..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Tarihsel Roman > Tuna M. Yaşar




23 Mart 2020
Göbeklitepe 4  
Arkeoloji / Kurgu

Tuna M. Yaşar


Akaptu aklına ilk gelene inanıyordu. Şu an tüm dairelerin kapanmasının getireceği bilgisizlik ziyandan başka bir şey değildi. Çünkü bilgisizlik ortadan kalkan dairelerle geliyordu. Onların aklı böyle çalışıyordu ve bilgi denen gücü görüntüden ve görüntüyü yaşamaktan alıyorlardı.


:BCCI:
Akaptu aklına ilk gelene inanıyordu. Şu an tüm dairelerin kapanmasının getireceği bilgisizlik ziyandan başka bir şey değildi. Çünkü bilgisizlik ortadan kalkan dairelerle geliyordu. Onların aklı böyle çalışıyordu ve bilgi denen gücü görüntüden ve görüntüyü yaşamaktan alıyorlardı.
Akaptu Orupta’nın yanına geldi konuştu. “Geriye Neridya Kunna ve Kanpe Dikmus dairelerini bıraksak akıllıca olur. Bir bildiğimizin olması için bu gerekli. Uğursuzluğu öldürüyoruz, ona biraz acı çektirelim.”
Orupta “Bilgilice bir davranış. Can çekilen uğursuzluğun keyfini çıkarmak gücümüze güç katacak. Avcılara söyle işi bıraksın. Akşam bu konuda Kanpa Dikmus dairesinin içinde bunu konuşalım.”
Akaptu Orupta’nın yanından ayrıldı. Avcılar işini bıraktı. Kimi toprak yığını olmuş dairelerinin yanında çömelerek oturdu, kimi çadırlarına gitti. Orupta’nın yanına gelenler de oldu.
Orupta “Biz uğursuzluğu hak etmiyoruz. Belki başladığımız işi bitirmemekle uğursuzluğa kafa tutuyoruz. Düşünün tilkiler bile uzun süre aynı yuvada kalmaz. Tilkiler bizim için kutsal. Onları postları ile üzerimize giydiğimiz için bize akan kurnazlık, işi yarım bırakmak oldu. Düşünün bir, ayı postu giyseydik kışları ayılar uyuduğu için bize akan boşvermezlik ile uzun süre uğursuzluk yaşayacaktık. Yediğinize, içtiğinize ve giydiğinize dikkat edin. Pis şeylerden uzak durun. Neye bulaşırsanız ona dönüşürsünüz.”
Avcılar sevinç çığlıkları attı. “Orupta tamma yaka. Kummu uhel.” Dedi. Bu “Orupta bizi serinlettin. Seninle dinlendik.” Demekti. Avcılar Orupta birlikte hemen ileride ki ırmağa doğru yürüdüler. Oraya vardıklarında ırmağa girdiler.
Orupta ırmağın akışı ile biraz ilerleyip yüzdü. Avcılarda aynısını yaptı. Birkaç avcı karşı kıyıya geçti. Kıyıda ki incir ağacından incir yemeye başladılar.
Orupta yanında ki avcılara “Aç mısınız, incir bizi daha çok rahatlatır. Zaten tahıl ve et yemekten bıktık. Gelin karşıya geçelim..” dedi.
Irmağa atladı. Avcılarda peş peşe girdiler. Karşıya geçtiklerinde ses duydular. Bir hayvan sesi, avcılar kulak kesildi. Avcılardan biri “Karşı kıyıya bakın aslan grubu geliyor.” Dedi.
Orupta “Karşıya geçemezler, ırmaktan içmek için gelmişlerdir. Eğer keyif yaparlarsa onlardan uzak bir kıyıya yürümemiz gerekecek. Bekleyelim görelim. Bizi görüp geçmeleri için sessiz duralım.”
Aslan grubu karşı kıyıda ki avcılara baktı uzun süre. Biri ırmağın kenarına yaklaştı. Irmaktan içmeye başladı. Diğer aslanlar da aynı şeyi yaptı. Gitmedi aslan grubu, otların üzerine yayılarak dinlenmeye çekildiler. Orupta’nın işareti ile bulundukları yerden uzaklaşmaya başladılar. Ama aslanlardan biri ayağa kalktı, avcılara bakarak onların hizasında takibe başladı. Diğer aslanlar da kalktılar, ilk aslanın peşine takıldılar.
