kendi basýn organlarýnda ilan ettirerek tescil ettirmiþ bulunan bir yurttaþlarýný, böyle bir þey yaptýðý için, zira Türkiye Cumhuriyetinin resmi adli sicil kayýtlarý o tür bir karara gerekçe sayýlabilecek bir hüküm giymediðini açýkça tespit ve beyan ediyorlar, kendi taktirlerini kullanarak, cezalandýrma cihetine gitmektedirler.
Bu durumda gerçek bir sükut-u hayale uðradýðýmý belirtmeliyim. Ancak, bu tür muamelenin malum ülkece ne kadar taktir edildiðini de bilmeyen yok. Zira aksi olsaydý, anýlan ülkenin baþýný çektiði Batý Avrupa Savunma ve Müdahale birliðinin karar alma aþamasýnda Türk Askerine de iþtirak hak ve yetkisi verilirdi. Bunu kesinlikle yapmak istemiyorlar. Çünkü onlarýn istediði malum; Türkleri daima kendilerinden aþaðý görmekte ve sadece kendi verdikleri kararlarýn uygulanmasýnda kullanmak istemektedirler.
Verilmiþ olan bu karardan ötürü, düzeltilmesi temennisiyle, iade-i muhakeme hakkýmý kullanacaðýmý da belirtmek isterim.
Saygýlarýmla


ASAL’ dan gelen satýrlarý tekrar okuduðumda, dikkatime takýlan bazý hususlara iliþkin bir yazý daha gönderiyordum:

Sayýn yetkili, Bay ve Bayanlar,

Ýnternet vasýtasýyla size göndermiþ olduðum e-mailime cevap verdiðiniz için teþekkür ederim. Cevabýnýz daha önce gönderdiðim iki e-mailden sonra geldiði için bunu ayrýca yanýtlamak istiyorum.
Hani diyorsunuz ya, Almanya’da suç iþlediðiniz için Türk silahlý kuvvetlerinden çýkarýlmanýz gerekti. Af edersiniz ama, insan bir yere henüz hiç girmemiþ iken oradan nasýl çýkarýlýr, hayret ediyorum. Zira nasýl olsa her þey kaðýt üzerinde deðil miydi. Bütün bu durumlar, hayatýmý yazdýðým kitapta yer alacak, bakalým bizden sonraki kuþaklar hakkýmýzda neler düþünecek, doðrusu merak ediyorum.

1979 yýlýnda ilk defa Türkiye’den ayrýlmýþtým. Meðer yirmi yýlda neler deðiþmiþ. Benim bildiðim kadarýyla, “Türkler gerekirse bir yiðidi öldürür ama hakkýný asla inkar etmezler”. Keþke beni o suçumdan ötürü kurþuna dizselerdi, yada keþke o Almanýn yaptýðý ilk darbede ölmüþ olsam da bu günleri yaþamasaydým. Hem ona hem de 16 yýl süren amansýz cezaevi hayatýna raðmen yaþadým ve gelerek kendi arzumla ve en iyi þekilde askerlik görevimi yapmak için hazýr olduðumu bildirdim. Bunu yapmamýþ olsam eminim þu an bile kimse arayýp sormayacaktý akýbetimi. Çünkü nasýl olsa müebbet hapse mahkum deðil miydim. Yurttaþlarýna böylesine bigane yaklaþan bir devlet ne kadar zaman daha varlýðýný sürdürebilir ki. Bir yazarýn dediði gibi, dünya bize, biz birbirimize düþman olmuþuz.
Eskiden hep duyardým. Vatandaþ kötü zamanlarda "Bu memleketi gene askerler düzeltir, derdi" inanýn kendi kýrgýnlýðýmdan ötürü deðil bu dediðim, ama þimdilerde artýk vatandaþ askerden de ümidini kesmiþ, sadece Allah’tan umut ediyorlar.
Saygýlarýmla


Nitekim, bunun için aþaðýdaki yeni dilekçeyi yazýp, harcýný yatýrarak, AYÝM evrakýna elden veriyordum:

GEREKÇE :

Dava konusuna iliþkin karar mütalaasýnýn 4. sayfasýnda geçen “.. Ancak T.C. Adli Sicil kayýtlarýnda davacýnýn adli sicil kaydýnýn olmadýðý da açýktýr” saptama, bu davanýn açýlmasýnýn baþlýca amil saikini teþkil ettiði ve bunun çürütülmesinin söz konusu olmayýþý, davanýn görülmesine dayanak teþkil eden ilgili T.C. askeri temel yasa maddelerinde (... sayýlan suçlardan hüküm giymemiþ olmak) ilkelerine uymamaktadýr. Zira bu, ilgili kanunun düþünce kapsamýna göre, davacýnýn yasalarýn geçerli olduðu kapsam alaný dahilinde her hangi bir suç iþleyip, hüküm giymemiþ olduðunun yasal gerekçesi ve delilidir.
Karar metninin 5. Sayfasýnda geçen “Davacýnýn F. Almanya’da iþlediði ve Türk kanunlarýnca da suç sayýlan iþlemler nedeniyle ...” ibare ise, bu suçlarýn ancak Türkiye’de iþlenmiþ olmasý halinde takibat ve yaptýrýma tabii olduðunu, aksi halde bu görüþ sadece etik bakýmýndan bir mukayeseyi ifade etmektedir. Þayet genel uygulama öyle olup, davacý yurt dýþýnda yaptýrýma tabi olan suçlardan birini iþlemiþ olsaydý, zaten henüz Türkiye sýnýr kapýsýndan giriþ esnasýnda tutuklanýr, mahkeme karþýsýna çýkarýlarak geçerli olan bir Türk mahkemesince mahkum edilmiþ olurdu. Halbuki, iliþikte sunulan resmi belgeden açýkça görüleceði gibi, yurt dýþýndan geliþte intikal edilen Yeþilköy Hava Limaný Polis karakolu nezaretinde 16 saat süren tahkikattan sonra yetkili baþsavcýlýkça (Bakýrköy Cumhuriyet savacýlýðý) salýverme kararý verilmez, tutuklanmasý icap ederdi.
Ayrýca, Davalý, askeri statünün tadil edilmesine gerekçe olarak bir de 3002 sayýlý Uluslar Arasý Protokol gösteriliyordu. Bu kapsamda hazýrlanmýþ olan yasa tasarýsý (Uluslar Arasý Sözleþmelerin yerli yasalarla uyuþmamasý halinde, Uluslar Arasý Sözleþmelere göre karar verilsin) çok kýsa süre önce yasa yapýcý organ T.B.M.M’nin onayýna sunulmuþ, lakin bu teklif milli egemenlik ilkesine aykýrý bulunarak, ret edilmiþtir.

Gereðini saygýlarýmla arz ederim.
28.12.2001
imza

Ek: Serbest Býrakma Tutanaðý

Aradan iki ay geçiyor ve o cevap nihayet geliyordu. Karar düzeltme talebim de ret ediliyordu. Karara gerekçe yazýlmamýþtý. Sanýrým aþaðýdaki satýrlar, ki bunu elliden fazla kiþi ve kurum ile T.B.M.M Dilekçe, Anayasa, Adalet ve Milli Savunma Komisyonlarýna e-mail olarak postaladým, o sebebi bir ölçüde açýklayacak niteliktedir:

........................................................................................................
“ Terör listesi

Komutan ile konuþtuðumuz konulardan biri de "Terör örgütleri" ve "Avrupa'nýn bu terör örgütlerine yaklaþýmý."
Orgeneral Kývrýkoðlu'na sorduk:
- AB, bir kýsým terör örgütünü, terör listesine dahil etmiyor... Üstelik Türk devletinin bu konudaki hassasiyetini bile bile... Ne diyorsunuz?
Bu konu, Genelkurmay Baþkaný'nýn "Üzerinde en çok durduðu" konulardan.
Verdiði yanýta gelince:
- Bu hususta ABD ile aramýzda bir ihtilaf yok... Avrupa'ya gelince. Üzüntü ile belirtmeliyim ki, dost ve müttefik pek çok Avrupa ülkesi, bunlara kucak açtý... Yani bir yerde, birbirlerine yakýnlaþtýlar... Orada yerleþmelerine, faaliyet göstermelerine göz yumdular... Ve bugün iki nedenle, terör örgütü listesine alma konusuna soðuk bakýyorlar.

Not: Yukarýdaki yazý, Gazeteci Yavuz Donat’ýn Genel Kurmay Baþkaný ile yaptýðý
19 Þubat 2002 tarihli Sabah gazetesinde yayýnlanan söyleþisinden alýnmýþtýr.
.......................................................................................................



Diyelim ki siz, bir Türk vatandaþý olarak, yurt dýþýnda, örneðin Türkiye Baþbakaný ve Genel Kurmay Baþkanýnýn dahi bizzat; "Bazý Avrupa Birliði Ülkeleri yýllardýr Türkiye’deki her türlü Ayrýlýkçý Terörü desteklemektedir" diye kast ettiði ülkelerden birinde bulunduðunuz esnada, o ülkede size isnat edilen her hangi bir suçtan ötürü polisçe tutuklanýp, mahkeme karþýsýna çýkarýlarak aleyhinize bir hüküm giydiniz.
a- Bu hüküm Türkiye yasa ve kurumlarý karþýsýnda ne anlam ifade eder?
b- Aleyhinize kullanýlabilir mi?
Buna "Hayýr", demiþ olan T.C. adýna Adli Sicil Takibatý yapan Cumhuriyet Savcýlýðý kurumudur. Bu makama verilen bir dilekçe ile baþ vurulmuþ ve ilgili rapor; "Adý geçen þahsa iliþkin her hangi bir sabýka kaydý bulunmamaktadýr..." þeklinde teþekkül etmiþtir. Yani kiþi Türk yasa ve mercileri karþýsýnda resmen masumdur.
Ýþte bu masumiyeti saymayan kurum ise, çok garip ama, yýllardýr Terör belasý ile uðraþmakta olan Türk silahlý kuvvetlerinin siyasi idaresini deruhte eden MSB ve buna baðlý Asker Alma Dairesi Baþkanlýðýdýr. Daha doðrusu bu dairenin sivil hukuk danýþmanlarýdýr, zira asker üniformalý subaylar, duruma iliþkin görüþlerini þahsen sorduðumda: "Hayýr, bu kesinlikle bizi baðlamaz, bir hüküm ancak T.C. Baðýmsýz mahkemelerinden çýkmýþsa geçerlidir" demekteler di.

