..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Avukatlar da bir zamanlar çocuktular herhalde. -Charles Lamb
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Politik Roman > Bahattin YILDIZ




22 Mart 2005
Istakoz Büyüsü / 16. Sayfa  
16.sayfa

Bahattin YILDIZ


Psiko-Büyüsel Savaş Lejyon Erlerine yönelik av mevsimi devam ediyordu. Hedefte Amerika’nın asli yönetimini elinde bulunduran ve resmi yönetimlerle sürekli maskelenen ABD Derin Devletinin hizmetinde çalışmakta devam eden başka zalimler vardı…


:DAHH:
                                              13


     İmece, kendileriyle ilgili yeni bir haber bulamayınca, internetteki haber sörfünü, Ahtapotun Kolları’s dergisinin internet sayfasında sabitledi.
     Dergi editörü Gazi’nin haber-yorum köşesini bir kez daha okumaya başladı.
     
"Körebe Medyasının savaş editörü Özdal’ın, Beyoğlu’nun arka sokaklarının birinde, bir kadın tarafından bıçaklanarak öldürülmesi üzerine, hala sürmekte olan soruşturmada; şimdiye kadar dinlenen tanıkların ifadeleri ve elde edilen CD bile birçok konunun aydınlanmasını sağlamıştır.
     Körebe medyasında çalışırken, Genel Müdürü Cesi’ye gelen e-maillerin birer kopyasının kendi e-mail kutusuna aktarılma-sını sağlayarak, kuşkularında haklı olduğunu anlayan Fatma’nın, elde ettiği bilgileri kamuoyuna duyurmasından çekinen Cesi ile yardımcısı ve aynı zamanda Körebe Medya grubunun hukuk danışmanı olan İmece'nin birlikte hareket ederek Fatma'nın bileklerini keserek ölümünü gerçekleştirip, intihar süsü vermeleri iddiası üzerine, adı geçen kişiler için arama emri çıkarıldı.
     Öldürülen Fatma’nın sözlüsü olan Özdal’ın bir şekilde edindiği bu CD’yi zorla almak isteyen bir kadın tarafından öldürüldüğü, tinerci iki gencin ve kavgayı izleyen sokak sakinlerinin ifadelerinden anlaşılmaktadır.
     Gerek tinerci gençlerin, gerekse sokakta bulunan bazı yurttaşların verdiği tanımlamalardan hareket edilerek robot resmi çizilen kadının; ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğundan genç yaşta emekli olduktan sonra, ülkesine dönmeyerek, cinayetin işlendiği sokakta metruk bir evde kalmaya başlayan, Türk vatandaşlığına da kabul edilen, ismi, ‘Şeytan’ anlamına gelen ‘Devil’ iken, ‘Sevil’ olarak değiştiren kadın olduğu anlaşılmıştır.
     Sokak sakinleri; 'Devil' için garip giysiler içerisinde geceleri sürekli yürüyüşlere çıkan, ıstakoz maketlerine özel bir merakı olan ve tuhaf davranışları bulunan biri ifadesini kullanmışlardır.
     ABD’nin Psikolojik Savaş Merkezi’nden, Cesi dahil, (bir kısmının adı CD’ içeriğinden açıkça ya da yorumla anlaşılan) bir kısım medya mensuplarına, işadamlarına, öğretim üyelerine, bürokratlardan, edebiyatçılara ve daha birçok kendi alanında uzman ve popüler olan bazı meslek sahiplerine verilmesi için gönderilen paranın, Eklembacaklılardan’s Istakoz Lokantasının sahibi ve işleticisi olan ve dün sığınma hakkı ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğunca kabul edilen Patrokoz dışında, Devil isimli emekli konsolos memuresi tarafından da dağıtılmakta olduğu CD’de bulunan dokümanlardan anlaşılmakta-dır.
     Devil’in, ülkesine kaçtığı sanılmaktadır.
     
     CD’nin birer kopyasını; Özdal’a, Özdal’ın öldürülmesiyle 111.Sınıf Emniyet Müdürü kanalıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğüne, İstanbul C.Başsavcılığına, dergimiz adına şahsıma veren maktul Fatma’nın arkadaşı Sezer’in evinin ‘elektrik kontağından çıkan bir arızayla yanmış’ olmadığı, yine aynı karanlık güçlerin emriyle kundaklandığı sanılmaktadır.
     Sezer’in can güvenliğinin olmaması nedeniyle ‘Tanık Koruma Programı’na alındığı açıklandı.
     CD içerisinde bulunan dokümanlarda ABD yararına sundukla-rı ve sunacakları hizmet karşılığı para aldığı yazılı olan kişilerin, malvarlıklarındaki artışlarda gözetilerek soruştu-rulmalarıyla, daha birçok ismin ve komplonun ortaya çıkarıla-bileceği umudunu taşıyoruz.
     Cesi ile İmece’nin ABD’ye kaçtıklarına dair kaynağı belli olmayan bir istihbarat üzerine, araştırmaya girişen dergimizin fahri muhabiri Catchıstakoz bir sonuç elde edemeyince, Körebe Medyasının meşhur Washington muhabiri Effectiveıstakoz ile bir görüşme sağlamıştır.
     Muhabirimizin Cesi ve İmece hakkında açılan soruşturma ile aleyhlerindeki söylentiler hakkında ne düşündüğü sorusuna;
     ‘Cesi’nin ülkemizden kaçmadığını, sağlık sorunları nedeniyle ABD’ye gelmek zorunda kaldığını, İmece’nin refakatçi olarak yanında bulunduğunu,
Cesi’nin; belirttiğini, nakletmiştir.’

     Muhabirimizin ‘Türkiye’deki bazı medya görevlilerine, ABD tarafından para dağıtıldığının Genelkurmayın üst düzey bir yetkilisi tarafından dahi açıklandığı’ haberine karşı yorum istemesine ise;
     ‘Bu bir iddiadır. İddia sahibi iddiasını kanıtlamalı… Hem bana niye soruyorsunuz?... Para alanı biliyorlarsa isimlerini açıklasınlar. Bu isimlerin hiçbirinde körebe medyası çalışanlarından birinin dahi adının geçmeyeceğine eminim…’ şeklinde yanıt vermiştir.
     