Orupta “Hayvanlar biz avcılar kadar kurnaz değil, gelin geriye dönelim, bakalım ne yapacaklar.” Dediklerini yaptılar. Aslanlar durdu, avcılara baktı. Ani bir kararla karşı kıyıdan yine avcıları takibe başladılar.
Avcılar bu sefer koşmaya başladı.Aslanlar buna kayıtsız kaldı, takibi bıraktılar. Avcılar o kadar uzağa gitmişti ki hemen ırmağa girdiler. Karşı kıyıya geçtiler. Oradan koşarak uzaklaştılar.
Bölgelerine geldiklerinde bazı dişi avcıları merak sardı. Avcılar koşarak gelmişti çünkü.
Orupta “Sormayın bize bir şey. Aç aslanlarla karşılaştık. Tok olsalardı bizi zora sokmazlardı. Aslan grubu kokumuzu takip edecektir. Bu yüzden çadırlarda değil ağaçlarda uyuyacağız. Birkaç nöbetçi bırakacağız aşağıda. Aslanlar gelirse onları öldürmeden bırakmayacağız. Onlar vahşiyse bizler de acımasızız. Haydi dağılın, her an gelebilirler.”
Klan birden işi gücü bırakıp çadırlarındaki değerli eşyaları ve yiyecekleri en yakın ağaçlara taşımaya başladı. Dişi avcılar telaş içindeydi. Erkek avcılar bu telaşı galiye almıyordu. Ellerinde av aletleri ile hazırda bekleyip ağaçlara çıkmadılar. Orupta’nın emri vardı. Aslanlara acımasız olacaklardı. Dişilerin bir telaşı da buydu. Aslanlarla mücadelede yara almalarından korkuyorlardı.
Tehlike birden ortaya çıktı. Aslanlar ileriden sökün etti.İnsanları kıpırdamaz şekilde gördüklerinde yürümeyi bırakıp hızla onların üzerine gelmeye başladı. Dokuz aslan saydılar. Orupta elinde taş balyoz olanları öne çıkardı. Mızraklılara saldırı anında aslanların arkalarına geçmelerini ve mızraklarını batırmalarını söyledi. İlk kapışmada iki aslan yere serildi. Cesareti kırılmıştı aslanların. Geri çekilirlerken avcılar aslanların üzerine doğru koştu.
Hepsinin öldürülmeleri gerekiyordu. Orupta birden durdu. “Fazla ilerlemeyelim Onların bir plan yaptıklarını zannediyorum. Hızla geriye koşacağız. Eğer bizi takip ederlerse o zaman düşünürüz.” Avcılar geri dönüp koşmaya başladı.Arada bir arkalarına bakıyorlardı. Aslanlarla mesafeleri açılınca koşmayı bıraktılar. Bölgelerine gelince iki ölü aslanın üzerinde akbabaların yığıldığını gördüler. Onlara aldırmadan bölgelerine girdiler.
Aslanlar artık gelemezdi. Ağaçlardan çoğu dişi indi erkek avcıların yanına geldi. Bir kaç dişi inmeyi reddetti. Çünkü can tatlıydı.
Orupta “Bize hemen yiyecek bir şeyler getirin. Ne olur olmaz aramızda aç olanlar var. Hemen şimdi aç olanlar gelsin bir şeyler yesin. Aç vaziyette basılırsak savaşacak gücümüz olmaz.” Dedi.
Dişiler yanlarında ki her çeşit yiyecekten getirip yere koydular. Onları yerken seyretmeleri dişilerin hoşuna gitti. Acele yiyorlardı ama yiyecekleri üzerilerine bulaştırıyorlardı. Bir grup dişi şarkı söylemeye başladı. Hem dişilerin hem avcıların neşesi yerine geldi. Avcılar öyle açtı ki yere konan tüm yiyecekleri yalayıp yuttular.
Geceydi, ne salan geldi ne başka yırtıcılar. Orupta ve dişisi Metarga’yı uyku tutmamıştı. Konuşuyorlardı, oğulları Carasus onları dinliyordu.
Orupta “Sen hiçbir zaman üzerine koku sürmeden duramaz mısın. Üzerin gül kokuyor. Senin gerçek kokunu alamıyorum. Ama olsun, dişilerin bu son modaya uyması iyi bir şey. Bu sizleri bir arada tutuyor, sizin eğlenceniz oluyor.”
Oğlu Carasus’a baktı. “Oğlum sen ne zaman bir dişiye sahip olacaksın. Dişi sahibi olmak iyidir. Aklımda sana bir kız var. Akaptu’nun kızı Zamno. Beğeniyor musun onu?”
