..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarýný düþünmedim. Tersine yaþam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onlarý seçti. -Juliette Binoche
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Parça > Anýl Gökpek




28 Kasým 2003
Aslan'ýn Hikayesi  
Bir Pedagojik Çözümleme Denemesi

Anýl Gökpek


Aslan televizyon izler. Onu en iyi özetleyebilecek cümle budur.


:ADJDF:

Baþkalarýyla konuþurken tuhaf hatalar yapýp cümlelerini çokluk anlaþýlmaz hale getirse de Aslan kendi kendisine konuþurken çok güzel cümleler kurduðunu söylüyor. (Zaten baþkalarýyla pek konuþtuðu da söylenemez. Daha çok bir köþede oturmayý ve dalýp gitmeyi tercih eder.) Konuþtuðu sayýlý zamanlarda kendisine yapýlan hatalarý da hatayý yapanýn suratýna vurmaktansa içine attýðýný da ekliyor. “Her þeyi orada, kendi baþýma çözmeye çalýþýrým, gereken cevaplarý orada veririm.” Cevap çok olumsuz olsa bile içeride kalýyor, ve Aslan’ýn tavýrlarýný da asla etkilemiyor. Teknik olarak buna ‘ikiyüzlülük’ demek mümkün elbette. Ancak burada asýl anlatýlan ikiyüzlülükten çok Aslan’a özgü bir tür rahatsýzlýktýr. Günlüðünden bu rahatsýzlýk -ya da paranoyaklýk- konusuna iliþkin yapacaðýmýz ufak bir alýntý ile onun bu durumunu aktarmak yolunda iyi bir baþlangýç yapabiliriz sanýrým:

“Þehirde yaþamlarýmýz o kadar iç içe ki paranoyak olmamamýz olanaksýz. Düþünsene... Yan komþunun ‘gece-gündüz-seni-dinleyen-bir-deli’ olmadýðýný sana kim garanti edebilir ki? Ya da karþý komþunun en olmadýk zamanlarda (ve en alýþýlmadýk sýklýklarla) balkonunu yýkamasýnýn seni izlemek için kullandýðý çocukça bir bahane olmadýðýný kim bilebilir? Psikologun mu? Ancak o sana duymak istediklerini deðil de doðrularý söyleyecek olursa onun karnýný kim doyuracak? Sen mi? Öyleyse þehirlerde yaþamanýn paranoyaklýk için yeterli olduðunu kim anlatacak insanlara? Karþý komþun mu? Ya söylemezse? Ýstersen bunlarý bir daha düþün, sonra (olmadýðýný bile bile) medeni cesaretin varmýþ gibi yap ve bu konuda yan dairedeki yaþlý kadýnýn fikrini al. Kim bilir, belki de o bir psikologdur; ona karþý önyargýlý olma.”

Görünen o ki Aslan’ýn iflah olmaz bir paranoyak olduðunu kabullenmeye hiç mi hiç niyeti yok. Ne var ki -yukarýdaki metnin bir iç monolog olduðu gerçeði göz önünde bulundurulduðunda- dikkatli bir çözümleme ile Aslan’ýn paranoyak bulduðu ve ‘sen’ diye hitap ettiði kiþinin aslýnda bizzat kendisi olduðu açýkça anlaþýlmaktadýr. (Zaten Aslan’ýn hikayesi ilerledikçe bu durum daha da netleþerek -kendisinin de sunacaðý ipuçlarýyla beraber- gözler önüne serilecektir.)

Aslan televizyon izler. Sanýrým onun yaþam içerisindeki konumunu en iyi özetleyebilecek cümle budur. Aslan televizyon izler. Ne var ki onun televizyon izleme alýþkanlýðýný normal insanlarýnkinden farklý kýlan eylemin sýklýðý deðildir. Aslan bu eylemi gerçekleþtirmek için televizyonun çalýþýr durumda olmasýný þart koþmaz. Kapalý bir televizyonu izlerken ise saplantýlý bir biçimde bir nesneye takýlýp giden bir otistikten çok bir an gözü dalan saðlýklý bir insaný andýrýyor olmasý tuhaftýr.

Kendisinden ‘sosyal iliþkiler’ kurmasý beklendiði anlarda dahi televizyon izleme konusunda ilgi çekici bir tutarlýlýk ve baþarý göstermektedir. Buna örnek olarak arkadaþlarýyla çýktýklarý ‘yaz-gecesi-yürüyüþleri’nde yanýndan geçtikleri evlerin açýk balkon kapýlarýndan ya da açýk perdelerden görünen televizyonlarý sýký bir takibe almasý gösterilebilir.

Aslan sürekli deðiþiklik gösterebilen yayýn akýþlarýndan dolayý gazetelerde yayýnlanan televizyon programlarýndan nefret eder. “Onlar nereden bilebilir ki...” der gözlerini ekrandan bir an için bile çekmeden, “...nereden bilebilirler ki? Nasýl olur da bugün yayýnlanacak filmi bir hafta önceden bilebilirler? Saçmalýk!” Gazetelerin programlarýný okumak zorunda kaldýðý zamanlarda ise -ki bu sadece bulunduðu yerde televizyon bulunmadýðýnda gerekleþebilir- Aslan programýn içeriðini incelemektense ‘a’larýn, ‘e’lerin, ‘o’larýn içlerini karalayýp doldurmayý tercih ediyor. (Bu gazetelerdeki insan fotoðraflarýna ‘býyýk-sakal-gözlük-konuþma balonu’ eklemek biçiminde kendisini gösteren saplantýnýn daha geliþmiþ bir biçimi olabilir.)

Aslan ayný þekilde Atilla Dorsay’dan da nefret ediyor. “Adam benim hangi filmi beðenip hangisini beðenmeyeceðimi nereden bilebilir ki?” ‘A’larýn, ‘e’lerin, ‘o’larýn içlerini karaladýðý bir gün gözü Atilla Dorsay’ýn Yurttaþ Kane hakkýnda yazdýðý yoruma takýlývermiþ. Normalde böyle þeylere pek önem verecek bir insan olmasa da filmin övüldüðü cümleler gözüne öyle güzel görünmüþ ki dayanamamýþ ve belirtilen saatte filmin yayýnlanacaðý kanalý açýp beklemeye koyulmuþ. “Bunu biraz da bilinçsizce yapmýþtým. Kendimi öylece ekranýn baþýnda filmi bekler halde bulduðumda filmin baþlayacaðý saat gelmiþti. Kendimi bundan alýkoyamadým.” Sonra Atilla Dorsay’ý -yanýnda birkaç kiþiyle beraber- film hakkýnda konuþurken görmüþ ve duyduklarý onu (filmden soðutmak þöyle dursun) inanýlmaz biçimde þevklendirmiþ. Sonrasý ise hüsran: “Film o kadar saçma sapandý ki! Adam önce ölüyor, sonra tekrar doðuveriyor, gencecik oluyor, sonra tekrar yaþlanýyor, falan filan...”

O gün bugündür Atilla Dorsay’dan da yazýlarýndaki anlam veremediði övgülerden de nefret edermiþ. Bir yaz gecesi Atilla Dorsay’dan bahsedildiðini duyduðunda onun film yorumlarýný arkadaþlarýnýn arasýnda dönen ‘raký sohbetleri’ne benzetmiþti: “Raký gibi... Raký sohbetlerinden hiçbir farký yok o saçmalýklarýn... Týpký raký sofrasýnda dönen o saçma sapan sohbetler gibi... O sohbetlerde de rakýdan böyle bahsedilir hep. Sanki raký deðil de þerbetmiþ gibi. Oysa normal bir insanýn anason kokusunu duyar duymaz kusmasý gerekir. Benim rakýyý sevip sevmeyeceðimi kim, nereden bilebilir ki?”

Alkolün her çeþidinden nefret eden Aslan, kendi tabiriyle ‘kafayý bulmak’ için raký ve benzerleri yerine anti-depresan kullanýyor. Ýlk kullanmaya baþladýðýnda “Sadece tedavi bitene dek...” diye geçirmiþ içinden, “...sonra kendi kendimi tedavi etmeye baþlayacaðým. Ben kendimi tedavi edemezsem bu haplarýn bana hiçbir faydasý dokunmaz. Kendi kendimi tedavi edeceðim, yapabilirim bunu.” Ne var ki yapamamýþ. Ev arkadaþý ise onun her zaman -örneðin sýnav haftalarýnda- ayný yöntemle kendisini kandýrdýðýný söylüyor: Sýnav haftasýnýn ilk gecesi televizyon sefasýna, “Saat 10’a kadar televizyon izlerim, sonra sabaha kadar oturup çalýþýrým.” demekle baþlarmýþ önce, “Þu film bir bitsin de...” Sonra saat 11 olduðunda, “Önce þu dizi bitsin bakarým...” dermiþ. Sonra gece yarýsý: “Þu program bir bitsin de...” Uzatmak gereksiz, sonrasý rahatlýkla tahmin edilebilmektedir zaten.

Aslan’ýn -Atilla Dorsay’ýn ya da gazetelerde yayýnlanan televizyon programlarýnýn da ötesinde- daha birçok mantýk dýþý genellemeleri ve tuhaf önyargýlarý var. Bunlardan özellikle bir tanesi, amatör tiyatrocular hakkýndaki yargýsý incelenmeyi hak etmektedir: Aslan’a göre tüm amatör tiyatrocularýn ardýnda tek bir itici güç vardýr ve bu da sanat aþký falan deðildir. ‘Sanatla hiçbir ilgisi olmayan bu insanlar’ýn onun fikrine göre tek beklentileri -tiyatronun da yardýmýyla- karþý cins ile iliþki kurabilmektir. Bu tuhaf genellemeyi kendine özgü paranoyasýyla da harmanlayýp en akla gelmeyecek sonuçlara rahatlýkla varabilmektedir. Ýþin daha da kötü olan yaný Aslan’ýn bu çýkarýmlara kendisini iyiden iyiye inandýrmýþ gözükmesidir. “Herkes böyle görgüsüzce birilerinin peþinde kendisini rezil ettiðine göre... Herkesin bu kadar rahat olduðu bir ortamda her türlü ahlaksýzlýk mümkündür bence.”

Amatör tiyatrocular hakkýndaki bu tuhaf yargýlarýnýn sebebi ise (baþka bir konu hakkýnda konuþmakta olduðu sýrada) yine tuhaf bir biçimde, kendiliðinden ortaya çýkývermiþti. Anlattýklarýndan edinilebilecek izlenime göre Aslan’ýn eski kýz arkadaþý onun bu yargýyý edinmesinde en önemli rolü oynamýþtý. “Bir kýz arkadaþým oldu, evet, eðer merak ettiðiniz buysa. Ayrýlmamýz ise tiyatrocularýn yüzünden olmuþtu. Belediye’nin tiyatro grubuna katýlmýþtý. Ýstemedim. Ama o da gruptan ayrýlmamayý kafasýna koymuþtu, benimle bu konuda sürekli inatlaþýyordu. Dediðim dedik insanlardan nefret ederim, ama o benim kýz arkadaþýmdý, herhangi bir insan deðildi. Bu yüzden onu, inatlaþmadan, olduðu gibi kabullenmeyi istiyordum. Oysa mantýðým bana onun o grubun içinde yeri olmadýðýný söylüyordu. Ýçim içimi yiyordu, bu kavgalar, bu inatlaþmalar beynimi kemiriyordu sanki. Rahatsýzdým. Olayý rahatlýkla kabullenmek elimden gelmiyordu, zýtlaþmaya mecbur gibiydim. Bu þekilde çok kavga ettik. Ayrýlana dek. Sonradan duydum ki o yere batasýca tiyatro grubunun yönetmeni olacak züppeyle çýkmaya baþlamýþ...” Onu yakýndan tanýyanlar için iþin asýl tuhaf olan kýsmý ise Aslan’ýn terk edilmesi deðildir; tuhaf olan onun iyi ya da kötü bir kýz arkadaþ edinebilmiþ olmasýdýr, üstelik zamanýnýn büyük çoðunluðunu televizyon ekranýna bakarak geçirdiði halde.

Aslan’ýn aþk hayatýný bir kenara býrakýp onun çocukluðuna doðru bir uzanalým þimdi. 1980 Eylül’ünün 12. gününde yapýlan müdahaleden sadece yarým yýl önce doðmuþ olmasý onun psikolojik yapýsýný anlamamýza yardýmcý olabilecek önemli anahtarlardan biridir. O -bu tabir uygun düþerse eðer- bir darbe çocuðudur; gömlek deðiþtirmekte olan dünyaya bir orta sýnýf ailesinin çocuðu olarak gelmekle de darbe çocuðundan öte bir sýfatý hak etmektedir: O bir X-Kuþaðý çocuðudur. Belki de sadece bu sebeple ‘Aslan’ gibi bir delikanlý olmasý beklenirken o bir ‘kedi’ bile olamamýþtýr. Balýkesir’de doðmuþ, ama o doðduðu yerden bahsederken Aslanesir demeyi tercih etmiþ her zaman. Kaderin kendine özgü mizah anlayýþýyla -cilvesiyle de diyebiliriz- o bir ‘balýk burcu’ insanýdýr. Bu tip þeyleri önemsemek akýl iþi midir bilinmez, ancak bir an için astrolojiye inandýðýmýzý düþünsek bile, onun (görece akýllý ve) her daim içine kapanýk olmasýnýn, doðduðu gün itibariyle gök cisimlerinin birbirleri arasýndaki iliþkilerden çok daha farklý, çok daha kiþisel sebepleri olduðu kesindir. Zira annesi klasik bir Aslan burcu insanýdýr; diðer bir deyiþle katý, disiplinli ve baskýn bir karakterdir. Annesinin karakterini açýklamak -ve zihninizde canlandýrmak- için Aslan’ýn bir arkadaþýnýn þu tanýmýna burada yer vermek muhtemelen yararlý olacaktýr: “Daima gözlük ipleriyle boyna baðlý duran, alýndaki sörf dalgasý modeli bukle ile kafasýnýn arkasýndaki katý ve dik görünüþlü topuzun arasýnda sýkýþýp kalmýþ, plastik çerçeveli, metal ve taþ iþlemeli gözlükleriyle, (okulda olsun ya da olmasýn) herkesin iþine burnunu sokmayý kendisine birincil görev edinmesiyle her yerde göze batan -boya- sarý saçlý, uzun boylu, iri yapýlý, dul bir ilkokul öðretmeni. Özetle dehþet verici!” Bu tanýmla beraber, artýk Aslan’ý daha yakýndan tanýmaya baþlýyoruz.

Aslan’da göze batan özellikler arasýnda en tuhaf olaný onun kolaylýkla anlaþýlabilir olmasýdýr. Taktýðý tüm maskelere, girdiði tüm rollere, tüm sahteliklerine raðmen yeni tanýþtýðý -yani tanýþmak durumunda kaldýðý- herhangi bir insan bile, tanýþmalarýnýn ilk saatinde onun kiþiliðinin en ince, en saklý ayrýntýlarýný (sanki o kendine özgü, karmaþýk bir yapýsý olan canlý bir organizma deðil de bir kavanoz dolusu incir reçeliymiþçesine) kolaylýkla görebilir. Bu, tanýþtýðý insanýn zeki olduðunu göstermediði gibi Aslan’ýn da aptal olduðunu göstermez. Bu sadece onun bir parça düz (baþka bir deyiþle ‘tabula rasa’) olduðunu ve biraz da sýradan olduðunu gösterir. Týpký görür görmez bir zamanlar bir bunalým atlattýðýný anlayýverdiðimiz tüm diðer insanlar gibi. Yürek burkacak denli sýradan, normal ve bir hayli de rahatsýz... Aslan’ýn güzel yaný ise bu rahatsýzlýðýnýn nedenini anlamanýz için sizi 27 soru sormak zorunda býrakmayýþý, açýk, net ve anlaþýlýr oluþudur.

Kader Haným -Aslan’ýn saygýdeðer annesi- idealist bir ilkokul öðretmeniydi, emekliliðine dek ömrünü Aslan’ý dümdüz, pürüzsüz, net ve sýradan bir çocuk yapmaya adamýþtý. Týpký öðrencilerinde yapmaya çalýþtýðý gibi. Emekliliðinden sonra da yukarýda bahsi geçen idealizmini Aslan üzerinde sürdürmüþ ve baþarýlý da olmuþtu. Týpký -emekliliðinden önce- öðrencilerinde de olduðu gibi. Aslan onun için bir oðuldan çok bir öðrenci olmuþ, Kader Haným ona týpký öðrencilerine yaklaþtýðý gibi duygusuzca yaklaþmýþ, ona ve tüm öðrencilerine sadece öðretmesine izin verilen þeyleri öðretmiþ, gerisini ise (anmak þöyle dursun) aklýndan bile geçirmemiþti. “Aman, neme lazým?”

12 yaþýndayken yaþadýðý (ve kiþiliði açýsýndan yýkýcýlýðýnýn açýkça hissedilebildiði) o uðursuz güne dek Aslan, sadece öðrenmesine izin verilen þeylerle ilgilenmeyi reddetmiþ ve bu sessiz protestoyla beraber kendisini, her þeyi, ama her þeyi öðrenmeye adamýþtý. Kendisini buna adayan herhangi bir çocuðun ilk yapacaðý þey bilgisine en çok güvendiði kiþi ya da kiþileri soru yaðmuruna tutmaktýr. Aslan da sýradan bir çocuktu, ne var ki herhangi bir çocuk deðildi. Tüm sosyal yetenekleri -ki bunlara ‘soru yaðmuru’ da dahildir- o henüz küçücük bir çocukken, “günah-ayýp-yasak” üçgeninin yardýmýyla, itinayla törpülenmiþti. O da bu açýðýný telafi etmek üzere okudu, gezdi, gördü, denedi, bozdu, tekrar yaptý, tekrar bozdu ve sonunda hýzla öðrenmekte olduðunu fark ettiðinde bundan tarifsiz bir zevk aldý. Öyle ki bu onun için inanýlmaz bir itici güç oldu. Bu gücü de ardýna alan Aslan hem bilgiye, yeni þeyler öðrenmeye duyduðu susuzluðu gideriyor, hem de zevk aldýðý þeylerle ilgilenen yarý-özgür bir çocuk olarak mutlu günler yaþýyordu.

Yarý-özgür bir çocuktu, çünkü bunlarý ancak annesinin gölgesinin vurmadýðý, güneþli ve ferah yerlerde, yani evin dýþýnda yapabiliyordu. Bir memur ailesi olduklarýndan ve bu nedenle tayinlerle yurdun dört bir yanýný dolaþtýklarýndan dolayý Kader Haným adýyla da bilinen o yarým asýrlýk çýnar taþýndýklarý her yeni ilde ilk iþ olarak kök salmaya, (Aslan’ýn istediði gibi yetiþmesini saðlamak amacýyla) çevreye nüfuz etmeye uðraþýrdý. Kök salmasý ve ancak bunun ardýndan çevreye yayýlýp koca dallarýyla güneþi örtmesi de normal olarak zaman alýyordu. “Böylelikle ben de zaman kazanýyor ve öðrenmeye devam ediyordum.” Elbette evin dýþýnda olmak þartýyla. Evde ise sadece matematik, fen bilgisi ve hayat bilgisi öðrenilirdi. “Özetle evde hiçbir þey öðrenemezdim.”

Evde düzen vardý.

Aslan’ý sýkan -aslýnda sadece onu deðil her çocuðu sýkan- düzen.

Özellikle tatil günlerinde, yani Kader Haným’ýn gölgesinin Aslan’ýn üzerine çöktüðü günlerde, evdeki hayat aþaðýdaki çizelgeye tümüyle uyularak geçirilirdi:


07:30 Kalkýþ

07:45 Kahvaltý

08:15 Sabah Yürüyüþü










09:15 Gazete Okuma (Bu süre dahilinde Aslan da bir gazete okumak zorundaydý. Çizgi film ise kesinlikle yasaktý.)

10:00 Çalýþma Saatleri 1 (Bu üç saatlik dilimde Anne ve Baba okul programlarý dahilinde çalýþýrlarken Aslan da onlarýn seçtiði bir kitabý okumak zorundaydý.)

13:00 Öðle Yemeði

13:30 Öðle Uykusu

15:00 Çalýþma Saatleri 2 (Bu iki saatlik dilimde Aslan kitap okumak yerine ödevlerini yapardý. Ödevler yapýlmýþsa iþlenen konular annesinin ya da babasýnýn gözetiminde tekrar edilirdi.)

17:00 Boþ Zaman (Anne akþam yemeðini hazýrlarken, Aslan da babasýyla beraber ev ya da bahçe iþlerini görürdü.)

18:00 Çalýþma Saatleri 3 (Bu iki saatlik dilimde ‘Çalýþma Saatleri 1’ aynen tekrar edilirdi.)

20:00 Akþam Yemeði (Yemek TRT’nin Ana Haber Bülteni eþliðinde yenilirdi.)

21.00 Kahve Saati (Aslan’ýn kahve içmesine izin verilmezdi. Ona meyve ya da çerez verilirdi.)

22:00 Yatýþ



 


Tatil günlerinde sabah 07:30’da uyanmak Aslan için tek bir anlama gelirdi: Gözlerin yanmasý. Öðlenci ya da sabahçý olmasý fark etmez; her öðrenci tatil günlerini doya doya dinlenerek geçirmek ister. Zaten Aslan da, (tüm yaþýtlarý gibi) özellikle de bahsi geçen tatil günlerinin sonunda, yatma vakti geldiðinde odasýna gidip ýþýklarý söndürür ama uyumazdý. “Uyuyamazdým daha doðrusu. Gecenin karanlýðý ve sessizliðinde kendime deðiþik oyunlar, eðlenceler bulurdum.” Yalnýz kaldýðý saatleri sevdiði için uyumayý zaman kaybý gibi görürdü. Gece yarýsýndan çok sonra sýzýp kaldýðýnda henüz yapmak istediklerini (ya da icat ettiði türlü eðlence ve oyunlarý) tamamlayamamýþ olmanýn verdiði rahatsýzlýk uykusuna da iþler, korkunç kabuslara dönüþerek küçük çocuðu rahatsýz ederdi.

En sýk gördüðü kabus henüz okula gitmediði yýllarda akrabalarýný ziyarete gittikleri köyde baþýna gelen o üzücü olaydý. Anne tarafýndan akrabalarýnýn yaþadýðý Paþaköy’e bir Eylül günü gitmiþlerdi. “Belki de sýrf bu olayýn yüzünden Eylül ayýndan nefret ederim.” O güne dair hatýrlayabildiði ilk þey avucunu dolduran bir tomar paraydý. (O yaþtaki çocuklar paranýn deðerini deðil kapladýðý yeri önemserler; tedavülden kalkmýþ bir tomar banknotu tedavüldeki en deðerli banknotun bir tekine yeðlerler. Aslan da o yýllarda henüz öyleydi.) Hatýrladýðý ikinci þey ise köy yolunda peþine takýlýveren sürüydü, bir düzine civarýnda çocuktan oluþan bir sürü. “Peþime takýlmýþlardý çünkü beni görünce farklý bulmuþ ve muhtemelen büyülenmiþlerdi. Kýyafetlerim, tavýrlarým, saç ve ten rengim, konuþma tarzým... Kim bilir? Belki de paranýn kokusunu almýþlardý. Bilemiyorum.” Köyün tek bakkalýna doðru bir sürü halinde, bir akýna ya da tüm tanýþlarýn kendilerini katýlmak zorunda hissettikleri mahalle kavgalarýna gidercesine, hep beraber yürümüþlerdi. Daha önceden hiç görmediði -ve sonradan da asla göremeyeceði- sarý, naylon bir paket içerisinde satýþa sunulmuþ olan, sürüdeki tüm köy çocuklarýnýn rüyalarýný süslediðini açýkça hissettiði bol oyuncak hediyeli, o tadý damaðýndan hiç gitmeyecek olan sakýzlarý çocuklar ona bir hayli övmüþ olacaklardý ki hatýrlayabildiði birkaç andan bir diðeri de elleri ve cepleri o sarý, ‘hýþýrdayan’ sakýz paketleriyle dolu olarak bakkal dükkanýndan çýkýþýydý. “Ben bakkal dükkanýna girerken ve çýkarken o çocuk sürüsü yanýmda mýydý, yalnýz mýydým yoksa?” Bu ufak ayrýntý kendi zihninde de, rüyalarýnda da silikti.

Bakkaldan çýktýktan sonra Aslan ve yanýndaki akýncý sürüsü büyük bir taþýn üzerine oturmuþlardý. Sarý paketler teker teker açýldýlar; birbirinden deðiþik birçok oyuncak -plastik oyuncaklar, metal oyuncaklar, maskotlar, vb.- birden Aslan’ýn kucaðýný dolduruvermiþti. Sakýzlar ise hepsine yetecek kadar çoktu. Oyuncaklar Aslan’ý -sanki kendi kazandýðý parayla ilk kez kendisine ait bir þey almýþ gibi- bir hayli sevindirmiþti. “Elbette. Çünkü bu benim ilk özgür alýþveriþimdi. Tepemde dikilip, ‘Hayýr, onu deðil diðerini al.’ diyen kimse yoktu yanýmda. Hayatýmda ilk kez oluyordu bu.” Bu ilk özgür alýþveriþ doðal olarak çocuðun zihninde yer edecekti. Ne var ki bu alýþveriþin Aslan’ýn zihninde böylesine yer etmesinin, onun kabuslarýna konu olmasýnýn sebebi baþkaydý.

Aslan bu rüyayý (ya da kabusu diyelim) týpký zihnine kazýndýðý þekliyle, yani parçalar halinde görüyordu ve hatýrlayabildiði son þey eve dönerken bahsi geçen oyuncaklardan geriye bir tanesinin bile kalmamýþ olduðuydu.

Bu olay Aslan’ýn -belki de kendisini ömrü boyunca iyi hissetmesini saðlayabilecek ilk özgür alýþveriþi sýrasýnda yaþandýðýndan dolayý asla aklýndan atamayacaðý- ilk dolandýrýlýþýydý.

Aslan altýncý yaþýnýn ikinci yarýsýnda insanlýk ile tanýþmýþtý.

Bu tanýþýklýk ve sýk sýk gördüðü bu kabus yüzünden, çocukluðu boyunca uyku Aslan için (ileriki yaþlarýnda olacaðý gibi) sýkýntýlarýndan kaçarken sýðýnabileceði bir liman olmak þöyle dursun, sýkýntýnýn ta kendisi olmuþtu. Asla hevesle beklemediði, tersine kaçýndýðý, anne-babasýnýn zoruyla kabullenmek durumunda kaldýðý uyku, onlu yaþlarýnýn sonuna doðru -sakinleþtiriciler ve televizyondan sonra- en güvenilir dostu olacaktý.

“Ne var ki bu, o zamanlar nefret ettiðim uykudan kolaylýkla sýyrýlýp, sabahlarý rahatlýkla uyanabildiðim anlamýna gelmiyordu.” Tatil günleri 07:45’te -yani uyandýktan sadece on beþ dakika sonra- önüne konan tatsýz tuzsuz kahvaltý, tatsýz tuzsuz geçmeye mahkum edilmiþ yeni bir günün kara-habercisiydi Aslan için. Üçüncü sýnýfa baþladýðý sene bir tanýdýðýyla beraber gittiði orduevinde yedikleri kahvaltýnýn bile tatil günlerinde kendi evinde maruz kaldýðý kahvaltýlardan -açýk bir farkla- çok daha renkli, keyifli ve daha lezzetli olduðunu üzülerek fark etmiþti. Orduevi kahvaltýsýndan daha sýkýcý, daha rutin olan ‘tatil-günü-kahvaltýsý-ritüeli’ Aslan için -akþam yemeði ile birlikte- günü en boðucu anlarýydý. Bu ritüel, her þeyin ötesinde, yeni günün gebe olduðu tüm sýkýntýlarýn kýsa bir tanýtýmýydý. Aslan’a göre aile kahvaltý süresince yeni günün getirdiði her þeye sorgusuz, sualsiz teslim olmaya yemin ediyordu.

