..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Şiir, seçmek ve gizlemek sanatıdır. -Chateaubriand
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Politik Roman > Burçin Özdeş




24 Aralık 2005
Üç Nokta II  
Bölüm 2

Burçin Özdeş


Sefalet, yalnızlık ve baştacı edilen bir orospu...


:CDEC:
Güneş kavurucu bir ateş kütlesi olarak çarptı esmer tenine Ahmet’in, kapının önünde, hayatla gizi biribirinden ayıran iki basamaklı, tek adımlık avlusunda evin. Düğmelerini iliklemeye uğraştı bir süre yanar döner, lacivert gömleğinin bir hayli beceriksizce sonra vazgeçti, pantolonunun içine sokmaya uğraşırken, zaman zaman hoplayıp zıplayarak bir koca adımda iniverdiği sokakta, yeniyetmeliğini çoktan aşmış, gün görmüş geçirmiş, buralara özgü, sabırlı ve bıçkın bir mahalle delikanlısı edasıyla süzüldü yokuştan Yedikule istasyonuna doğru.Az ötede, köşede ’çift kapılı bakkaliyesi’ çocukuğunun, şimdilerde Zekeriya Market. Adı market, kendisi hâlâ Laz Zeki’nin mezbelesi, senelerdir değişen bir tek geceleri köşebaşını aydınlatan ışıklı tabelası. Marketi (!) geçer geçmez sola kır dümeni, on adımda önündesin Kuledibi Kıraathanesi’nin. Kaldırım üzeri masalar, tahta sandalyeler denizi, çay, kahve, oralet bataklığı, sigara, cigara, nargile dumanlarından belli, zamanlı zamansız vardiyadaki hayal fabrikaları, okey taşlarının kutsal şakırtısı, iskambil kartlarındaki kızların uykusuz gecelere düşen kıvrak şehveti, torbacılar kralı Mansur, beş taş beşyüz; "benim adım Mansur, yoktur torbamda kusur...", hesabı...



-Ulan Ahmet?



-İşim var Mansur...



-Dur lan şerefsiz! Adam bir selam verir?



-Aleyküm selam, hadi eyvallah! Mansur’un tahta iskemlenin tepesine zıplayışı ve Ahmet’in ardından, elini ağzına koyarak bağırışı,



-Ne iş ulan? Karı kız mevzuu mu gene tospağa?



Kuledibi Kıraathanesi önünden geçerek Mansur’a rastlamadan az evvel Ahmet’in aklından geçenler:



Haftasonu tatili... Gerçi bana her gün tatil ya neyse. Tren istasyonu, ver elini Bakırköy; cıvıl cıvıldır şimdi, yaz gelmiş. Edepsiz ağaçlar yazın örtünür, karı kız yaz geldi mi edepsizleşir! Cepte para da yok, olsun! Köprü üstünde gevişe durmalı, minibüs durakları, trenler, gelip geçenler falan. Kemal abiyi de bulduk mu tezgahta garanti işimiz...



Kuledibi Kıraathanesi önünden geçip Mansur’a rastladıkdan az sonra:



Sigara kaldı mı pakette acaba? Bütün gün aralık perdesinden faydalanıp odanın, kendine dikizlik pozisyonlar vererek dolaplı çekyatta, kaldırımdaki eriğe bakıp durup içersen fosur da fosur olacağı budur! Karı kız mevzuu... Tren istasyonu, Bakırköy, köprüüstü, Kemal abi...



Düşündükleri arasında düştüğü, kalabalık istasyonun yolculuk telaşındaki sürüler değildir. Telaş benzerdir sebep yolculuk olduğundan ama bahsi geçen yolculuk nihâyidir Seyyah Baba türbesinde. Seyehat teşneleri, uzun yol yolcularıyla bir de mahallenin işsiz güçsüz kocakarı takımının yurtluğudur küçük bahçedeki sarıklı mezar taşının etrafı ki, zemheri bulanık, siyah, mor, gri, beyaz, yeşil ve bezi çaputu, umumi helânın çamaşır sularının kokularına karışır sidikli duaları. Başları ’dostlar alış-verişte görsün’ örtüleriyle bağlı, zengin beslemesi kart karıların, geceleri yataklarında oya oya işledikleri on yıllarlık emekleri, son model arabalarının, futbol, kovalamaca, saklanbaç oynayan çocuklara kinle, bir ötüp bir sustuğu keskin, çığlık çığlığa alarmları. Çepeçevre türbe yeşili, ferforje demirlerle örtülü. Seyyah Baba’nın mezarda bile kafasından çıkarmadığı kavuklu başında esen yellerde savrulan çaputların haşırtısı, huşurtusu...



Majikalizm...



Psuedo-mit, Azize Walburga, Heidenheim...



Buğday demetleri ve köpek, Holda, Berchta, Frigga, Ceres, Demeter ve Walburga...