Bir ülke düþününüz, (AB Ülkesi) sizin ülkenizde cana ve mala zarar verici her türlü terörü destekleyerek, sizi Ermeni Soykýrýmý ile dahi suçlarken, size karþý þahsen hiçbir haksýzlýk etmemiþ olacak ve mahkemeleri ama sizi haksýz olarak mahkum etmeyecek. Böyle bir mantýk ne yazýk ki ancak ve sadece Türkiye’de mümkün olabilir…

Gerçi son kararýmý verdim, Mart ayýnda, gitmem öngörülen askeri birliðe intikal edeceðim, lakin bu durumu sarihleþtirmek için son bir teþebbüsle dün T.B.M.M Milli Savunma Komisyonu Baþkan Vekili Vedat Çýnaroðlu vasýtasý ile MSB nezdinde giriþimde bulunarak, oranýn yetkilisi Kanunlar ve Kararlar Daire Baþkaný (Yýlmaz Hýzlý) ile görüþme imkaný bulduk. Yetkili General, mahkeme nihai kararýný vermiþ olduðundan buna karþý yapýlacak bir þey yapamayacaðýný söyledi. Ýade-i Muhakeme hakkýndan söz ettiðimde Paþanýn yanýtý; Bunun için size karþý kullanýlmýþ olan bir belgenin (Meþruiyeti olmayan yabancý mahkeme kararý) sahte olduðunun ispatlanmasý gerekir, idi.
Bunun aksini ispat etmek için her þeyin, yani buraya kadar anlatýlan bütün olaylarýn yeniden muhakeme edilmesi ve hem bana karþý, hem de ülkeme karþý yaptýðý yanlýþlardan ötürü hem Almanya'nýn, hem o mahkemenin bir Türk mahkemesi tarafýndan yargýlanýp, mahkum edilmesi gerekirdi. Bunun için benim onaltý yýl içerde yatmam hadi neyse, T.C. Baþbakaný, Genel Kurmay baþkaný ve A. Öcalan ve diðer PKK itirafçýlarýnýn þahitlik yapmalarý dahi kafi gelmezdi. Onun için iade-i muhakeme hakkýmdan þimdilik sarf-ý nazar etmekten baþka yapabileceðim bir þey yoktu.
Y. Hýzlý Paþa, bu olay mahkeme aþamasýna gelmeden görüþülmüþ olsa çözüme ulaþtýrýlabileceði kanýsýndaydý. Ne yazýk ki çok geç kalmýþým. Bu aþamada yapabileceðim tek þey hayatýmýn ilk oyunu verdiðim ve resmen üyesi olduðum partiden istifa etmekti. Çünkü MSB Bakaný bu partinin bir Millet Vekili idi. Asker kökenli Sayýn V. Çýnaroðlu, konuya açýklamalarýmla vukuf olduðunda, bana askerlik zamanlarýna iliþkin bir feragat örneði naklederek, bir teselli vermek istemiþti, lakin bu durumla alakasý yoktu. Ayný siyasi partinin Genel Sekreteri de (E.Askeri Yargýtay Baþkaný) eski bir askerdi ve onunla mahkeme sürerken görüþmüþtüm. Þikayetimi açýkladýktan sonra:
-Sayýn Baþkaným, bu sabýka kaydým ve bu da yüksek okul diplomam, diye gerekli iki belgeyi masasýna býraktýðýmda; Sayýn Baþkanýn ilk aklýna gelen cümle, her nedense: “Bu önemli deðil” olmuþtu.
Doðru, önemli olan, neden ve nasýl olursa olsun Almanya’da bir Almaný öldürmüþ olmamdý. Gerisi önemsizdi. Yýlmaz Paþa, silahlý kuvvetlere intikal ettiðimden sonra benim için bir þeyler yapabileceðinden bahsediyordu. Örneðin, ressam olduðumu öðrenmiþti ya, mesleki kabiliyetlerime uygun görevler verilmesi vs. konularýnda yardýmcý olabilirmiþ. Tamam, madem bir paþa bu olayý böyle noktalýyor, ben de kabul ediyordum. Ama her þeye raðmen bütün bu olanlarý halka duyuracaðýmý da Paþaya peþinen söylüyordum. Deðiþtirilmeyen mahkeme kararý emsal kural olacaðýna göre, bunun birilerine düþen bir vebal ve külfeti olacaðý açýktý. Þahsi kaným; bunun Türk Ordusuna hiç bir yararý olmayacak, ama belki zararý olacaktý. Zira, milli bütünlüðe ters bir kararýn ordu bütünlüðüne hizmet etmeyeceði açýktý. Bütün dileðim bu durumlara yol açan ilk tadilat kararýnýn geri alýnmasýydý…


BATI KIÞLA

Artýk kesin kararýrýmý vermiþ ve Yenimahalle Askerlik Þubesine dilekçe vermiþtim. Þube baþkaný Binbaþý dilekçemi okurken mimikleri, böyle bir olayla ilk defa karþýlaþmakta olduðunu ve uygulanan tutumu yadýrgayýþýný ifade ediyordu.
Nitekim cevabý kýsa ve net olmuþtu:
-Bundan sonrasýna þubeniz karar verecek. Bunun için önce siz bir telefon açarak durumu izah ediniz, sonra buradan faks çekilir ve gelecek yanýta göre iþlem yapýlýr. Yanýndan ayrýlmadan, A.S.Baþkaný Binbaþýya:
-Baþkaným, size bir soru sorabilir miyim?
- Tabii, buyur!
- Bana, dünyanýn hiçbir ülkesinde bir Türk vatandaþýna haksýzlýk yapýlamaz, diye iddia edilebilir mi ve edilirse bile, bu gerçek midir?
-Hayýr, tam aksine, dünyanýn her ülkesinde ve bilhassa Türklere haksýzlýk edilebilir.
-Teþekkür ederim sayýn Baþkaným, esenlikle kalýnýz…
Diyerek ayrýlmýþtým. Sonra, denildiði gibi yapmýþ ve ertesi gün sevk alarak, 8 Mart 2002 Cuma günü sabahý Manisa 1.Piyade Er. Eðt. Tugayýna intikal etmiþtim. Elimde valizim, nizamiye ana kapýsýna vardýðýmda, yanýma yaklaþan bir nöbetçi asker:
-Buyurun, birini mi ziyaret etmek istiyorsunuz?
-Hayýr, buraya askere geldim.
- Þaka yapmýyorsunuz ya?
-Hayýr, ciddiyim. Ýþte sevk evrakým.
-Bu zamana kadar kaçak mýydýnýz?
- Hayýr. Yurt dýþýndaydým.

Durum açýklanýnca içeri davet ediliyordum. Bir kaç asker daha yaklaþýp sevk evrakýma bakýnca þaþýrmýþlardý. Bir uzman çavuþ çantamdaki dört kitabýn mahiyet ve konusunu soruyordu. Yanýtým üzerine hayretini gizlemeyerek:
- Herhalde bunu yazmak bir hayli zaman gerektirmiþtir hocam?
- Evet, oldukça.
- Ve bir ilkokul mezunu imiþ gibi askere sevk ediliyorsunuz. Çok saçma bir durum.
- Evet, maalesef.
-Hocam, cep telefonu var mý?
-Evet.
-Þimdi dursun, lakin onu daha sonra teslim etmeniz gerekiyor. Zira yasak. Kitaplarýnýz incelenecek, mahsurlu bulunmazsa size teslim edilecekler. Þurada biraz beklerseniz, az sonra giriþ iþlemleriniz için yapýlacaktýr.

Bundan sonra ileride, solda yer alan ziyaretçi kabul salonunu gösteren Çavuþ gitmiþti. Dört basamaklý bir merdivenden çýkarak iþaret edilen salonda bir masaya oturmuþtum. Biraz sonra sigara içmek için gene dýþarý, kapýnýn önüne çýkmýþtým. Bu arada Konya’lý olduðunu söyleyen bir asker adayý gelmiþti. Asker ziyaretçileri burada kabul ediliyordu. Az sonra gelen bir asker, dýþarýda ki kameriyede beklemekte olan diðer asker adaylarýnýn yanýna gidebileceðimizi söyledi. Burada yirmi kadar genç vardý. Her biri baþka þehirden gelmiþlerdi. Yanlarýnda irili ufaklý çantalarý vardý. Hayatlarýnda ilk kez yaþayacaklarý bir olay için heyecanlý ve biraz da kaygýlýydýlar. Henüz askerlik baþlamadan þafak saymaða baþlayan bile vardý.
-Abi ya, askerlik konusunu hayli salladýnýz galiba. Hayrola, neden bu kadar geciktiniz, okul falan mý vardý?
-Evet. Yurt dýþýndaydým.

Böylece baþlayan diyaloglarýmýz malum detaylara uzanýyordu. Böyle trajik bir hikaye duymadýklarý için esef ve hayret ediyorlardý. Biraz sonra elinde kitaplarýmla bir Uzman Çavuþ geliyor ve bunlardan ikisini kendisi ve arkadaþý için arzu ettiklerini söylüyordu. Derken gurup halinde ilk kayýt kabul iþlemlerimiz tamamlanýp, askeri giysilerimizi alarak hamama gitmiþtik. Çýkýþta sivil giysilerimizi çantalara koymuþ, askeri üniformalarýmýzý giymiþ, saçý uzun olanlar sýrayla üç numara týraþa alýnýyordu. Bu arada ait olduðumuz bölük (2.Bölük) belirlenmiþ, koðuþlar ve yemekhanenin arasýnda kalan alanda beklemeðe baþlamýþtýk.
Etrafta Onbaþý-Çavuþ ve Uzmanlardan baþka üst düzey subay yoktu. Bunlarýn acemi askere karþý baþlangýçtan beri süre gelen tatlý sert tavrý zaman zaman dozu aþýyor, tahakkuma dönüþüyordu. Ýlk günden itibaren, yüksek sesle yapýlan hitaplarýn amacý malum, askeri kayýtsýz þartsýz itaate alýþtýrmaktý. Bu gibi tavýrlara sivil hayatlarýnda alýþýk olmayan genç asker adaylarý sesli sessiz iç geçiriyor, askerliði kaderin acý bir cilvesi sayarak sövüyorlardý. Bu iþ hem acemi askerler için, hem onlarý hale yola koymakla görevli Çavuþlar için hayli sinir yýpratýcýydý. Kameriyenin altýnda oturduðumuz bir saatten sonra baþlayarak, akþam karanlýðýna kadar süren koþuþturmadan herkes bitap düþmüþ, ivedi olarak takým ve mangalara ayrýlmýþtýk. Bizim mangaya ait olmasý gereken müstakil koðuþ henüz olmadýðý için, önce beþer, altýþar diðer koðuþlara daðýtýlmýþtýk. Ellerimizde sivil çantalar birer boþ yatak bularak sahiplenmiþtik. Üstündeki asker elbisesini çýkarýp, eþofman ve terlik giyen herkes týraþ olmak için dýþarý, aynalý týraþ musluklarýnýn baþýna gidiyor ve soðuk su ile ayak yýkayýp, týraþ olarak dönüyordu.
Bu asker ocaðý gerçekten çok ayrý bir mahaldi. Ülkenin her köþe-bucaðýndan tesadüfi seçimle bir araya getirilmiþ olan yüzlerce-binlerce genç burada toplanmýþ ve herkes kendi topraðýndan birileri var mý, diye soruyordu. Ýlk gün, askeri malzemelerimizi depodan almýþ, Bölük binasýna doðru hareket ettiðimizde, minyon tipli, beyaz tenli, mavi gözlü sevimli bir onbaþý olan Torullu bir hemþerime rastlamýþtým. Ýsmi Hakandý. Bir elimde aðýr askeri malzeme torbam, omzumda irice valizimle aðýr aðýr ilerlerken yanýma yaklaþmýþ ve yavaþça nereli olduðumu sormuþtu. Cevap verince “Vay, topraðýmmýþsýn meðer...” diyerek, elimdeki asker torbasýný almýþ ve giderayak laflamýþtýk. Kitaplarým ve cep telefonumdan haberi vardý. Burada fazla kalmayacaðýmýzý, ayýn 29unda yemin töreni yapýlarak, yeni birliklerimize daðýtýlacaðýmýzý söylüyordu. Þu halde orada kalacaðýmýz günlerin toplamý 21i geçmeyecekti. Onun teskeresine 43 günü kalmýþtý. Ama “Günler geçmiyor abi”, diyordu.
Devresi gün sabah saat beþte “Koðuþ kalk” komutu gelmeden beþ dakika önce uyanýyordum. Lakin askeri usulde yorgan katlayýp, yatak yapmayý henüz bilmiyordum. Ýlk gün bu iþi bir hafta önce gelmiþ olan gençlerden biri yapmýþtý. Zemin kattaki 12 numaralý koðuþun toplam mevcudu yirmi sekiz idi. Ýki kiþilik askeri ranzanýn üstünde ben, altýnda Erdal isimli, yüksek okuldan terk Urfalý bir genç yatýyorduk. Yarým saat içinde koðuþun boþaltýlmasý isteniyordu. Ama halen uyanamayanlar vardý. Koðuþ nöbetçisi yanlarýna gidip, ranzayý beþikmiþ gibi sallayarak uyandýrmaða çalýþýyordu. Koðuþu genellikle ilk terk eden ben oluyordum. Arkamdan Erdal, Vanlý M. Taha ve gene bir Urfalý olan Yasin geliyorlardý. Yasinin dediðine göre, babasý ve aðasý da burada askerlik yapmýþlardý. Artvinli bir Uzman Çavuþ olan Köksal“ Ýçinizde cahil var mý?” Diye sorduðunda, Yasin hemen el kaldýrýyordu. Cahil denince burada okur yazarlýðý olmayan “ümmi” kiþiler anlaþýlýyordu. Bu zamanda ve bu genç yaþýna raðmen halen okuma yazma öðrenememiþ olmalarý þaþýrtmýyor deðildi. 470 kiþilik 2.Bölük baþta olmak kaydýyla, 6000 kiþilik alayda askere nasýl böyle geç gelebildiðimi öðrenmek istemeyen kalmamýþ gibiydi. Çoðu zaman, uzaktan yaklaþtýðýmý gören pek çok usta-acemi asker, ilk etapta beni rütbeli subay sanarak, esas duruþa geçiyor, yanlarýna gelince tanýyýp, rahatlýyorlardý. Kimisi de “ Abi ya, askeri üniforma sana pek yakýþýyor, tam bir komutan gibi görünüyorsun yani” diyordu. Ýlk sabah kahvaltýsýndan sonra içtima olmuþ ve takýmlar halinde 2.bölüðe ait eðitim alanýna uygun adým yürümüþtük. Orada, bölük komutaný Yüzbaþý Ercan Yýlmaz’a tekmil verilmiþ ve takýmlar, mangalar boy sýrasý ve tahsil durumuna göre ayrýlmýþtý. Bizim takým en son gelenlerden oluþan 4.takým ve 2. mangaydý. Manga baþýlýða en uygun kiþi görüldüðümden, hemen bu iþle görevlendirilmiþtim. Fakat daha sonra bu iþi iki yýllýk yüksek okul mezunu, Karamanlý Erkan Celal’e býrakmýþtým. Takým komutanýmýz olarak Kýdemli Baþçavuþ Karslý Volkan, Manga Komutanýmýz Kayserili Ergün Karakuþ belirlenmiþti. Bu görev taksiminden sonra emir-komuta Manga komutanlarýna geçmiþ ve her manga çamlýktaki eðitim alanlarýndan birine doðru yönelmiþti. Baþýmýzda bir onbaþý olduðu halde çamlarýn altýnda toplanmýþ, askerliðe dair ilk ders baþlamýþtý.
Ýlk konu: Künye tanýmlamasý ve esas duruþta selam idi. Künyede isim ve memleket adý yüksek sesle söyleniyordu. Komutan mangadaki her hangi bir askeri iþaret ederken;