Yeni günün cömertlikle ona sunduðu bu sýkýntýlarýn birincisi (ki Aslan bunun nedenini hala anlayamamýþ olduðunu söylüyor) beraberce çýkýlan sabah yürüyüþüydü. “Ben beþ yaþýma girdikten birkaç ay sonra annemin tayini Ýzmir’e, Bornova’daki bir ilkokula çýkmýþtý. Bu yüzden ne zaman çocukluðumun o anlamsýz sabah yürüyüþlerini aklýma getirsem hep Bornova’nýn sokaklarý gözümün önüne gelir.” Kader Haným’ýn tayini Yahya Kemal Beyatlý Ýlköðretim Okulu’na çýktýðý için Aslan’ýn babasý da eþ durumundan dolayý tayinini Bornova’ya, Ali Suavi Ýlköðretim Okulu’na aldýrmýþtý. Bu dönemde kaldýklarý ev Kader Haným’ýn çalýþtýðý okulun sadece bir sokak arkasýnda, 217. sokakta, okul binasýný çaprazdan gören, dört katlý bir binanýn üçüncü katýndaydý. 11 numaralý bu apartmanýn, (yýllar sonra mahalleyi ziyarete gittiðinde Aslan 11’in yerini ‘Sistem Apartmaný’ adýnýn aldýðýný görecekti) 3 kapý numaralý dairesinin, (her katta yalnýzca tek bir daire vardý) yola bakan cephesinde yer alan, küçücük balkonlu, kendisine ait oda dokuzuncu yaþýnýn sonlarýna dek onun -ev yaþantýsý içerisindeki tek- sýðýnaðý olmuþtu. “Sayýlara karþý her zaman bir sevdam olmuþtu. Bu, oturduðum tüm evlerin kapý numaralarýnýn 3 olduðunu fark etmemle baþladý. Garip ama gerçek.” Kaderin tuhaf bir oyunu ile Aslan’ýn -üniversite eðitimini sürdürürken kaldýðý iki ev de dahil- oturduðu tüm evlerin kapý numaralarý ‘üç’tü, ve böylece onda sayýlara karþý tuhaf bir saplantý baþlamýþtý. Tamý tamýna dokuz ev; tümünün kapý numaralarý ilginç bir rastlantýyla ’üç’ olan tam dokuz ev. Ne var ki bu saplantý kapý numaralarýnda sýnýrlý kalmamýþ, sonunda Aslan’ýn tüm hayatýna nüfuz etmiþti. (Toplamalar ve çýkarmalar, çarpmalar ve bölmeler. Ve çýð gibi büyüyen bir saplantý. Öyle bir saplantý ki, Aslan’a okuduðu kelimeleri -hatta okuma hýzýna baðlý olarak harfleri- saydýrýyor ve onlarý üçerli gruplar halinde kümeletiyordu. Bütün metinlerin tek bir önemi vardý Aslan için: Üçe bölünebilmeleri.

Sayýlarýn Aslan’ýn hayatýna böyle nüfuz etmesinin ardýndaki gerçek neden ise kapý numaralarýnýn ona oynadýðý bu ilginç oyun deðil onun çocukluðunu sýký sýký kontrol altýna almýþ olan düzenli aile yaþantýsýydý muhtemelen. Çünkü evdeki yaþantýsý kesin bir program dahilinde, dakikasý dakikasýna yaþanýyordu. Aslan bu programýn tüm ayrýntýlarýný hala -yukarýda da verildiði üzere- net olarak hatýrlýyordu. Bu programýn haricinde annesi ile babasýnýn üzerinde titizlikle durduklarý notlar vardý: Sýnavlardan alýnan notlar, baþarýlý notlar, baþarýsýz notlar... Sonra hiçbir þeye yeterli olmayan para vardý. Ve taksitler. Sayýlarýn dünyasý çocukluðu boyunca -kendisi bunun pek farkýna varamamýþ olsa da- Aslan’ýn üzerinde inanýlmaz bir etki býrakmýþtý. Kapý numaralarýnýn bu oyunundan sonra da sayýlarýn ona yýllardýr yaptýðý baský kendisini böyle dýþa vurmuþ olmalýydý.)

Sýðýnaktan ‘dakikasý dakikasýna’ 08:15’te çýkýlarak yapýlan sabah yürüyüþü 217. sokaktan baþlayýp yarým saat boyunca güneþin doðduðu yöne doðru gidilmek suretiyle Bornova Hükümet Konaðý civarýnda -meydan diye tabir edilen alanda- son bulurdu. “Meydandan sonrasý ise tam bir tekrardan ibaretti: Ayný yollardan, ayný hýzda geri dönülürdü.” 08:45 sularýnda gelinen yolun geriye doðru takip edilmesi ile sabah yürüyüþü 09:15 sularýnda evde noktalanýrdý. “Evden çýktýktan sonra, evi solda, evin tam karþýsýnda kalan, zeytin aðaçlarýyla çevrili olan ve kime ait olduðu belli olmayan büyükçe tarlayý da saðda býrakacak þekilde elli metre kadar yürür, 215. sokaða çýkardýk.” (Görüldüðü üzere Aslan, konuþma boyunca, ayrýntýlara çok önem vermiþ, özellikle de sayýlarý vurgulamýþtý. Bunlarý asla unutmadýðý ve unutamayacaðý anlatýþ biçiminden de anlaþýlabiliyordu.) 215. sokak doðuya doðru takip edilince, saðda kalan parký da geçtikten sonra, Ýþ Bankasý’na ait, tellerle çevrili, boþ araziler (solda) ile mandalina bahçesinin (saðda) arasýndaki yol yine doðu yönüne doðru takip edilir, dar bir sokakta karþýlýklý yer alan Yurt binasý ile iki katlý evlerin arasýndan Aslan’ýn babasýnýn çalýþtýðý Ali Suavi Ýlköðretim Okulu’na çýkýlýrdý. Okul solda kalýrdý, (Aslan bu binadan tiksindiði için saðda devam eden iki katlý eski evlere bakarak yoluna devam etmeyi tercih ederdi) bu yönde devam ederek, sokaðýn sonunda ve okulun bahçesinin de tam karþýsýnda bulunan, çam, zeytin ve akasya aðaçlarýyla çevrili olan çocuk parkýna çýkýlýrdý. “Parkýn diðer ucu ise Gediz Caddesi’ydi.” Parkýn solunda, Gediz Caddesine ve parka bakan köþede yer alan dükkan, küçücük bir kýrtasiye olmasýna raðmen Aslan’ýn Bornova’da en çok sevdiði yerlerden biriydi. “Çünkü o kýrtasiyede gerçek AK-47 görünümündeki su tabancalarýndan satýlýrdý. Sadece orada, o küçük dükkanda satýlýrdý, baþka bir yerde bulamazdýk.” Birkaç ay para biriktirerek bahsi geçen oyuncaktan bir tane alabilmiþti, ancak bir bahar sabahý okulun tuvaletinde -tabancasýna su doldururken- müdüre yakalanmýþtý. Kýrtasiye dükkanýnýn sahibi Aslan’ýn ‘Müdür Bey’e kaptýrdýðý oyuncaðýn bir diðer eþini, ilki satýldýktan hemen sonra vitrine yerleþtirmiþti ve Aslan buradan gelip geçerken bu ikinci silaha yüreðinde buruk bir mutluluk ile bakar olmuþtu. “Keþke bunu hiç hissetmeseydim. Keþke o su tabancasýný hiç almamýþ, bir süre sonra da unutmuþ olsaydým.” (Bu mutluluk çocuklara özgü bir tür keyiften, burukluk ise küçük yaþlarda bize aþýlanan sahiplik duygusundan ve bu duygunun zaman içinde, doðal olarak beraberinde getirdiði kýrgýnlýklar, üzüntüler ve de kayýplardandý.)

“Kýrtasiyenin önünden saða, Ege Üniversitesi Týp Fakültesi’nin binalarýna doðru uzanan, sol tarafta da Mustafa Kemal Bulvarý’ný ikiye ayýrarak ilerleyen Gediz Caddesi’nin, Bulvar ile kesiþtiði kavþakta Bornova’nýn ilk ‘Migros’u açýldýðý için caddenin kavþak tarafýndaki yarýsýna, tahmin edilebileceði üzere, marketin adýyla hitap edilirdi. ‘Migros’ta inecek var.’ Oysa marketin çaprazýnda kalan Bornova Þehir Stadyumu, amatör sporcular ve esrarkeþlerin dýþýnda hiç kimsenin ilgisini -bu marketin çektiði kadar bile olsun- çekmezdi.” Üniversite yýllarýnda Aslan da arkadaþlarýyla bu stadyumda bir kez esrar içmiþti. Ne var ki tam da bu ilk denemede uyuþturucunun aktif maddesi ile kullanmakta olduðu anti-depresanýn aktif maddesi bir araya gelerek beklenmeyen bir etki göstermiþlerdi; Aslan o gece bacaklarýna söz geçiremedi. Ama Aslan bu ‘beklenmeyen-etki’yi hissettiðinde doktoruna baþvurmayacaktý. “Ailem, özellikle de annem bundan haberdar olsun istememiþtim. Bu sadece arkadaþlarýmla benim aramda kalsýn istemiþtim.”

Gediz Caddesi’nin Týp Fakültesi binalarýna doðru uzanan tarafýna ise -cadde tarafýndan orta yerinden ikiye ayrýlmýþ olan, solda bir duvarla, saðda ise üzerine kondurulan evlerle caddeden ayýrt edilen Ýtalyan Mezarlýðý’ndan dolayý kýsaca- ‘mezarlýk’ denirdi. “Duvarýn ardýnda ya da binalarýn ve yolun altýnda kalan mezarlarý göremesem de mezarlýðýn içinden gökyüzüne doðru uzanan servilerin korku veren görüntüleri ile mezarlýðýn yan tarafýnda kalan yeþil demir kapýnýn soðuk ve tuhaf ifadesinden dolayý, oradan geçerken damarlarýmýn tedirginlik ve korkuyla dolmasýna engel olamazdým.” Babasý ona ölülerden korkmasý için bir sebep olmadýðýný, bir kimsenin öldükten sonra bir baþkasýna hiçbir þey yapamayacaðýný söylemiþti, ve Aslan da bu konuþmanýn ardýndan uzun uzun ölümü düþünmüþ, günü sonunda da yastýðýna sarýlýp aðlamýþtý. Ayný gece gördüðü kabusta bir düzine çocuk onu sarý, hýþýrdayan ambalajlý, oyuncak hediyeli sakýzlarý için öldürmüþtü. Böylelikle Aslan ölümle de tanýþmýþ oluyordu.

“Yolun sonuna varýldýðýnda, mezarlýðýn yanýndan sola dönülürdü, asla deðiþmeyen güzergahýmýz gereði...” Burada iki caddenin birleþtiði noktada birkaç metrelik, çirkin ve iþlevsiz bir refüj ve refüjden yukarýya doðru uzanan iki caddeyi ayýran delta biçimindeki apartman bloklarý vardý. “Modern þehir yaþamýnýn alüvyonsuz birikintileri.” Bloklar batýya -refüjün bulunduðu noktaya- doðru biçimsizce incelerek gelirlerdi. Refüjün sol tarafýnda demir soðukluðunda, sevimsiz, yeþil mezarlýk kapýsý ve hemen yanýnda, köþede, daha soðuk ve daha sevimsiz görüntüsüyle bir trafo (“modern þehir yaþamýnýn enerji birikintileri”), refüjün saðýndaysa Aslan’ýn sürekli bisikletini tamire getirdiði bir tamirci dükkaný vardý. Dükkanýn önünden (mezarlýk korkusu yüzünden Aslan yolun bu tarafýndan geçmeyi severdi ve her seferinde annesi ile babasýný da bu taraftan geçirebilmek için türlü yollara baþvururdu) geçip ilk saðdan -deltanýn saðýndaki caddeye paralel uzanan- bir üçüncü caddeye çýkýlýrdý. Bu cadde ile deltanýn saðýnda kala caddenin buluþtuklarý alanda birkaç fýrýn, kýraathaneler, bir-iki birahane, bir müzik evi, ve kýrýlacak ev eþyalarý satan bir dükkan ile çevrili bulunan güzel, küçük bir çocuk parký vardý. Bu muhite de -çocuk parkýndan dolayý- Küçükpark deniliyordu. “Þimdilerde Ýzmir’i her gözümün önüne getirdiðimde bu þehir için parklarýn ne kadar önemli olduðunu düþünürüm; þehrin dört bir yanýna daðýlmýþ irili ufaklý birçok parkýn dýþýnda, Fuar da denilen, þehrin tam orta yerindeki Kültürpark, Kültürpark’ýn Basmane kapýsý tarafýndaki Lunapark, Bornova’daki Büyük Park ve elbette Küçükpark... Küçükpark.” Tüm þehir gibi Küçükpark da, Aslan’ýn Bornova Þehir Stadyumu’nda esrar içtiði yýla doðru gelinirken, onu ve bir çok benzerini büyülercesine, inanýlmaz bir deðiþim geçirmiþti; neredeyse birdenbire oluveren bu deðiþimin sonunda da muhit Ege Üniversitesi’nde okuyan öðrencilerin uðrak yeri, buluþma mekaný oluvermiþti. “Hýzla büyüyen bir ilçenin hýzla deðiþen aynasýydý Küçükpark. Ben ise bu büyüleyici deðiþim boyunca hep Ýzmir’in, Bornova’nýn uzaðýndaydým. Ama arkadaþlarýmý görmek bahanesiyle her fýrsatta Ýzmir’e gittim, bu güzel þehrin tadýný çýkarmaya çalýþtým, onlar gibi...”

Yýllar önce -1988’de- Küçükpark’a bakan köþelerden birinde yer alan kýrýlacak eþya dükkanýný iþleten Ragýp Bey’in kardeþi Reha Bey’in dükkanýnda, kýrýlacak eþya dükkaný ile pide salonunun arasýndaki müzik evinde, Aslan piyano dersi almýþtý. Reha Bey, ilk metot kitabýný bitirene dek -kitap Beethoven’in Für Elise’si ile bitiyordu- piyano yerine org ile çalýþmasý gerektiðini söylemiþti ve piyanodan zaten soðumuþ olan Aslan ilk kitabý bitirmek üzereyken -yani orga karþý duyduðu ilk hevesi çoktan yitirdiðinde- kurs öðretmeni ona, piyano çalmak istiyorsa öncelikle duruþunu düzeltmesi gerektiðini belirtmiþti. Bu moral bozucu açýklama þöyle sona ermiþti: ‘Piyano çalarken dik durmalýsýn, kamburunu çýkartmadan.’ Sonra Reha Bey yandaki pide salonundan gelen öðle yemeðini yemek üzere yan odaya geçmiþti. “Ýki odayý sürgülü ve boydan boya camlý bir kapý ayýrýrdý; kapý asla tümüyle kapalý olmaz, yarýya kadar sürgülenirdi.” Masasýna oturan ve kýymalý-yumurtalý pidesinden ilk lokmasýný aðzýna atan Reha Bey’e kaçamak bir bakýþ attýktan sonra duruþunu düzeltmiþ ve içeriden gelen direktifle beraber ‘Für Elise’yi çalmaya giriþmiþti. Ne var ki eli tuþlardan birine yanlýþlýkla tuþlardan birine çarpmýþtý. “Alným bir anda terle kaplanývermiþti.” O sýrada yemeðine devam etmekte olan Reha Bey kafasýný bir an için bile olsun tabaðýndan kaldýrmadan, içeriden ‘Mi’ diye seslenivermiþ. “Reha Bey’in sesleri nasýl tanýyabildiðine þaþýrmýþtým. Bir an bile duraksamadan ‘Mi.’ diye seslenivermiþti, ‘Mi ile baþlayacaksýn, do diyez ile deðil’ ” Aslan sonra özür dilemiþ, istemeden yaptýðý yanlýþlýðý açýklamýþ, ve bu sefer mi ile baþlayarak parçayý çalýþmaya baþlamýþtý. Yemeðini bitirip ellerini yýkadýktan sonra Aslan’ýn çalýþtýðý odaya geçen Reha Bey bir süre sessiz kalýp çalýþmayý dinledikten sonra tekrar ayný konuya, ‘piyano baþýnda oturuþ ve kollarýn pozisyonu’ konusuna dönüþ yapmýþtý. “Arkamda sessizce dikilip çalýþmamý dinlerken zaten diken üstündeydim ve o birden ayný konuya dönüþ yaptýðýnda boþ bulunup yerimden sýçramýþtým. Cümle aðzýndan bir solukta çýkmýþtý ve beni yýkmaya yeterliydi. ‘Piyano çalarken piyano çalarmýþ gibi durmak zorundasýn, böyle çiðköfte yoðurur gibi deðil.’ ” Aslan bir sonraki derse gitmemiþti, ve diðer derslere de. “Aradan geçen onca yýla raðmen, Ýzmir’e son gidiþlerimde bile, Küçükpark’a her uðrayýþýmda, Reha Bey’in müzik evinin ya da Ragýp Bey’in -bir zamanlar kýrýlacak ev eþyalarý satýþý yaptýðý ancak sonradan müzik stüdyosuna çevirdiði- dükkanýnýn yakýnlarýndan geçerken o utancý anýmsar ve sýkýlýrým. Bugün bile...”