Carasus utandı. “Ne be bizde tip mi var. Zamno bana bakmaz bile. Kavga edersem hemen babasına kaçar. Ben ne yapayım kaçan kızı.”
Orupta “Oğlum sen daha gençsin. Şimdiden kulağına katayım.İlk yıllarda attığın adım sana ileride büyük başarılar getirir. Arkadaşlarınla ava çıktığında arada bir Zamno’yu da yanında götür. Hiç korkma, babası ile konuştuk biz.”
Carasus utangaç “Ya beni öperse, ben mi kaçacağım o mu kaçacak. Böyle şeyler olunca bütün dünya durur her şey tersine döner. Dedim ya ben de tip yok. Zamno filan öpmez beni.”
Orupta “Hadi hadi şimdiden başlamışsın.” Dedi. Yönünü çevirip uykuya daldı. Carasus babası ile konuşmaktan büyük bir zevk almıştı. Gece yarılarına kadar Zamno’yu düşündü durdu. Keklik gibi sekiyordu Zamno. Sesi bülbül gibiydi. Kokusu güllerden geliyordu. Yarın ilk iş arkadaşları ile ava çıkacak, yanına Zamno’yu da alacaktı.
Birden “Daha dün çıktık ava, bir hayli de kuş avladık. Bana bu heyecan nereden demezler mi. Zamno’ya aşık olduğumu sezmezler mi. Rezil olurum en iyisinden. Sabredersem en kısa zamanda onu ava götürebilirim. Sadece dişini biraz sık.” Diye düşünüyordu.
Zamno’yu da uyku tutmamıştı. İçinde tatlı bir sıkıntı vardı. Hiç böyle bir şeyi şimdiye kadar yaşamamıştı. Zihninde Carasus vardı. Nereden gelmişti aklına. Sıkıntısı hat safhaya çıkınca sessizce yerinden doğruldu, anne ve babasını içeride bırakıp dışarıya çıktı. O da ne. Carasus da dışarıdaydı. Utandı. İçeriye girse miydi. Bir müddet çadırın yanında dolaştı durdu. Carasus’un “Zamno.” Diye seslendiğini duydu. Zamno “Geri zekalı.” Diyerek hızla çadırına girdi. Carasus bunu duydu, ümitsiz bir vaziyette çadırına o da girdi.



Orupta gerinerek keyifli tuhaf bir çığlıkla yerinden doğruldu. Metarga ve oğlu Carasus yerinde yoktu. “Yiyecek hazırlıyordur. Carasus’ta başında, yiyecekten atıştırıyordur.” Diye düşündü.
Çadırdan çıktı, etrafına baktı. Birkaç avcı mızraklarıyla uğraşıyordu. Mızraklarının ucundaki sivri taşları sarmaşıklarla sağlamlaştırıyorlardı. Onların yanına doğru yürüdü. Avcılar onu gördü tamirlerini bıraktı.
Orupta “ Nemkoya çok erkencisiniz, ava henüz çıkmıyoruz. Ama bu hevesiniz yarım kalmasın. Sizinle ben de geleceğim. Canbari sen avcıları Kanpe Dikmus dairesine gelmelerini söyle. Akşam tehir ettiğimiz toplantıyı yapacağız.”
Canbari hemen işe koyuldu. Klanın seçilmiş üst düzey avcılarını çadırlarına giderek uyandırdı.
Yavaş yavaş toplantı alanına girdiler. Böyle bir heyecanı kaçırmak istemeyen diğer avcılar konuşulanları dinlemek için içeriye en yakın labirente doluştular.
Orupta “Biz güçlü ve üstün bir klanız. Ne düşmandan korkarız ne hayvandan. Bunlardan korksaydık şimdi burada değil yabaniler gibi dağınık bir vaziyette yaşardık. Oysa biz dağınık mıyız. Düşüncelerimizin üstünlüğü ile hem bir aradayız hem birbirimize yardım ediyoruz. Bir karar verdim ve bir zaman belirledim. Kutsal dairelerimizin hepsini kapatacaktık. Geriye iki daire bıraktık. Yüce kahinimiz Akaptu ve ben bize bir işaret gelmeden kalan iki daireyi kapatmayacağız.”