     -Avcý eri! Diyor ve kendisini nasýl tanýtmak gerektiðini þöyle örnekliyordu: Ali Veli Konya, emret komutaným! Avcý eri, buraya gel! Denince ise: Emredersiniz Komutaným! Denilecektir! Anlaþýldý mý?
     
Buna verilen karþýlýk, toplu halde ve “Emredersin Komutaným” oluyordu. Sonra sýra ile künye denemesi yapýlmaya baþlanmýþ, lakin tek sýra halindeki manganýn en son erinden baþlanmýþtý. Kendisini tanýtýrken sesini yükseltemeyen askeri uyaran onbaþý:
-Arkadaþlar, dýþarýda, sivil hayatta yüksek sesle, baðýra çaðýra konuþan adama bilirsiniz, deli derler ya. Burada iþte tam tersi, alçak sesle konuþana deli derler. O nedenle, yüksek sesle konuþacak ve çevik davranacaksýnýz, anlaþtýk mý?
-Tamam komutaným!
-Tamam deðil, “Emredersiniz komutaným” olacak, tamam mý?
Böylece baþlayan askerlik talimleri öðleden sonra da sürecekti. Öðlen yemeði için bölük yemekhanesine sýra halinde gelip, mangalar halinde her takým için ayrýlmýþ olan masalarýn baþýnda durmuþtuk. Oturmak ve yemeðe baþlamak yasaktý. Servis çoktan yapýlmýþtý. Ama koca salonu dolduran beþ yüze yakýn askerin gürültüsü halen sürüyordu. Etrafta baðýran çaðýran çavuþlar nobran sözlerle askeri sükunete çaðýrýyorlardý. Ýstemeden de olsa, böyle kýrýcý sözler sarf etmek zorunda kaldýklarý için birilerine daha bir kýzýyor, olmazsa yanýna varýp el temasý ile ikaz ediyorlardý. Derken salon olabildiðince sessizleþmiþti ki, bir uzman:
     -Söyleyeceklerimi yüksek sesle tekrarlayýn!
Diye emretmiþ, sonra da; Tanrýmýza hamt olsun, Milletimiz var olsun, sözlerini ise “Afiyet olsun!” temennisi takip ediyordu.
Yemekten çýkmýþ ve herkes kullandýðý tabak-çatal-kaþýk ve su maþrapasýný alarak, kapý önüne sýrayla dizilmiþ olan su dolu bidonlara daldýrýp, ilgili kasalara býrakmak zorundaydý. Her masadan belirlenen iki kiþi, dýþarý çýkmadan önce yemek masasýný temizlemekle görevlendiriliyordu. Bu iþ sýra ile yapýldýðý halde, ne burada ne yatakhane nöbetinde bana görev verilmiyordu. ASAL’cýlar gerçi beni sýradan bir er seviyesine indirgeyerek cezalandýrmak istemiþ olsalar da, pratikte bunu saðlatmak imkansýzdý. Çünkü gerek benimle ayný statüye tabi acemi askerler, gerekse komuta kademesindeki erbaþlar saygýda kusur etmiyor, Türk milletinin “Büyüklere saygý” ilkesine ek olarak, bana karþý bilhassa ihtiram ederken, bunu ziyadesi ile ve her bakýmdan hak ettiðimi de söylüyorlardý.
Öðlen sonrasý talimi için eðitim alanýna gitmiþ ve bir onbaþý komutasýnda yürüme çalýþmasýna baþlamýþtýk ki, yanýmýza gelen orta boylu, esmer bir uzman,
-     O, hocam hayrola. Sen kenara gel hele de biraz konuþalým. Niye böyle erken geldin? Diyordu.
-     Bu uzun bir hikayedir Komutaným, ne sen sor ne de ben anlatayým.
-     Olsun, olsun. Sen anlat, ben dinlerim.

Derken tanýþmýþ, anfinin önüne doðru yürürken konuþuyorduk. Sol tarafta bölük ve takým komutanlarýnýn odalarý ve bunlarýn arka tarafýnda çay ocaðý bulunuyordu. Burada ayakta çay içmekte olan birkaç uzman daha vardý. Adý Gökhan olan uzmanla konuþurken, diðerleri de konuya vakýf olmak için yaklaþmýþlardý. Bu arada bize de çay gelmiþti. Ýlk etapta ters çýkýþlar yaparak önümü kesmeðe çalýþan kýsa boylu, kýzýl saçlý, mavi gözlü bir uzman, onun anlayacaðý tarzda konuþmaða baþlayýnca ilk tavrýný deðiþtirmek ve uyumlu görünmeði yeðlemiþti. Nitekim ötekiler kendi takýmlarýnýn baþýna gitmiþ, Gökhan ve Mehmet uzmanla konuþuyorduk. Þiranlý olduðunu duyunca, bütün tavrý deðiþen Mehmet Uzman: “Topraðýmsýn” demiþti. Meðer kendisi de Alucralý imiþ. Bunu test etmek için ona hitaben:
- O halde “Gýlik ve Biþi” nedir bilirsin?
- Vay, be, hiç bilmez miyim. Demek bunlarý biliyorsun ha?
- Daha neler neler…
     Sonra bunlarý Kayserili Gökhan’a sormuþ ve onun bilmediðini görmüþtük. Böylece akþam olmuþ ve takým uygun adým bir km.yi bulan dolambaçlý yolda marþ söyleyerek bölük yatakhanesinin yolunu tutarken, biz kenardan konuþarak ilerliyorduk. Nihayet Atatürk Parký önünde, akþam yemeði vakti için toplanýlýncaya kadar istirahat veriliyordu...

Batý Kýþlaya intikalimden dört gün sonra ilk kez alay revirine gitmek üzere viziteye kayýt olmuþtum. Uzun süre ayak üstü durmaktan rahatsýz olmaða baþlamýþtým. Doktorla görüþüp, gerektiðinde eðitimden ayrýlabileceðime dair resmi izin istiyordum. Sivil giyimli doktor, son derece mütevazý anlayýþ sahibiydi. Gerekeni derhal yapmýþ ve bana uzun süre ayakta durmak, atlamak, zýplamak, koþmak gibi eylemlerden muaf tutulma izni vermiþ, bunu vizite defterine iþletmiþti.
Bu arada her gün bir defa kontörlü telefonda kýzým ve eþimle konuþuyordum. Biz özlem acýlarýna bir ölçüde baðýþýktýk, ama kýzým öyle deðildi. Ýlkokula gidiyordu. Karnesi tamamen pek iyilerle doluydu. Sabahçý olduðu için erken kalkýyordu. Annesi, benden telefon gelirse morali düzgün olarak okuluna gittiðini söylüyordu. Bir gün telefon gelmeyince caný sýkýlýyor ve okula moralsiz gidiyormuþ. Onun özlemi haricinde askerlik süreci bir þey deðildi.
Orada olduðum nasýl duyulmuþ ise, hemþerilerim tanýþmaða geliyorlardý. Ýlki komþu köy Karaþeyh’den Ünal, diðeri Uluþiranlý Ali idiler. 3.Bölükte bulunan Ünal ile eðitim alanlarýmýz yan yanaydý. Ýstirahat verilmiþ, alandaki çamlarýn altýnda oturuyorduk ki, yine yanýma gelmiþlerdi. Bu kez yanýnda Bayburtlu olduðunu söylediði bir arkadaþý daha vardý. Bunu öðrenince hemen köyünü sormuþtum. Konursu köyünden olduðunu söylüyordu. Uzun yýllardan beri akýbetini merak ettiðim okul arkadaþým Ademin köylüsü idi. Beþ yýldýr soruþturuyor ve ilk kez bir köylüsüne rastlýyordum Ademin. Hemen onu sormuþtum. Verdiði yanýt hayali sükuta uðratýcýydý. O, ” Sizlere ömür, Ýstanbul’da beþ-altý yýl önce vurdular abi” diyordu. Nedeni, kesin olmamakla beraber, mafya vari iþlere giriþmiþ olmasý imiþ. Muhtemelen ben Türkiye’ye gelmeden bir yýl önce ölmüþtü. Çünkü Ýstanbul’da olduðunu, Karaköy’ün ondan sorulduðunu iþitmiþ ama bir türlü izine rastlayamamýþtým. Kimin vurduðu bile belli olmamýþ, Adem kim vurduya gitmiþti. Belki de, son günlerde gördüðüm bir düþte Ademin söylediði gibi, ikinci karýsýnýn yakýn dostlarý vurdurmuþtu... Ortaokul yýllarýmýzda Hocalardan dayak yeme pahasýna yatakhaneden izinsiz çýkýp, gittiðimiz o sinema filmlerinde nice kabadayý öykülerini birlikte izlemiþ, acý tatlý neler yaþamýþtýk Ademle. Sonuçta hep böyle oluyor, ünlü kabadayýlar bir gün gelip birilerince mutlaka öldürülüyor, “Su testisi su yolunda kýrýlýr” deniyordu... Bana hiç yazmamýþ olsa da akýbetine çok üzüldüðüm, ilk yabancý arkadaþým Adem’e Allah’tan rahmet diliyorum....