“Küçükpark’tan yukarýya doðru gitmek için birbirinden farklý üç-dört yoldan gidilebilirdi. Ama bizim önceden belirlenmiþ rotamýzýn dýþýna çýkma þansýmýz yoktu. Bizim rotamýz fýrýnýn yanýndan yukarýya doðru gider, subay gazinosunun önünden geçerdi.” Gazinonun kapýsýnýn karþýsýnda, Mahfel duraðýna çýkmadan birkaç metre geride, -Aslan’ýn o zamanlar ‘isyankar abiler’ diye nitelediði kimi- Bornova’lý gençlere asker postalý, kamuflajlý pantolon, asker çantasý ve benzerlerini satan bir dükkan vardý. Dükkaný iþleten gri saçlý adam bir subay emeklisiydi. “Ve hala orayý her hatýrlayýþýmda ‘danýþýklý dövüþ’ ve ‘ticari çýkar’ tanýmlarýný düþünürüm istemeden.”

Sol tarafta kalan ‘Ýsyan Giyim’den birkaç adým sonra sola döndüðünüzde -Mahfel duraðýný da arkanýza alýrsanýz- gazinonun çaprazýnda, Topçu Tugayý’nýn bitiþiðinde, üçgen biçimindeki yan-bahçesinin ardýnda Aslan’ýn kayýtlý olduðu Yavuz Selim Ýlkokulu vardý. “Annem ve Babam büyük ihtimalle ‘Baþka bir okulda okusun ki her baþarýlý oluþunda biz suçlu durumuna düþmeyelim’ kaygýsýyla beni kendi çalýþtýklarý okullara deðil de o okula yollamýþlardý.”

Okulun ismi Aslan için uzunca bir süre bir sýr perdesi olarak kalmýþtý. “Ýlkokul çocuklarý kendi okullarýnýn adýnýn nereden geldiði konusunda en ufak bir fikre bile sahip olmazlar. Örneðin, Akçay’da yaþayýp Naim Süleymanoðlu Ýlköðretim Okulu’na giden çocuklarýn nerdeyse hiçbiri bilmez Naim Bey’in kim olduðunu.” Ayný þekilde Aslan’da uzun süre Yavuz Selim’in kim olduðunu bilmeden onun adýný taþýyan okula devam etti. Komþularýnýn çocuðunun kendisine anlatýp durduðu Hitler’in de kim ya da ne olduðunu bilmez, arkadaþýnýn anlattýðý hikayeleri dinlerdi sadece. “O yýllarda Yavuz Selim dendiðinde -okulumun adýný saymazsak- aklýma sadece okulun giriþinde, duvarda asýlý bulunan bir resim ve bu resimde gösterilen komik býyýklarý, kulaðýndaki küpeleriyle tuhaf görünüþlü amca gelirdi.” Okula baþladýktan -ve okuma yazmasýný iyice geliþtirdikten- kýsa bir süre sonra, bir Çarþamba sabahý -dersten izin alarak çýktýktan sonra, midesindeki o iðrenç bulantýyý unutmak için kendisini oyalayacak bir þeyler ararken- aklýna tuhaf amcanýn resminin altýndaki yazýyý okumak ve ‘küpeli’ adamýn esrarýný çözmek gelivermiþti. Ne var ki -týpký ‘Kavgam’ý okuduktan sonra hissettiði gibi- ‘küpeli’nin hikayesini de pek çekici bulmamýþtý. Ve esrar arkasýnda en ufak bir tat bile býrakmadan uçup gidivermiþti. “En azýndan bu adýn nereden geldiðini -rastlantýyla da olsa- öðrenmiþtim.”

Bu okulla ilgili Aslan’ýn kafasýný kurcalayan bir diðer esrarlý hikaye de okul bahçesinde top oynayan çocuklarýn dilden dile yaydýklarý bir söylentiymiþ. Aslýnda tam olarak okulla ilgili deðilmiþ, ama orada anlatýldýðýndan dolayý Aslan bu hikayenin esrarlý kýsmýný okulla baðdaþtýrmýþ. “Okulun yan tarafýndaki üçgen biçimli küçük bahçe askeriyeyle (o yaþlardaki çocuklar orduya ait tüm binalara kýsaca askeriye derler) bitiþikti ve orada genellikle erkek öðrenciler top oynarlardý; top tellerin diðer tarafýndaki çimenlere doðru gittiðinde çocuklar o tarafýn mayýnlý olduðunu ve topu almaya gidenin top ile beraber havaya uçacaðýný telaþlý fýsýldaþmalarla kulaktan kulaða yayarlardý.” Oysa Aslan midesi bulandýðý için izin aldýðý ve üçgen biçimindeki yan-bahçeye gezintiye çýktýðý günlerde (ki, nedense, çoðunlukla Çarþamba günleri olurmuþ bu) tellerin diðer tarafýnda, mayýnlý çimenlerin üzerinde oturan ve yanlarýndaki siyah poþetlerin içindeki þiþelerden büyük yudumlar alan, yeþil elbiseli, kýrmýzý yanaklý, þapkalarýný çýkartýp atmýþ ‘abi’leri çok görmüþtü. Hatta birkaç kez onlara sigara bile almýþtý, yine Çarþamba günleri elbette. Zaten top oynayan çocuklar da -toplarý yan tarafa kaçýrdýklarý ve telaþlý telaþlý mayýn söylentilerini yaydýklarý teneffüsün hemen ertesinde- toplarýný, sanki ‘mayýnlý arazi’ye kaçan top o deðilmiþçesine, okulun bahçesine geri dönmüþ bulur ve sevinirlermiþ. “Topun askeriyeye her kaçýþýnda, telaþla koþuþturan çocuklara çimenlerin mayýnsýz olduðunu söylemek için heveslenirdim. Ama nedense beni ciddiye almayacaklarýný düþünür ve vazgeçerdim.”

Sabah yürüyüþleri sýrasýnda Yavuz Selim Ýlkokulu’nun yakýnýndan her geçiþinde Aslan mayýnsýz çimenleri ya da ‘küpeli’nin esrarýný düþünürdü. “Çoðunlukla da çimenleri, mayýnlarý ve askeriyeyi...” Aslan mayýnlarý -ve ne iþe yaradýklarýný, neden yapýldýklarýný- düþünürken, annesi ve babasý da gazinonun karþý köþesinden sola dönüp okula doðru yönelirlerdi. “Sola dönüldüðünde okul saðda kalýrdý, solda ise Süvari Caddesine ve oradan da Mustafa Kemal Bulvarý’na kadar uzanan apartmanlar vardý, Bornova’nýn en güzel apartmanlarý. Orada dolaþýrken þehrin çirkin yüzünü görmezdiniz, daha çok sükunet hakimdi o sokakta. Düþünmeye bol bol fýrsat bulabilirdiniz, ben de öyle yapardým. Elimden geldiði kadar...” Aslan tam olarak mayýnlar konusundan silahlar ve askerlik konusuna geçmekteyken düþünceleri annesi ya da babasýnýn okul ile dersler üzerine sorduklarý saçma sapan, zamansýz ve de gereksiz bir -ya da birkaç- soruyla bölünürdü. “Bu soru ve devamýnda gelen ayný türden sorular yüzünden de düþündüklerimi tümüyle unutur, yolumuzun üzerindeki Büyükpark’ý, ve pamuk helvayý düþünmeye koyulurdum.” Okul ile dersler üzerine ýsrarla sorulan bu ve benzeri sorular sebebiyle Aslan bir daha asla silahlar ve askerlik üzerine -ve bunlarýn ne iþe yaradýklarý, neden varolduklarý üzerine- asla saðlýklý bir biçimde düþünememiþti.

Sorular bittiðinde -yani Aslan Büyükpark’ý ve pamuk helvayý düþünmeye baþladýðýnda- Yavuz Selim Ýlkokulu’nun yan tarafýndan ilk saða dönülerek, Adliye’nin arka tarafýnda kalan karakolun bulunduðu sokaktan geçilmiþ ve batý yönündeki kapýsýndan parka girilmiþ olurdu. “Büyükpark benzerlerinden, örneðin Adana’daki Atatürk Parký’ndan daha geniþ bir alana yayýlmýþtýr ve daha kapsamlýdýr.” Ancak Aslan için parkýn önemi bambaþkaydý. Onun için Büyükpark birçok yaþýtýyla ayný ortamý ve oyuncaklarý paylaþmak, ve bir de pamuk helva istemek anlamýna gelirdi. “Ýstemek diyorum çünkü ben ne kadar yýrtýnsam da annem, pis olduklarý gerekçesiyle pamuk helva ve benzeri sokak gýdalarýnýn satýlmasýna da alýnmasýna da kesinlikle karþýydý.” (Kader Haným’ýn kesinlikle karþý olduðu þeylerden bir diðeri de ‘at yarýþý’ ya da ‘ganyan’ adý verilen bahislermiþ. Aslan da ileriki yaþlarýnda, muhtemelen onunla içten içe inatlaþmak uðruna, gizlice bu bahislere katýlmaya baþlamýþ ve bir hayli de para kaybetmiþ. Yatýrdýðý paranýn tam 150 mislini kazanacaðý -ve bahislere katýlmayý býrakacaðý- o talihli ‘16 Haziran’a kadar da sürmüþ bu sevda.)

“Bornova’da yaþadýðýmýz süre boyunca bir kez olsun yiyememiþ olsam da, pamuk helvanýn tadýný zihnimde kesin olarak canlandýrabiliyordum. O kocaman pamuk kütlesinin aðzýn içinde nasýl eriyip gidiverdiðini tahmin edebiliyordum.” (Çocukluk yýllarý boyunca dýþ dünya ile baðlarý koparýldýkça, Aslan da, doðal olarak iç dünyasýný kuvvetlendirmiþ, güçlendirmiþti. Dýþ dünyadaki ulaþamadýðý nesnelerin birebir kopyalarýný kendi iç dünyasýnda canlandýrmýþ, böylelikle -bilinçsizce- ruh saðlýðýný korumaya çabalamýþtý; ne var ki sürekli oluþturmaya devam ettiði bu simülasyonlar sonunda onu kendilerine öylesine kuvvetli baðlarla baðlamýþlardý ki, günün birinde Aslan bu taklit dünyadan gerçekliðe geçmeye cesaret edemez olmuþ, yavaþ yavaþ içine kapanmýþtý. Kader Haným bunun tek sorumlusu deðildi elbette, ancak sorumluluðun büyük kýsmý onundu.) “Annem benim pamuk helvayý düþünmeme, hatta neredeyse onun tadýndan emin olmama asla engel olamazdý. Hiç kimse bir baþkasýnýn düþüncesini engelleyecek kadar güçlü deðildir sanýrým.” (Aslan sabah yürüyüþleri sýrasýnda Yavuz Selim Ýlkokulu’nun bulunduðu sokaktan geçerlerken, annesiyle babasýnýn onun askerlik ve silahlar hakkýnda düþünmesini -istemeden de olsa- baþarýyla engellediklerini göz ardý etmiþ gibi gözüküyordu. O bu konuda kendi hayallerini yýkmak istemese de üzerindeki kontrol bazen düþüncelerine kadar ulaþabiliyordu. Bahsi geçen kontrol sadece çocukluðuyla sýnýrlý deðildi; Atilla Dorsay örneðinde de görülebileceði üzere benzeri kontrol ve etkiler ileriki yaþlarýnda da onu biçimlendirmeye, yönetmeye devam edecekti.) “Parkta oynarken pamuk helva tezgahlarýnýn çevresini saran çocuk sürülerine bakarken, duyduðum üzüntünün yaný sýra büyük bir þaþkýnlýða da düþerdim ister istemez. Diðer çocuklarýn aileleri pamuk helvaya izin verirdi, ve bu bana çok tuhaf görünürdü. ‘Madem bu kötü bir þey nasýl oluyor da herkes pamuk helva yiyebiliyor?’ diye sorardým kendime.” (Kendileri karþý cinsle beraber yapýlabilecek ahlaksýzlýklara tümüyle açýk olan ancak bunu bir türlü yapamayan erkeklerin, ayný þeyleri bir kez olsun yapmýþ bulunan kýzlarý dahi en aðýr sýfatlarla nitelendirmeleri ile neredeyse ayný türden bir aþaðýlýk kompleksiydi bu. Konuþmalarýmýz boyunca Aslan kýzlar için bu tip sýfatlarý ya da benzeri imalarý hiç kullanmamýþtý ancak onun amatör tiyatrocularla ilgili fikirlerinin bir sebebi de yukarý da örneði verilen kompleks olmalýydý.)

Aslan’ýn Büyükpark sefasý -ve pamuk helva konulu gündüz düþleri- 10 dakikadan uzun sürmezdi. “Sadece 10 dakika. Sonra o sýkýcý yürüyüþe geri dönmek zorundaydým.” Parkýn doðu çýkýþýnda, merdivenleri çýkýnca saðda kalan, gösterimdeki filmlerin ilan edildiði panoya bakmak da bir aile geleneðiydi. Pano yazlýk bir sinema olan Hayat Sinemasý’nýndý. “Hayat Sinemasý parkýn çýkýþýnda, yolun karþý tarafýnda, saðda kalýrdý. Ama bizimkiler bizzat sinemaya gidip gösterime girecek tüm filmlerin afiþlerine bakmak yerine yolun diðer tarafýnda kalýp o iþe yaramaz panoya bakmakla yetinirlerdi. Zaten sadece afiþe bakardýk. Filme asla gitmezdik.” Sinemanýn giriþinde, giþenin de bulunduðu holde onlarca film afiþi bulunurdu. Bunlarýn bir kýsmý henüz gösterime girmemiþ, bir kýsmý yakýn zamanda gösterimden kalkmýþ filmlerin afiþleriydi. Geriye kalanlar ise yerli ve yabancý sinema klasikleriydi. Aslan da her çocuk gibi dergi, gazete ve televizyon reklamlarýný, ve benzeri renkli görüntüleri inanýlmaz bir tutkuyla severdi. Hayat Sinemasý’nýn afiþleri de bundan nasibin alýrdý; o afiþler arasýnda en sevdikleri ise Süpermen ve -kaçamak bakýþlarla, utanarak baktýðý- Emanuelle afiþleriydi. “Televizyonda bir öpüþme sahnesi çýktýðýnda da ayný þekilde utanýr, ekrana bakamazdým. Sanki ortada olmamasý gereken bir þeyler oluyormuþ ve bunun sorumlusu da benmiþim gibi. O zamanlar zaplama þansýmýz da yoktu ne yazýk ki.”

