"Ne elbiseler gördüm, içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Okula gelip, annemin evinden aşırdığım kulplu bardağımla öğretmenler odasında birkaç yudum daha çay içip ders zilini beklemeden sınıfa gelmiştim. Tatlişko öğrencilerim, pazartesinin vermiş olduğu rehavetle uyku modundalar. Akademik seviyeleri çok düşük olsa da sevimli ve uysallar. Özellikle cam kenarında oturanlar uyumaya meyyal tipler. Orta sıradakiler, dersle biraz daha ilgililer.Dersi kavratabilmek için, konuya odaklansınlar diye etkileşimli tahtayı da kullanmak bazen sonuç vermiyor. Herkesin sunumunu sırayla dinliyor, yorumluyor ve çocuklara not veriyordum. Tam zil çaldı, sınıftan çıkmaya hazırlanırken, yanıma geldi, defterini gösterdi. Yüzüne bakmadan defterine baktım. Yazı değil bu, sanki canı sıkılmış bir şeyler karalamıştı. Çocuğun yazısını okuyamamak beni yordu. Kafamı kaldırdım: “Sınav kağıdında da böyle yazarsan seninle işimiz var oğlum” dedim. Açık mavi gözleri, iri cüssesiyle, kavgaya hazırlanan dövüşçü edasıyla yüzüme bakıyordu. “Çıkışta biraz konuşabilir miyiz hocam, vaktiniz olursa “dedi. Herhalde yazısının okunmaz oluşunun ve ödevini yapmayışının bahanelerini sıralayacak. Aslında öğretmenler odasında biraz dinlenmek istiyordum ama ne yapalım, okula yeni gelmiştim ve öğrencilerimi yakından tanıyabilmek için onlara zaman ayırmalıydım. Zil çaldı öğrenciler sınıfı boşaltı. Herkesin çıktığından emin olup “Hadi bakalım seni dinliyorum” dedim. Bütün dikkatimle ve ciddi tavrımla onunla göz teması kurdum. Bakışlarında hüzün ve çaresizlik vardı sanki. Konuşmaya pek gönlü yokmuş da mecburiyetten konuşuyormuş gibi kısık bir ses tonu, sabitlenmiş mavi bakışlarla daha birkaç cümle kurmaya başlamıştı ki çiğ damlası misali göz yaşları tombul yanaklarında süzülmeye başladı. Sükûnetle dinlemeye gayret ediyor aşırı bir tepki vermemeye çalışıyordum. Tepkisizliğim içimde dev dalgalara dönüşüyor ama öğretmen olmanın sorumluluğu galebe çalıyordu. Susmadan anlattı. Gözleri gözlerimde, sınıfın duvarlarında, sıraların üzerinde anlamsızca dolaşıyor yaşadığı acıyı ve çaresizliği bana özetlemeye ve hissettirmeye uğraşırken yorulduğunu fark ediyorum. “Başın sağ olsun, yavrum. Peki, sen kendini ne zaman iyi hissedersen o vakit sunumunu yaparsın. Bunun haricinde bana ihtiyacın olursa yanıma gelebilirsin “ dedim. Israrla maddi durumunun iyi olduğunu, paraya ihtiyacı olmadığını dile getirdi. Saatlerce belediye otobüsünün yolunu gözleyen çocuk, çünkü otobüs daha ucuz, maddi yardım kabul etmiyordu. Babasının vefat nedenini soruyorum : Yemek yediği esnada kalp krizi geçirince yedikleri ciğerlerine gidiyor zavallı adamın ve daha ambulansa bile yetişemeden rahmetli oluyor. Anlattıkları günümün zehrolmuş şekilde sonlanması için yetmişti. Sınıftan çıktık. Bulutlanmış gözlerimi ondan saklamaya çalışarak, toparlanmak için öğretmenler odasına yöneldim. En yakınımdaki sandalyeye çöktüm. Hazırlanacak dermanım kalmamıştı. İnsanın sevdiklerini kaybetmesi ne kadar acı verici bir tecrübe ne vahim bir anı … Ölüm başkalarından duyulunca masal gibi geliyor ta ki kendi canınızdan birilerinin başına gelene kadar… İşte tam da kafanızı betondan bir duvara çarpmış gibi olduğunuz bu an, hayattaki varlığınızı, yerinizi sorgulamaya ve hayatınızı yeniden gözden geçirmeye çalıştığınız biteviye bir girdabın içine sürükleniyorsunuz. Acınızın paylaşılması, her baş sağlığı dileğinde bu acıyı tazeleyecek, yaranızı kanatacak… Ertesi gün, onu daha iyi gördüm. Sınıfta yaptığım şakalara tebessüm ettiğini, buruk da olsa küçük bir gülümsemenin ona iyi geldiğini fark etmek hepimize umut olmuştu. Sonuncu saatler de artık gitmiyor …Gücüm, nefesim tükeniyor. Koyu bir sessizliğin kucağında uyumak istiyorum. Aslında uyumak değil de gözlerimi kapatıp martıların, börtü böceğin, dalgaların sesinde dinlenmek istiyorum. Canım tatlı bir şeyler de istiyor valla. Dolabımda portakallı kekim var. Eşim geçen hafta sonu kocaman bir kutu bu kekten almış. Okulda atıştırayım diye çantama da koymuş. Bazen dolabımda böyle tatlı bir şeylerin olduğunu bilmek bile o tatlıyı yemekten daha mutluluk verici…Herkesin gözü bende aklı başka yerlerde eminim. Ha gayret çocuklar son üç dakika. Sonra iki günlük tatilimiz başlıyor. Yarın saat on’a kadar uyuyacağım. Ohh mis gibi… Sonra nefis bir kahvaltı ve demli kıtlama şekerli çay… Belki gezmeye de gideriz. Sandalyelerimizi kuma atar, limanda demirleyen geminin mürettebatı hakkında dehşet senaryoları yazar, termostaki kahvenin ve elimizdeki Gogol’un keyfini çıkarırız.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hilal Polat ÖZDEMİR , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |