..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Güzel birþeyin fazlasý harika olabilir -Mae West
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Ýnceleme > Kültür Çatýþmalarý > Ali Osman Öztürk




2 Nisan 2002
Stefan Zweig’ýn “Cenevre Gölü Hikâyesi  
“Rus Askeri”nin Dayanýlmaz Gurbet Acýsý

Ali Osman Öztürk


Üç yazarda gurbet ve vatan duygusunun iþleniþi


:FIEJ:
Ali Osman Öztürk


   GÝRÝÞ

   Stefan Zweig; Avusturya edebiyatýnýn en önemli temsilcilerinden biri. Sigmund Freud’un öðretilerinden çok etkilenmiþ ve bunu özellikle novel türü anlatýlarýnda, insanlara psikoanalitik denemeler uygulayarak göstermiþtir; Onun insanlarý, yaþamlarýnda, düþüncelerinde ve iç geliþmelerinde gizemli ve bilinçaltý dürtülerince yönlendirilir. 1881 doðumlu olan Zweig, 1942 yýlýnda vataný dýþýnda, Brezilya’nýn Petropolis kentinde, karýsýyla birlikte intihar eder. Bunun nedenini, Burhan Arpad þöyle açýklar: “Yazar, yarým yüz yýl boyunca baðlandýðý, sevdiði ve arada bir yermelerine raðmen (…) tutkunu olduðu bir çaðýn, geri gelmemek üzere çöküþünü görmektedir. Bu görüþ, aslýnda aþýrý duygulu olan iç yapýsýný iyice sarsmýþtýr. Kendi deyimiyle, ayaklarýný ‘basacak bir saðlam toprak’tan yoksun kaldýðý sanýsýndadýr. Hele, Ýkinci Savaþ Avrupa’sý’nýn kapkaranlýk tablosu, son umutlarýný da yitirmiþtir.” (1) Zweig’ýn 1942 yýlýnda intiharýna neden olan kahredici umutsuzluðu sergileyen bir öyküyü, yýllar önce kaleme almasý bir rastlantý olmasa gerektir. Bu yazýda, hem bu benzerliðe, hem de bir Rus askeri örneðinde yansýyan sevgi-umut-yaþam iliþkisine deðinmeye çalýþacaðýz.

    1. CENEVRE GÖLÜ HÝKÂYESÝ

   Stefan Zweig’ýn ünlü yapýtlarýndan olan Amok (Novellen einer Leidenschaft; 1922)’daki anlatýlarýndan olan Epizode am Genfer See [Cenevre Gölü Hikâyesi] öyküsünü okuyunca, baþkiþi Boris’in içinde bulunduðu ruhsal çöküntünün nedenlerinin yalnýzca bedensel yorgunluktan ve daha önemlisi evine ulaþamamak korkusunun verdiði umutsuzluktan kaynaklanamayacaðýný düþünüyor insan.

   I. Dünya Savaþý’nýn bir aþamasýnda, vagonlara týkýþtýrýlarak Rusya’dan Fransa’ya gönderilen askerlerden biri Boris. Ýlk saldýrý esnasýnda bacaðýndan yaralanýr ve iyileþince çevredekilere, Rusya’nýn hangi yönde olduðunu sorar ve göz kararý kestirdiði ülkesine gitmek üzere gizlice kaçar. Gündüzleri ot yýðýnlarýnda saklanýr, geceleri yabancýlardan aldýðý ekmek ve meyveyle beslenerek; bulduðu iki tahtadan yaptýðý bir sal ile gölün öbür yakasýna ulaþýr. Rusya diye geldiði yer, Ýsviçre’nin Villeneuve kasabasýdýr. Çýrýlçýplak geldiði kýyýda, onu bulan balýkçýnýn verdiði balýk aðý ile örtünür. Yaþamýn yeknesak sürüp gittiði kasabada ilginç bulunur. O’nun için en kötüsü, ana dili olan Rusçayý anlayacak kimsenin olmayýþýdýr. Yazar anadilinin bir sýðýnak olduðunu þöyle vurgular:
    “Anadilinde söylenen ilk sözü duyar duymaz gülmeye baþladý, kendini birden güvenlikte ve özgür hissedip, tüm hikâyesini anlattý.” (2)

   Ama Onun öyküsü, ancak tesadüfen geldiði bu kasabanýn tekdüze yaþamýna kattýðý renk ölçüsünde dinlenir. Kimileri bu “aptal” adam üzerine konuþmaya deðmeyeceðini bile iddia edecek kadar ileri gider. Bu duyarsýzlýk resmi makamlarýn, söz konusu olanýn bir insan olduðunu göz ardý ederek ne yapacaklarýný þaþýrmalarý ölçüsündedir. En sonunda içlerinden yaþlýca bir adam, zavallý Boris’in sekiz günlük iaþesini karþýlamaya hazýr olduðunu belirtir ve böylece beklenmedik bu çözümle herkesi hoþnut eder.