Akaptu “Bizi biz yapan dairelerden vazgeçmek ne acı. Yabanilerin bile aklına gelmeyen bir şey başardık. Övüncümüz eserlerimizdir. Övünç sonsuza kadar kalmaz ve bu bize uğursuzluk ta getirebilir. Şöyle düşünün, bir ağaç gövdesine bakıyoruz ve onu düşünüyoruz. O gövdeyi düşünmemize gövde izin verdiği için mi düşünüyoruz yoksa düşünme işini kendimiz mi yapıyoruz. Yanılmayın bazı şeyleri es geçerek gizemli şeylere ulaşamazsınız. Söyleyeyim ağaç gövdesi izin vermeseydi onu düşünemezdik. Ve bu kutsal daireler bize seslendi, kendilerini kapatmamızı istediler. Neden her şeyi kendimizden biliyoruz, biraz da dışımızdakilerin farkına varalım. Onların da can taşıdığını kendine özgü yaşamları olduklarına inanalım.”
Orupta “Çok güzel izah ettin Akaptu. Kutsal dairelere egemendik ama son zamanlarda onlar bize egemen olmaya başladı. Bilmediğiniz öyle şeyler var ki, taş dikitlerin üzerine kazıdığımız simgeler bile bizim gibi can taşıyor. Biz bunun farkına varamayız. Bazen ben o simgelerin geceleyin, yerini terk edip aramıza daldıklarını bizi, dişisini döven, birbirine diş bileyen, kötü, acımasız avcılara dönüştürmeye çalıştıklarını hisseder oldum. Şimdi o simgeler canlı değil ki diyeceksiniz. Haklısınız ama biz avcılar da yabaniler de hatta hayvanlar da düşünce denen görünmez bir şey var. Ne elle tutulur ne gözle görünür. Bu düşünce denen şey bize neler yaptırmıyor ki. Ben bazen hiç düşünmesek çok güzel olacak derim. Neden mi çünkü düşünce de yaşayan bir canlı da ondan. Biz onun yaşamını her gün her an düşünerek sona erdiriyoruz. Eğer aralarında yaşamı sona ermemişler varsa tıpkı yaralı bir kaplan gibi bize saldıracaklar. Bunun da bize dönüşü birbirimize olan nefretimiz şeklinde gerçekleşiyor..”
Akaptu “Böylece gizemli bilgilerden biraz daha dumuş oldunuz. Bana ve Orupta’ya gelecek bir işaretle artık yüceliğe son vereceğiz. Yüceliğin iplerini salacağız. Ve geriye kalan bu ve diğer daireyi de toprakla örttüğümüz de salınacak olan şey hem bize, yabanilere hem hayvanlara ve doğaya bereket olarak dönecek ve eserimizi onların üzerinde gördükçe övüncümüze, gücümüze kimse karışamayacak.”
“Urru ham dula. Abta yik buguri.” Diye bağrıştı merkezde ki on beş kişi. Bu “Sizler yücesiniz. Bizler de duyduk.” Demekti.
Orupta “Şu an hepinizin aç olduğunu biliyorum ve gidip yiyeceklerinizi getirin ve hep beraber yiyelim. Yiyelim ki konuştuğumuz gizemli şeyler yiyeceklerimizle dışarıda değil içimizde olsun.”
İki avcı yerinden kalktı. Labirentin içinde yığılan avcıların arasından geçerek dışarıya çıktı. Meraklı avcılar da onları takip ederek çıktı. Çünkü seremoni bitmişti. Mutluydular yeni birkaç gizemli şey daha öğrenmişlerdi.
Birkaç dişi ellerinde kuru derilerin içinde haşlanmış tahıl ve kızarmış etlerle daireye girdi. Merkeze geçtiklerinde yiyecekleri taş dikitin önüne koydular. Et ve tahılın yanında balkabakları içinde yoğurt su karışımı ayranlar da vardı. Avcılar Orupta’nın başlamasını bekledi. O ilk lokmayı ağzına alınca diğerleri de yemeye başladı.
Orupta “Bugün yediğimiz tahıl ağzıma daha bir güzel geldi. Bunu hangi dişi yaptı merak ettim.”
Nemkoya “Benim dişinin işi. Yeni bulduğu kokulu bir bitki içine attığı. Bu bitkiye dişiler nane adını koydular. Bölgemizde kendi halinde yetişiyor. Hemen ileride yığınlar var. Önce zehirli mi diye hayvanlarımıza yedirdiler. Zararı olmadığını gördüklerinde benim dişi de bundan birkaç kez yedi. Şimdi de bizim yediklerimizin içinde.”