     Evet, kendi öznel düşünceleri nedeniyle ABD’nin dünya politikasını benimseyen medya çalışanlarının bu düşüncelerini eleştiri düzeyinde karşılarken, para veya başka çıkarlar karşılığında; kalemini, beynini, düşüncesini ve duygusunu ABD’ye veya başkaca güçlere kiralatan bir kısım medya mensuplarının üzerindeki maskelerin ve çuvalların düşürülmesi gerekmektedir.
     Basın görevinin bir kamu hizmeti olduğu düşünüldüğünde, bir takım güçlerden edindikleri çıkar karşılığında onların yararına, halkın zararına bilinçli yalan haber üretme, insanların iradesini amaçlı olarak bir yerlere yönlendirme olgusu, hazmedilmesi olası olmayan bir durumdur.
Yasaya, insanlığa ve ahlaka aykırı yollardan elde edilen paraların ‘kara para’, kamu hizmetini; amacına ve niteliğine aykırı, halkın zararına bireysel yararı için kullanmanın; ‘Görevi Kötüye Kullanma’ olduğu, başka devletin gizli emellerine göre, onların direktifiyle çalışmanın ‘Ajanlık’ olduğu ve daha birçok yönleriyle değerlendirildiğinde, bu şekilde mesleğini sürdüren medya mensuplarına ‘meslekten el çektirmek, kamu hizmetinden yasaklı duruma getirmek’ için yetkililerin hala neyi ve neden beklediklerini, anlayabilmiş değilim…’
     
İmece, yazıyı okumaya devam edecekken, Devil’in kendine seslenmesiyle gözlerini monitörden aldı.
      "Habeylerde yeni bisey vay mi?"
     "Yo!..."
     İmece, içini çekti.
     "Fatma’yı, Özdal’ı yok etmenin bir yararı olmadı."
     Cesi, sinirle başını çevirdi…
     "Bu konuyu konuşmuştuk, ama!... En azından el yazımı içeren bazı belgeleri yok ettim. Ellerindeki bilgilerle bize bişey yapamazlar. Bir de hukukçu olacaksın. Birkaç soyut iddiayla, birkaç e-mail bilgisiyle içeri atabilirler mi?... Hem dostlarımız gereğini yapıyor. Ortam elverişli hale geldiğinde havaalanında karşılanmamız çok görkemli olacak. Merak etme!..."
     "Sana güveniyorum!" dedi İmece umutla.
     
Makyajını yeni tamamlamış Devil araya girdi.
     "Cocuklay ben CIA Türkiye sefiyle görüsmeye gidiyoyum. Benim icin uykusuz kalmayin. Anahtari aldim. Gecikiysem merak etmeyin" dedi. "Ha! Biy soyun oluysa cebimi arayin," diye ekledi.

     Salondan çıkmadan önce, alaycı bir gülümsemeyle göz kırptı.
     "Yoklugumdan olabildigince yayaylaniysiniz !... Seytaniniz bol olsun"

     Bu sözler Cesi’nin asık suratının gevşemesine neden olmuştu...
Kahkahayı bastı.

     İmece, duymazlıktan geldi.
Devil’in yokluğundan yararlanarak bir çok kez beraberlik yaşamışlardı. Bir dahasına dayanamazdı. Hiç istemediği bir ilişkiye ses çıkaramamanın var ettiği bunalımdaydı. Cesi’nin ‘hayır’ dan anlamadığını iyi biliyordu. Türkiye’de iken, farklı semtlerde oturmanın verdiği rahatlıkla haftada iki kez olan ilişki, aynı dairede kalmanın getirisiyle günlük iki-üçe çıkmıştı.
     
Cesi, yanına gelerek, elini omzuna attı.
     "Boşver bunları... Stresimizi dağıtalım birazcık. Mum yakalım mı?"
     "Mum?..."
     "Evet mum!.. Bugün bir filmde izledim. Başrol oyuncuları ne de güzel mum ışığında sevişiyorlardı. Mum ışığı altında hiç sevişmediğimizi düşündüm…"
     
Cesi, yanıtı beklemeden yemek masasının üzerindeki şamdanı aldı.
Yatak odasına yönelirken, "Canım bekletme beni!" diye seslendi…

     İmece, burnundan soluyordu.
'Yine başlıyordu!...'
Cinsel ilişkide, çok çirkin bir erkeği; çok güzel bir kadına tercih ederdi.
Lezbiyen ilişkileri oldum olası sevmezdi.
Ama el mahkumdu. Yatak odasına yöneldi.
     Cesi, külot ve sutyeni hariç ne de çabuk soyunmuştu...

     Cesi, eliyle ‘gel’ işareti yapıp, "Soyun ve yanıma uzan!" dedi.
     Heyecanı sesinden bile anlaşılıyordu.
Öğlen gerçekleşen birleşme, yıllar öncesi gerçekleşmişçesine eskimişti sanki...
     
     Cesi, az sonra gerçekleştirecekleri cinsel mücadeleyi; dokunmaları, dudaktan dudağa sevişmeleri daha şimdiden yaşıyor gibiydi.
Nemlenmişti orası...
Orasının nemlenmesini anlardı da, gözlerinin nemlenmesini anlayamazdı.
Gözleri neden nemlenirdi?...
Yoksa gözleri de malum organı gibi haz mı alıyordu.
İmece'yle gerçekleştirdiği her birleşmeden önce gözlerinden yaş gelir, bu arada apış arasıda hafiften nemlenirdi…
     
Soyunmakta olan İmece’yi izlemeye başladı.
Mum ışığı aydınlığında, yanan bir kor parçası gibi göründü gözlerine...
     Doğal kılsız bedeni, bir mıknatıs gibi çekiyordu…
Sarımtırak tüyleri dikleşti.
İçinde daha sık seri akışlar hissediyordu şimdi.
          
Birleşme esnasında ortama uygun ses çıkaran, bedensel kıvrak hareketler yapan İmece’de, yine de eksik bir şeylerin olduğunu hissediyordu.
Ürpermeyen beden...
Şişip inmeyen damarlar…
Islanmayan vajina…
Dikleşmeyen göğüs uçları…
Kısılmayan gözler…
Ritmini artırmayan kalp...
Eğrisini yükseltmeyen bedensel sıcaklık...
     
     İnternetten aldığı kötü mesajlar, gazetelerden ve televizyonlardan takip ettiği kendine yönelik eleştiriler, suçlamalar, tehditler, gelecek endişesi ve daha bir çok sorun umurunda değildi şu an.
     Şu an; her şeyi bir şey için feda edebilirdi.
Bu; İmece’ye sımsıkı sarılmak, onu sevmek ve okşamak isteğiydi.
     İrkildi.
'Ben neler düşünüyor ve neler hissediyorum...'
     Sanki bir büyünün etkisindeydi.
Yanına sere serpe uzanan İmece'ye dokundu.
Sağ bacağını, onun sol bacağının üzerine usulca koydu.
Sağ elini de, sol göğsüne...
İmece, kımıldamamıştı. Bacağını, hafifçe onun bacaklarına sürtmeye başladı.
Sanki iki bacak arasında tek yanlı bir elektriksel alan oluşmuştu.
İmece olumlu veya olumsuz hiç bir tepki vermiyordu. Gözleri kapalıydı.
Cesi ona iyice sokuldu.
Bedeninin yarısını onun bedenine gömdü.
Sol göğüs uçlarını okşamaya başladı.
İmece’nin kalp vurmalarını yeterince hissedemiyordu.

Sık sık ve derinden, ses çıkarmamaya gayret ederek alıp verdiği soluklardan inip şişen göğüsleri, sutyeninin kopçasını koparmak istercesine zorluyordu
Doğrulmadan üzerinde kalanları; sutyen ve külotunu çıkardı.
Kaldığı yerden eylemlerine devam etmeye başladı.

Yüzler, yüzlere; bacaklar bacaklara karıştı.
Her ikisinin kolları, yekdiğerinin bedenini sarmaladı.
     İmece, yapmacık güldü. "Kudurmuşsun sen!"
     Cesi, İmece’nin üzerine uzanarak kendi bedeniyle onun bedenini tamamen örttü.
     Cesi'nin kalp atışı, ritmini sürekli artıran bir orkestra düzeneğindeydi.
     
İki beden altlı üstlüydü.
Titreyen mum alevi, iki bedeni gölgeler halinde duvara yansıtıyordu.
     