    1.1. Dil Sýðýnaðý

   Boris’in gözü tüm tartýþmalar boyunca hep kendi anadilini konuþan kiþinin dudaklarýndan ayrýlmaz. Yazar Onun duygularýný “Tapýnma” benzetmesiyle dile getirir: “ortalýk yatýþýnca,…adeta içinden gelerek, iki elini, yalvarýr halde, ona doðru uzattý; týpký kutsal bir resmin önündeki kadýnlar gibi.” (3) Bunun tam tersi, dilini konuþan kiþinin uzaklaþmasý anýnda yaþanýr; Boris’in, yüzündeki aydýnlýkla beraber, tüm ümitleri, bir daha o kiþiyi görene kadar kaybolur. Anlamadýðý bir dilin kuþattýðý ortamda O, önüne konan çorbayý, onca açlýðýna karþýn içemez; elleri titrer, huzursuzluðu “iri göz yaþlarýyla akar masanýn üzerine” (4). Bir an önce gitmek ister bu ortamdan. Savaþ koþullarýnda, sýnýrdan geçemeyecek olmasýna, tutuklanacaðýna hiç aldýrýþ etmez, gitme isteðinde direnir, yakýnýr:
    “Ýnsanlar beni anlamýyorlar, ben de onlarý anlamýyorum.” (5)

    1.2. Dil Mirasýnýn Yitimi

   Dilin bir sýðýnak, vatan olduðunu yalnýzca özlem duygusuyla, yabancýnýn yadýrganmasýyla aktarmak yolunu seçmez yazar; aksine insanýn günlük yaþamýnda kanýksadýðý sözcüklerin (ancak elimizden alýndýðýnda, ayýrdýna vardýðýmýz bir eksiklik duygusudur bu) yerinde durmadýðýný göstermekle de gerçekleþtirir bunu. Nasýl Boris’in çýplaklýðý O’nun savunmasýzlýðýna tanýklýk ediyorsa, elinden kaçýrdýðý her bir tanýdýk sözcük de giysilerinden bir parçayý simgeler. Boris’in yaþadýðý þoklardan biri de, iþte böyle bir sözcük yitimiyle olur: “Çar”ýn, 1917 Ekim Devrimiyle devrildiðinden habersizdir. Artýk ‘Çar’ diye birinin olmadýðýný öðrenmek, Onun yüzündeki “son ümit ýþýðýnýn kaybolmasýna” (6) neden olur. “Çar” burada yalnýzca bir kiþi deðil, vatanla özdeþ bir sözcüktür. Ona “Rusya ve Çar için savaþacaksýn” demiþlerdir; þimdi ise ne Rusya vardýr artýk ne de Çar. Yazar, “devrilmek” sözünü yineletir Boris’e (Boris anlamadan yineler), dolayýsýyla vurgulamýþ olur onu. Her anlamda kullanýlabilir tabi bu sözcük: devrilmek, alt üst olmak, yerinden yurdundan olmak, kaldýrýp atmak, savunmasýz kalmak vs. Hepsi Boris’i anlatýr.
   Ayný þekilde Zweig, “tarihin mirasýný taþýyan sözcüklerin yitimini” yaþamýþtýr, hem de en dolaysýz biçimde: Avusturya sýnýrýnda bir tren istasyonunda, ülkesinden zorla ayrýlmak zorunda kalan Ýmparator Karl’ý görür. Zweig için O, okulda adýna þarký, marþ söylediði, “‘karada, denizde ve havalarda baðlý’lýk andý” içtiði biridir; ona bu an çok dokunaklý gelir. “Bu bir tek ‘Kaiser’ sözü, bizler için her yüceliðin, varlýðýn kavramý, Avusturya’nýn ayakta durmasýnýn sembolüydü. Bu iki hecelik sözü küçük yaþýmýzdan baþlýyarak hep derin saygýyla aðzýmýza alýrdýk. Ýþte ben þimdi, onun mirasçýsýný, Avusturya’nýn en son Ýmparatorunu, kovulmuþ durumda memleketten çýkarken görmekteyim.” (7)