ADANA GÜNLERÝ

Yirmi bir gün süren acemi eðitim birliði “yemin merasimi” ile sona ermiþ ve o gün Batý Kýþladan ayrýlmýþtým. Yemin merasiminde yemin edemeyeceðimi açýklamak geçmedi deðil aklýmdan. Zira böyle bir durumda yemin etmenin anlamsýzlýðýný düþünüyordum, ama bunu yapmayýp, kendi inandýðým deðerler üzerine yemin ettim. Bundan sonra gideceðim yer “Adana Ýç Tedarik Bölge Baþkanlýðý idi.
On gün sonra Adana’da idim. Almanya’dan arkadaþým Turgay þimdilerde Mersinde oturuyordu. Onunla haberleþmiþ ve saat on sularýnda þehir merkezinde buluþmuþtuk. O bir gýda toptancýsýnýn pazarlamacýsýydý. Ýþi marketlere zeytin ve peynir pazarlamaktý. Firmaya ait bir de araba vardý altýnda. Birlikte dolaþýrken onun iþlerine de bakýyorduk. Bu arada Sabancý Holdingden müdür emeklisi olan Aðabeyi Kubilay Bey ile tanýþmýþtýk. Kubilay Bey, kendine özgü bir mantýk silsilesi ile konuþabilen, nüktedan bir adamdý. Emekliydi gerçi ama elini iþten güçten çekmek istemiyordu. Zira hala bir þeyler yapacak enerji ve ticari zekaya sahipti. Emekli parasý ile idare edemeyecek kadar eli açýk yaþamýþ olduðundan, masraf kýsmak yerine, ek para kazanmak için Turgayla bir þeyler yapmak istiyordu.      Yeni birliðime giderken bana refakat edeceklerdi. Nitekim mükellef bir öðlen yemeðinden sonra biraz dolaþmýþ ve önceden yerini belirlediðim binanýn kapýsýndan omzumda çantayla girmiþtim. Lakin kalacaðým yer burasý deðil, altýncý kolordu kýþlasý içinde baþka bir yermiþ. Buradan oraya her akþam saat beþte servis aracý varmýþ. Orada görevli askerler, beklersem onunla gidebileceðimi söylemiþlerdi. Fakat Turgay ve aðabeyi oraya birlikte gidebileceðimizi söylemiþlerdi. Bir süre sonra þehrin doðu kenarýnda konumlanmýþ olan Kýþla Mahallesine ve burada yer alan 6.Kolordu nizamiye kapýsýna gelmiþtik.
Aradýðýmýz yerin orasý olduðu kesinleþince, onlarla vedalaþýp, omzumda çantam, nizamiye kapýsýna yönelmiþtim. Nöbetçi askerler beni ziyaretçi sanmýþlardý. Hiç konuþmadan, çantamdaki resmi evraký giþedeki görevlinin önüne dizmiþ, tetkik ve kararýný bekliyordum. Bunlar, Üniversite Diplomasý, Sabýka Kaydýna iliþkin savcýlýk belgesi ve Askerlik Þubesi Sevk evrakýmdý. Görevli astsubay bunlara göz attýktan sonra, þaþkýnlýkla:
- Bu olamaz, bunda bir yanlýþlýk var ya! Derken, ben þöyle diyordum:
-     Pekala, madem ki bunu fark ettiniz, o halde sizinle anadilimi konuþabilirim.
-     Nasýl yani?
-     Açýklayayým, aksi halde, yani bu iþte bir yanlýþlýk olduðunu fark etmemiþ veya görmezden gelecek olsaydýnýz, sizlerle Türkçe deðil, Almanca konuþacaktým.
-     Allah Allah, bu nasýl oldu ya abi, lütfen içeri gelin de öyle anlatýn. Nöbetçi! bize hemen üç çay söyle!
Burada yarým saatten fazla kalmýþ, durumu nizamiye görevlileri, er ve ast subaylara anlatýnca, adeta kolorduyu nizamiyesinden fethe baþlamýþtým. Nitekim hepsi bir aðýzdan;
     - Aldýrma be abi, kuþkusuz sen haklýsýn ve bu iþi en kýsa zamanda halledeceðine inanýyoruz. Demiþlerdi.
Biraz sonra gelen bir servis aracýna bindirilmiþ ve kolordu birimleri arasýndan geçerek, resmi birliðim olan Ýç Ted. Böl. Baþkanlýðýna baðlý “ Güvenlik ve Ulaþtýrma Takýmý Komutanlýðýna” intikal etmiþtim.
Elimde valizim, koyu yeþil renkli minibüsten inerek, bir askerin refakatinde komutanlýk makamýna girdiðimde, masa baþýnda oturan Komutan genç bir Teðmen idi. Beni önce, askeriyeden dýþarý çýkmakta müþkülâtla karþýlaþan sivil bir konuk sanmýþtý. Fakat az sonra komutanlýðýna gönderilmiþ bir asker olduðumu öðrenince, edasýna resmiyet ve otorite yükleme lüzumunu duyacaktý. Lakin aramýzda geçen uzunca diyalogdan sonra:
-     Tamam, seni anlýyorum ve madem böyle, bana düþüncelerini açýkça söyledin, ben de sana askerliði elimden geldiðince kolaylaþtýrýp, seni rahat ettireceðime söz veriyorum... Demiþti.
Sonra huzurundan ayrýlýp, ayný refakatçi askerle birlikte koðuþ ana kapýsýndan girip, lebalep ranzalarla dolu koðuþlardan ikincisine geçmiþtim. Biraz sonra etrafým genç askerlerce çevrilmiþ, her biri bir yandan hoþ geldin diyor ve neden böyle geç kaldýðýmý merak ediyorlardý. Soðuk ve sýcaða karþý modern klima cihazlarýyla teçhiz edilmiþ olan yatakhaneler düzenli ve temizdi. Dikkat çeken tek þey, kapasitenin üzerinde asker sevkýyatý nedeniyle, ister istemez yer darlýðýna yol açýlmýþ olmasýydý. Bunu komutan bizzat açýklamýþ, her þeye raðmen, buraya düþmüþ olmaktan þanslý olduðumu ifade etmiþti. Ayrýca kendisinin de sanattan uzak olmadýðýný göstermek için, kendi kaleminden bir düzine karikatür ve birkaç renkli kuru boya portre çalýþmasýný çekmecesinden çýkarýp,göstermiþti. Komutanýmýz gerçekten sanat yeti ve anlayýþýný haiz bir insandý.
Üç gün sonra, beni odasýna çaðýran Komutan, orada zaman geçirebilmeme yardýmcý olmak maksadýyla þu soruyu sormuþtu:
-     Þayet arzu edersen, angarya deðil ha, resim malzemelerini getirtip,burada sana tahsis edeceðimiz bir mekanda resim çalýþmalarýný sürdürebilirsin?
-     Sað olun Komutaným, gerçekten yerinde bir karar. Hemen telefon edip, malzemelerin gönderilmesini isteyeceðim.
Nitekim öyle yapmýþ ve Ankara’ya telefon ederek bunun icabýný baktýrmýþtým. Üç gün sonra, Kuzenim Sedat’ýn gönderdiði koliyi teslim almak üzere genç Takým Çavuþumuz Erman ve muhafýz olarak ben takým tesisatýmýzý (Hücum yelekleri dört dolu þarjör ve bir G3 otomatik piyade tüfeði) kuþanmýþ, komutanýmýz da birlikte, askeri araçlarýmýzdan birine binerek kýþladan ayrýlmýþtýk.
Þehir merkezinde önce tuval yapmak için kullandýðým Amerikan kaput bezi satýn almýþ sonra Lüks Adana firmasýnýn kargo bölümüne giderek, iki gün önce gelmiþ olan koliyi teslim almýþtýk. Daha sonra çalýþacaðým yeri belirlemiþ ve marangoza iki tuval germe çerçevesi ve resim tezgahý ýsmarlamýþtýk. Tuvallerin hazýrlanmasý bittikten sonra ilk eser komutanýmýz ve eþlerinin evlilik günlerine ait bir resimlerini tablolaþtýrmamak olmuþtu. Üç haftaya yakýn bir çalýþmadan sonra ortaya çýkan eser umumi beðeni kazanmýþ ve komutanýmýz sonuçtan son derece memnun olduðunu ifade ile, samimi övgüde bulunmuþtu. Resim yapma imkaným olmasaydý orada zaman geçirmek çok daha zor olacaktý...
Günler, haftalar geçerken herkesle tanýþýyor ve bana gösterilen yerde çala fýrça resim yapýyor, sýkýlýnca kameriyedeki çay ocaðýna gidip, bilenlerle Satranç oynuyor, bilmeyenlere ise öðretiyordum. Geldiðim günün ertesi akþamýnda, o sýrada þehir içindeki Bölük idare merkez binasýnda görev yapan Cengiz isimli bir gençle tanýþmýþtým. Ona Alman diyorlardý. Minyon tipli Cengiz, görünüþ olarak da Almanlara çok benziyordu. Orada doðup büyümüþ, ama yaralama ile ölüme sebep olmaktan beþ yýl da ceza evinde yatarak, sýnýr dýþý edilmiþ otuz yaþlarýnda bir gençti. Ýlk konuþmalarýmýz Almanca olmuþtu. Onunla tanýþtýktan sonra, mesai saatleri haricindeki zamanlarýmýzý geçirmek çok daha eðlenceli bir hale gelmiþti. Birlikte satranç oynuyorduk. Ben uzun zamandýr oynamadýðým için ilk zamanlar çoðunluk o kazanýyordu. Fakat zamanla ben de kazanmaða baþlamamýþ ve nitekim eþit düzeye gelerek aramýzda çetin maçlar çýkarmaða baþlamýþtýk. Cengiz kazanmak için çýrpýnýyor ve bunun için var gücünü sarf ediyordu. O nedenle kendini oyuna çok kaptýrýyor, ansýzýn “Þah!” çekmelerim karþýsýnda þiddetle irkilerek, beni güldürüyordu. Her akþam 9-10 km.yi bulan koþular yaptýðý için çok su içiyor ve oynarken her on dakikada bir tuvalete gidiyordu. Cengiz bana göre son derece eðlenceli bir arkadaþ olmuþtu. Onu, tutumlarý dolayýsýyla, anladýðým için bana minnettardý. Bölükteki arkadaþlarýna “Siz Türkler” diye hitap ediyor ve zaman zaman son derece galiz yergilerle alenen tahkir etmekten çekinmiyordu. Anladýðým kadarýyla, Türk olmaktan ötürü aþýrý bir aþaðýlýk kompleksi ile büyümüþ ve bu onda kronik bir hale gelmiþti. Asker ocaðýnda karþýlaþtýðý, (Onbaþý ve Çavuþluk verilmemiþ) kimi durumlar kinini pekiþtirmiþti. Kimi bakýmdan Cengizle taban tabana zýt, kimi bakýmdan ayný görüþteydik. Türklük hakkýnda onu aydýnlatmak ve iç yarasýnýn týmarý da bana düþmüþtü. Her þeye raðmen Türklüðü savunmam karþýsýnda ister istemez etkileniyor ve herkese cevap yetiþtirirken, bana karþý sükut ediyordu. Cengiz son derece terakkiperver, ilerleme ve yükselme arzusunu haiz bir ruha sahip olduðu için, askerlik süresi içinde kademe kaydettirilmediði için, içi kinle dolmuþ ve her fýrsatta “Benim yaþadýðým medeni ülkede....” diyerek, zaten o ülkelerin adýnýn geçtiði yerde derhal aþaðýlýk kompleksi duymaða alýþmýþ olan Türk insanýný (Subay sýnýfý dahil) derhal susturuyor ve her türlü sapkýn tavrýný haklý gösterebiliyordu. Oysa ki, eðer Türk asýllý ve bu ülkenin yurttaþý olmamýþ olsa, Almanya’da beþ yýl daha fazla hapis yatmasý gerekecekti. Ben ister istemez olaylarý kendi durumumla kýyaslýyor ve Cengiz’e:
     -Peki ya benim yerimde olsan ne yapardýn Cengiz kardeþ? Diye sorduðumda.
     -Valla sen çok sabýrlýsýn ya Abi. Ama haksýz mýyým. Baksana hele þu ülkede yaþayanlarýn haline. Medeniyet ve insanlýk nedir bilmiyorlar. Bir birlerine karþý yaptýklarýna ve ülkenin durumuna bir bak. Her türlü yalan, dolan, haksýzlýk ve hýrsýzlýk-rüþvet almýþ yürümüþ, devlet iflas noktasýna gelmiþ. Yok ya valla bunlarýn kafasý hiç çalýþmýyor... Diyordu.
     