Gölgeler, siyah renkteydi.
Ayrıntıları tam yansıtamasa da sevişen iki bedenin, iki sanal izdüşümü olduğu aşikardı.
     İki bedenin hareketli, hararetli eylemlerinden kaynaklı kesik çıkan soluklar ve iniltililer ile arada duyulan şaplak benzeri sesler odada az önce varolan sessizliğin düşmanlarıydılar.
     
İmece, sesleri açık kulağıyla dinliyor, görüntüyü ise geniş aralıklı gözleriyle, yan duvardaki gölgelerden izliyordu.
     Gölgeler; kaynağı bedenlerin yüzlerini göstermiyordu…
Kısa saçlı kişi Cesi’ydi. Diğeri ise, kendisi olmalıydı...
     Yüzsüz yüze, yüz bulmak kendi hakimiyeti alanındaydı...
     Hatta Cesi dışında birinin yüzünü de var edebilirdi.
Bunun için bazen altında bazen üstünde varlığını hissettiren Cesi'nin yüzünü görmemeye gayret göstererek, sadece onun gölgelerini seyretmek yeterli olacaktı.
     Gölgelerden uzun saçlı, yeniden kısa saçlının üzerindeydi. Saçlarının her hareketi usta bir ressamın tuval da oluşturduğu estetik kalın çizgiler gibi yukarıya uzanıyor ve tekrar önceki halini alıyordu.
     Gölgeler, erotik hareketlerine daha bir hız kazandırmışlardı. Gölgeler, birbirleriyle süregelen bedensel temas ve ayrışma yenilemelerine daha az ara vermeye başlamışlardı. Başların devinimi, arada beliren kollar daha seri yansımalar sunuyordu…
İçinde anlık oluşan ve bastırmaya çalıştığı duygularını daha fazla frenleyememişti.
Gölgeleri zevkle seyretmeye, sesleri; özelde Cesi’nin çıkardığı doğal sesleri ruhani bir ezgiymiş gibi algılamaya başlamıştı.
     
     Yüzü görünmeyen kısa saçlıyı, sevdiği amerikan artistlerinden Sylvester Stollene’ye mi, Bruce Wills'e mi benzetseydi?...
Her ikisinden de hoşlanırdı.
Oyunculuklarından ziyade onları; bedenlerini ve bedensel hareketlerini, izlemek için gitmişti bir çok kez filmlerine.

Bruce Wills’in saçı daha kısaydı. En iyisi ona benzetmekti…
Üzerinde bulunan Cesi değildi…
Bruce Wills'ti…
     Kulağa gelen sesler, gölgesel figürlerin ritimlerine uyumluydu.
     Gölgelerin yaydığı bedensel sıcaklığı, kendi bedeninde hissediyordu İmece.
     Bu sıcaklığın gölgelerden mi, yoksa bedenlerinden mi kaynaklandığı yönünde ikileme düştü. Çünkü; gölgelerin bulunduğu yerden bu dışsal sıcaklığı algılıyordu.
     Burnuna gelen kokuyu; karma kokuyu ayrıştırmaya çalıştı.
İyice tanışık olduğu Cesi’den kaynaklı kokuyu seyreltip, ayrıştırarak duyusu dışına attı.
Geriye kalan ve kendisine ait olmayan kokuyu noksansız içine çekti.
Koku da, gölgelerden mi geliyordu?...
Cesi'ye ve kendine ait olmayan koku, Bruce Wills'in kokusu olmalıydı…
Bu çekimle beyni dolanıyor, gözleri kararak, yanlara kayıyordu.
     Titreyen beden...
Şişip inen damarlar…
Olabildiğince dikleşen göğüs uçları…
Vuruş ritmi yükselen kalp...
     İmece, bu izlem, algılama, duyumsamalarla iyiden iyiye içsel ve bedensel ürpertiler yaşamaya başladı.
Apış aralarından akan salgıdan; sıkıldığında su damlacıkları çıkaracak kadar ıslanmıştı çarşaf.
     Artık iki ayrı gölge yoktu.
Cinsel süreci belirsiz bir güne kadar erteleyecek, oyuncularını sırt sırta yatmaya zorlayacak bir başlangıca kapı açacak son patlamanın gerçekleşeceği anlarda, iki gölge; tek gölge olmuştu.
Çıkarılan sesler, içlerde biriktirilmiş solukların dışarı çıkartılması yönünde yorucu uğraşlar verildiğini ihsas ettiriyordu.
Git gide şiddetini azaltan soluk sesleri en sonunda duyulmaz oldular.
Gölgeler birbirinden ayrıldılar. İzlediği gölgelerden Bruce Wills'e ait olanı görünmez olmuştu.
Görünen tek gölge ise, kendi gölgesiydi.
Diğer gölge, kendi gölgesinin arkasına saklanmıştı.
O gölgeler görünmez dinginlik yaşarlarken, kendi gölgesinde negatif karanlıklar yaşıyordu.
     Hiç bitmesini istemediği bir filmin sonlanmasına bozulan bir sinema izleyicisine ait duyguyu yaşıyordu.
     
İlk kez gerçekleşen bu doygunluğu Bruce Wills’i, Cesi’nin gölgesinde somutlaştırmakla elde etmişti.
Ama Wills’in cinsel organını; somutlaştırdığı gölgede yaratmışsa da, kendi gerçek organının içinde hissedememişti...
Elleri, yamyaş olmuş apış arasında gezinirken, kısa saçlı gölge kendinden önce doyuma ulaşmıştı sanki...
Cesi'nin psikolojik baskısıyla gerçekleşen ve biyolojik devinimsizli-ğiyle sonuçlanan sayısını anımsayamadığı bir çok birlikteliklerinde duvara yansıyan gölgelere şimdiye kadar neden bakmadığına hayıflanıyor-du.
Gölgeler, belki de sadece mum ışığında oluşuyordu...
Neden mum ışığında sevişmeler gerçekleştirmemişlerdi?...
Büyüklerin dilinde sakız olan ve iş hayatında da sıklıkla kullanılan, "Madem tecavüz ediliyorsun, zevk almaya bak!" özdeyişindeki "Zevk almaya bak!" tavsiyesine rahatlıkla uygun hareket etmiş olacaktı.
     Salt mum ışığında sevişmekle mi bu sonucu almıştı?...
     ABD'de bulunmanın katkısı olmamış mıydı?...
     ABD'nin Irak'ı işgale hazırlandığı bir dönemde, Adana'nın İncirlik Hava Üssüne, askerlerin moralini yükseltmek için gelen Bruce Wills'le görüştürmesi için yardımcısını saatlerce beklemiş sonuç alamamıştı...
     Ama, onun ülkesinde; ABD'de bulunmakla görüşmüş kadar olmuştu.
     'Ah Amerika!... Özgür düşüncenin, özgür rüyaların, özgür gölgelerin cenneti!...' diyerek iç geçirdi…     
     Çok önemli günler geçiriyorlardı.
     Tarihi günlerdi…
     Amerikan rüyasını, Amerika'da yaşayarak görüyordu.
     Aslında günlük tutmalıydı.
     İleride bir gün kitaplaştırmalıydı.
     Hatta, İngilizce yazmalıydı.
     Daha sonra Türkçe çevirisini gerçekleştirmeliydi…
     Amerika'da okur kitlesi bulamayacağını biliyordu.
     Ama, İngilizce basımının sükse yaratacağını ve bu nedenle, Türkçe tercümesinin daha çok rağbet göreceğini, aynı şekilde hareket etmiş birkaç yazardan biliyordu.
     Batı'dan özellikle Amerika'dan gelsin yeter ki…
     Hele Devil sayesinde birkaç ünlü Amerika'lı yazara olumlu eleştiri yazısı yayımlatabilirse, kitabın baskı sayısı tavan yapardı…
     Türk eleştirmenleri ve birçok okur yönelecekti kitabına ve kendisine…
     Acaba, Bruce Wills'le sanal olarak gerçekleştirdiği az önceki seks seansını yazmak uygun düşer miydi?...
     Sanal olması itibarını zedeleyebilirdi.
     Amerika'da nasıl yaşadığını, ne yaptığını kim nereden bilebilir di?...
     Sanal demezdi. Gerçek hayatta yaşamış gibi anlatırdı…
     Hollywood'un ünlü bir çok oyuncusunun çevresinde pervane olduğunu, onlara yüz vermediğini, Bruce Wills'in teklifini ise o bilinen duygusal ağlamasına dayanamayarak, 'Bir kez olması kaydıyla' birlikte olmayı kabul ettiğini yazabilirdi…
     Belki de, bazı okurlar orgazm olurlardı.
Televizyonda sunulacak kitap söyleşilerinde, o bölüm anlatılırken, gıptayla ve hasetle bakacaktı bazıları…