    1.3. Çýplaklýk: Savunmasýzlýk

   Boris, memleketinde çocuklarý kendisini beklerken, burada, bu yabancý diyarda yaþamanýn imkânsýzlýðý karþýsýnda hiç kimseden yardým alamayacaðýný anlayýnca, kendine yardým eden kiþiye teþekkür eder ve ayrýlýr. Kendisine yatacak yer verilen misafirhaneye deðil, Cenevre Gölü’ne yönelir. Ertesi gün ayný balýkçý O’nu yine ilk günkü gibi bulur: çýrýlçýplak. Kendisine verilen giysiyi özenle katlamýþ ve suya dönmüþtür. (týpký yazarýn yýllar sonra sürgün yaþadýðý dünyayý terk ettiði gibi). Buket Uzuner’in (8) deyiþiyle, Boris’in savunmasýzlýðý “çýplaklýk”ý ile anlatýlýr; ömrünün en çýplak günü, en savunmasýz zamanýdýr. Zweig, bu çýplaklýðý ayrýca utancýn son kertesini ifade etmek için de kullanýr. Acýmak romanýnda, sevgisine karþýlýk vermeyerek, intiharýna sebep olduðu kýzýn doktorunu görünce, teðmen Anton Hofmiller, iþte bu duyguyu yaþar: “…terbiyeli, temizpak insanlarýn ortasýnda sanki çýrýlçýplaktým da (…) titriyordum.” (9)

   Boris’in yegane sorunu dil(sizlik) deðil elbette. Ailesinden; eþinden ve çocuklarýndan ayrý düþmüþ olmasý, onlarýn kendisine muhtaçlýðý ezer yüreðini (10). Zweig, Acýmak’da, baþkalarý için yaþayanlarýn, zaten özgürlükleri ellerinden alýnmýþtýr, der. Boris’in yabancýya, tapýnýrcasýna yalvarmasý, yalnýzca kendini düþündüðünden deðildir. Silahýný atmýþ, üniformasýný býrakmýþtýr; evine ocaðýna gitmek ister. “Niçin salmazlar, Ýsa aþkýna rica etse?” Boris’in dilini konuþan kiþinin kimliðinde Zweig’i konuþurken buluruz o an: “Hayýr Boris, seni býrakmazlar. Ýnsanlar artýk Ýsa’nýn sözünü dinlemiyorlar.” (11)

   Yýllar sonra Zweig da, týpký öyküsünü anlattýðý Boris’in durumuna düþer. Yurtdýþýnda, 1939’da herþeyini geride býrakmýþ bir halde, Dünün Dünyasý’na yazdýðý önsözde þöyle anlatýr kendini: “Bütün köklerden, hattâ onlarý besliyen bu topraktan, zaman içinde gerçekten az rastlanýlacak bir biçimde kopmuþ durumdayým.” (12) Halbuki, “o eski güzel günlerin Viyanasýnda güzel, kolay ve tasasýz” yaþýyordu ve Viyanalýlarýn o ünlü ‘Yaþamasýný bilmek ve baþkalarýna da yaþama hakký tanýmak’ temel kuralý, her sýnýf halk arasýnda iyice yaygýndý.” (13) O’na göre, “ancak yarýna tasasýz bakabilen kimse, tam bir iç rahatlýðýyla…” yaþayabilirdi (14). Ne yazýk ki, Zweig þu tespiti yapmak zorunda kalýr:

    “Babalarýmýz, anlayýþ ve karþýlýklý görüþmenin yüzde yüz birleþtirici gücüne pek güveniyorlardý; milletler ve mezhepler arasýndaki farklýlaþmalarýn yerini yavaþ yavaþ hümanizmin alacaðýn[a], barýþ ve güvenlik gibi en yüce dünya nimetlerinin bütün insanlarca paylaþýlacaðýna temiz yürekle inanmaktaydýlar. (…) [bizler ise] ayaklarýmýzý basacak bir topraktan yoksun, haklarý elinden alýnmýþ olarak, özgürlüksüz ve güvenliksiz hayata yavaþ yavaþ alýþmak zorunda kaldýk.” (15)

   Dolayýsýyla, gerek Zweig’ýn gerekse Rus askeri Boris’in duyduðu dayanýlmaz acýyý anlamak için, “güvenlikli dünü” ile “tasasýz yarýný” yitirmenin boyutlarýný iyi kestirmek gerekiyor.