Athena Kannetis, Aya Thekla, 24 Eylül ve Aya Yorgi, St. George yortusu ve Walpurgis...



Hıdrellez, Hızır ve babalar, yatırlar tekkesi İstanbul; Eyüp Sultan, Hırka-i Şerif, Helvacı Baba, Gözcü Baba, Telli Baba, Zuhurat Baba, Seyyah Baba...



Kam ayinleri, gökteki tanrı, ağaçlarda çaputlar, ferforje demir korkuluklarda savrulan nihâyi korkular; ölüm...



Kısaca ve basitçe şöyle bir hesap yaptı Ahmet, etrafını kapattıkları tel örgülerde açılmış delikten geçip, istasyonun en ücrâ köşesindeki umumi helânın sidik kokuları arasından beton kaidesinin üzerine, fiziğine ve erkekliğine yaraşır bir biçimde tek denemede zıpladıktan, büfenin çığırtkan çalışanının her ne hikmetse beraberinde bağıra çağıra söylediği bir Edith Piaf şarkısının eşliğinde çöreklendiği bankta, treni beklemeye koyulduğu esnada. Geçen çarşamba yirmisekizine bastığına ve babasını altı yaşında kaybettiğinden bu yana hiçbir zaman günde dört saatten fazla uyumamış olduğuna göre, toplam 192720 saat yaşamıştı o zamandan geçen çarşambaya değin. Bu yirmiiki yılın 32120 saatini de uykuda yitirdiğine göre, toplam yaşam süresi 160600 saat artı çocukluğundaki huzurlu altı yılıydı. Hattâ bu durumda 6670 gün artı 6 yıl yani, 18 yıl net ve belirsiz bir 6 yıl daha yaşamıştı ancak. Bu çocukluktaki altı huzurlu yıl, bilindik uyku süreleri hesaba katılınca ancak 2,5 yıl ederdi ki kabaca bir hesapla, o halde Ahmet kendisinin aşağı yukarı yirmi ilâ yirmibir yaşına basmış olduğunu söyleyebilirdi geçen çarşamba. İnsanlar, insan ömrünün çok kısa olduğunu, ortalama bir ömrün şu kadar ya da bu kadar süre olduğunu hesaplarlar durmaksızın. Bu hesapların birincil hedefi istatistik bilimidir ve istatistiklerden faydalanacak hiç ummadığınız bilim dallarının işgüzar mensupları belki de fakat aynı zamanda her insan bu araştırmayı kendi gözlemleri ve yaşam deneyimiyle tekrarlayıp durmaktadır hiç bıkmaksızın. Acaba kendisi ne zaman ölecektir? Ne kadar yaşayacaktır, kaç yıl? Hayata dair planları buna göre düzenlemek gereklidir, hakeza yarın ölünecekse bugün işe gitmenin ne anlamı olabilir yahut yüz altmış yaşında öleceğini bilen bir adamın, (bugün yirmisindedir bu bilgiye sahip olduğunda) dün kendisinden ayrılan sevgilisi için yas tutması ne derece anlamlı olabilir? Bu kaybedilen, sahip olunamayan kadının hatırası yüzkırk yıl zihinde taşınmaya değer midir? Kaldı ki acaba bu ve bunun gibi bir çok hâtıraya, yüz altmış yıllık bir yaşama süresine yer var mıdır beyinde? Ahmet’in içi rahattır bu konuda çünkü her gün aynı saatte, aynı işe, aynı yoldan ve aynı araçları kullanarak gidenlerin hakkında şunu düşünür; bu insanlar çizgili kağıtlara yazı yazarlar, haftada en az iki ve haftasonlarında da en az bir kere olmak üzere toplam üç kez banyo yaparlar, mümkünse uygun bir sadâkatsizlik sergileyebilecekleri ve buna boyun eğebilecek bir eş bulup evlendiklerinde, haftasonlarında ya da belirledikleri tek bir günde, belli bir süre içinde sevişir, sabah kalktıklarında mutlak surette tekrar duş alırlar, çizgili pijama tercih eder fakat televizyondaki ’color bars’tan nefret ederler... Yüzaltmış yaşına kadar yaşayamayacağını bilir Ahmet ve zihni bu bilgiyle ferahlayıp, ciğerleri bayram eder sigarasını tellediğinde...