     Bilgisayardan ‘Mesaj Geldi’ anlamına gelen sesli uyarıyla, her ikisi de irkildi.
     Cesi, doğrulma gösteriminde bulunmayınca, İmece, "Bakma mı ister misin?" diye sordu.
     "Sevinirim!" dedi Cesi. "Gelirken bir bardak da su getir!..."
     İmece, bilgisayarın bulunduğu çalışma odasına yöneldi.
Işığı yaktı.
     Monitöre yaklaştı.
     Ani çıkan bağırtılarla sendeledi…
     Bağırtılar, bilgisayarın hoparlöründen geliyordu.
Sesler, tüyler ürperticiydi...
     Kadın, erkek ve çocuk sesleri karmasıydı.
Arada gelen hayvan sesleri...
Sürekli değişen ses renkleri, çeşitli dillerdeki canhıraş feryatlar İmece’ye korku salmıştı.
Cesi'nin 'Neler oluyor? Bu sesler de ne?' seslenişine, 'Merak etme! Bir şey yok' diye karşılık verdi.
      Açık olan e-posta kutusundan "MESAJINIZ VAR!" yazılıydı.
     Ya bu dehşet müzik...
     Ve bu müziğin eşliğindeki çığlıklar, feryatlar!...
     Hoparlörün sesini kapadı.
     Mesajı tıklayarak açılmasını sağladı.

     Göndericinin adı hanesinde," Fat(ı)ma" yazılıydı.
     Konu kısmında ise; "Hesaplaşma Zamanı!" yazılıydı.
     Aşağılara, yazı alanına indi.
     'Psikolojik Savaş Lejyonerlerine' başlıklıydı.

     İmece, ‘Bu mesaj ne saçmalıyor’ diye düşündü.
     Ek dosyası da vardı; ‘Küçük Fat(ı)manın Laneti.doc’ ismiyle…

     Cesi’nin sesi duyuldu. "İmece nerede kaldın?..."
     "Geliyorum... Saçma bir e-mail gelmiş. Ona bakıyordum."

     Ek dosyanın açılması için tıkladı.
     Kapalı hoparlörden ses geldi. "Ciyaaaaakkkkk!!!"
     İmece geriye sıçradı.
Bir kazanın içine canlı canlı atılan ıstakozdan çıkan seslere benzetti.
     Kapalı hoparlörden nasıl ses geliyordu. Hoparlörün volumunu tamamıyla kapamamış mıydı?...
Hoparlörden klik sesi çıkıncaya kadar çevirdi.
Kapatmıştı.
Sesler kesilmişti.
     Ek dosya açılmış, görüntüler belirmeye başlamıştı.
Görüntüler, monitör ekranını tamamıyla kapladı.
Geniş bir ovada küçük bir kız çocuğunu görüyordu. 5-6 yaşlarındaydı. Bir taşın üzerinde oturmuş başı öne eğik, siyah saçlarının zülüflerinden gözleri görünmüyordu. Çevrede kimseler yoktu. Ağaç yoktu. Düz ovada ufak bir tepe dahi yoktu. Çorak bir araziydi. Toprak kızıldı. Alabildiğince uzanıyordu. Gökyüzü toprakla birleşmiş gibi; yer ile gök ayrımı yoktu.
     
"İmece! Gelsene canım!"
     Gözlerini alamıyordu ... Cesi’nin seslenmesine yanıt veremedi.
     Beyni, verdiği komutları bedenine uygulatamıyordu...
     
"İmece!... İmeceee!!!... Neler oluyor orada... Neden ses vermiyorsun?..."
     Cesi, yanı başına gelmişti...
     İmece’ye, sesleniyordu.
     İmece’nin hiçbir tepki vermemesine sinirleniyordu.
Monitörün karşısında, hafif eğik vaziyette öylece hareketsiz kalan İmece’nin, omuzlarından tutarak sarstı.
İmece’nin duruşunda değişiklik olmamıştı...
     Gözleri, hala ekrana sabitlenmiş haldeydi.
     Ekrana baktı Cesi...
     "Küçük Fat(ı)manın laneti!" başlıklı bir dosya adı altında ufak kız çocuğu-nu gördü.
     Hareketsiz duran bir çocuğa bu kadar hipnotizma olmuş gibi bakmasını ilkönce anlayamamıştı.
     
Birden Devil’in, İmece’siz bir ortamda anlattıklarını anımsadı.
     Bu; O’ydu…
     Harekete geçmişti…
     Ama, bilgisayardan geleceğini beklemiyorlardı…
     Gözlerini kapayarak uzaklaştı…
     Devil’in uzun yıllar önce kendisine hediye ettiği ıstakoz maketini, çantasından çıkardı.
     Şimdi monitörün karşısındaydı.
     Istakoz maketini, alnının ortasında sabitleyerek gözlerini küçük kıza dikti.
     Hareketsizlik uzun sürmedi.
     Hoparlörden yeniden sesler gelmeye başlamıştı.
Bu kez; alçak düzeyde gelen inleme sesleriydi.

     Küçük kız görüntüsünde hareketlenme başladı.
Eğik başı kımıldıyordu.
     İmece ve Cesi, onu heyecanla izliyorlardı...
Başı eğik kızın, yüzünün tamamıyla görülmesine ramak kalmıştı...
     Cesi, daha bir sıkı kavradı, ıstakoz maketini…

     İkisi de aynı anda, aynı çığlığı attı.
     "Fatma!!!..."
     Küçük kıza uygun bir yüz değildi. Yaşlıydı ve Fatma’nın yüzünü barındırı-yordu.

     Hoparlörden gelen ağlama sesi kesilmiş, değişik dillerde söylenen,
‘Ben Fat(ı)ma!’ sesleri duyulmaya başlanmıştı.