   2. SEVGÝ GÜVENLÝÐÝ

   Yalnýz, Zweig’ýn durumundan baðýmsýz olarak, güvenliksizliði ve tasayý hafifletici yaþantýya örnek olmasý bakýmýndan, “gurbetteki Rus” motifine yer veren, Buket Uzuner’in “Bir Siyah Saçlý Kadýnýn Gezi Notlarý”na da burada deðinmek gerekecek. Uzuner, altbaþlýðýný “seyahatname” koyduðu kitabýnda, Norveç’li bir arkadaþýnýn annesinin baþýndan geçen bir öykü anlatýr:

   “Ýkinci Büyük Savaþ sýrasýnda gencecik bir kýz olan Tone’nin annesi [Dagrün], iþgal altýndaki Norveç’te bir Rus askerini haftalarca o küçük evin bodrumunda saklamýþtý. Genç Rus askeri kendini besleyen, gizleyen bu Norveçli kýza kendi dilinde pekçok þey anlatmýþ, ancak ikisi de birbirinin dilinden tek kelime anlamamýþlardý. Saatlerce elele oturup, bakýþmýþ, Nazilerin olmadýðý bir dünya hayal etmiþlerdi. Dagrün o Rus delikanlýya gerçekten aþýk olmuþ muydu, yoksa bu bir savaþ psikolojisi miydi bir tek kendisi biliyor, bana ikisi de olabilecek bir tonla anlattý bu romansý. Derken Naziler yenilip, geri çekiliyorlar ve o gün Dagrün’le delikanlý kendi dillerinde ayný marþý söylüyorlar: Enternasyonel.” (16)

   Görüldüðü gibi, dil farký, anlaþamamak, savaþ ortasýnda bodrumda saklanmak vs. Rus delikanlýyý rahatsýz etmez. Herþeyin yokluðunda, yabancý bir kýzýn kendine gösterdiði sevgiyle ayakta kalmayý baþarýr o. Ve marþ söyleyebilecek kadar, geleceðe umutla baktýðýný gösterir. “Düþman” artýk dost olur böylece. Ýnsanlýðýn temel gereksinimlerinden olan sevgi en önemli etken olarak karþýmýza çýkar. Herþeye raðmen, insanca olanýn, insana yaraþanýn unutulmamasý gereðini yansýtan benzer bir aný Zweig, bizzat yaþar ve betimler. 1915 yýlýnda, savaþta çavuþ rütbesiyle Rus ilân ve bildirilerini toplama görevi esnasýnda Rus askerleriyle karþýlaþýr:

   “Ve ‘düþman’ý da ilk görüyordum. Tarnow’da ilk Rus asker tutsaklarýyla karþýlaþtým. Dörtbir yanlarý parmaklýkla çevrilmiþ, yerde oturuyorlardý. Cýgara içip lâf atýyorlardý. (…) Nöbetçilerin üstbaþlarý da tutsaklar kadar bakýmsýz ve partaldý (…) Tutsaklarla nöbetçileri, birlikte ve arkadaþça, oturuyordu. Birbirlerinin dilini anlamadýklarýndan pek keyifliydiler. Birbirlerine cýgara veriyor, kahkahayla gülüyorlardý.” (17)

   Ötekinin de nihayet bir insan olduðunu düþünebilmek yetisinden doðacak karþýlýklý anlayýþ, aradaki duvarlarý kaldýrmakta. en azýndan yumuþatmakta en önemli önþart; bu durumda tutsaklýk, Boris’i olduðu kadar umut kýrýcý ve ezici etkilemiyor insanlarý. Ayrýca az da olsa geri dönebilme, yarýný umut edebilme olanaðý herhalde ayakta kalabilmek için gereken dayanaklardan biri olmalý. Çünkü bu dayanaktan yoksun kalan, bunu nihai olarak yitirdiðini düþünen Boris, en sonunda artýk yaþamayý gereksiz görür. Yarýn beklentisinin, ne denli önemli olduðunu, “Gurbetteki Rus” motifine ilgi gösteren bir baþka yazarla örnekleyelim.