Sinemanýn tek afiþlik reklam panosu ve Bornova Belediyesi’nin binasý geçildikten sonra, soldan devam edilerek Dokuz Eylül Ýlkokulu’na doðru yürünürdü. Aslan yürüyüþün bu kýsmýný çok renksiz bulur ve hiç sevmezdi. “Binalar ve çevre çok güzeldi, fakat yürüyüþün bu son kýsmýný nedense hiçbir zaman sevemedim.” Güzel binalardan bir tanesi Dokuz Eylül Ýlkokulu ile belediye binasýnýn arasýnda kalýyordu. Geniþ fakat kýsa bir bahçenin tam ortasýnda yer alan bu üç katlý köþkün, iki tarafýnda içe doðru dönerek yükselen, beyaz ve geniþ merdivenleri vardý. “Çok sevdiðim bir Ýngiliz müzik grubu var; The Smiths. Grubun ilk albümünün açýlýþ þarkýsýnda ‘patio’ diye bir sözcük geçer. Sözlükte sözcüðün anlamýna baktýðýmda ‘patio’nun yanýndaki açýklama resminde hayalimin evini görmüþtüm: Bu pembe köþkün aynýsý. Patio Ýspanyol tarzý avlu anlamýna geliyor. Buradan yola çýkarak Fevzi Çakmak Bulvarý’ndaki 34 kapý numaralý bu köþkün de Ýspanyol mimarisine ait olduðu sonucuna varmýþtým.” (Aslan vardýðý bu sonuçtan emin deðildi elbette, ancak -aksi ispatlanana dek- onun için doðru buydu.)

Güzel binalardan bir diðeri ise Ýlkokul’un karþý köþesindeki yeþil, metal panjurlu, iki katlý yapýydý. Pembe köþk kadar gösteriþli olmasa da yapýnýn kendine özgü görüntüsü ve vakur duruþu onu insanýn gözünde bir hayli çekici kýlýyordu. “Binanýn ön cephesine her bakýþýmda uzun ve nemli kirpikleriyle, yaþlý ve terkedilmiþ bir adamýn hüzünlü yüzüne bakýyormuþ gibi hissederdim. Þimdiye dek gördüðüm tüm yapýlar arasýnda cephesiyle ve duruþuyla insaný andýran tek bina budur.” (Aslan yapýyý tasvir ederken kendi muhtemel geleceðini -yüreði burkularak- öngörüyormuþçasýna duygulanmýþtý. Sanki bu haliyle dýþ dünyanýn gerçeklerinden -ve kurallarýndan- tamamýyla kopmamýþ olduðunu, kendisiyle ilgili kimi aksaklýklarý görebildiðini ancak engelleyemediðini gösteriyordu.)

Okulu ve -uzun kirpikleri nemlenmiþ, yaþlý ve terkedilmiþ bir adamý andýran- o hüzünlü binayý geçtikten sonra solda Bornova Halk Kütüphanesi’ne çýkan sokak, saðda da otobüs duraklarýnýn yer aldýðý sokak önünüze çýkardý. Daha ileride, sað kolda ise meydan ve Hükümet Konaðý vardý; sabah yürüyüþlerinin noktalandýðý alan. Sol tarafta, kütüphaneye çýkan sokaðýn giriþinde, köþede minibüs duraklarý vardý. Bu köþede mavi minibüsler ve insanlar sýraya girer, birbirlerini beklerlerdi. Saðdaki sokakta ise otobüsler ve insanlar karþý köþede bekleþen minibüsler ve insanlarý taklit ederlerdi. “Ýþe gidenler-iþten dönenler, okula gidenler-okuldan dönenler, gezmeye gidenler-gezmeden dönenler, boþ gezenler...”

Ayný yoldan dönüldüðünde Aslan’ýn içini sýkýntý basardý; deðiþik yerleri görme þansýna pek sahip deðildi ve bu yürüyüþlerde deðiþik yerleri görme isteði onu sarýyordu. Fakat yeni yerler görmek þöyle dursun, çoðu zaman robot gibi ayný yollardan, ayný adýmlarla ve ayný ritimle geri dönülürdü. “Fareler gibiydik, yeni yollar keþfedemez, önceden hafýzamýza kazýdýðýmýz rotayý asla terk etmezdik.” Nadiren de olsa ayný yoldan dönülmediði zamanlarda ise kullandýklarý iki alternatif yol vardý. Birincisi minibüs duraðýndan yukarýya, meydana doðru çýkýldýðýnda solunuzda kalan Mustafa Kemal Bulvarý’ydý; ikincisi ise Dokuz Eylül Ýlkokulu ile yeþil panjurlu köþkün arasýnda kalan sokaktan aþaðýya, batýya doðru inen Süvari Caddesi’ydi.

Mustafa Kemal Bulvarý -kendine özgü birkaç güzelliði bulunsa da- tahmin edilebileceði üzere sýradan bir bulvar, diðer bir deyiþle bir þehir klasiðiydi. “Meydandan Migros’u ve Bornova Stadyumu’nu buluþturan dört yola kadar durmaksýzýn akan bir trafik, solda yoðunlaþan binalar, ýþýltýlý vitrinler, gürültü... Ve bu keþmekeþin ortasýnda, yolun sað tarafýnda, yalnýz baþýna dikilen Peterson Köþkü.” Aslan bu yapýyý ilk gördüðü günden beri ona tapýyordu. “Orada, o kocaman köþkün içinde, tek baþýma yaþamayý asla göze alamazdým. Ama yanýndan her geçiþimde de kendimi ona bakmaktan alamazdým. Müthiþ bir görüntüsü vardý, müthiþ ve heybetli.” Aslan köþkün hikayesi hakkýnda bildiklerinden pek emin deðildi, (yalan hikayeler anlatmayý oldukça seven bir arkadaþýndan duymuþtu köþkün hikayesini, emin olamamasý da bu yüzdendi) ancak duyduðu kadarýyla köþk Bornova’da yaþayan zengin ve yabancý uyruklu bir vatandaþa aitmiþ. 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda inþa edilmeye baþlanan yapýnýn kýrka yakýn odasý varmýþ. “Buraya kadar köþke dair duyduklarým gerçekçiydi; hikayenin komik kýsmý ise bundan sonrasýydý. Sözüm ona köþkün sahibi I. Dünya Savaþý sýrasýnda, öldürülmekten çok korktuðu için, köþkün altýna bir sýðýnak ve gerekli olduðunda kullanabileceði bir de tünel kazdýrmýþ; tünel evin hemen altýnda yer alan sýðýnaktan Kemalpaþa’ya kadar uzanýyormuþ. Yani kilometrelerce...” Altýnda dünyanýn en uzun tünellerinden biri olsa da olmasa da, Aslan bu köþkün inanýlmaz bir güzelliði olduðunu söylüyor. Buradan bahsettiðinde annesinin ya da dünyanýn kendisine çektirdiði tüm acýlarý unutup bir an için bozulmaya baþlamadan önceki haline, en saf, en çocuk günlerine dönüveriyordu.

Konuþmamýz boyunca Aslan’ýn bu saf ve çocuksu hali yalnýzca bir kez daha görünmüþtü; pamuk helvadan bahsettiðinde birkaç saniyeliðine de olsa bu saf görüntü üzerinde belirmiþ, fakat annesinin pamuk helva yasaðýný anarken tekrar yok oluvermiþti. Çocukluðunun en güzel anýlarýný kendi evinin dýþýnda bulan bir insan için bu tür nostaljik anlatýlar önemlidir elbette, Aslan için de Bornova’nýn caddeleri -o sýkýcý sabah yürüyüþlerini anýmsattýklarýnda bile- önemliydi.



***


Çocukluðu ile ilgili konuþtuðumuzda Bornova’nýn bu denli ayrýntýlý bir tasvirini yapmasý Aslan’ý inanýlmaz derecede rahatlatmýþtý; konuþma durmaksýzýn ilerliyor, dallanýp budaklansa da ayný tempo ve coþkuyla devam ediyordu. Normalde konuþmayý hiç sevmeyen, onun yerine suskun suskun oturup televizyon izlemeyi tercih eden birisinin böyle uzun uzun konuþabileceði konularýn sayýsý pek azdýr: Mutlu anlar, keyif alýnarak yapýlan þeyler, vs. Bunlar -özetle- konuþan insanýn kiþisel konularýdýr, yani kendilerini konuþmaya en yetkili gördükleri konular. Aslan da kendisini -kiþisel konularý hariç- hemen hemen hiçbir þeyi konuþmaya yetkili göremiyor olmalýydý. Muhtemelen annesinin baskýlarýndan kaynaklanan bu özgüven eksikliði onu suskun bir insan yapmýþ ve o da konuþmak yerine uzun uzun televizyon ekranýna bakmayý tercih etmiþti. Ta ki birisi gelip de ondan en sevdiði þeyleri anlatmasýný rica edene dek; iþte gün bugündü. Gün konuþma günüydü. Konuþma boyunca kumandaya bir kez bile dokunmamýþ olmasý onun bu sohbetten ne denli keyif aldýðýnýn en güçlü kanýtýydý zaten.

Önce karaladýðý (‘yazmak’ diyemiyor, bunun yerine ‘karalamak’ demeyi tercih ediyordu çünkü bu yapýlan iþi çok ciddi göstermiyor böylelikle Aslan herhangi bir konuda sivrilmemiþ, göze batmamýþ oluyordu) ufak tefek þeylerden bahsetti. Günlük gibi düzenli bir biçimde ve fakat birbirinden kopuk þeyler hakkýnda yazýyordu. Yazdýklarý edebi bir dil ile kaðýda dökülmüþlerdi ve ortak noktalarý ‘paranoyaklýk ve þehir’di. Baþkalarýyla konuþmadan, fikir paylaþýmýnda bulunmadan hayatý çözümlemeye çalýþýyor ve elde ettiklerini kaðýda döküp biriktiriyordu. Bunun ardýndan biraz daha genel þeylerden ve kendisinin bunlara iliþkin kiþisel çözümlemelerinden bahsedildi. Atilla Dorsay örneði bunlarýn en göze batanýydý.

Ardýndan konu görmeye devam ettiði psikolojik tedaviye ve kullandýðý haplara geldi; bunlar konusunda da Aslan’ýn bir takým kendisine özgü ve tuhaf genellemesi vardý. Örneðin ‘anti-depresan’ demek yerine ‘kafa hapý’ demeyi tercih ediyordu. Bu tip haplarýn tümünün iþe yaramaz olduklarýný, ilaç þirketlerinin bunlarý -tedaviye asla faydalarýnýn dokunmayacaðýný bile bile- sadece ticari çýkar için piyasaya sürdüklerine inanýyordu. Önceleri bu haplarýn kendi tedavisine yardýmcý olabileceklerine bir parça da olsa inanmýþtý. Ancak zamanla bütün inancý silinip gitmiþ, yerini baðnazca bir reddediþe býrakmýþtý. Bunun ardýnda da büyük olasýlýkla dünyaya karþý hissettiði güvensizlik vardý.

Güvensizliðinin sebepleri konuþma ilerledikçe yavaþ yavaþ ortaya dökülmeye baþladý. Kýz arkadaþý ile yaþadýklarý güvensizliðinin sebeplerinden biriydi. Kendi kanýsýna göre insanlar onu üzmek için elbirliði etmiþlerdi ve sistemli olarak onun yýkýmýný hazýrlýyorlardý. Örneðin kýz arkadaþýnýn tiyatro grubunun yönetmeniyle sadece onu kýzdýrmak için çýktýðýna emindi. Bunu bir türlü içine sindirememiþti; bu kadar güvendiði, hayatýný paylaþmayý düþündüðü bir insanýn böyle bir davranýþta bulunmasýný anlayamýyordu. Yine de içten içe eski sevgilisine haksýzlýk ettiðinin farkýndaydý Aslan, fakat bunu kendisine itiraf etmekte zorlandýðý da su götürmez bir gerçekti. Bir taraftan insanlarýn kendi yollarýný seçme özgürlüðüne ihtiyaç duyuyorken bir taraftan da sevgilisinin özgürlüðüne sýnýr koymaya çalýþýyor, kendi deðerlerinin yarattýðý çeliþkinin orta yerinde kendisine olan güvenini de yitiriyordu. Ne var ki -kendisinin de açýkça itiraf ettiði üzere- onun tüm öz-güvenini yitirmesinin asýl sebebi Kader Haným’dý.

Kader Haným tüm iyi niyetine, oðluna beslediði tüm sevgiye karþýn hayatý kesin kurallarýn güdümünde olan bir insan olarak benzeri kurallarýn Aslan’ýn hayatýný da biçimlendirmesini beklemiþti ömrü boyunca. Aslan’a -belki de farkýnda bile olmadan- verdiði tüm rahatsýzlýklarýn sebebi bu kuralcýlýktý; Aslan Bornova’da geçirdiði yýllarýn, günlük programlarýn, çocukluðunun içten içten köreltiliþinin tüm ayrýntýlarýný inanýlmaz bir netlikle hatýrlýyordu. Hatta ev içinde uyulmasý gereken günlük programýn bir kopyasýný bile hala saklýyordu; kendi kelimeleriyle bu program ‘cendereye sokulmuþ bir çocukluðun ayakta kalmýþ tek kanýtý’ idi. Bu program ve Bornova yýllarý onun için mutluluk ile acýnýn, rahatlýk ile rahatsýzlýðýn iç içe geçmesi demekti. Rahatlýk programýn uygulanamadýðý hafta içi gülerindeydi, rahatsýzlýk ise hafta sonlarýndaydý; acý 217 sokaktaki evdeydi, mutluluk ise Bornova’nýn sokaklarýndaydý. O sokaklarda mutluluðu, öðrenmenin coþkusunu, paylaþmayý öðrenmiþti Aslan. Elbette bunlar evde yasak olan þeylerdi ve duyulmasý halinde Aslan’ýn ceza almasý iþten bile deðildi. O günlerin tarifi de -kendisi için ifade ettiklerinin böyle dolu olmasýndan dolayý- doðal olarak bir hayli uzun sürmüþtü. (Henüz hepsinin aktarýlmadýðý da hesaba katýlýrsa bu yoðunluk daha net anlaþýlacaktýr.)