Orupta “Hayvanların üzerinde deney yapmak akıllıca ama o hayvanları yiyen de biziz. Size şunu da söyleyeyim. Hiç düşündünüz mü bizden büyük hayvanlar var, bizden küçükleri de, böcekler gibi. Hatta gözle göremeyeceğimiz canlıların olduğuna da inanıyorum. İşte o göremeyeceğimiz canlılar için size hep temiz yeyin, temiz giyinin demişimdir. Görünmeyen canlılar gibi etkisi çok sonra çıkacak zehirli şeyler de var. Hayvanlarınıza deney yaparken bunları da düşünün.” Dedi ayağa kalktı. Avcılar onu izledi.
Gruplar halinde ava çıkma vakti gelmişti. Toktular ve güçlüydüler. Avdan boş dönmeyeceklerine adları gibi emindiler. Bileylenmiş taşlar kontrol edildi. Kimisi taşlı sopalarla kimi sivri taşlı mızrakları ile grup oluşturdu. Altı gruptular. Hepsi aynı yöne doğru yürüdü. Beraber uzun bir mesafe katettikten sonra her grubun yönü değişti.
Orupta’nın yanında Nemkoya, Canbari, Akaptu ve üç avcı daha vardı. Dikenlerin arasından geçiyorlardı. Dikenler büyük değildi fakat ayaklarına büyük acılar veriyordu. Deri ayakçakları burada işe yaramıyordu. Orupta dikenli bölgeyi koşarak geçmelerini söyledi. Koşmaya başladılar. Açık alana çıktıklarında hepsi yere oturmuş vaziyetteydiler. Ayaklarına doğru eğilip can yakan dikenleri bir bir çekip çıkardılar. Canbari ve Akaptu’nun ayakları kanıyordu. İkisi de kanayan yaraya önce tükürdüler sonra yerden toprak alıp üzerine serpip ayaklarına derilerini giydiler. Yeniden yürüyüşe geçtiler.
Ormana girmişlerdi. Bir geyik sürüsü gördüler. Avcılar sinerek yaklaşmaya çalıştı. Orupta kısık sesle “Hepimiz aynı geyiğe odaklanacağız. Geyiği gösterince at deyince mızraklarınızı fırlatacaksınız.” Orupta cümlesini bitirmişti ki geyik sürüsü kaçtı. Geride yaralı bir geyik kalmıştı. Mızrağı Orupta ve avcıları atmamıştı ama yere yığılan geyiği kaçırmamak için hızla onun yanına koşmaya başladılar.
Geyiğin böğründe ki mızrağı Orupta çekti. “Burada bizden başka avlanan olmalı. Kalabalık olsalardı gelirlerdi. Bir veya iki kişiler. Hemen geyiği sırtlanın, buradan uzaklaşıyoruz.” Dedi.
Geyik ağır değildi. Akaptu sırtlanmıştı. Geriye dönüşe geçtiler. Orupta “Geyiği avlayan yabaniydi. Nereden mi bildim, öncelikle kullandığı mızrak dayanıksız ağaçtan yapılmış ve bizim gibi organize pratiği yok yani. Üstelik ava tek başına çıkmış. Bu yabani ağaçlarda yaşıyor ve günü birlik avlanıyor. Eminim etini de ateşte kızartmıyor.”
Akaptu “Yabani de olsa bunun beraber yaşadığı arkadaşları veya kardeşleri olmalı. Haberi çoktan onlara ulaştırmıştır. Ve ben yoruldum. Acele etmemiz lazım. Sırtımdakini biri alsın. Geyiği Nemkoya sırtlandı.
Bölgelerine yaklaşıyorlardı. Rahatladılar biraz. Önlerinde seyrek ağaçların içinde bir geyik sürüsü gördüler. Dikkat ettiklerinde geyikleri takip eden aslanlar vardı. Fark edildiler. Aslan grubu kolay avın kokusunu almıştı. Hızla yaklaşıyorlardı.
Orupta “Canımızı seviyorsak avımızı bırakalım. Mücadele edersek başaramayız.” Dedi geyiği bırakıp koşarak oradan uzaklaştılar. Mesafeyi açtıklarında geriye dönüp baktılar. Yedi aslan kolay ava çöreklenmiş, kendilerini kaybetmişcesine şimdiden bir birilerinde hırlıyorlardı. Orupta ve avcıları umutsuzca yollarına devam etti.
Bölgelerine vardıklarında bitkindiler. Onları yoran elleri boş dönmekti. Bu hezeyanı ancak az sonra çoka gelen Arkeot ve grubu dağıttı. Arkeot sırtında ki geyiği Orupta’nın önüne bıraktı.