"Ben Fat(ı)ma!
Ene Fat(ı)ma!
Ez Fat(ı)ma!
I'm Fat(ı)ma!
…………....!"

Tanıtım uzun sürmedi.
     Monitördeki Fatma yüzlü küçük kız görüntüsünün, gözleri nemlenmeye başlamıştı.
Gözleri, git gide büyüdü. Ekranı kapladı.
Şimdi ekranda sadece bir çift göz vardı.
     Gözbebeklerinin akını, hafif kırmızı bir karanlık kapladı...
     Görüntüsü olmayan silahlardan sesler duyulmaya başlamıştı...
Uçak sesleri...
Helikopter sesleri...
Ağlayan kadın, erkek ve çocuk sesleri...
Kahkaha sesleri...
Hışırtılar...
Tecavüze uğrayan insanlardan çıkan sesler...
Ambulans sesleri...
Su sesleri...
Yangın alevlerinden çıkan hışırtılar...
Borazan sesleri...
Tankların paletlerinden çıkan sesler...

Gözler, küçülmeye başladı. Ekranda ilk andaki görüntü oluştu yeniden.
Fatma yüzlü küçük kız çocuğunun gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu.
Ama hala başı omuzlarından çok yukarıda değildi.
Toprağa bakıyordu.
     Başını ani bir hareketle kaldırdı...
Akan gözyaşlarıyla sulanmış her iki gözünü Cesi ile İmece’nin gözlerine dikti.
Cesi ve İmece ile aynı anda göz temasına geçmişti…
     Cesi ve İmece, ağlayan fakat ağlamaya uygun bakışlarda bulunmayan bu gözlerden etkilenmişlerdi.
Her ikisi de gözlerini, onun gözlerinden almak istedi.
Başaramamışlardı. Bakışlarını ondan alamıyorlardı.
Beyinlerinin verdiği emre gözleri uymuyordu.
Istakoz maketi bu kez işe yaramamıştı.
'Bakan gözlerin sahibini bir-kaç dakikada etkisi altına alır,' diyen Devil bu kez yanılmıştı.
Istakoz maketinden aşırı bir sıcaklık geliyordu. Elinde ve alnında yanma hissediyordu. Acısından bağırmak istiyor, bağıramıyordu.
Istakoz maketi sıvılaşma ve buharlaşma sonucu yok olmuştu.
Istakoz maketinden boşalan elini indirmek istediğinde başaramadı.
Onun görüntüsünü yok etmek için klavyeye uzanma isteğine, elleri uymadı.
Bedenleri kendilerine ihanet ediyordu.
İhanetin acısını içlerinde hissediyorlardı.
İlk kez böyle bir durumla karşılaşıyorlardı.
     Hipnotizma olmuşlardı.
Garip bir ezgi çalınmaya başladı.
Batı müziği değildi. Doğu müziği de değildi.
Yükselen ve alçalan, derinden gelen, enstrümantal garip bir müzik parçasıydı...
     Kulaklarına vuruş yapan ezgi ile Fatma yüzlü kızın gözlerinden akan gözyaşları iradeleri dışı kendilerini etkilemeye başlamıştı.
     Her ikisinin gözleri nedensiz nemlenmeye başlamıştı.
Gözyaşları akmak istiyordu.
Onlar ise akıtmamak için özel çaba harcıyorlardı.
Daha fazla direnemediler...
Birer damla gözyaşı süzüldü...
Her ikisinin de gözleri alabildiğince açılmış, kıpırdamadan hareketsiz haldeyken, gözyaşları akıyordu…
Gözlerinden akan yaşlar burunlarının kenarlarından, dudaklarının kenarına, oradan çenelerine ve klavyeye süzülüyordu.
     
Fatma yüzlü kızın gözleri buz etkisi yaratmıştı.
İmece ve Cesi, üzerlerinde derin bir soğukluk hissediyorlardı.      
     Ayak parmaklarına kadar buz gibi ürperirken, şakaklarına ter hücum etmeye başlamıştı.
     Dehşeti ve şoku hissediyorlardı.
     Dehşet ve Şok dalgaları hücrelerine kadar inmişti.
Tiril tiril titremeye başlamışlardı...
     Titremeden kaynaklı salınışlarla arada çıplak bedenleri birbirlerine hafiften vuruşlar yapıyordu.
     
"Tanrım! Bu ne?..." diye düşündü.
Düşüncelerini dışarıya veremiyorlardı.
İlk kez konuşmak istediklerinde, konuşamıyorlardı.
Bu gece bir ilki yaşıyorlardı.
Değişikliklerden haz duyan Cesi, ilk kez bir ilke bu kadar nefret duyuyordu.

Müzik sesi kesildi...
Sessizlik hakim oldu...

Derin sessizlik çalışma odasının geçici haliydi.
Sağır kulakları dahi patlatacak bir ses, az önce kapatılmış hoparlörden geldi.
"Mazlumların gözyaşları, zalimlerin gözyaşları olacaktır!"
Bağırdılar...
"İmdaaattt!!!... Yok mu kurtaracak?!!!..."
Onlardan çıkan bu bağırtıyı yekdiğeri dahi duymamıştı...

Gözyaşlarının akması ağrılıydı...
Yanma hissi uyandırıyordu...
Gözyaşlarının her damlası, sanki asit etkisi yaratıyordu; akan kanalda ve süzüldüğü yerlerde...
Fatma yüzlü görüntüde ise ağlama vakurdu. Yüz ve beden ağlamayla uyumlu değildi. Bir merhameti, acındırmayı, yenilmişliği, çaresizliği çağrıştıran ağlamalardan değildi.
Sanki onların gözyaşlarını akıtmak için yaptığı illüzyonist bir eylemdi.

Cesi ile İmece’nin gözyaşları bitmez tükenmez bir kaynaktan akan pınarlar gibiydi.
Bu kadar gözyaşının bir insandan çıkması doğa dışıydı.
Bedenin, gözyaşlarına ayırdığı su haznesi bitmiş, beden hücrelerin-deki sıvılar gelmeye başlamıştı...
Susuzluğu ve açlığı hissediyorlardı.
Ağızları boğazları kurumuş, midelerinde kuru bir acı hissediyorlardı.
Gelen gözyaşlarının rengi de değişmişti.
Hafif kan rengindeki gözyaşları, bu kez iltihaplı ve sidik sarısı bir renge dönüşmüştü.
Vücudun üçte ikisinden fazla oranda olan sıvı tükenmek üzereydi…
Bedenlerinde nem kalmamıştı... Kan dahil sıvılarının tümünü yitirmişlerdi.
Ciltleri kurumuş, yer yer kararmaya başlamıştı...
Üzerlerinde hoş olmayan bir hafiflik hissediyorlardı. Vücut ağırlıkları düşmüştü.

Dillerini ağız boşluğunda oynatamıyorlardı.
Soluk alıp vermede de iyice zorlanmaya başlamışlardı.
Gözyaşları duş etkisi yaratmış bedenlerinin ön yüzü, ayaklarına kadar değişik renkte sıvılarla ıslanmıştı.
Her ikisi de can çekişiyordu.
Çok sürmedi…
İki beden; artık iki ölü ruh taşıyıcısıydı...
Yere yıkılmak durumundaydılar...
Ama onları engelleyen bir şey vardı....