Bornova’yý anlatmaya baþlamadan önce Aslan evin kurallarýný anlatýyordu, ne var ki konu konuyu açtý ve bahsedilen kurallar konuþmayý bu yöne çektiler. Her tatil günü sýkýcý bir sabah yürüyüþüyle baþlýyordu. Geceyi uyumakla harcamak istemediðinden sabahýn köründe zorlukla kalkýyor, bir saat boyunca annesi ve babasýyla çýktýklarý sýkýntýlý yolculuða katlanmak zorunda kalýyordu. Aslýnda Aslan, gezdikleri bu yollarý, sokaklarý, parklarý, aðaçlarý, ve diðerlerini, hafta içi kendi baþýna çýktýðý gizli gezintilerinden dolayý az da olsa biliyordu. Örneðin okuldan çýktýktan sonra asla annesi ve babasýyla geçtikleri yoldan geçmez, her seferinde yeni yollardan geçerek yeni yerler görmeye, öðrenmeye çalýþýrdý. Mide bulantýlarý nedeniyle izin alýp okuldan erken ayrýldýðý günlerde -bilindiði üzere Çarþamba günleri- Peterson Köþkü’nün bahçesine gidip aðaçlarýn arasýnda oturmayý çok severdi. Bazen de anne ve babasýyla gezerken pek sýk göremediði Pembe Köþk’ü görmeye giderdi. Ya da Rektörlük Binasý’na kadar gider, çok geç kalmadan eve dönerdi. Her zaman baþka yoldan eve dönmek onun için çocukluk eðlencelerinin en güzeliydi; bir gün çiçeklerin ardýna gizlenmiþ bahçesiyle güzel bir ev, bir baþka gün daha önceden fark etmediði bir park ya da bir oyuncakçý bulmak onu önceden insan ayaðý basmamýþ bir cennet parçasýný keþfetmiþ gibi keyiflendiriyordu. Ancak her keþif, keþfettiði yeri bir daha ki görüþüne dek, kaþife sýkýntý dolu bir sabýrsýzlýk hissi verirdi.

Yeni yerler, yeni keyifler ve heyecanlar... Ancak hepsinin sonunda eve dönmek vardý. 217. sokaða dönmek -her gün bambaþka yollardan olsa da- onun çocuk yüreðine nasýl büyük bir burukluk veriyor olmalýydý ki Aslan Bornova sokaklarýndaki sabah gezintilerinin gidiþ kýsmýný anlatýrken gösterdiði coþkuyu dönüþ kýsmýný anlatýrken sergileyemiyordu. Bu yüzden dönüþün ayrýntýlarýný verirken ailecek pek tercih etmedikleri yollarý daha büyük bir keyifle anlatýyordu. Þimdi kaldýðýmýz yerden -yani sabah yürüyüþlerinin dönüþünde kullanýlabilecek alternatif yollarý anlattýðý bölümden- Aslan’ýn uzun hikayesine geri dönelim.



***


Peterson Köþkü geçilip Mustafa Kemal Bulvarý batýya doðru takip edildiðinde, çevrede Aslan’ýn ilgisini çeken pek bir þey kalmazdý; onun gönlü Süvari Caddesi’ndeydi. Cadde, meydanýn alt kýsmýnda Fevzi Çakmak Bulvarý’yla kesiþtiði yerden, Dokuz Eylül Ýlkokulu’nun yanýndan baþlayýp Mustafa Kemal Bulvarý’na paralel yönde Ýtalyan Mezarlýðý’na kadar uzanýyordu. “Bornova’nýn gerçek anlamda en güzel evleri, bahçeler, güzel dükkanlar, hepsi buradaydý. Belki de bir çocuk olarak beni çeken bir þeyler vardý Süvari Caddesi’nde, çünkü, nedenini gerçekten bilemiyorum ama, artýk oradan geçmek bana eskiden verdiði zevki vermiyor.” Bir ihtimal Aslan çocukluðunda bu caddenin sabah yürüyüþlerinde ailenin olaðan rotasýna alternatif oluþunu ve Mustafa Kemal Bulvar’ý kadar trafikle iç içe olmayýþýný sevmiþti. Dokuz Eylül Ýlkokulu ile yeþil panjurlu köþkün arasýndaki alanda, yani Süvari Caddesi’nin üst giriþinde ‘Sanat Sokaðý’ vardý. Caddenin yaklaþýk elli metre kadar uzanan ve trafiðe kapalý olan bu üst bölümünde yan yana sýralanmýþ tezgahlarda hediyelik eþya, kitap, ucuz takýlar, kullanýlmýþ giysiler ve gümüþ satýlýrdý. Sanat Sokaðý’nýn onu saran bir havasý vardý ve Aslan her Ýzmir’e gidiþinde oraya da uðramayý adet haline getirmiþti. “Belki çevredeki binalardan baþka bir þeye dikkat etmeyiþimden belki de hafýzamýn bana oynadýðý bir oyundan dolayý bu tezgahlarýn ne zaman faaliyete geçtiðinden emin olamýyorum. Ben oradayken mi baþlamýþtý bu deðiþim, yoksa Ýzmir’den taþýnmamýzdan sonra mý bilemiyorum. Küçücük bir çocukken oralardan geçtiðimi ve bundan çok zevk aldýðýmý biliyorum, yine de tezgahlarýn ne zaman oraya geldiklerini çýkartamýyorum.”

Çok sevdiði bu mekanlarýn kimi ince ayrýntýlarýný, ya da bu ayrýntýlarýn tarihlerini hatýrlayamamak Aslan’ý inanýlmaz derecede rahatsýz ediyordu. “Gerekli olduðunda bir þeyi bulamamak, size ait bir þeyi nereye koyduðunuzu hatýrlayamamak, ya da sizi tanýyan ve sizinle karþýlaþtýðý her yerde konuþan birisinin ismini bir türlü çýkartamamak gibi... Böyle durumlarda insan kendisini tamamen bir aptal gibi görür ve o suçluluk hissi herhalde rahatsýzlýklarýn en büyüðüdür. Unutkanlýk korkunç bir þey...” (Unutkanlýk konusunda Aslan’ýn sinirlerini bozan unutkanlýðýn asýl sebebiydi muhtemelen, kendisine bile itiraf edemediði ve fakat açýkça hissettiði o asýl sebep: Haplar. Belki de bu yüzden bir zamanlar yardýmlarýný güvenle beklediði haplarý artýk düþman gibi görüyordu. Ama unutkanlýk konusunda haplarý suçlayamýyordu, çünkü tedavisi hala devam ediyordu ve uzunca bir süre de edecekti. Unutkanlýðýnýn bir sebebi de hissettiði rahatsýzlýktý; kendisini yaþadýðýmýz dünyaya ait hissedemeyiþi, güvensizliði, çekingenliði ve benzerleri onun zihnini fazlasýyla meþgul ediyor, böylece zihnini dolduran þeyler dýþýnda hemen hiçbir þeye odaklanamýyor, hiçbir þey üzerinde saðlýklý düþünme imkaný bulamýyordu. “Annemle aramdaki iliþkiyi düþündüðüm kadar maddelerin yapýlarý üzerine düþünseydim eðer atom mühendisi bile olabilirdim.” diyordu þakayla karýþýk. “Ýsteseydim atom mühendisi bile olabilirdim.” Atom mühendisi olsaydý eðer kim bilir Kader Haným buna nasýl bir tepki gösterirdi?)

Aslan Ýzmir’e son gidiþinde Sanat Sokaðý’ndaki metal -ve rahatsýz- banklarda arkadaþlarýyla otururken kafasýný saðýnda oturan arkadaþýna çevirdiðinde yeþil panjurlu, yaþlý evin kendisine baktýðýný, bir an için göz göze geldiklerini sanmýþtý. “Bu evin görüntüsünde yüreðimi burkan bir þeyler vardý ama ayný zamanda kanýmý da kaynatýyordu, sanki bir parçammýþ gibi. Tüm güzel binalar, köþkler, bahçeler bir yana bu yaþlý evde bana çok yakýn gelen bir þeyler vardý. Hala da öyledir. Bunun ne olduðunu tarif edemeyeceðim, ama orasý benim için hep özel bir yer olmuþtur.” Okul günleri zaman bulduðunda, org kursuna gittiði günlerde, ve yýllar sonra Bornova’da okuyan arkadaþlarýný görmeye gittiði günlerde bile, tek baþýna ya da arkadaþlarýyla olsun o evi görmeye gitmek için hep bir sebebi olmuþtu. En sýk kullandýðý bahane ise evin hemen önünde, Sanat Sokaðý’nýn giriþinde saðda kalan büfeden bir Leman almaktý. Evin karþýsýndaki banklardan bir tanesine oturur, akasya aðacýnýn gölgesinde dergisini okurdu. Bu bahanenin gerçekliði bir parça þüphe uyandýran cinsindendi, çünkü dergi onun için pek önemli deðildi, birkaç sayfasýný ya okur ya okumaz, sonra dergiyi arkadaþlarýna götürmek üzere katlar ve asýl iþini yapmaya, yani evi izlemeye koyulurdu. Bu ev yüzünden onu Sanat Sokaðý’na götüren Süvari Caddesi’ni ve cadde üzerindeki her þeyi çocukça bir tutkuyla, açýklamasý zor bir mantýkla sevmiþti.

Yeþil panjurlu ev ile Dokuz Eylül Ýlkokulu’nun arasýndan girilip Sanat Sokaðý aþaðýya -batý yönüne- doðru takip edildikten sonra, sokaðýn bitiminde baþlardý Süvari Caddesi. Sokaðýn bitiminde, saðda caddeyi Mustafa Kemal Bulvarý’na baðlayan sokak ile Sanat Sokaðý’nýn oluþturduklarý köþede Nikah Dairesi, solda ise PTT vardý. “Yan bahçesi Büyükpark’a bakan PTT’nin önü gençlerin buluþma mekanýydý, güzel kýzlar telefon kulübelerinden sevgililerini arar ve burada onlarýn gelmelerini beklerlerdi. Sonra da parka girip banklardan birinde baþ baþa otururlardý. Onlarýn bu mutluluklarýný görmek çok hoþuma giderdi. Çarþý iznindeki askerler, liseliler, üniversiteliler doldururdu Büyükpark’ý ve bu kalabalýðý görmek beni mutlu ederdi.” Çoðunlukla buraya yalnýz gelen Aslan erkenden evine dönme mecburiyetinden dolayý park insanlarýný geride býrakýr ve yürümeye devam ederdi.

“Bahçeli evler, cafeler, saðdaki cami... Aþaðýya doðru ilerledikçe solda Küçükpark havasý kendisini hissettirmeye baþlardý.” Süvari Caddesi’nin sonlarýna doðru sol tarafta kalan pastanenin yanýndan Küçükpark’a çýkan bir sokak vardý. Aslan org kursuna geldiði günlerde, aç ise bu yönden gelip köþedeki pastaneden bir pastiç yerdi. “O zamanlarda pastiç benim için çok yeni bir þeydi, çok ilgimi çekerdi. Eh, sonuçta sokakta satýlan bir gýda olmadýðý için de annem tarafýndan yasaklanmamýþtý. Aç olduðumda bu pastanede sýcak çay içip pastiç yemek benim için büyük mutluluktu. Pastanenin düzenli bir müþterisiydim. Þimdi, bu halimle gitsem, belki benim, elinde kocaman bir kýlýfýn içindeki orguyla her hafta pastaneye gelen, pastiç ile çay ýsmarlayan o küçük çocuk olduðumu hatýrlayamazlar, ama o zaman tanýnýrdým. Düþünsene, küçücük bir çocuk ve kocaman bir org... Zavallý Aslan.”

Pastaneyi geçtikten sonra biraz ileride, sað tarafta, Aslan’ýn film kiraladýðý video kulübü vardý. Videonun salgýn olduðu yýllarda Aslan buradan birçok film kiralamýþtý. “Film izlemem yasak deðildi, sadece belirlenen saatlerde izlemek zorundaydým. Belirlenen saatler dýþýnda, yani annem ve babam iþteyken de kendime film izleyecek zaman yaratabiliyordum. Sürekli yeni film kiralayacak para bulmam pek mümkün olmadýðý için çoðunlukla evde bulunan birkaç filmi tekrar tekrar izlerdim. En çok izlediðim film de Harrison Ford’un oynadýðý ‘Indiana Jones’tu.” Kiralayabildiði zamanlarda ise komedi filmlerini tercih ederdi. Bunlarýn baþýnda ‘Polis Akademisi’ serisi, ve yerli komediler gelirdi. “Metin Akpýnar’a tapardým. O benim idolümdü.”

Nispeten mutlu olduðu yýllarda kendisini belli eden bu komedi filmi düþkünlüðü ileriki yýllarda baþka film türlerine duyulan düþkünlüklere býrakacaktý ne yazýk ki: “Artýk komedi izlemeye pek dayanabildiðimi söyleyemeyeceðim. Metin Akpýnar’ý hala severim ama onun filmi ile ayný saatte baþka bir kanalda bir macera filmi yayýnlanýyorsa macera filmini tercih ederim. Sanki Metin Akpýnar beni güldüremeyecekmiþ gibi... Bilemiyorum.” (Görünen o ki artýk Aslan’ýn gülmeye inancý kalmamýþ, belki de insanlarla iliþkisini kesmesinin sebebi budur. Eskisi gibi gülemeyeceðine kendisini inandýrdýðý için bu beklentiyi üzerinden atmýþ, kendisini -ve doðal olarak da hayatý- böyle kabullenmiþti. Kendisini bu durumdan kurtaracak tek kiþiymiþçesine bahsettiði Metin Akpýnar’a bile güvenemiyordu, çünkü bundan böyle herhangi bir tedaviye yanýt veremeyeceðini düþünüyordu.)

Video kulübünü geçip ilerleyince, sað tarafta Ýtalyan Mezarlýðýnýn duvarlarý görünür, solda ise iki caddeyi ayýran delta bloklarýnýn sonunda karþýnýza biçimsiz ve iþlevsiz refüj çýkardý. Sabah yürüyüþünün dönüþünde ayný yoldan dönmekte ýsrar eden anne ve babasýnýn yanýndan zihnen ayrýlmýþ olan Aslan iþte tam da bu iþlevsiz refüje gelindiðinde hem onlarla hem de yalnýz býraktýðý bedeniyle tekrar buluþurdu.