     -Bazý bakýmlardan ne yazýk ki haklýsýn, ancak Türkler diye baþlarken ve yergiler yaðdýrýrken ne söylediðine dikkat etmelisin Cengizciðim. Çünkü bu ülkede halen dejenere olmamýþ, asil ve onurlu Türkler sandýðýndan fazladýr. Türkün gerçekte kim olduðunu o Avrupalýlarýn kitaplarýndan da okuduðum gibi, onlarý da emin ol ki, senden iyi tanýdým. Sana, ötekilerin huzurunda cevap vermek istemiyorum. Çünkü ne de olsa burasý asker ocaðý ve sen onlardan hem yaþça hem de devre olarak daha üsttesin. Ama yine de, sana, her türlü aþýrýlýðýna raðmen, cevap vermeyiþlerini takdir etmelisin. Çünkü büyüðe karþý bu saygý bizden baþka az millette vardýr. Avrupalýlarda, bilirsin, böyle bir þey yoktur. Sana Abi diyorlar ve ne kadar tahkir etsen de cevap vermiyorlar. Bunun için onlarý çok takdir ediyor ve bu tutumlarýndan ötürü övüyorum.
Cengiz ile çarþý izinlerinde birlikte oluyor, kah þehir içinde dolaþarak, kah bir Kafeteryada tavla ve satranç oynayarak vakit geçiyorduk. Adana tahayyül ettiðimden çok daha güzel konumda bir þehirmiþ. Buna raðmen Cengiz’in eleþtiri oklarýndan beri kalmýyordu. Sokaklardaki kirlilik ve kimi apartmanlarý gördükçe Almanya ile kýyaslayarak konuþuyordu. Ýyi ki orasýný da biliyordum. Yoksa bu konuþmalar karþýsýnda oralarý cennetten öte bir yer sanabilirdim. Þehirde ara sýra rastladýðýmýz üniformalý subaylarý görünce de yadýrgýyor ve Almanya’da böyle bir þey olmadýðýný söylüyordu. Anlaþýlan bunun nedenini hiç düþünmemiþti. Ýzah etme gereði ortadaydý:
- Cengizciðim, Almanya’da subaylar ortalýkta dolaþmazlar, çünkü bir kere subay sayýsý      Türkiye ile kýyaslanamayacak denli azdýr. Ýkincisi Alman subaylarýnýn çarþý pazarda boy gösterecek yüzleri yoktur. Sebebini bilmiyorsun henüz sanýrým. Ama Ýki dünya harbini Almanlar çýkarmýþ ve her ikisinde de maðlup olmuþlardý, deðil mi? Ýþte sebep bu dur. Türk subaylarý böyle mi? Hangi savaþlarý kaybetti Türk ordusu ki, subaylarý ortalýkta dolaþmaktan ar etsinler? Anlayacaðýn, Türk subaylarý, haklý olarak halk tarafýndan sevilir ve sayýlýrlar. Almanya’da ise cadde ve sokaklarý dolduran sivil ve resmi olmak üzere Alman polisleridir. Sen galiba Alman asker ve subaylarýnýn o zamanlarýný hayatta görmediðin gibi, romanlarda okumayýp, filmlerde de hiç izlememiþsin. Þayet Alman subaylarý Türk subaylarýnýn tarihine sahip olsalardý onlarýn cakasýndan etraflarýndan geçilemezdi. Bizimkiler, dikkat edersen, vakur ve mütevazý davranýr, kibirlenmezler. Türk askerini güçlü kýlan çok önemli bir özelliktir bu.
-     Ben hiç kitap okumadým, okumam abi.
-     Deme ya, bak beni fena halde hayal kýrýklýðýna uðratýyorsun Cengiz.
-     Öyle, okumadým abi.
-     Hayret ya. Bu devirde ve senin gibi bir adam nasýl olur da hiç kitap okumamýþ olur. Yoksa yalandan mý öyle söylüyorsun?
-     Yok abi, doðru, ben kitap okumadým ve okumam...
-     Þu halde bu güne kadar benimle cabadan tartýþmalara kalkýyor, kendince fikir beyanlarýnda bulunuyordun, öyle mi?
-     Nasýl yani?
-     Kitap okumayan kiþi, bence kara cahildir, onun için. Anladýn mý?
-     Deme ya, biz de yer gördük, adam tanýdýk, sinemaya gider, gazete okuruz.
-     Her neyse, kitap okumanýn yeri baþkadýr Cengizciðim. Bari bundan sonra oku.

Ben ne dersem diyeyim, Cengiz sabit fikirlilikte inat ediyor ve dediklerimi pek kayda almak istemiyordu. Çünkü o tarz düþünmekle kendini çok daha güçlü, bilgili ve dikkate þayanmýþ gibi gösterebiliyordu. Tabiatýyla bu konularý benimle tartýþmak istemiyordu, zira bu anlarda yegane silahýný elinden kaçýrýyormuþ gibi oluyordu. Cengiz’in ana dili Almanca sayýlýrdý. Bir hayli de Ýngilizce’si vardý. Türkçe’si üçüncü sýradaydý. Konuþtuðu pek çok þeyi Almanca düþünüp, Türkçe’ye çeviri yapýyordu. Bu meyanda, yeni gelmiþ olan, üniversite mezunu, kýsa dönem askerlerden biri ile tartýþýrken, ona bu bölükte kültürlü, eðitim düzeyi yüksek kiþiler de bulunduðunu anlatmak için;
-Burada senin seviyende bilgili ve benim gibi “cahilsiz” adamlar da çok valla! Diyordu.
Uzun dönem askerlik yapanlar, kýsa dönemlere “Poþet” diye hitap ediyor ve bu þekilde duyduklarý tepkiyi ifade ediyorlardý. Çünkü onlarla ayný þartlarý paylaþan kiþilerin sekiz ayda askerliði bitirip, terhis olmalarýný bir türlü hazmedemiyorlardý. Üniversite mezuniyetleri olmalarý pek umurlarýnda deðildi. Madem ayný tür üniformayý giyip, ayný karavanadan yiyor ve ayný yatakhaneyi paylaþýyorlardý, o halde onlar da on sekiz ay kýþlada kalmalýydýlar.
Ben sabah sporlarýna iþtirak etmiyordum. Lakin akþamlarý uygun saatte benden yararlanmak isteyen bir iki çavuþ ve erin ýsrarý üzerine, bir kenara çekilip karate yapýyorduk. Bir gün antrenmandan dönüyorduk.
-Yeter bu kadar, artýk yatalým!
Dediðimde. Kýsa dönem çavuþlardan Ordulu Beytullah;
-Abi senin koðuþ nöbetin var. Diyordu.
Yanýndaki Sivaslý Ali bunu kýnayarak ;
-Abi sana bile nöbet yazmýþlar, derken Beytullah çavuþa bakýyordu
O ise ayný kýnama tarzýyla cevaben:
-Yazan utansýn, diyordu.
Ali, bu kez serzeniþle;
-Kim yazdý?
Beytullah:
-Ben!
Diyor ve bunun üzerine baþta ben, herkes kahkaha ile gülüyorduk. Sonra ben ona hitaben:
- Beytullah, iþte bu cevapla benim anýlarýmda yer almayý da hak etmiþ oluyorsun, diyordum.
Beytullah, Erzurum Atatürk Üniv. Kimya Mühendisliði Fakültesi mezunu 24 yaþýnda bir gençti. Tanýþtýðýmýzda baþým hayli dertte, diyordu. Genç yaþýna raðmen þakaklarý kýrlaþmýþtý. Canýný en çok sýkan, askere gelince kendisini terk eden bir kýz arkadaþýydý. Ýkincisi ise nizamiye görevi için gittiði ilk gün, oradaki bir onbaþý ile kavgaya tutuþmasý ve bu arada geçiþ kontrolü yapýlan detektörün yere düþerek önemli bir aygýtýnýn hasara uðramasýydý. Bu aletin hasara uðrayan parçasý meðer hayli pahalý ve onlara ödettirilmek isteniyormuþ. Bu bir yana, kýz arkadaþý tarafýndan terk edilmek onu hayli incitmiþti. Ýþin kötüsü, yazarak içini döktüðü þiir ve nesir karýþýmý uzun bir serzeniþ mektubu yerine dahi ulaþamamýþtý. Bu mektubu bana okuttu ve “Bu yazdýðým en uzun edebi yazýdýr abi” demiþti. Gerçekten, inanýlmaz duygu yoðunluðu ve ifade zenginliði vardý. Muhatabýný kah kýzdýrýp, öfkeden küplere bindirir, kah hüngür hüngür aðlatabilirdi. Ama bana kalýrsa arzu edilen amaca ulaþtýrmazdý. Bu bakýmdan, yerine ulaþmamýþ olmasý daha isabetli olmuþ, demiþtim. Bu duyguyu az çok bilirdim. O, her þeye raðmen yazdýklarýnýn vefasýz sevgili tarafýndan okunmasýný istemiþ, lakin bu mümkün olmamýþtý. Böyle bir þeyin kimsenin baþýna gelmesini arzu etmem. Çok acý verici olmalý ki, zaten Beytullah’ýn saçlarýnýn bu denli kýrarmýþ olmasý da tevekkeli deðildi. Bu bakýmdan, 18 yýl yolumu bekleyen eþimden ötürü beni çok þanslý buluyordu. Askere geldiði için sevdiði tarafýndan terk edildiðini söyleyen bir çok genç, bana fikir danýþmýþlardý. Hemen hepsine önerim ayný oluyordu. “Hemen yeni bir sevgili bulun”...
Bir gün öðlen yemeðinden henüz çýkmýþ ve bir sigara yakarak, kameriyede ocak çayý içmeðe gidiyordum. Caným sýkkýndý. Er koðuþlarýnýn hemen bitiþiðindeki Subay Gazinosunun önünden geçmiþ baþým önümde, diðer elim cebimde ilerliyordum. Üç basamak merdiveni çýkýp, saða dönecek ve oradaki masalardan birine oturacaktým. Merdivenlere yaklaþmýþtým ki, karþýdan futbolcu kýyafetiyle ve seri adýmlarla gelen biri, merdivenlerden inerek yanýmdan geçmiþti. Bir an geçen kiþiye bakmýþ, tanýmadýðým bu simayý birine benzetmiþ, ancak geçtikten sonra arkaya dönmüþtüm. Tam bu esnada o da geri dönmesin mi:
-Asker, askersen askerliðini bil!
Bu orta boylu, esmere yakýn tenli adamýn bizim subaylardan biri olduðunu, hatta Atilla Binbaþý olduðunu o sýra anlamýþ, ama bana bu tarz çýkýþma ihtiyacý göstermesine alýnmýþtým. Çünkü askeri üniforma taþýmýyor olduðunun bilincinde olmasý gerektiði kanýsýndaydým.
-Komutaným, sizi tanýmadým.
-Beni nasýl tanýmazsýn yav?
-Çünkü bu kýyafetinizle çok daha genç gösteriyorsunuz, onun için tanýmadým.
Böyle diyerek hayli öfkelenmiþ olan adamý yatýþtýrmayý yeðlemiþtim. Çünkü onun esasen mütevazý bir komutan olduðu biliyordum. Ama tepemin atmasýna da ramak kalmýþtý. Çünkü kendimi herkesin çehresini þahsen tanýmak zorunda hissetmediðim gibi, böyle bir fýrsatý da kolluyordum. Çünkü askerliði daha erken bitirmenin tek yolu rapor almaktý ve ilk akla yatkýn rapor þansýný içerde geçirdiðim onaltý yýlda görüyordum. Lakin sadece bunu belirtmek buna kafi gelmeyip, baþka icraatlar da gerekliydi. Þu halde, böyle bir durumu fýrsat diye kollarken, karþýma için için takdir ettiðim Atilla Binbaþý çýkýyordu.
Nitekim Binbaþý:
-Sen kýsa dönem misin?
-Öyle olmam gerekiyordu, ama maalesef ki deðilim.
-Hadi, neyse....
Böylece ayrýlmýþtýk. Her þeye raðmen asabým bozulmuþtu. Bir bardak çay içip, geri, çalýþma tezgahýmýn baþýna dönmüþ, stres atmak için fýrça sallýyordum. Az sonra bizim bölük komutaný Yusuf Teðmen yanýma gelmiþ, kolay gelsin, diyerek hasbýhal ediyordu.
-Sað olun komutaným, iyi gidiyor. Lakin az kalsýn bu elimden bir kaza çýkacaktý.
-Ya, ne oldu?
Durumu izah ettiðimde;
-     Takma kafana, ben konuþurum kendisiyle. Onu tanýyamadýðýna inanmamýþtýr. Aslýnda çok iyi bir komutandýr. Bana söylediðin daha iyi oldu.
     Diyerek yanýmdan ayrýlmýþtý. Aradan üç gün geçmiþti ki, subay gazinosunu iþleten sivil Kadir yanýma gelerek,
-     Abi, Atilla Binbaþý seninle görüþmek istiyor, gelir misin?
-     Tabii, az bekle...
-     Abi, ona senden ben bahsettim, yanlýþ yapmadým, deðil mi?
-     Yok yok, iyi ettin.
     Bunu zaten bekliyordum. Derken elimdeki fýrçanýn boyasýný yýkamýþ ve dýþarý çýkmýþtým. Subay gazinosuna girdiðimizde, içerde kimse yok ve o ilerdeki masada yalnýz oturmaktaydý. Bu kez üniformasý üstündeydi. Masanýn önüne kadar muntazam adýmlarla ilerlemiþ, ve önünde durmuþtum.
- Benimle görüþmek istemiþsiniz Komutaným, buyurun!
- Evet. Sen resim yapýyormuþsun, öyle mi?
- Evet komutaným.
- Ne zamandan beri resim yapýyorsun?
- Hayli uzun zamandýr komutaným.
- Kaç yýldýr?
- 18 yýldýr, aralýksýz resim yapýyorum.
- Nerede çalýþýyorsun þimdi, bitmiþ çalýþman var mý, görebilir miyiz?
-Tabii ki, Hek depoda çalýþýyorum komutaným. Buyurun gidelim isterseniz.
Derken, Binbaþý masadan kalkmýþ ve birlikte gazinodan dýþarý çýkmýþtýk. Koðuþlarýn önündeki beton içtima alanýnda yan yana yürürken, komutan manidar bir þekilde tebessüm ederek;
-Daha önce tanýþmýþtýk, deðil mi? Diyordu.
Ona ayný eda ile cevaben:
- Evet, tanýþmýþtýk. Diyordum.
Nitekim hek deponun aðýr raylý demir kapýsýný iterek açmýþ ve içeri girmiþtik. Karþýda iki resim var ve biri bitmiþ durumdaydý. Komutan onlarý takdirle izlerken, hemen arkamýzdan gelmiþ olan bir asteðmene, bu iþin çok zor olduðunu ve çalýþmalarý ne kadar beðendiðini söylüyordu.
-Bu iþin hususi eðitimini mi aldýn, yoksa doðal kabiliyet eseri mi?
-Kimseden ders almadým, lakin Almanya’da iken yaptýðým bazý çalýþmalar, uzaktan öðretim veren “Paris Akademisi”nin öðretmenlerinin incelemesinden geçmiþ ve onlardan çok olumlu eleþtiriler almýþtým. Almanya’da 16 yýl süren bir hapishane hayatým olmuþtu. Bu süreyi resim yaparak geçirmiþtim.
Bu konuyu açýnca komutanýn yüz ifadesi bir an deðiþerek;
- Bunu biliyorum. Ama her halde tekrar hapishaneye girmek istemezsin. Deðil mi?
- Kuþkusuz ki, hayýr.
- Biliyorum, senin yaþýnda biri için bu askeri kural ve kaidelere uymak zordur, ama hepimiz T.C. vatandaþlarýyýz ve bunlar da kurallar, uymak durumundayýz.
- Doðrudur komutaným, lakin, burada bir husus var. Müsaade ederseniz arz etmek isterim.
-Tabii, buyur.
     -Hatýrlarsanýz o gün ki karþýlaþmamýzda bana “Kýsa dönem misin?” diye sormuþtunuz ve ben “Olmam gerekirdi, ama deðilim” demiþtim...
Böylece mahut durumu açýklamýþ, tepkisin görmek istemiþtim.
-Ama nasýl olur, bir yanlýþlýk olmalý bu iþte!
      Buna ek olarak mahkeme safhasýný ve sair olan biteni özetlediðimde, komutan:
     -Bana kalýrsa bu durum Y.A.Ýdare Mahkemesinin, ASAL’ýn iç iþlerine karýþmak istemeyiþinden kaynaklanmýþ. Madem öyle, o halde sen de bu kurallarý saymamakta haklýsýn. Diyerek, çýkýp, gitmiþti...


