Sırça Köşk: Yıkılmaya Mahkûm Bir Düzenin Alegorisi
Sabahattin Ali, son eseriyle sadece bir öykü kitabı değil, aynı zamanda cesur bir veda ve sarsılmaz bir ithamname bırakıyor.
Bazı kitaplar, yayımlandıkları dönemin siyasi ve toplumsal atmosferinden ayrı düşünülemez; onlar, kâğıda dökülmüş birer meydan okumadır. Sabahattin Ali’nin 1947’de yayımlanan ve son eseri olan Sırça Köşk, tam olarak böyle bir yapıttır. Yazarın trajik ölümünden yalnızca bir yıl önce okurla buluşan bu derleme, onun edebi dehasının zirvesini teşkil ettiği kadar, dönemin iktidarına yönelik keskin eleştirisinin de en somut belgesidir. Kitap, yayımlandıktan kısa bir süre sonra Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılmıştır; bu yasaklama eylemi dahi, eserin ne denli isabetli bir noktaya parmak bastığının kanıtıdır. Sırça Köşk, Sabahattin Ali’nin tavizsiz gerçekçiliğini ve toplumsal çürümeyi gözler önüne seren acımasız gözlem gücünü bir araya getiren bir başyapıttır.
Kitap, Sabahattin Ali’nin 1944-1947 yılları arasında kaleme aldığı on üç öykü ve üç masaldan oluşur. Bu yapı, eserin en dikkat çekici yanlarından biridir. Yazar, bir yanda Anadolu insanının gündelik trajedilerini, yoksulluk ve ahlaki yozlaşma karşısındaki çaresizliğini anlatan gerçekçi öyküler sunarken, diğer yanda bu öykülerdeki temaları evrensel bir dille yeniden işleyen masalsı alegorilere yer verir. Bu ikili yapı, kitabın etkisini katmanlı hale getirir; bir öyküde somut bir olay üzerinden anlatılan adaletsizlik, bir masalda tüm zamanlara ve toplumlara seslenen bir eleştiriye dönüşür.
Derlemenin gerçekçi öyküleri, Sabahattin Ali’nin "küçük insan" olarak adlandırabileceğimiz karakterlerinin dünyasına bir ayna tutar. "Portakal" adlı öyküde, bir gemi dolusu portakal üzerinden dönen rüşvet ve yolsuzluk çarkı, sistemin en alt kademesinden en üstüne nasıl bir ahlaksızlık ağıyla örüldüğünü gözler önüne serer. "Böbrek" ve "Cankurtaran" gibi öykülerde ise sağlık sisteminin taşradaki acizliği ve para hırsının insan hayatını nasıl hiçe saydığı, neredeyse belgesel niteliğinde bir dille anlatılır. Ali’nin karakterleri ne tam iyi ne de tam kötüdür; onlar, içinde yaşadıkları bozuk düzenin çarkları arasında ezilen, hayatta kalmak için çoğu zaman onurlarından taviz vermek zorunda kalan, kanlı canlı bireylerdir. Yazar, onları yargılamaz, yalnızca insani zaafları ve trajedileriyle birlikte resmeder.
Ancak kitabın asıl edebi ve siyasi ağırlığı, adını verdiği masalsı metinlerde yatar. Özellikle "Sırça Köşk", "Koyun Masalı" ve "Devlerin Ölümü" başlıklı üç masal, yazarın eleştirel gücünün alegorik zirveleridir. Kitaba adını veren "Sırça Köşk", halkın sırtından geçinen, hiçbir işe yaramayan ve kendilerini vazgeçilmez sanan bir yönetici sınıfının parlak ama bir o kadar da kırılgan düzenini anlatan dahiyane bir yergidir. Halkın emeğiyle inşa edilen bu köşk, dışarıdan yıkılmaz görünse de, aslında ne kadar çürük bir temele dayandığını ve en küçük bir tepkiyle nasıl tuzla buz olabileceğini gösterir. Sabahattin Ali, masalın sonunda dersini doğrudan verir:
> "Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter."
Bu satırlar, sadece bir masalın sonucu değil, aynı zamanda bir aydının halkına bıraktığı siyasi bir vasiyettir.
Sabahattin Ali’nin üslubu, her zamanki gibi yalın, akıcı ve etkilidir. Gereksiz süslemelerden arındırılmış, doğrudan hedefe giden bir dili vardır. En karmaşık toplumsal sorunları bile sıradan insanların hayatları üzerinden anlatarak okuru hikâyenin içine çeker ve onu karakterlerin kaderine ortak eder. Bu sayede Sırça Köşk, hem edebi bir zevk sunar hem de okurunu rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmeye zorlar.
Sırça Köşk, Sabahattin Ali’nin sanatının bir özeti ve mücadelesinin nihai manifestosudur. Toplumsal adaletsizlik, bürokratik yozlaşma ve güç zehirlenmesi gibi temaların bugün de güncelliğini koruyor olması, eseri zamansız kılmaktadır. Bu kitap, sadece bir yazarın son sözü değil, aynı zamanda her dönemde iktidarlarını "sırça köşk"lerde sürdürenlere karşı halkın elinde tuttuğu o sembolik "kelleyi" hatırlatan güçlü bir uyarıdır. Sabahattin Ali’nin mirası, bu kırılgan ama bir o kadar da yıkıcı sarayın enkazı altında parlamaya devam ediyor.