Devil’in çığlığını duyamadılar...
"Burada neler oluyoy?... Cesiiii!!!... İmeceee!..."
Devil’in, onlara dokunmasıyla yere düşmeleri bir oldu.
Sırasıyla her ikisinin şah damarlarını kontrol etti. Ölmüşlerdi...
Monitördeki Fatma yüzlü kız görüntüsü olanları açıklıyordu...
Avazı çıktığı kadar bağırdı.
"Bedenini onlar kaldiymişti! Ruhunu da ben yok edecegim!"
Sinirli, panik, nefret ve öfkeyi barındıran bir kadın nasıl soyunursa öyle soyundu.
Açılmayan elbisesinin fermuarını yırttı...
Cesi ile İmece’nin kuru cesetlerini yerde sürükleyerek bilgisayar masasından uzaklaştırdı.
Yer açmıştı kendine…
Şimdi çırılçıplak monitör ekranının karşısındaydı.

Gözlerini, Fatma yüzlü küçük kıza çevirdi.
"Ruhunun enerji kaynağı katığım olacak!" diye haykırdı.

Fatma yüzlü küçük kızın akan gözyaşları durulmuştu.
Oturmakta olduğu taştan usulca ayağa kalktı.
Gözlerinde nefret ve öfke okunuyordu.
Gözleri olabildiğince genişlemiş ve Devil’e sabitlenmişti.
Devil, yeniden bağırdı.
"Başına çuval geçirdiğimde o gözlerin beni değil karanlığı seyredecek!"

Fatma yüzlü küçük kız, "Kölelerinin akıbetine uğrayacaksın pis İblis!!!" diye karşılık verdi.
"İblis mi?... Biliyorsun 'Sevil' oldum!"
" 'D' yerine 'S' harfi kullanımıyla, <Şeytan> insan olamaz! Geldiğin yere göndereceğim... Cehennem seni çok beklemeyecek!"
Fatma yüzlü küçük kızdan çıkan sesler, ton ve içerik olarak yetişkin bir insandan çıkabilecek renkteydi.
Devil, işaret parmağının uçlarının birini sağ, diğerini sol şakağına koydu.
Gözlerini küçük kıza sabitlemiş halde bir süre bekledi.
Bir şeyler mırıldanarak, transa geçiyordu.

Ağzından çıkan ufak, sarıya çalan ışık kümesi monitör ekranına ulaştı.

Ekrandan içeriye, görüntü alanına süzülmekte zorlanmadı.
Işık kümesi, küçük kızın çevresinde dönmeye başladı.

Devil’in bedeni ise monitör karşısında ve hala duruşunu bozmamıştı.

Küçük kız değişime uğruyordu.
Bedeni büyüyordu.
Bedeni büyüdükçe, büyüyen bedenine uyar biçimde küçük elbisesi de büyüyor, dolayısıyla yırtılma olmuyordu...
Belirli bir seviyeye kadar büyüyen beden; Fatma’nın ölmeden önceki yapısıydı…
Üzerindeki elbiseler ise şekil ve desen değiştiriyordu.
Kâh Iraklı Fatıma, kâh Türkiyeli Fatma’nın kıyafet biçimlerine dönüşüyordu...

Çevresinde dönen Devil’den kaynaklı ışık kümesi büyümeye başlamıştı.
Yoğunlaşarak büyüyordu.
Havada dönen ışık yerle temas ettiğinde, dev bir ıstakoz görüntüsü halini almıştı.
Büyük ıstakoz ile Fat(ı)ma karşı karşıya gelmiş ve az sonra ölümüne kavga edecek Roma Savaş Arenasındaki iki gladyatör gibi birbirlerini süzüyorlardı.

Istakoz’un konuşması derinden gelen, kulağı tırmalayan tiz bir sesti.
"Benim icin zevkli olacak...."
İlk hamleyi yaptı. Kıskaçlarından biri Fat(ı)ma’nın bileklerinden birini kesti.
Kanıyordu…
Şaşkınlıktan yararlanmalıydı...
İkinci hamlesiyle diğer bileği kesti...
Devil, bu kadar kolay olabileceğini sanmıyordu. Üçüncü hamleyi zevkini çıkara çıkara yapmalıydı. Soğumalıydı. Cesi ile İmece’nin intikamını zevkli almalıydı. Kendine biat etmiş iki insanın güvenliğini sağlayamamadan kaynaklı hırçınlığını yavaş yavaş yok etmeliydi.
Tatmin olmalıydı…
Amerikanın en güvenli bölgesinde ve evinde bulunan konuklarının öldürülmelerinden oluşan onur zedelenmesini tamir etmeliydi.
'Er Ryan' gibi alt düzey bir eri kurtarmak için birçok maliyeti ve insan kaybını göz önüne alarak Normandiya'ya çıkan bir ulusun torunu olarak, ülke onurunu kurtarmalıydı...
Onlarda Birer Er Ryan’dı... Onlarda birer Er Jessica ‘ydı...
Irak'a konuşlanan ve ülkelerine komşu olan ABD gücü nedeniyle, kendilerini daha da güvende ve emniyette hissederek hareket eden ve değerli hizmetler üreten Cesi ile İmece, güvendikleri ulusun sınırları içerisinde öldürülmüşlerdi...

Fat(ı)ma’nın kıskaç darbesinden oluşan acıdan yüzü kırışmıştı.
Her iki bileğini, toprağa sürerek önceki haline getirdi.
'Böyle olmayacak,' diye düşündü.
Karşısında ruhunu öldürmeye çabalayan düşman; Istakoz’du...
Istakoz'un en büyük düşmanı biçimine yani, 'Ahtapot'a dönüşmeliydi…
Değişmeliydi. Ahtapotlaşmalıydı...
Fat(ı)ma kararını uygulamaya soktu. Şekil değiştiriyordu.
Devil, Ahtapotun, ne tehlikeli bir yaratık olduğunu biliyordu.
'Karar vermede acele etmeliyim,' diye düşündü.
Fat(ı)ma, ona düşünme payı verecek kadar boşluk tanımayabilirdi…

Fat(ı)ma sekiz kollu bir ahtapot haline çabucak dönüşmüştü.
Ahtapot, gövdesi ve kollarıyla kımıl kımıldı.
Hareketsiz kalan tek organı; gözleriydi.
Sabitlemiş, ıstakoza bakıyordu...
Boyutuna göre olanca iri iki gözünün akları kırmızıydı.
Ahtapot, bir sıvı içinde kayıyormuşçasına kollarını oynatıyor, başını
sallıyordu.
Ağzını araladı. Sinirli, kızgın animasyon örneği gibiydi...
Ağzı gitgide açılıyordu. Sonu gelmeyecek bir açılmaydı sanki...
Kollarından biri, ıstakoz’a doğru atakta bulundu.
Istakoz, kıskaçlarıyla kolu koparmak için uzandı.
Ahtapot'un kolu, her iki tarafı keskin bıçak etkisi yaratmıştı.
Uzanan kıskacı gövdesinden ayırdı.
Istakoz'un kulak tırmalayıcı sesi acılıydı.
Monitörün karşısında bulunan Devil’in gerçek bedenindeki kollarından biri de kopmuştu.
Yere düşen sağ kolu, son yaşam belirtilerini sunuyordu.
Ahtapot konuşmaya başladı. Alaycı bir üslup kullanıyordu.
"Bu vuruş; Amerikalılardan ‘Savaşa Hayır!’ diyenlerde dahil tüm dünya insanları adınaydı."