   3. UMUDUN ELÝNDEN TUTMAK

   Luise Rinser, yaþayan Alman yazarlarýndan. Edebi yapýtlarý yanýnda, günceleriyle büyük yankýlar uyandýran Rinser, memleketi Münih’te deðil, Ýtalya’da Rocca di Papa’da yaþar. 1970-72 yýllarýnda Sovyetler Birliði’ne yaptýðý gezi izlenimlerini de yazdýðý Grenzübergänge [Sýnýrgeçiþleri] adlý güncesinde, Moskova’da yaþadýðý son akþamý anlatýr. Bir Rus kadýn, ona niçin Almanya’da deðil de Ýtalya’da yaþadýðýný sorar. Soranýn, bunu kötü deðerlendirdiðini, sadakatsizlik, vatandan kaçýþ ve nerdeyse ihanet olarak gördüðünü belirtir Rinser (18). Halbuki, muhatabý Sovyetler Birliði’ni asla terketmezmiþ ve dediðine göre, Soljenitsin, Nobel ödülünü almak için Ýsveç’e gitmemekte haklýymýþ, çünkü Sovyetler Birliði’ne bir daha dönememe riskini göze alamamýþ. Rinser, Ruslarý ihtiraslý, inatçý milliyetçiler olarak niteler. Özellikle, onbeþ yýl kampta tutulmuþ muhatabý gibi, vatanlarý tarafýndan terkedilmiþ, ihanete uðramýþ, sürülmüþ olanlarý da öyle görür (19).

Luise Rinser


   Alexandr Soljenitsin, bilindiði gibi yýllarca siyasal takibata uðramýþ bir Rus yazarýdýr. 1970 Nobel Edebiyat Ödülü kendisine verildiði zaman, bunun nedeninin yalnýzca edebi yaratýsý deðil, siyasal tutumu olduðu herkesçe bilinir; Stalin’in savaþ stratejisini ve kullandýðý dili eleþtirdiði için 1945-1953 yýllarý arasýnda hapis yatmýþ, sonra yine Sibirya’ya sürülmüþ ve Nikita Kruþçov yönetiminde 1964’de kadar biraz rahat bir dönemden sonra, yine sansüre maruz kalmýþ, sorunlar yaþamýþtýr (20).

   1967’de Sovyet Yazarlar Birliði’ne yazdýðý bir mektubunda, kendisi hakkýnda yapýlan karalamalardan yakýnýr. Maddeler halinde belirttiði yakýnmalarýndan üçüncüsü, “vatan hainliði” ile suçlanmaktýr. Þöyle dile getirir duygularýný: “Üç yýl boyunca, tüm savaþ süresince batarya komutaný olarak çarpýþmýþ ve savaþ madalyasýyla taltif edilmiþ benim gibi birine sorumsuz bir karalama kampanyasý yürütüldü. Ben adi suçlu olarak hapis yatmýþým, savaþta bilerek tutsak düþmüþüm (ben hiç tutsak olmadým ki), ben “vatana ihanet etmiþim” ve “Almanlara hizmet etmiþim”. Stalin’i eleþtirdiðim için, 11 yýl kamplarda ve sürgünde kalmamý böyle yorumluyorlar.” (21)

   “Tutsak düþüp Almanlara hizmet etmiþ olmak” gibi “utanç” verici bir suçlamayla karþýlaþan Soljenitsin, kendisine verilen ödülü almak için, ülkesinden, bir daha asla geri dönemem korkusuyla ayrýlamýyor. Belli ki, olasý bir geri dönememe durumunda, yaþamayý, çok önemli bir ödül sahibi olarak da anlamsýz görüyor.

   SONUÇ

   Acaba, Stefan Zweig’ýn Boris’ini rahatsýz eden duygulardan biri de “tutsak olmak ve yabancýnýn emrinde olmak” mý idi? Olabilir. Ama her halükârda yarýnýný yitirmek bahtsýzlýðý O’nun için daha büyük bir darbe idi. Zweig, Yahudi olduðu için, gerçek yaþamýnda fazlasýyla gördüðü (Nazice) sevgisizliði ve hoþgörüsüzlüðü, bunun sonucunda çýkan savaþ ve tutsaklýk deneyimini kurmaca gerçeklikte, Boris örneðinde dile getiriyor. Sevgi - umut iliþkisini en çarpýcý biçimde sergiliyor. Öykünün baþlýðýndaki “epizot” sözcüðü, bir yandan anlatýlaný, kasaba halký için ikinci, belki üçüncü derece önemli bir yan olay biçiminde gösterirken, diðer yandan ikinci anlamýnda düþünürsek, nuvel türünün yapýsýna uygun olarak, Boris’in tesadüfen geldiði Villeneuve kasabasýnda, artýk yaþamýn anlam(sýzlýð)ýný derinden kavradýðýný ilân eder. Örneklediðimiz diðer Rus askerlerin aksine, O, yoksun kaldýðý sevgi ve umut ýþýðý yerine, Villeneuve sakinlerinden yalnýzca, Zweig’ýn Acýmak’da yakýndýðý þu tepkiyi görür: “Bir yabancýnýn çektiði acýya karþý ruhun, kendi içgüdüsüne uyarak, gösterdiði bir korunma hareketi…” (22) O ise buna, çýplaklýðýný örten ödünç giysiyi bile geri verip, ölümü seçerek yanýt verir.