Bana bir internet sitesinden gelen tavsiyeye uyarak, ünlü Þehit Analarý Derneði Avukatý Can Özbay ile görüþüp, þikayetlerimi belgeleriyle birlikte dile getirdim. Pazartesi - Salý duruma iliþkin bir giriþimde bulunup, bana haber vereceðini söyledi. Ýnþallah sonuç olumlu olur ve kýsa dönem askerliðime olanak verilmiþ olur. Ayýn onunda Adana’ya döndüm ve Avukat Özbay’ý arayarak sonucu öðrendim. Maalesef olmuyormuþ. Çünkü devam eden askerlik süreci içinde statü deðiþikliði mümkün deðilmiþ. Yani, askerliðe baþlamamýþ olmalýymýþým. Oysa , üniversite öðrenimi sürerken askere alýnmýþ olan son sýnýftaki bir baþka vatandaþ, üniversiteden mezun olunca onu Ankara’ya çaðýrýp formalite sýnava sokmuþ ve sonra yeni statü ile kýtasýna göndermiþlerdi.
Bu durumda bana, ne yazýk ki, ruhsal yetersizlik (!) nedenine dayalý raporu almaktan baþka yol kalmýyor ve bu hiç kolay deðildi. Çünkü bu gün Adana’dan sevkli geldiðim Mevki hastanesinde görüþtüðüm bayan uzman Psikolog Ümit Boz bana çürük raporu veremeyeceðini, zira bunun için iki cinayet iþlemiþ olmam gerektiðini söylüyor ve o nedenle ancak yirmi günlük bir istirahat öneriyordu. Bunu kabul etmiyor, GATA’ya sevkimi saðlamasýný rica ederek ayrýlýyordum. Bayan Boz ilk geliþimden beni hemen hatýrlamýþtý. Orta yaþýn biraz üzerinde esmer tenli, zayýf yüzlü, kara saçlý bayan Psikolog, karþýsýnda tam bir ruh hastasý görmek istiyordu. Oysa ben, bütün bu durumlar karþýnda gerçekten delirmesine ramak kalmýþ biriydim. Bu durumu anlamak için hiç zaman ayýrmýyor, ona geçmiþimden bahsetmiþ olmamý benim adýma bir eksiklik sayýyordu. Allah’tan baþka bir alternatif yol olarak GATA’ ya sevk imkaným vardý. Yoksa keçileri kaçýrmam an meselesiydi. Sevkimi yapmasýný ondan rica ederken, içimden nasýl olup da ruh doktorlarýnýn böyle kayýtsýz olabileceklerine hayret ediyordum. On altý yýl hapishanede yatmýþ biri olarak, benim normal olduðumu kim iddia edebilir, diye sorduðumda, bu soruya þimdiye kadar herkes, sükutla cevap vermiþ ve haklý olduðumu teyit edilmiþti. Bu, mesleki Titrine “Uzman” diye yazdýrmýþ olan bayan ve Adana askeri hastanesindeki erkek meslektaþý Dr. Mehmet Çopur nasýl oluyordu da geçmiþime dair duyduklarý birkaç cümlelik özete dayanarak, tamamen normal olduðuma hükmedebiliyorlardý? Ýnanýlýr gibi deðildi. Bana adeta ithamda bulunarak:
     -Sen geçmiþinden bahsediyorsun, oysa bize bu günün ve hali-i hazýrýn lazým. Diyorlardý.
      Tamamen oluþmuþ bir hastalýðý tedavi edemeyeceklerine göre, hiç deðilse bu oluþmadan önce, mümkünse önlem almak deðil miydi doktorlarýn asýl görevi? Esasen Bayan Ümit Boz’dan anlayýþ bekliyordum. Çünkü bu defa onun beklediði gibi, baðlý bulunduðum askeri birlikten almýþ olduðum “Kýta Anket Formu” nu kapalý olarak önüne koymuþ ve komutanlarýmýn hakkýmdaki görüþlerini okumasýný saðlamýþtým. Bu durumda iki cinayet iþlemiþ olmam gerektiðini öne sürmesi inanýlýr gibi deðildi. Buna raðmen yanýt vermeden edememiþ ve;
-Ýki deðil, ben esasen on cinayet iþledim , ama sadece bu bana ispat edilendi? Demiþtim.
- Ýspat etmelisin ama!
-Fakat ya o zaman yeniden mahkum edilirsem?
-Öyle, ama aksi halde çürük de alamazsýn.


15 Temmuz 2002 Pazartesi
Yarýn GATA’ ya gideceðim. Orada görevli bir hemþerim varmýþ. Kendisi Paþa derecesinde bir Doktor. Daha önce görüþüp, tanýþmýþ ve benim konuyu özel muayenehanesinde uzun uzadýya tartýþmýþtýk. Bana yapýlanýn hakkaniyete uymadýðýný, esasen yedi ay askerlik yapmam gerektiðini teslim ediyor, ancak bu yanlýþý düzeltecek durumda olmadýðýný söylüyordu. Israrým sonunda, beni bir ruh doktoruna gösterebileceðini, lakin saðlamsam, çürük verin, demeyeceðini söylüyordu. Sonucu yarýn buraya kaydedeceðim.
Gata’ya gittim ve hemþehrim Generali telefonla aradým. O an sýnavda olduðunu söyleyince, bekleyebilirim, dedim. Ýki saat sonra görüþtük. Ameliyattaymýþ, çýktý ve kýsaca elimi sýkarken, emir subayýna psikiyatriyi benim için aramasýný ve yardýmcý olmalarýný söyleyip, gitti. Emir subayý oradaki sekretere durumu aktardý ve biraz sonra büyük bir kompleks olan Gata içindeki ring servisi ile anýlan bölüme giderek, ilgili binbaþý ile kýsa bir görüþtüm. Onlar için geçmiþimin hiç önemi yoktu. Deðil mi ki þu an saðlam ruh hali ile karþýlarýndaydým, o halde askerlik yapabilirdim...
     