Kapıdaki koca, paslı tabelada yazanı bir kere olsun tamı tamına okumadı Babethé ama bu ay belki de on kere girip çıkmıştır o kapıdan. Bu sefer eksik olan evrak, ev sahibinin iznini belgeleyen imzalı beyânı, daha doğrusu işverenin beyânı ya işte, Babethé ev sahibinin yanında, bütün ev işlerini görmüyor mu kafedeki işinden arda kalan zamanlarında? Bu cam, büyük kapı iki kanatlıdır ve hem içeriye hem de dışarıya doğru açılabilir; isteğe bağlıdır. Gerçi ister içeri doğru açarak, ister dışarı doğru açarak, nasıl çıkarsanız çıkın sizi bu eşiğin sürüdüğü arka sokakta küf ve sidikle karışık bir ter ve çöp kokusu bekler. Babethé bu şehrin sokakları, meydanları ve parkları boyunca tek bir koku anımsamaktadır içine işleyen; adı Paris’tir. Robespierre, Balzac, Voltaire, Richeliue, Napoleon, Edith Piaf ve Jim Morrison kokar Paris, sidik kokar, ter ve çöp kokar. Eğer bir burnunuz yoksa, gözleriniz sizi Paris konusunda yanıltabilir zaman zaman ama Babethé’in burnu ince, kıvrık, sivri ve fakat genişçe, basık bir düğme gibidir ki, şehrin yüzyıllardır süründüğü bu parfümü, iri, parlak ve fakat buruk bir acı taşıyan bal rengi gözlerine iliklesin. Buradan Gar du Nord’a giden en kısa yol metro ve metroya ulaşabilmek bazı günler, hele ki akşam üzerileri bir mucizenin ayak seslerini taşır kulaklarınıza, derin ve hain bir tıkırtıyla. Ara sokaklar hep biribirine benzer ve hepsi mutlaka bir bulvara bağlanacaktır kuşkusuz. Bal gözlerindeki telaşın yeri ara sokaklardır Strasbourg Caddesi dışında. Sadece Strasbourg Caddesi’nden, işe uzanan yol boyunca tahtı, telaşını bekler göz bebeklerinde ve buruk temasına sebep olan, bakışlarında biriken ’uzağa ait’, bu şehirde bir çok insanın bildiği acıdır. İlk istasyonun merdivenlerinden usulca ve bir ’kara büyü’ gibi kimseye görünmeden inebilir Babethé çünkü o Paris’te bir gönüllü sürgünden başka ne olabilir? İlk beş basamaktan sonra metronun pisliği ve Paris adlı, hafızasında kayıtlı parfümün diğer elementlerinden her birini gölgede bırakacak, boğacak kadar yoğun irin ekşiliği, kara tenine çarpar. Chatelet les Halles’a uğramaksızın Gar du Nord’a gitmenin yolunu hiç düşünmemişti şimdiye kadar; bu sefer bir değişiklik yapmaya karar verdi. Kulağına çalınan sesler, gideceği durağa ulaşmanın bir diğer yolunu araştıran düşüncelerinin hırsızı oluverdi çünkü bu ses bir gitarın yahut bir akordeonun ilahi çağrısıydı Babethé için. Metronun en sevdiği yanıdır bu olsa olsa hattâ Paris’in. Nietzsche fısıldar kulağına, ’Sanatçının Paris’ten başka yurdu olamaz’. Kimi zaman bir kaç insan sesi, kimi zaman bir tuba ya da bir saksafon, bir keman, bir gitar ve bir akordeonun biribirine ilham veren ezgilerinin metronun ekşi serinliğinde yankılarıdır, Paris adlı fahişenin hüznünü tutkuya çevirenler. Bir mucizeyi izlercesine irilen gözlerle dinler ve gördüğü seslere inanamaz bir halde dört açılan, küçük kulaklarıyla gözler Babethé bu şehvetli fahişenin kederini, bir kemanın tellerinden sızan hüzünde. O kemandan ayrılmamacasına kaçırır Gar du Nord metrosunu; aldırmaz. Bu seslerin kaotik düzensizliğinde yankılanan düşlerine ilk rastladığında elinde yalnızca bir ’croque monseur’ vardı ve hepsini müzisyenin hemen yanı başında, söylediği şarkıyı saygıyla dinleyen beyaz, kuyruksuz köpeğine ikrâm etmişti.

Metro,

Ratp,

Haussmann, Hector Guimard,

carnet, On istasyonluk konserler, müzik, mbalax, Youssou Ndour, Baaba Maal, İsmael Lô,

Pedro Almadovar, ’Tajabone’, yolculuk;

"Ha we he ch’ticoon...
Da nun ze zerun"


Sefalet, yalnızlık ve baştacı edilen bir orospu...



(Üç Nokta)
Burçin Özdeş



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Üç Nokta
Üç Nokta

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sonbaharda Sevişmek [Şiir]
Afilli Tornacı Çırağı [Şiir]
Düşler Üzerine I - VI [Şiir]
Eskici [Şiir]
İş Olsun [Şiir]
Sorgulama [Şiir]


Burçin Özdeş kimdir?

Hasbelkader yazıyordum, kendimi yazmadan duramaz buldum. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Orhan Veli Kanık, Sait Faik A.


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Burçin Özdeş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.