DÝPNOTLAR VE KAYNAKÇA
1) Zweig, S., Dünün Dünyasý. Çev. Burhan Arpad. MEB Yayýnlarý: 917, Ankara 1992, s. II; Önsöz.
2) Zweig, S., Novellen, Kopenhagen 1972, s. 14.
3) A.g.e., s. 17.
4) A.g.e., s. 19.
5) A.g.e. , s. 22.
6) A.g.e. , s. 22.
7) Zweig, S., Dünün Dünyasý, s. 353.
8) Krþl. Ayýn En Çýplak Günü, 1986.
9) Zweig, S., Acýmak. Çev. Semih Tiryakioðlu. Varlýk Yay., 3. Bas. Ýstanbul 1991, s. 275.
10) Bkz. Zweig, S. Novellen, s. 21.
11) A.g.e., s. 21.
12) Zweig, S. Dünün Dünyasý, s. 4.
13) A.g.e., s. 39.
14) A.g.e., s. 13.
15) A.g.e., s. 15.
16) Uzuner, B., Bir Siyah Saçlý Kadýnýn Gezi Notlarý, Gür Yay., 6. Baský, Ýstanbul 1994, s. 29.
17) Zweig, S. Dünün Dünyasý, s. 307 vd.
18) Halbuki Rinser, Roma’dan Münih’e gitmek için, Moskova’dan Leningrad’a ya da Kiew’e kadar bir mesafeyi katetmek zorundadýr. Almanya için çalýþmakta, Almanca konuþmakta, doðuþtan Alman ve Alman pasaportludur, kendisine Ýtalyan vatandaþlýðý teklif edilse de istekli deðildir. Rinser’in Roma’ya gidip gelebilmesinde sahip olduðu özgürlüðün ölçüsüne þaþar muhatabý; gezemese de gezmek özgürlüðü isteðini açýða vurur (bkz. Rinser, L., Grenzübergänge, Fischer, Bd. 2043, Frankfurt am Main 1991, s. 232).
19) Rinser, L., a.g.e. , s. 231 vd.
20) Der Fall Solschenizyn. Briefe - Dokumente - Protokolle. Hrsg. von Bernd Nielsen-Stokkeby. Fischer, Bd. 1232, Frankfurt am Main 1971, s. 9 vd.
21) Bkz. a.g.e. , s. 15-16.
22) Zweig, S., Acýmak, s. 143.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn Ýnceleme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Çanakkale Türküsü Örneðinde Bilim ve Popül (Er) Ýzm
"Sen de Haklýsýn" Esprisinde Yatan Felsefe
Kediler Ölmesin
Nesnesi Panter Mi Þiirin?
Göçmen Edebiyatý Olarak Almanya Türküleri
Erich Fried‘den Apolitik Þiirler
Luise Rinser'de Ýnsan Sevgisinin Temeli
Fakir Baykurt‘ta Türk ve Alman Ýmgesi Üzerine
Sadakat Bir Erdem mi Yoksa Araç mý?

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Nasreddin Hoca'nýn Þiiri [Þiir]
Bir Þiirdir Yaþam [Þiir]
Hazan Günü [Þiir]
Rudolf Otto Wiemer [Þiir]
Anladým ki... [Þiir]
Sanal Bayramlar [Þiir]
"Göðsünün üstüne iki yýldýz/gözlerinin üstüne iki öpücük" [Þiir]
Þair [Þiir]
Ezginingünlüðü [Þiir]
Sadece Dostlarýma [Þiir]


Ali Osman Öztürk kimdir?

Akademisyen, çevirmen, halkbilimci, karþýlaþtýrmacý, eleþtirmen.

Etkilendiði Yazarlar:
Bilimsel anlamda Wilfried Buch, Otto Holzapfel, Gürsel Aytaç; edebi anlamda Luise Rinser, Buket Uzuner.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.