Refüjdeki buluþmadan yaklaþýk 10 dakika kadar sonra sýkýntýlý sabah yürüyüþü sonlanýr ve Aslan’ý yeni sýkýntýlarýn kucaðýna býrakýrdý. Kader Haným’ýn Aslan’ý itinayla gözetlediði tatil günleri yürüyüþ ile baþlayýp gazete okuma saati ile devam ederdi. Kader Haným Cumhuriyet okumayý tercih ederdi, eþi ise -yaþýtý olan tüm erkekler gibi- Milliyet. Aslan doðal olarak bu iki gazeteyi de tercih etmeyecekti. Ancak onun da bir gazete okumasý zorunluydu. Önceleri Cumhuriyet ile Milliyet’in eklerini okumayý deneyen Aslan buna ancak kýsa bir süre dayanabildi. Zaten çoðunlukla resimlere bakar, özellikle de Haslet Soyöz’ün köþesinden keyif alýrdý; ama hepsi buydu, “Topu topu 5-10 dakika...” Ýki gazeteden de sýkýldýktan sonrabir gün annesine, ani bir kararla, Sabah okumak istediðini söyledi. Artýk Aslan’a özel olarak bu gazete alýnýyordu. “Okuyacaðýmdan deðil elbette, sadece o zamanlar yeni bir gazeteydi, çok renkli ve resimli... O zamanlar bu tip resimler beni MGK’nýn yaptýðý açýklamalardan daha çok ilgilendiriyordu, hiç olmazsa bu resimlerde çirkin ifadeli çirkin suratlar yerine sevimli ifadeli güzel suratlar vardý. Reklamlarda ve çizgi filmlerde olduðu gibi... Gerçek olamayacak kadar güzel ve çekici hayatlar...” Gazete saatinde Aslan’ýn gazete harici herhangi bir þeyle ilgilenmesi, özellikle de çizgi film izlemesi kesinlikle yasaktý. Propagandaya açýk bir zemin olsa da çizgi filmlerin çocuklarýn zihinsel geliþimi üzerinde faydasý olduðu bilinmektedir, ancak herkes tarafýndan deðil. “Annem benim çizgi film izlerken ne kadar mutlu olduðumu ýsrarla görmezden geliyordu, çizgi film izleyenlerin aptal olduklarýný ve ömür boyu öyle kaldýklarýný söylüyordu hep. Ben de çizgi film izlemedim ve sonunda baþarýlý bir atom mühendisi oldum!”

Yine de gazete saatleri Aslan için programýn devamýndaki dilimden daha keyifliydi. Saat 10’da baþlayan çalýþma saatlerinin ilk dilimi, kaný kaynayan, hayatý öðrenmeye can atan çocuðu tam üç saat boyunca bir sandalyeye baðlýyor ve önündeki kitaba bakmaya zorluyordu. Bunun da ortak çözümünü bulmuþlardý annesiyle beraber; oturduðu masaya bir teyp koyuyor ve istediði kaseti -kulaklýkla- dinleyebiliyordu, kafasýný kitaptan kaldýrmamak koþuluyla elbette. Küçük çocuk onun için seçilen kitaplar arasýndan bir seçim yapmakta da özgürdü; bu kitaplarý þöyle listelemek mümkündü:


Jules Verne - Neredeyse tüm kitaplarý

Daniel Defoe - Robinson Crusoe

Charles Dickens - David Coperfield, Büyük Umutlar

Mark Twain - Tom Sawyer

Alexander Dumas - Monte Kristo Kontu

Vasconcelos - Þeker Portakalý

Edmondo de Amicis - Çocuk Kalbi

Jack London - Beyaz Diþ

Gülten Dayýoðlu - Yeþil Kiraz

Prometheus Destaný - (Çocuklar için kýsaltýlmýþ versiyon)

William Shakespeare - Venedik Taciri

Ömer Seyfettin - Gizli Mabet, Pembe Ýncili Kaftan

Reþat Nuri Güntekin – Çalýkuþu, Bir Kadýn Düþmaný


Bu liste okumasýna izin verilen kitaplarýn içerisinden Aslan’ýn aklýnda kalanlardý ve -tüm kitaplarý hatýrlamasý durumunda- bir hayli uzatýlabilirdi. Aslan bu kitaplar içerisinden özellikle bir tanesini çok çarpýcý bulmuþ ve hala unutamamýþtý. “‘Bir Kadýn Düþmaný’ okumama izin verilen kitaplarýn arasýna muhtemelen yanlýþlýkla karýþmýþ olmalýydý. Kitabýn iç kapaðýna babam el yazýsýyla bir not almýþ ve kitabýn alýnýþ tarihini yazmýþtý. Kapaða alýnan not hala, kelimesi kelimesine aklýmdadýr: ‘Frankenstein’ýn ve ‘Notre Damme’ýn Kamburu’nun bir nevi Türkçe’ye uyarlanmasý... Arka kapaktaki tanýtým yazýsý ile kitabýn arasýnda bir parça bile alaka yok...’ Bu not yüzünden bu kitabýn yeri benim gözümde hep apayrý olmuþtu. Küçük bir çocuktum ama kitabýn anlatmaya çalýþtýklarýný açýkça hissedebilmiþtim. Ayrýca yýllardýr þu ihtimal beni hep güldürmüþtür: Belki de babam annemden gizlice kitabý benim kitaplarýmýn arasýna koymuþ ve kendisini anlamamý beklemiþti. Ne yazýk ki -o fark edemese de- benim de kendime göre beklentilerim vardý.”

Diðer kitaplar içinde Aslan’ýn çocukluðuna gerçekten damgasýný vurmuþ olan kitap ise kuþkusuz Tom Sawyer’dý. Maceraya düþkünlüðünün baþ gösterdiði yýllarda ‘Tom Sawyer - Huckleberry Finn’ ikilisi onun kahramanlarý olmuþtu. “Benim önüme konan o kitaplarýn hemen hepsinde hikayenin gidiþi az ya da çok tahmin edilebilirdi. Örneðin Robinson Crusoe’yu düþün, bir gemi kazasý sonucu bir adaya düþüp kendi baþýna yaþamaya çalýþýyor. Kendisine bir düzen kurarak adada yaklaþýk yirmi yedi yýl kadar yaþýyor, daha fazla da olabilir; ancak bu hikayeyi kendisinden dinlediðin için onun sonunda vatanýna döneceðini bilirsin. Ne var ki Tom Sawyer’ýn hikayesinde bu monotonluk yoktur, bir sonraki sayfada neler olacaðý pek tahmin edilemez. Ýþte gerçek heyecan da bu.” Aslan uzun bir süre bu kitapla yatýp kalkmýþ ve kitabý her bulduðu fýrsatta tekrar tekrar okumuþtu. Þu sýralar kitaplarla pek iþi olmasa da çocukluðunda zaman zaman okumaktan zevk almýþ, sayfalarýn arasýnda kendi dünyasýný yaratabildiðini fark ettikten sonra da fýrsat buldukça bu yeni alýþkanlýðýný sürdürmüþtü. Tom Sawyer kadar etkilenmese bile ayný dönemde Jules Verne’in kitaplarýný da keyifle okumuþtu. “Jules Verne’in kitaplarýný okurken hep Beatles dinlerdim. Ayarlanmýþ bir þey deðildi bu, Beatles’a merak sardýðým günlerde bir yandan da Jules Verne’i keþfediyordum herhalde. Böylelikle Beatles ile Jules Verne’i -farkýna bile varmadan- özdeþleþtirmiþim, þimdi ne zaman ‘Eleanor Rigby’yi dinlesem ‘Dünya’nýn Merkezine Yolculuk’u hatýrlarým.”

Tüm bu keyifli okumalara raðmen Aslan yine de üç saat boyunca annesinin zoruyla çalýþma masasýna oturtulmayý ve bu koþullar altýnda okumayý asla sevememiþti. Gözleri hep kitabýn çok yakýnýnda olan ama asla kitabýn üzerinde olmayan bir noktaya -çoðunlukla da kenarlarýný kemirdiði tahta kalemin arkasýndaki kararmýþ silgiye- takýlýrdý; böylelikle Kader Haným oðlunun kitaba baktýðýný sanmaktayken Aslan kendi dünyasýnda kaybolur giderdi. Bu dalýþlar onu bazen Peterson Köþkü’ne, bazen Pembe Köþk’e, yeþil panjurlu eve, ya da Bornova’nýn sokaklarýnda gördüðü diðer güzel þeylere götürürdü; kimi zaman kendisini sýkýldýðý, üzüldüðü bir þeyleri düþünürken bulur, kimi zaman da hiçbir þeyi düþünmeden öylece durur ve sadece kenarlarý kemirilmiþ tahta kalemin arkasýndaki kararmýþ silgiye uzun uzun bakar kalýrdý.

Öðle vakti yenilen yemek Aslan için bir tek þeyi çaðrýþtýrýrdý: Rehavet. “Belki ardýndan gelen uykudan, belki de yemek masasýndaki sessizlikten dolayý, bilemiyorum... Ama öðle yemeklerimiz -kahvaltýlarýmýzdan farksýz olarak- monoton ve de sýkýcý geçerdi. Bir köþede annem, bir köþede babam ve bir köþede de ben...” Tüm bu yemek tasvirleri, özellikle Aslan ile ilk kez tanýþan bir insana, onun yemek yemekten nefret ettiði izlenimini verebilecek türdendi. Sýkýcý sofralar, monoton ve boðucu yemek merasimleri, vb. Ne var ki Aslan yemek yemekten, özellikle de dýþarýda yenilen hazýr yemek cinsi gýdalarý tüketmekten inanýlmaz bir zevk alýrdý. “Çocukluðum boyunca yerken en çok zevk aldýðým yiyecek Deðirmen Pastanesi’nden aldýðým pastiçti. Bir de evde kimse olmadýðýnda yaptýðým sandviçler var...” Bu yemek faslýný onun için özellikle sýkýcý yapan ise sonrasýnda gelen uyku saatiydi. “Nazi’ler ve Hitler ile ilgili birkaç kitap okuduktan sonra Yahudileri gerçekten çok iyi anlamýþtým. Onlarýn toplama kamplarýnda yaþadýklarý benim annemin gözetiminde yaþadýklarýmdan farksýzdý. Orada da zorunlu uyku saatleri, iðrenç yemekler ve benzeri iþkenceler vardý.”

Baþkasýnýn zoruyla uyuduðunda zaman kaybettiðine inandýðýndan dolayý Aslan öðle uykusu için odasýna her gönderiliþinde uyumamak için direnip, kendi dünyasýnda yeni bilgilerin ve eðlencelerin izini sürmenin planlarýný yapardý. Yazýk ki bu planlar asla baþarýlý olmazdý. Aslan o tuhaf ve insanýn kanýný uyuþturan öðle yemeðinin ardýndan -istemeye istemeye de olsa- kendisini saran sinsi, ikna gücü yüksek uykuya teslim olur, ne olduðunu anlamaya fýrsat bile bulamadan sýzýp kalýrdý. (Bazen paranoyakça bir tutumla annesinin, yediði yemeðin içine uyku ilacý karýþtýrdýðýný düþünürmüþ, ancak konuþma sýrasýnda kendisi de -dile getirdikten hemen sonra- bu fikri saçma bulmuþ olacaktý ki üzerinde fazlaca durmadan süratle konuyu deðiþtirmiþti. Bu Aslan’ýn, kendisiyle ilgili ya da ilgisiz olsun, her konuda suçu baþkalarýna mal etme eðilimine iyi bir örnekti. Dýþ dünyadan -o kusurlu ve beðenemediði dýþ dünyadan- öylesine uzak ki, muhtemelen kendisini kusursuz görüyor ve karþýsýna çýkan her hatada yakýn çevresinden suçlayacak birini bulup böylelikle haklý çýkýyor, kendisini rahatlatýyor. Kendi rahatsýzlýðý için adeta çaba gösteren bir insanýn, kendi rahatý için -bilinçsizce de olsa- böylesine tuhaf yollardan yararlanmasý çok çarpýcýcý; ne var ki bu durumdaki insanlarýn gerçeði bu. Benzerleri gibi Aslan da köþeye sýkýþtýðýnda bir akrep gibi kendi kendisini zehirlemektense, muhtemelen, çareyi bu zehri baþkalarýna atýp kendisini haklý çýkarmakta buluyor.) Sýzdýðý ana dek ise, kapatýldýðý bu odanýn penceresinden, kahramaný Tom Sawyer’ýn da yapacaðý gibi, gizlice aþaðýya inmenin ve dýþarýda kendisini bekleyen maceralara koþmanýn hayalleri içinde yüzerdi.

Yaklaþýk bir buçuk saat süren bu zorunlu uykudan sonra, program gereðince iki saatlik bir baþka dilime girerlerdi: Çalýþma Saatleri 2. “Bu çalýþma diðerlerinden bir parça farklýydý. Bu dilimde zorunlu gazete ya da kitap okumasý yoktu, bu iki saat içerisinde hafta sonunda yapmam için verilen ödevleri tamamlardým, daha doðrusu -biraz da nazla- bu ödevleri çoðunlukla anneme yaptýrýrdým. Ama bu iki saati farklý kýlan asýl sebep benim sabýrsýzlýðýmdý.” Sabýrsýzlýk yaratan saat 17:00’de baþlayan boþ saatin yaklaþmasýydý. Boþ saatte Aslan babasýyla beraber ev iþlerini görür ya da bahçenin düzenlenmesine yardýmcý olurdu. “Özellikle ev içindeki ufak tefek tamir iþleri beni çok mutlu ederdi, babamýn bu iþlerden anlamamasý yüzünden bunlar bana kalýrdý ve tamirat boyunca kimse iþime karýþmazdý, kendi kendimin patronu olurdum.” Bir saatliðine de olsa evin sýkýcý ve rutin programýndan -yine bu program dahilinde de olsa- kurtulan Aslan bu önemsiz tamir iþlerinde kendisini kanýtlamýþ olurdu. Annesinin kalesine, mutfaða ise uðramamak için elinden geleni yapar, bir saatlik özgürlüðün tadýný çýkarýrdý.

“Yemek hazýrlandýktan ve boþ zamanýmýz ufak tefek iþlerle doldurulduktan sonra, sinirimi bozan ve bana gereksiz görünen üçüncü çalýþma saati baþlardý. Daha yeni çalýþýlmýþ ve yemek bile hazýrlanmýþtý. Ama onlara göre hep daha çok çalýþýlmalýydý, yemek her þeyden sonra gelirdi. Eðer yemek yemeden de yaþanabilseydi annem ve babam uyanýk olduklarý süreyi tamamýyla çalýþmaya ayýracaklardý, bundan eminim. Onlar için yemek yemek bir keyif deðil bir zorunluluktu, bundan keyif aldýklarýný hiç görmemiþtim.”