ÝSYAN

Günlerden 23 Temmuz 2002 idi. Bir gün önce viziteye çýkýp, alay revirinden askeri hastaneye sevk edilen bütün askerler gibi, otobüsle gelmiþtim. Sevk evrakýný hastane müracaatýna verdikten sonra beklemek üzere çoðu dýþarý, hemen hastane önünde ki bahçeye çýkmýþtýk. Adana’da hava her gün ki gibi yakýcýydý. Bahçede aðaçlar altýnda kurulmuþ olan çoðu betondan dökme, kimi ahþaptan mamul banklarda oturuyorduk. Biri bizim bölükten, ikisi uzman çavuþ adayý sivil genç ile bir masada oturmuþ, sohbet ediyor, sigara içerek bekliyorduk. Onlara, askerlik çaðýndaki gençlere eðitim verilirken, kendimce kayda deðer saydýðým yapýcý önerilerde bulunuyordum. Sohbetimiz sürerken, dizim masa altýnda kalmak kaydýyla, bir ara sað bacaðýmý sol dizimi üstüne atmýþtým. Bir an, yaný baþýmýzda duyduðumuz:
-Utanmýyor musun böyle ayak ayak üstüne atýp, sigara içmeðe? Unutma ki buradan geçen bütün beyaz elbiseliler senden üstündür!
Diyordu. Bu asabi sesin sahibini merakla, baþýmý kaldýrmýþ, ona çevirmiþtim. Ön saðýmda durmuþ, çatýk kaþlý, orta boylu beyaz üniformalý bir subaydý. Bir an tereddütten sonra, beni kast ettiðini anlamýþ ve istemeyerek ayaða kalkmýþtým. Görünüþe göre benden yaþlý biri deðil, kýyafetinden doktor olduðu anlaþýlýyordu. Yarý içilmiþ sigaramý söndürüp, yere atarken, ona cevaben sadece:
- Ya,aslýnda bu yaþta burada asker olmamalýydým. Demiþtim.
O buna öfkelenerek;
- Olmuþsun iþte ve o elbiseyi üstüne giymiþsin. Dikkat edeceksin.
Yumuþak ve serzeniþ yüklü bir ses tonuyla sadece:
- Haklýsýnýz! Demiþtim.
Bunun üzerine yürüyen adam, her ne düþündü ise, tekrar durup, kýzgýn daha öfkeli eda ile;
- Seninle görüþeceðim. Hemen nizamiyeye geç ve beni orada bekle! Demiþ ve ileri doðru tekrar yürümüþtü.
Bunun üzerine, bu olaydan son derece müteessir olduklarý yüzlerinden anlaþýlan uzman çavuþ adayý gençlere eðilerek:
-Bu adamý çarparsam hiç þaþmayýn, demiþtim.
Zira moralim son derece bozulmuþ, sinirlerim gerilmiþti. Nitekim nizamiyeye doðru yavaþ adým yürümüþtüm. Aklýmdan “ Gene umulmaz bir belaya çattýk gibi görünüyor, hadi hayýrlýsý.” Diyordum. Aksi yönde giden adam orada parkta duran kurþuni renkli bir özel arabaya ile gelmiþ ve önümde durmuþtu. Sonra aracýn sað camýný açarak:
- Bana askeri kimliðini ver! Diye emretmiþti.
-     Yanýmda yok, bizi getiren aracýn komutanýna verdim.
-     O halde sivil kimliðini ver!
-     O da yok.
-     Dedikten sonra, aracýn açýk camýna eðilerek:
-     Ya, çok özür dilerim, ama bu konu üzerinde niçin bu kadar duruyorsunuz?
-     Fazla konuþma!
-     Derken, sola dönüp, açýk camdan karþýda duran genç bir inzibata seslenerek;
-     Lan inzibat! Hemen buraya gel, bunu al ve genel cerrahinin önünde beni bekleyin. Hadi, görevini yap. Ben biraz sonra gelirim.
Diyerek, gaza basmýþ ve çýkýþ kapýsýna doðru sürüp, gitmiþti. Biz orada kala kalmýþtýk. Sonra genç inzibat kaygýyla bana:
-     Ne oldu abi? Bir þey mi yaptýn?
-     Hiç bir þey ya, oturmuþ, sigara içiyorduk þurada. Her ne zoru varsa gelip, bana çattý. Kim bu adam?
-     O, Hastane Baþtabip yardýmcýsý, Yarbay, Alim Özyurt, aksinin biridir.
-     Bak birader, sen en iyisi beni önce Baþtabiple görüþtür, bari ona durumu izah edeyim. Yoksa bunun düþündüðü gibi olmayacak, bundan emin ol ve sakýn beni daha önce bununla karþýlaþtýrma. Demiþtim.
-     Fakata abi, bu adama delinin biri, kimseyi dinlemez ki?
-     Koçum, ne o, ne sen beni hiç tanýmýyorsunuz. Sen dediðimi yap, yoksa iþler fena karýþacak, emin ol.
-     Abi bu adam kimseyi dinlemez. Aksinin biri diyorum sana.
-      Yav kardeþim, sen beni tanýmýyorsun. Ama onun zannettiði kiþi deðilim ben.
-     Anlýyorum, ama o kimseyi dinlemez.
-     O halde, bu arada benim sevkim çýkarsa, çekip, giderim, sen de ona; “Bir ara baþka yere bakýyordum, çýkýp gitmiþ, dersin, tamam mý?”
-     Aman abi, sakýn böyle bir þey yapma, beni yakar vallahi. Daha iki gün önce bütün milletin gözü önünde beni haþladý.
-     O halde bir baþkasýyla görüþeyim.
-     Ya abi, o da seni dinlemez, dinlese bile ona sözü geçmez. Dedim ya, bu Yarbay çok aksi bir adam, herkesi çektiriyor, ondan hal aðlamayan yoktur.
-     Ýyi vallahi, desene ki çattýk. Ama þunu bil, bu yaþta þu asker elbisesini giydim diye kimsenin þaplak uþaðý olacak deðilim. Keþke ona söz geçirecek biri olsaydý.
Bu arada aklýma, bana çok iyi davranan bir asteðmen Doktor gelmiþ ve ona uðrayarak, en azýndan bir þahit olur, kanýsýyla, durumu izah etmiþtim. Asteðmen olayý dinlemiþ, ama kollarýný çaresizlik içinde iki yana açmýþtý. Çünkü arada rütbe farký vardý. Ayrýlýrken ona teþekkür edip, tasalanmamasýný söylemiþtim.
Kantine gidip, bir þiþe soda içmiþ, biraz bekledikten sonra, inzibat, adamýn geldiðini söylemiþti. Derken birinci kata yönelmiþtik. Kapý üstünde Genel Cerrahi yazan odanýn önünde durduk. Merdivenler, koridor asker, sivil insan kaynýyordu. Genel Cerrahi birinci kat merdiveninin hemen baþýnda ve kapýsý açýk, bizim baþ belasýný baþka bir personelini azarlarken görüyordum. Merdivenden çýkarken yorgun argýn yürüyor, böylece üzerine gidilecek biri gibi görünmek istemiyordum. Zira bu, kompleksi fazla adamý tahrik etmek yerine, aksi hissiyat uyandýrmak, mümkünse insafýna hitap etmek istiyordum.
Nihayet beni açýk kapý önünde görünce, az önce paylamakta olduðu personelden dikkatini çevirip, sakin bir tonla:
-     Gel.
Demiþti. Bu hali beni umutlandýrmýþ, galiba siniri yatýþmýþ, diye düþünüyordum. Fakat az sonra yine hayal kýrýklýðýna uðrayacaktým. Çünkü bana:
- Demin yaptýðýn terbiyesizlikti. Diyordu.
Buna karþýlýk:
- “Efendim ben rahatsýzým, iþte buna dair rapor...” demeðe kalmadan;
-     Bana evrak mevrak gösterme. Çýk dýþarý! Diyordu.
Buna yanýt olarak bu kez sadece:
-     Emredersiniz! Derken, artýk serbest býrakýlacaðýmý sanýyordum. Fakat nerede o þans. Zira bir Türk subayýndan çok her þeye benzeyen bu adam:
-     Tabii emr ederim. Çýk dýþarý ve þu kenarda bekleyin!
     Diyordu. Ne yapsam bu adama yaranýlamayacaðýný anlamýþ, tepem atmasýna ramak kalmýþtý. Bana davranýþýný açýk kapý önünde, koridoru dolduran kalabalýktan duymayan kalmamýþtý. Kapýdan geri çekilmiþ, hemen kenarda ki bir giriþ duvarýnýn üzerine küçük evrak çantamý koyup, sað elimi palaskama atmýþtým. Düþündüðüm gibi, göz ucuyla beni izlemedeymiþ ki, az ötemden yüksek sesle baðýrarak;
-     Elini belinden çek!
     Demekle kalmýyor, oturduðu sandalyeden kalkýp, üzerime gelecek oluyordu. Bu, bardaðý taþýran son damla olup, öfkeyle, önce koridorda bekleþenlere kitleye hitaben:
-     Vatandaþlar, ben 45 yaþýnda, üniversite mezunu, ressam ve yazarým, bana nasýl davrandýðýný gördünüz, bundan sonra olacaklara þahit olun. Diyordum.
-     Sus, suç iþliyorsun. Diyen yarbaya aldýrmadan konuþmamý sürdürüyordum.
-      Þu üzerimde ki elbiseden ötürü böyle yapýyor, bunu giyip, buraya geldim diye suç mu iþledim? Burada bir mahkum muyum, yoksa þerefli bir Asker mi?
     Hayatýmda hiç bu kadar sabretmemiþ, öfkemin doruðundaydým. Hitap ettiðim vatandaþ kitlesi bu durumda baþýný yere indirmiþ, kimsede þahitlik bile yapacak niyet yoktu. O, yüksek sesle, emrinde ki askerleri alarme edip, zabýt tutulmasýný emrederken, bana doðru hareketle:
     -Ben devletin Yarbayýyým! Diyordu.
     Ama bu sözüyle beni durduracaðýný sanýrken, asýl nasýrýma bastýðýnýn farkýnda bile olmayan adama cevaben:
-     Bu devletin yüzünden tam on yýl, fazladan, gavur hapishanelerinde yattým!
     Ona doðru yürürken, duyulan bunca þamata üzerine alarme olan inzibatlar oraya akýn ediyordu. Üzerime gelmelerini önlemek üzere, önce onlara karþý celallenip:
-Bana bir bölük výz gelirsiniz!
Demiþ, ikimizin arasýnda dizili duran inzibat omuzlarý üzerinden, yüksek rütbesine güvenen Yarbaya bütün öfkemle baðýrýyordum:
- Bir karýþ boyuna bakmadan, bana yaptýðýn bu zulmü, toplam 16 yýl yattýðým gavur ceza evlerinde bile görmedim. Þimdi sana bir çakarsam duvara yapýþtýrýrým! Diyordum.
Koridor anýnda þaþkýnlýk ve sessizliðe bürünmüþtü. Bu sessizliði bozup, havayý limonileþtirmek gerektiðini düþünüp, þoke olmuþ yarbaya hitaben:
-Beni isyan ettirdiðin için sana teþekkür ederim, zaten psikolojik rapor alacaktým.      Diyordum. Bir an hepten apýþan adam, sonra bir açýðýmý yakalamýþ gibi, inzibatlara hitaben:
- Duydunuz mu, rapor almak için kasten yapmýþ, bunu da zapta geçin. Diyordu.
Ona vurmak istesem, elbette bunu yapabilirdim. Lakin bu kadarý yeterdi. Zaten en okkalýsýndan bir tokat bile ancak bu kadar tesir eder, ama sonuçlarý daha kötü olurdu. Nitekim oradaki çantamý almýþ ve dönüp, merdivenlerden aþaðý inmiþtim. Hastane kapýsýndan henüz çýkmýþtým ki, bana doðru gelen inzibat nöbetçi kolluðu takan bir Binbaþý’yý fark etmiþtim. Bakýþlarý hiç hayra alamet görünmüyordu. Ama beni tesir altýna almak için çok az gelirdi. Zira artýk isyanda olup, kimseyi kayda alacak deðildim. Nitekim, onun delici bakýþýný perdahlayan asi bir nazarla geçip, baþýmý saða doðru çevirmiþtim. Binbaþý durumun nazikliðini hemen anlamýþ olacak ki, birden gülümseyerek:
-Hayrola! Ne oldu böyle yav? Diyordu.