Ahtapot bir başka kolunu kaldırdı, yumuşakça.
Yukarı kalktıkça sertleşiyordu.
"Bu; Saddam iktidarı dahil, tüm Ortadoğu da kendi yararınıza halkın zararına tayin ettirdiğiniz diktatörlerin zulmü altında inleyen insanların adına olacaktır!"
İkinci kol darbesi de, ıstakozun diğer kıskacını gövdesinden, Devil’in ise sol kolunu yerinden etmeye yetmişti.

"Yeter!... Yeter!... Pes ediyorum!" diye bağırıyordu Istakoz, monitör dışında ise Devil...

     Ahtapot boğuk konuşuyordu.
"Mazlum insanların seslerini duyuyor musun?... Duyamazsın!... Ben duyuyorum. 'Yetmez!' diyorlar... 'İblisin tövbesi kabul olmaz!' diyorlar... 'İblisin sözüne güvenilmez!' diyorlar. Daha bir sürü şey söylüyorlar... Zamanım daralıyor... Senle zamanımı boşa harcayamam…"
     
     Başka bir kolunu kaldırdı Ahtapot bu kez...
     Tüm kollar kendi üzerlerine düşen görevlerini sırasıyla yerine getiriyorlardı.
     Aniden bir şey oldu.
Istakoz, doğuruyordu.
50 tane ıstakoz doğurmuştu aynı anda...
Sert toprağa ve birbiri arkasına tutunarak, dairesel bir biçimde ilerliyorlardı Ahtapot'a karşı...
     Ahtapot'un tüm kollarıyla hücumunda, sıralarını bozdular...
Dağıldılar...
     Saldırının geçmesiyle yeniden birbirlerine yaklaştılar.
Bu kez kare biçiminde ve yine birbirlerine tutunarak dizildiler.
     İkinci saldırıyla, sıralarını yeniden bozdular.
     Bu kez yıldız biçiminde sıralandılar…
     Ahtapot, onlarla uğraşmaktan sıkılmıştı...
     Büyük ıstakozu yok etmenin onları yok etmeyi de sağlayacağını biliyordu.
     "Diktatörlük kurup gerektiğinde sekteye uğratmada, istediğini getirip, istediğini yerinden etmede kullandığın en önemli gücün olan; Amerika dışındaki Amerikanca demokrasinin dalkavukluğunu yapan, toplumu psikolojik yönlendirmeyle saflarınıza katmaya çalışan bir kısım satılmış, kiralanmış bazı medya mensupları kanalıyla, beyinlerini darmadağın ettiğin insanlar adına..."

     Ahtapot anlatıyı yeterli bulmamıştı.
Sloganlaştırmak istedi.
     "Senin şahsında, tüm satın aldığınız, kiraladığınız Psikolojik, Büyücü erlerin bedenine ve ruhuna...
Mazlumların laneti adına!...
Senin Ahlaksızca tekliflerini ahlaksızca savunanlara...
Senin yararına uygun ortam hazırlayanlara!...
Özelde Afrika’daki ve diğer ülkelerdeki sömürüyle aç kalan insanlar adına...
Yoktan düşman var etmene, var ettiğin düşmanınla savaşma bahanesiyle dünyayı küresel bir cehenneme dönüştürme taktiğine..."
     Devil, uzun konuşma boşluğundan yararlanarak, yılan biçimine, yani; asıl görüntüsüne dönüşmeye çabalıyordu...
Yılanlaşacak!... cakcakcak!!!...
Göz temasına geçecek!... cekcekcek!!!...
Gözleriyle Ahtapot'u büyüleyecekti!!!... cekticekticekti!!!…
BÜ-YÜ-LE-YE-Bİ-LE-CEK miydi?...
     
Ahtapot, farkına varmakta gecikmedi.
     Kollarının tümüyle, Istakozun bedenini, hiçbir açıklık bırakmayacak şekilde sardı.
     Yılanlaşamayan Istakoz’un çıkardığı sesler ile monitör karşısında sabit duran Devil’in çıkardığı sesler, villanın bahçesinden caddeye kadar ulaşmıştı...
     
Çöpleri karıştıran sarhoş bir amerikan vatandaşı, "Alemin keyfi yerinde!" cümlesini kendi dilinde söyledi.

     Ahtapot, kolları kanalıyla Istakozun iliğini emiyordu.
     Kuyruğundakini... Gövdesindekini...
Emme işi; emilecek bir şey kalmayıncaya kadar sürdü.
     Istakoz, içi boşaltılmış ve bir kabuk kalmıştı.
Deniz ürünleri aksesuarı bulundurma hobisine sahip olan insanlara yarar bir hale getirilmişti.
     Büyük ıstakoz, sert kabuklu ama içi boş bir böcekti artık...
     Doğurduğu elli tane ıstakoz da aynı akıbete kendiliğinden uğramış-tı...
     
     Ahtapot, değişime uğramaya başladı.
Bu kez ters yönde ve asıl görüntüsü olan; 'Fat(ı)ma yüzlü küçük kız' görüntüsüne doğru bir değişimdi.
     Fat(ı)ma Yüzlü Küçük Kız, büyük ıstakozu ve 50 tane yavrusunu topraktan yapılma ve üzerinde C planı yazılı çuvallara doldurarak monitörden dışarıya attı...
     Çuval, Devil ile İmece ve Cesi'nin bir resim görüntüsüne benzer cesetleri-nin ayak uçlarına düştü...

     Karşı caddede, ışığı açık bir dairede bulunanlar bu diyalog ve mücadeleden çıkan seslerin hiçbirini duymamışlardı...      

Fasılasız, kesintisiz 50 yıldır evlilik birliktelikleri süren bir karı kocanın ve onların gürültülerine kulak misafiri olan kırk yaşındaki çocuklarının duymaması gayet doğaldı.
Karı-Kocanın banyoda sürdürdükleri tartışma yüksek perdedendi…
     Şampuan ve kalıp sabun imalat atölyesi olan koca, ‘kuş kaldıran’ haplarından yeteri kadar almış, karısının bundan sonraki ilişkilerinde, -bu gecede dahil- kendi imalatı olan ve hatta patent hakkını dahi aldığı,
‘Global&Servant _Democracy’
isimli bir şampuanla yıkanmasına zorluyordu.
81 yaşındaki kadın, inatla karşı koymaya çalışıyordu.
İnadı, yıkanmaktan nefret etmesinden kaynaklanmıyordu.
Hiç zevk almadığı, istemediği halde, evin varolan düzeninin bozulmaması, tek çocuklarının huzursuz olmaması için ses çıkarmadığı ve sık sık gerçekleşen, yine kocası tarafından az sonra gerçekleştirilecek olan bir anlamda 'tecavüz' eylemine karşı duyduğu tepkiden de kaynaklanmıyordu.
İyi kötü kocasıydı. Evin gereksinimlerini karşılıyordu. Ses çıkarmak olmazdı…
Peki, inadı ve karşı koyması nedendi?...
Ne diye laf uzatılıyor, ayrıntılar veriliyordu?...