18:00’de baþlayan son ‘Çalýþma Saatleri’ diliminden sonra, 20:00’de baþlayan yemeðe, bahsi geçen bu ‘keyiften uzak zorunluluk havasý’ hakimdi. TRT Ana Haber Bülteni izlenerek yenilen yemeði Aslan ‘Cumhurbaþkanlýðý Köþkü’nde verilen Ýftar Yemekleri’ne benzetirdi. “Ayný sýkýcý sessizlik ve ayný ciddiyet... Sözüm ona izledikleri televizyonun bile sesi tam olarak duyulmazdý, sadece çatal býçak sesleri gelirdi kulaða...” Yemeðin ardýndan gelen Kahve Saati ‘kahve’yi sadece isminde bulundururdu, Aslan için ‘Kahve Saati’ aslýnda ‘Meyve ve Çerez Saati’ydi, anneannesinin kahveyi yasaklamak için söylediði cümle ise hala zihninden çýkmamýþtý: ‘Kahve içersen býyýklarýn ters çýkar.’ Artýk ailesinden ve insanlardan ayrý yaþayan, sadece bir arkadaþýyla -o da mecburiyetten- evini paylaþan ve diðerlerinin saçma sapan laflarýna katlanmak zorunda olmadýðýný düþünen Aslan her kahve içiþinde ya da her týraþ oluþunda bu komik cümleyi hatýrlar ve býyýk altýndan gülerdi.

Yemek sonrasýnýn verdiði rehavetten faydalanarak, kaþla göz arasýnda, bir saate yakýn bir süre boyunca televizyon izlemeye fýrsat bulduðu ‘Meyve ve Çerez Saati’nin ardýndan Aslan uyku emrini alarak odasýna yollanýrdý. Resmi yatýþ saati 22:00’ydi. “Fakat bahsettiðim gibi benim uyumam çoðunlukla sabaha karþý ikiyi bulurdu.” Odasýna kapandýðý saatten uyuyakaldýðý saate kadar Aslan -yukarýda da bahsedildiði gibi- türlü oyunlar icat ederdi. “En sevdiðim oyunlardan biri odamýn duvarýnda elimin gölgesiyle þekiller oluþturmaktý, ay ýþýðýnýn güçlü olduðu gecelerde bu oyun en az iki saatimi alýrdý; zamanýn nasýl geçtiðini hiç anlamazdým.” Bu oyunlarýn sonunda -uyumamak için direnerek yorduðu- küçük bedeninin uykuya teslim oluþlarýnýn ve ayný kabusu deðiþik þekillerde, tekrar tekrar görmesi nedeniyle kesik kesik devam eden rahatsýz uykularýnýn ardýndan kýrmýzý gözlerle yeni güne merhaba demesiyle Aslan’ýn bu kýsýr döngüleri bir sonraki güne devrederdi. “Sonrasý hep aynýydý, ta ki çocukluðumun sonuna dek.”

Aslan’ýn çocukluðunu sona erdiren olay onu 12 yaþýnda yakalamýþtý: “O uðursuz gün her þeyi birden deðiþtiriverdi. Ve ondan sonra sanki hiçbir þey eskisi gibi olamadý, belki de ben bunu çok büyüttüm, ama bir þeylerin deðiþtiðini hissedebiliyordum. O uðursuz gün...” Aslan büyük ihtimalle bu uðursuz günün etkileri -ya da diðer bir deyiþle yýkýmý- yüzünden bilgiye ve öðrenmeye karþý duyduðu açlýðý unutmuþ ve her þeye açýk olan kiþiliðini, kendisini korumak adýna her þeye kapatmýþ, öðrenmenin yerine de kendisine daha basit gelen ‘televizyon izleme’yi koymuþtu.

Aslan 12 yaþýna kadar -anne ve babasý evde deðillerken- neredeyse tüm zamanýný her türlü konuda bilgisini artýrmaya, böylelikle bilgiye acýkan zihnini doyurmaya ayýrýyordu. “’Ödevin’ diye verilen hemen her þeyi sessizce reddetmiþ, bunlarý çoðunlukla anneme yaptýrýp kendime zaman kazandýrmýþtým. Bunlar benim ödevlerim deðildi, benim ödev olarak gördüðüm þeyler bambaþkaydý. Okumayý yeni öðrendiðim günlerde bile elime geçirdiðim ortaokul Fen Bilgisi kitaplarýnda gördüðüm deneyleri yapardým; aklým baþka þeylerdeydi, tek istediðim yeni þeyler öðrenmekti.” Bu açlýk Aslan’ý gün geçtikçe daha yetenekli, daha bilgili kýldý: Onlu yaþlara geldiðinde artýk birçok karmaþýk deneyi kolaylýkla yapabilen, yaþýtlarýnýn anlamakta epeyce güçlük çektikleri metinlerin altýndan rahatça kalkabilen, elektrikli cihazlarýn tamirinden iyi anlayan bir çocuktu. Bu cümlenin son kýsmý gerçekten önemli; tüm bunlarý rahatça yapabilse de Aslan hala bir çocuktu ve, “Yaþý kaç olursa olsun ‘çocuk’ diye nitelendirilen her insanýn çocukça eðilimleri, çocukça istekleri olurdu.”

O uðursuz günden kýsa bir süre önce, hazýrlýkta okumaya baþladýðý sene, sömestr tatilinin baþladýðý gün, oturduklarý evin bahçesinin hemen karþýsýndaki çöp tenekesinin yanýnda eski ve bozuk bir televizyon bulduðunda arkadaþlarýnýn televizyonu eskiciye satýp parasýyla uçurtma alma tekliflerini, insanýn içini açan sýcak ve uçurtma için elveriþli bir Ocak gününde olmalarýna raðmen reddetmesinin ardýnda da bu çocukça eðilimlerden birisi vardý: “O televizyonu ampullerle süslenmiþ, kocaman, yeþil ekranlý, izleyene huzur verecek bir akvaryuma çevirmeyi aklýma koymuþtum.” Bu amaç doðrultusunda bir-iki gün boyunca elektrikçileri, hýrdavatçýlarý dolaþan Aslan, sonunda iþine yarayacak parçalarýn tümünü toplamýþ ve sömestr tatilinin dördüncü günü sabahý, annesinin akraba ziyaretine gitmesini fýrsat bilerek -ve Kader Haným eve dönmeden önce iþini bitirmeyi planlayarak- televizyonu akvaryuma dönüþtürme iþine koyulmuþtu. Her þey yolundaydý ama bu iþ sandýðýndan daha fazla zaman aldý. Ayný gün saat üçe doðru Kader Haným eve döndü; kendisini yapmakta olduðu iþe fazlasýyla kaptýrmýþ olan oðlu ise önce annesinin geliþini fark etmedi ve yaklaþan tehlikeden habersiz, iþine devam etti. “Annemin çýðlýðýný duyduðumda tüm dünyanýn baþýma yýkýldýðýný sandým, günlerdir ondan sakladýðým, ve açýklamayý da düþünmediðim sýrrýmý zamansýz bir þekilde öðrenmiþ olmasý her þeyin sonu anlamýna gelirdi. Avazý çýktýðý kadar baðýrdý: ‘Aslan! Neler oluyor burada? Salonun hali ne böyle?’ Önce yumuþatmaya çalýþtým, ama söylediði bir cümle ile tüm ümitlerimi yitirmeme sebep olduðu gibi o günden sonra o evde, onun yanýnda kendimi bir yabancý, bir fazlalýk gibi hissetmeme de yol açmýþtý. Onun dünyasýna ait olmadýðýmý acý bir biçimde anladým. Gözümün içine bakarak þöyle dedi: ‘Salonumu hemen bu pisliklerden temizle! Hemen!’ Ben de onun salonunu o pisliklerden temizledim.” Sonra tüm gerekli parçalarý ve kocaman televizyonu bahçeye taþýyan Aslan yaptýðý iþe orada devam etmeye baþladý. Bahçenin dýþýnda toplanan küçük çocuklarýn laf atmalarýný ciddiye bile almadan iþine devam eden Aslan hava kararmaktayken televizyonu akvaryuma çevirmeyi baþarmýþtý; geriye kalan tek problem dev akvaryumu evin üst katýndaki odasýna taþýmaktý, ama bunu da kolaylýkla halletmiþ ve taþýma faslýnýn ardýndan sorunsuzca çalýþan akvaryumunu odasýna, balýklarýn en rahat edeceklerini düþündüðü yere, televizyonun eski yeri olan pencerenin karþýsýndaki sehpanýn üzerine yerleþtirmiþti. “Müthiþ bir görüntüydü. Gerçekten göz alýcý... Sevinçten yerimde duramýyordum. Ekraný öpüþüm geliyor gözümün önüne. Benim eserimdi o.”

Sömestr tatili boyunca Aslan’ýn içi içine sýðmamýþtý; günün her saatinde akvaryumunu düþünüyor, özellikle odasýnda olmadýðý zamanlarda akvaryumunu düþünmek küçük çocuðun içinin inanýlmaz bir sýkýntýyla dolmasýna sebep oluyordu. “Çünkü annemin haberi vardý, haberi olmasa, zaten asla odama girmediði için, görmesi de mümkün deðildi ve ben bu sýrrý elimden geldiðince saklardým. Ama bir þanssýzlýk eseri annem akvaryumumu görmüþtü ve bu hiç de iyi olmamýþtý. O eski televizyon onun için bir sanat eseri deðil bir çöptü, ve onun bu katýlýðý beni sýkýyordu.” Küçük çocuk sömestr tatilini bu sýkýntýnýn eþliðinde ve elinden geldiðince odasýndan çýkmadan geçiriyordu. Evde bulunmaktan hoþlanmasa da eserini seyretmekten aldýðý keyif ve onu annesinin zulmünden koruma isteði onu odaya baðlýyordu. Ýki haftalýk tatili ortaya çýkardýðý eserin verdiði tatlý keyif ve bahsedilen sýkýntýnýn arasýnda bocalamakla tüketen Aslan tatilin sonlarýna doðru annesinin geciken gazabýný unutmuþ, hatta bu gecikmeden dolayý kadýnýn onu ve eserini umursamamaya karar verdiðini sanmaya baþlamýþtý. “Onu, ve akvaryumu gördüðü gün verdiði tepkiyi neredeyse aklýmdan çýkarmýþtým. Tatil biterken rahattým... Okulun açýlacaðý gün olacaklardan habersizdim, yüreðim rahattý.”

Okul dönüþü bahçeye girdiðinde Aslan’ýn dünyasý tam anlamýyla yýkýldý. Bahçenin bir ucunda, tam da ikinci kattaki odasýnýn penceresinin altýnda, yerde yatan, ekraný çatlamýþ dev akvaryumun baþýnda, kendisine yapýlan haksýzlýða aðlarken Aslan çocukluðunu yitirmiþti. Masumiyetinin yitimi böyle olmuþtu. Ve bu uðursuz günün özeti buydu; birçok insan için sýradan bir gün olan 7 Þubat 1992 onun için sýradan olmaktan uzaktý.

Ýþte Aslan’ýn hikayesi buydu. Bundan sonrasýný ise þöyle özetlemek mümkün: Aslan televizyon izler.

Yukarýdaki metin, arkadaþým Aslan Çelik ile, Cebeci’deki evinde yaptýðýmýz görüþmenin bant kaydýnýn çözümüdür. Görüþme, rahatlýkla analiz edilebilmesi, Aslan’ýn geliþimine ve þu andaki ruh haline yönelik ipuçlarýný kolayca göz önüne serebilmesi için öyküleme yöntemiyle aktarýldý. Aktarým esnasýnda dilbilgisi kurallarýna uymayan kimi kýsýmlarýn düzeltilmesine, anlam bozukluklarýnýn giderilmesine özen gösterildi. Bozukluk yaratan ya da yanlýþ kullanýlan sözcükler ve kalýplar uygun görülenlerle deðiþtirildi. Tüm bu teknik düzeltmelere raðmen anlatýnýn saflýðý ve kiþiye özgü yanlarý titizlikle korundu. Bunlarýn dýþýnda kalan tüm hatalar tarafýma aittir.

Konuþma sýrasýnda Aslan tarafýndan durmaksýzýn konudan konuya atlandýðý ve böylelikle konuþma sýk sýk daðýtýldýðý için asýl konu ile birinci dereceden iliþkili olmayan kimi kýsýmlar parantez ya da benzeri imler kullanýlarak metinden ayrýldý. Zamanýnda yapýlmasý gerekli görülen ve tarafýmdan ortaya konulan kimi yorumlar ise, anlatýnýn yapýsýný bozmayacak biçimde, çokluk herhangi bir noktalama imi ile belirtilmeden metne yerleþtirildi.

Aile baskýsý ile ilgili görülen kimi bölümler ise son analizde gerekli görüldüðü için metinden çýkarýlmadý. Bunlara iliþkin en belirgin örnekleri mekan tasvirleri, özellikle de Aslan’ýn 1985 yýlýnýn üçüncü çeyreðinden 1990 yýlýnýn Ocak ayýna dek yaþadýðý Bornova ile ilgili tasvirleri oluþturmaktaydý; bu tasvirler, onun pedagojik yapýsýna iliþkin yoðun ipuçlarý taþýdýklarý yargýsýna varýldýðýndan dolayý metinden çýkarýlmadý.

Tarafýmdan hazýrlanmasý gereken ve hazýrlanmasýnda da tamamýyla yukarýdaki metin temel alýnan -ayrýca gerekli göndermeleri de tüm ayrýntýlarýyla belirtilen- ‘Pedagojik Çözümlemeler’ konulu ödevin metni ise ‘ek’te verildi.

Saygýlarýmla,

Ankara Üniversitesi

D.T.C.F.

Psikoloji Bölümü

XXXXXX No’lu

III. Sýnýf Öðrencisi

Leyla S. DOÐANAY




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn parça kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Kim Kiminle Nerede Ne Zaman
Dýþýmýzdaki Þeytan
Ada
Büyük Yazardan Okurlarýna Açýk Mektup
Lukacs

Yazarýn roman ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Kaan Ilgaz Bilmecesi

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Nasýl Zengin Oldum [Öykü]
Metin Þentürk'e Açýk Mektup [Öykü]
Et Suyuna Bulgur Pilavý - II [Öykü]
Belli Olmaz [Öykü]
Et Suyuna Bulgur Pilavý [Öykü]
Her Þey Güllük Gülistanlýk [Öykü]
Müptela [Öykü]
Kapý - 2 - [Öykü]
Kapý - 1 - [Öykü]
Þehrin Ýstenmeyen Tüyleri [Öykü]


Anýl Gökpek kimdir?

Kayýp kuþak gerçek mi? Yoksa sadece bir efsaneden mi ibaret?

Etkilendiði Yazarlar:
Oðuz Atay, James Joyce, Sabahattin Ali


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Anýl Gökpek, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.