Ses tonu bir arkadaþ kadar müþfikti. Ben de istifimi bozmadan ve ayný düsturla:
-Hiç ya. Hiç olmamasý gereken nahoþ bir tartýþma.
-Olay ne, nasýl baþladý?
Ben soruya cevap veriyordum ki, söz konusu yarbay yanýmýza gelmiþti. Sözümü kesip, ilk söz olarak; “Bana saldýrdý” diyordu. Utanmadan, bir astýna beni þikayet ediyordu. Ben hemen itiraz ederek, düzeltme yaparken, olayý herkesin gördüðünü söylüyordum. O konuyu tahrif edip, abartarak inzibat binbaþýsýna aktarýrken, binbaþý yanýmýza gelen inzibat asteðmenine, benimle konuþup, zabýt tutmasýný söylüyor ve yanlarýndan ayrýlýyorduk. Bahçedeki boþ masalardan birine oturmuþ, olayý naklediyordum. Ýlk tutumu elbette komutaný saydýðý Yarbayýn lehinde idi. Bana, Yarbaya hakaret edip, saldýrmýþ olduðumu konusunda görüþümü soruyordu. Cevabýma inanmakta tereddüt edince, çantamý açýyor ve önüne büyükçe bir gazete haber kupürü koyuyordum. Bunu okuyunca her þey deðiþiyordu anýnda. Sonra söylediðim her þeye inanýp, zabtý buna göre tutuyordu. Ama yarbay fikrinde ýsrar edip, illa ki Merkez Komutanlýðýna gönderilmemi istiyordu. Oysa buna hiç gerek olmayýp, tutulan zabtýn bölük komutanýma gönderilmesiyle iþlem tamamlanmýþ olmalýydý. Nitekim, merkez komutanlýðýna gönderilmek üzere, önce nizamiyede bekleme üzere, içeri giriyordum. Orada, masada baþýnda oturmuþ, soðuk bakýþlarýyla beni süzen kýdemli bir Baþçavuþ ve üç asker bulunmaktaydý. Bakýþlarýna ram olmadýðý anlayan Baþçavuþ, önce bir sandalyeye oturup, hadiseyi özetlememi istiyordu.
Sözüm bitince:
-Keþke hemen bana gelseydin, ben onunla iyi konuþurum. Olay büyümeden yatýþýrdý. Diyordu.
-Maalesef bilmiyordum. Görevli inzibata elbette sordum, fakat o kimseyi dinlemez, demiþti.
Böylece konuþarak, merkez komutanlýðýndan gelecek kiþileri bekliyorduk. Bir ara içeri dört kiþi daha gelmiþ, ama onlar da sessizce beklemeðe baþlamýþlardý. Maksatlarýný kimse açýklamamýþ, bir süre daha birlikte beklemiþtik ki, ben soruyordum:
- Bu adamlar nerede kaldý yav. Sýkýlmaða baþladým artýk yani.
- Vay, demek o sendin ha? Diyen kýsa boylu, kurnaz bakýþlý, asker, aklýnca beni denemek için:
- Korkma, biþe olmaz. Diyordu.
-Ne korkmasý yav, adam mý öldü ki, korkam? Hem biz adam öldürdük yine bir þey olmadý? Diyordum.
Böyle bir cevabý hiç beklemediklerinden olacak, bir an þoke olmuþ gibi duraksamýþ, sonra hep birlikte kahkahayla gülmüþlerdi. Nitekim bu kez dostça:
-Haydi gidelim…Demiþlerdi.
Sonra bir cipe atlýyor ve merkez komutanlýðýna gidiyorduk. Bu muamele salt yarbayýn gururunu okþamak içindi. Fakat ötesi onun sandýðý gibi deðil, tam aksine olmuþtu. Zira orada geçirdiðim iki saat askerlik anýlarýmdan belki en kayda deðeni olmuþtu. Nitekim bizim bölükten gelen araçla birliðime intikal edip, bu iþ bitmiþti. Devresi sabah bölük komutanýmýza olayý kýsaca naklettikten sonra:
-Biliyorum. Bu olayda sen haklýsýn. Çünkü hem seni tanýyor, hem de onun nasýl biri olduðunu daha önce de duymuþtum. Her þeye raðmen, askeri teamül gereði iþlem yapýlýr, fakat ben iþlem yapmayacaðým. Ama her ihtimale karþý iki sayfalýk bir savunma yazarsan iyi olur.
Böyle bir olayýn bana tesadüf etmiþ olmasý bir talihsizlik gibi görünse de, aslýnda bir tevafuktu. Zira bu olayý baþka birinin kývýrabilmesi hiç mümkün deðil ve böyle bir adama haddini bildirmek gerekiyordu. Benim üzüntümün asýl nedeni, o tip bir adamýn Türk Ordusunda Yarbay olmasýndan ötürüydü. Ait olduðum bölükte bir Atilla Binbaþý, bir Yusuf Teðmen, Hasan ve Hamdi Baþçavuþlar ve diðer bölük komutanlarým dolayýsý ile gerçek Türk subaylarýnýn nasýl olduðunu müþahede etmiþtim. Bir ay sonra, teskere almak üzere birliðime son defa olarak gittim. Bölük komutaným halen almadýðým aylýklarýmý verdi. (18 milyon beþyüz bin TL.). Sonra duygulu sözlerle o ve diðer asker arkadaþlarýma veda edip, iþlemlerim hemen bitirilerek, þehir merkezinde bulunan Baþkanlýk binasýna gittim. Burada teskerem, Bölge Baþkaný Albay tarafýndan da imzalanýp, Ankara’ya geri döndüm. Nihayet gerçek anlamda özgür olduðum bu saatten sonra, tek arzum, ekmeðimi kazanabileceðim iþ ortamýna sahip olmaktý...
Bu ilk iþ olarak bir Alman arkadaþýmýn tavsiveyi üzerine beni bulan bir baþka Alman’a bir tablo satýp, bir araba almýþtým. Bu araba benim gibi ihtiyar delikanlý idi. Almanya Zainingen’de oturduðumuz sýralarda, bu model ilk (Mercedes 280E) piyasaya çýktýðý zamanlarda bir komþumuzda vardý ve bol karlý Alp platosunda yaptýðýmýz yolculuklarda güvenli gidiþi ile beni hayretler içinde býrakmýþtý. Arabayý aldýðýmýn ilk haftasýnda çok merak ettiðim Amcam ve kuzenlerimi görmek ve belki de oralarda bir iþ olanaðý bulmak için Antalya’ya gitmiþ, tam giriþte, motosiklet yarýþlarý yapýlan geniþ, uzun ve düz yolda, 117 km/s sürat yaptýðým gerekçesi ile ilk trafik radar cezasýný da yemiþtim. Arabaya yedi buçuk milyar vermiþ, cebimde ise sadece beþyüz milyon para kaldýðýndan, 129 Milyon tutan ceza çok aðýr gelip, ödememiþtim.
Geliþime amcam, yengem ve kuzenlerim çok sevinmiþlerdi. Zira iki sene olmuþ hapisten çýkalý, ama halâ, ne onlar gelebilmiþ, ne de ben gidebilmiþtim yanlarýna…
Orada bir hafta kalýp, Akdeniz bölgemizin bu güzel þehrinde geziler yapmýþ ve bu arada anne tarafýndan akrabam olup, 1976 senesinden beri bir daha hiç görüþemediðimiz, eski ünlü Ýstanbul kabadayýlarýndan olan Tahsin Yýlmaz’ýn oðlu Hüseyin ile görüþmüþtük. Kendisi o sýralar Antalyada bir hayli aktif, önde gelen müteahhit ve belediye il meclisinde Encümen üyesi idi. Kimi akþamlarý, kardeþlerinden Mesut’un iþlettiði Fener Bar’da oturup, geçmiþ zamanlara uzanan sohbetlere, þimdiki zamanlarýn sosyo-politik konularý dahil etmiþ, fikir teatisinde bulunmuþtuk. Hüseyin ile neredeyse bütün görüþlerimiz paraleldi. Hiç ihtilaf çýkmadan konuþurken, sonra aklýma geçmiþte bana açtýðý husus gelerek, kendisine;
-Hüseyin’ciðim, her þey pek ala pek güzel de, sana bir þey soracaðým; babanýn intikamýný aldýn mý?
Bu ansýz sorum üzerine Hüseyin bir an düþünmüþ ve nitekim soruya olumlu yanýt vermiþti. Lakin, bu yanýtýn benim sorduðum sorunun tam karþýlýðý olmadýðý da anlaþýlýyordu. Fakat fazla üzerinde durmayýp, verdiði yanýtý muteber saydýðýmý göstermiþtim. Merhum pederinin, karþýlýklý tavla oynadýðý bir ahbabý ile, aralarýnda ansýzýn çýkan bir niza ve beklenmedik þekilde býçak çekip, vurmasý ile hayata veda ettiðini duymuþtum. Bunun anlýk bir mesele olmayýp, arkaik sebepleri olduðu malumdu. Nitekim bu mesele dolayý ile Hüseyin o zamanlar bana gelmiþ ve birlikte Ýstanbul’a gitmemizi önermiþti. Fakat o zamanlar henüz bir lise öðrencisi olup, hayata dair hemen hiçbir deneyimim olmadýðý gerekçesi ile, buna icabet edememiþtim… Çünkü gitmiþ olsam, orada karþýlacaðým ortamýn hakkýný verebileceðimi sanmýyordum. Kaldý ki, Hüseyin de somut bir þey önermiyor, sadece çok iyi hayatýmýz olabileceðinden bahsediyordu. Böyle diyeceðine, gel beraber gidelim ve babamýn katillerinden hesap soralým, demiþ olsa, bunu ret etmezdim.
Bu mesele her þeye raðmen, içimde bir ukde olarak kaldýðý için, bu soruyu sormuþtum. Çünkü bana göre, hiçbir kötülük, hele de böylesine kalleþçe cinayetler cezasýz kalamaz, kalmamalýydý; ibret-i alem için… Neyse, madem ki Hüseyin kardeþimiz bu iþi hallettik, diyordu, mesele yoktu artýk.
Bu arada Rahim dayýmýn damadý, benim de ta ilkokuldan sýnýf arkadaþým olan Zeki, oðlu Kemal ve bir çok akraba ile de buluþup, görüþmüþ, sonra yine Ankara’ya dönmüþtüm…
Yenimahalle, MIT binasýna uzak olmayan bir yerde oturuyor ve zamanlarýmý evde resim yapýp, internet ortamýnda yazý yazarak geçiriyordum… Bir ara, Ýstanbulda oturan arkadaþým Battal gelmiþ ve birlikte kimi akrabalarýný bulmuþtuk. Bunlardan biri olan Mustafa’nýn bizim mahallede bir tekstil maðazý açtýðýný (Nokta Jeans) ve giyim ürünleri pazarladýðýný öðrenip, yanana gitmiþtik. Bu arada kendisinin bir de ortaðý olduðundan bahsetmiþti ki, biraz sonra o da çýkagelmiþti. Ýsmi Hasan Basri idi. Ufak tefek ama gayet giriþken, hatta yerine göre, iþbitirici bir intiba veriyordu. Zamanla kendisini daha iyi tanýdým ve geçmiþinde çatýþma ortamlarýna girip, bunlarýn neticesi olarak devamlý silah taþýdýðýný öðrenmiþtim… Etrafta, her kesimden pek çok tanýþý ve Çankaya’da iþtakibi yaptýðý bir de Ofis’i vardý…


Hüsrev Özel




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn toplumcu kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Açý ve Usta

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Savaþçýnýn Ýntikamý
1.Bölüm: Çatal Yürek
Ademin Akýbeti

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Tanrý Daðlý Akkartal 1. Bölüm [Roman]
Tanrý Daðlý Akkartal 2. Bölüm [Roman]
Tanrý Daðlý Akkartal 3. Bölüm [Roman]
Tanrý Daðlý Akkartal 4. Bölüm [Roman]
[Eleþtiri]


Hüsrev Özel kimdir?

Yazma tutkusu olan herkes gibi, bu yolda bir çok cefayý bedel olarak ödemiþ biriyim.

Etkilendiði Yazarlar:
Bir çok iyi yazar var, lakin H.N.Atsýz ve P.Safa'nýn yeri baþkadýr nezdimde.


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hüsrev Özel, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.