Yaşlı derisi, elli yıldır kullandığı ve yine kocasının imalatı olan ‘Spaced&Small_Democracy’ isimli şampuana alışmıştı.
Yeni bir şampuan alerji yapabilirdi…
Hem şampuana ne gerek vardı… İstediği anda gıcırtılı karyolanın üzerine çırılçıplak uzanmaya hazır değil miydi?...
Çok tartışmalardı… Şampuansız yapamam demişti hep…
Yalan söylüyordu… Yakalamıştı bir kez bu yalanını…
Komşulardan dul bir kadınla süregelen ilişkisini öğrendikten sonra yakalamıştı yalanını…
Kıyameti koparmıştı…
Kıyameti koparmasının aldatılmakla ilgisi yoktu…

Dul kadını sorgulamıştı…
Kocasının, ilişki öncesi, yine kendi imalatı olan ‘NonDemocracy’ adlı kalıp sabunu sürekli yıkanmada kullanmasını dul kadına dikte ettiğini ve uygulattığını öğrenmişti.
Şampuansızda ilişkiye girebildiğini, kendine sürekli bu yönde yalan attığını bağırarak söylediğinde, kocası ‘Sakin ol, karıcığım!’ demişti. ‘Onun bedeni çok yağlı… Ancak o sabunla çözülebiliyor… Seninki öyle mi?... Senin bedenini ancak şampuan kıvamında tutabiliyor…’ demişti.
Kim bilir belki de kocası doğruyu söylüyordu.
Her bedenin farklı deri yapısı vardı.
Kendi bedeninden hoşlanması ve ilişkiye girebilmesi için tavsiye ettiği şampuanı kullanmayı şimdiye kadar sürdürmüştü.
Ya yeni şampuanı kullanması ısrarına ne demeliydi.
‘Yok efendim. Yeni şampuan pörsümüş bedenimi daha diri tutarmış!...’
Hem yatırımcı hem de bir gazetenin ekonomi sayfasında köşe yazarlığı yapan Pimper isimli oğlunun sesini duydu. Banyo kapısının hemen arkasından geliyordu.
"Bu gürültü ne anne!..." diye bağırdı.
     Kadın, ses verdi.
     "Oğlum, baban rahat durmuyor... Benden ne istiyor?..."
     "Ne istiyorsun annemden baba?..."
     "Oğlum anlarsın işte!... İstediğim gibi vermiyor..."

     Oğul hiddetlendi. Komşularının dahi duyabileceği bir ses yüksekliğinde bağırdı.
     "Anne utanmıyor musun?... 50 yıllık birlikteliğiniz oldu... Aranı babamla neye bozuyorsun?... Ver gitsin... Şeker misin eriyesin!... 50 yıldır verdin de bir şey mi oldu ?..."
     
Oğul kendi açısından haklıydı. Annesi; babasını rahatlatmazsa, babasından dolaylı veya doğrudan aldığı maddi çıkarlardan olabilirdi...
Bu tür olumsuz durumların vukuu ertesinde Babasından destek istediğinde, 'annen bana versin, ben de sana vereyim' tümcesini yine diyecekti, emindi.
     O evde olanlar o evde kalmalıydı… Gözetlemek ayıptı… Hele nakletmek mahremiyeti ihlaldi…

     Devil'in evinde gerçekleşen olayları ise bir kısmıyla dünya alem duyacaktı.
      Ertesi günkü yazılı ve görsel basında suyu çekilmiş, iç organları bitirilmiş, sadece kuru bir deri kalmış üç bedeninin çekilmiş fotoğrafları ve görüntüleri, 'çocuklar etkilenmesin, basın etiğine aykırı olmasın,' kurallarından dolayı puslandırılmış görüntüler halinde sayfa sayfa boy boy gösterilecekti...
Eylem, suç olarak vasıflandırılacaktı. Suç; failsiz olmazdı… Faili meçhul suç kavramı Türkiye'de yaygındı. Burası Amerika'ydı. Faili meçhul suç kavramı ancak, gerektiğinde istisna olabilirdi.
Amerikan yetkilileri bu istisnaya yer vermeyeceklerdi. Ulusal Güvenlik Anlayışı bu kez böyle emretmişti. İşlerine de gelecekti…
Fail bulmak zor iş değildi…
İçinde bulundurdukları ajanlarınca, 'Bulunduğumuz örgütün işi değil!' istihbaratına rağmen, İslamcı ya da Marksist (Yeşil ya da Kızıl) teröristlerin işi denebilirdi.
El Kaide örgütü denebilirdi...
Saddam’ın eski askerleri denebilirdi…
ABD Derin Devleti, yararlarına en uygun olan bir kararı alıp bildirecekti…
Terörizmin kötülükleri tartışılacaktı yine...
     Terörün kaynağı, başı ve erleri gizlenerek...
     Fat(ı)ma ise bunların hiç birine kulak asmayacaktı...
     Psiko-Büyüsel Savaş Lejyon Erlerine yönelik av mevsimi devam ediyordu.
Hedefte Amerika’nın asli yönetimini elinde bulunduran ve resmi yönetimlerle sürekli maskelenen ABD Derin Devletinin hizmetinde çalışmakta devam eden başka zalimler vardı…
     Üzerlerinde ki Istakoz Büyüsünü bozarak, mahpus olan gözyaşlarını akıtarak, Devil'lerinden kurtulup özgürleşenleri hariç kılacak,
     Diğerlerinden ise, zorla akıttıracağı gözyaşları kanalıyla Devil'lerini benliklerinden, bedenlerinden atmalarını sağlayacaktı.
     İnsan kılığına girmiş Devil'leri ise;
     Cansız Şeytan biriktiren koleksiyonculara yarayacak hale getirecekti.
     Bilgisayar hoparlöründen bir ses geldi.
     Mekanik ve metalik bir sesti.
     Alüminyum tencereye, kapağıyla vurmaktan çıkan mekanik metalik bir ses tonuna benziyordu.
Sanki açıklamaları dinlememiş veya tatmin olmamış birinden geliyordu…
'Fiziksel ve Beyinsel Tecavüz Merkezli karanlığın sıcak ve psikolojik dehşet&şok saldırılarına maruz korunmasız insanlığın ve insanların gözlerinden süzülen her yaş damlasının yansıtmakta olduğu karartılmış dünyaları kim(ler) aydınlatacak?..
Karanlığa yönelik nefret ve öfkesini kim(ler) dindirecek?...
Masumların, mazlumların, mağdurların ve meçhul mezarlarında mahşeri bekleyen maktullerin gözyaşları; sevinç gözyaşlarına dönüştürülebilecek mi?...

Yani;
Istakoz Büyüsü Bozulabilecek mi?...


SON



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın politik roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Istakoz Büyüsü / 14. Sayfa
Istakoz Büyüsü / 10. Sayfa
Kimlik No 666 / Kontes Princ - 1
Kimlik No 666 / Arka Kapak Yazısı
Kimlik No 666 / Kont Drakula - 1
Istakoz Büyüsü /6 Sh.
Istakoz Büyüsü / 13. Sayfa
Kimlik No 666 / Başlangıç Bölümü
Istakoz Büyüsü / 15. Sayfa
Istakoz Büyüsü/ 7. Sh.

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Saddam, kızı Irak ve tecavüzcü Bush... [Eleştiri]


Bahattin YILDIZ kimdir?

Soyutlamaları seviyorum. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Asimov, King, Kafka, Dostoyevsky...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.