Arkeot “Hala canlı, onu kesecektik ama üzerimize kan bulaşmasından çekindik. Av kokusu daha da yayılacak yırtıcılar bizi rahat bırakmayacaktı. Diğer tarafta üzerimiz kirlenecekti. Temizlenirdik ama yinede geyiği canlı getirmede bir uğur vardır dedik.”
Orupta “Artık hayvan acı çekmesin. Hemen kesin, derisini yüzün. Biriniz de ateş yaksın.” Dedi. Ardından yeni gelenlere neden avsız kaldıklarını anlattı. Akşama doğru diğer dört grupta döndü. İki grubun avı vardı. Diğer ikisinin yoktu.
Akşam büyük bir şölen düzenlendi. Klan topluca ziyafet çekecekti. Önce üç ayrı alanda ateş yakıldı. Av etlerinin derisi yüzülmüş hazır olduğu için üç geyiğin vücutlarını birer kazığa geçirdiler. Sonra onları ateşin kenarındaki çakılı kazıklara yerleştirdiler. Birer nöbetçi ile onları kızartmaya bıraktılar.
Dişi ve erkek bütün klan toplanmış ortalarında, dans eden avcıları seyrediyorlardı. İzleyenler ayaktaydı. Dans eden avcılar hayvanlardan esinlendikleri hareketleri sunuyorlardı. Kıvran ve ustaca hareketler göz boyuyordu. Trans haline geçtiler. Onlara ayakta izleyenlerden birkaç kişi katılın coşku bütünüyle arttı. Dişiler elleriyle tempo tutuyor ve şarkı söylüyordu.
Baharın başlangıcıydı şöleni dek getirdikleri zaman. Kutsallık şarkılarla ve gizemli dans hareketleri ile içlerine akıyordu. Dans bitince öndeki avcılar el ele tutuştu, yine şarkılarla yavaş yavaş oluşturdukları çemberi dönerek çevirmeye başladılar.
Az sonra dans ve şarkı bitti, gençlerin kurmaca oyunu başladı. Bir av sahnesi canlandırıyorlardı. Aslan kılığına girmiş birkaç genç, avcı rolünde ki iki gence saldırdı. Mızraklar havaya kalktı indi. Aslanlar tıpkı bir insan gibi saldırıyordu, bazen de konuşuyordu. Seyredenlere kahkaha attırıyorlardı. Topluluk elleri ile alkışlayarak gençleri kutladılar.
Yemek faslı yeni başlamıştı. Gruplar halinde oturanlar deri üzerine boca edilmiş tahılları kızarmış av etlerini elleri ile yemeye başladı. Yiyecek yerken kimse konuşmuyordu.Ama arada bir gruptan biri yüksek sesle bazı kutsal sözler söylüyordu. Bu yemeği ve yiyecekleri kutsamak içindi.
Geç vakitlere kadar şölenin ve ziyafetin sonunda, dişiler hariç avcı erkekler kırılmış tahıllardan yapılma biralarını içmek için, kütüklerden oyularak yapılan fıçıların başına geldi. Ellerinde ki bal kabaklarını fıçıya daldırıp çekildiler.
Orupta da bira içiyordu. Yanında ki Akaptu ve diğer üç avcı ile birlikteydi. Gece yarısını geçtiğinde sarhoşluğu yaşayanlar bir bir sızdı kaldı.



Orupta neşeliydi. Akaptu’ya gülüyordu. “Demek yemek yerken ellerimizi kullanmayacağız. Ağzımıza yemeği bir aslan mı, bir geyik mi verecek?”
Akaptu “Sorun yeme şekli değil. Kimimiz ihtiyaç gideriyor, su bulursa elini yıkıyor. Bulamasa toprakla temizliyor. Düşün az önce biri hastalandı, ve hapşırdı. O bulaşık eliyle beraber yediğimize elini daldırdı.”
Orupta “Haklısın, benim aklıma hiç böylesi gelmedi. Ee peki bir sorun icat ettin, icat ettiğin şeyin çözümü ne?”
Akaptu “Öncelikle temizliği kural haline getirelim. Daha ilerisi bölgemizin yakınlarında köpüren bir toprak cinsi var. Yeni keşfettim bunu, köpüklenen elde kir dağılır ve su ile kolayca temizlenir.”
Orupta “Gel beni bulduğun köpüklenen toprağa götür, bakalım ve deneyelim.”
Kalktılar. Onlarla birlikte birkaç genç daha vardı. Ağaçların arasından geçtiler, kayalık parçaların üzerinden atladılar. Ağaçların olmadığı çıplak bir araziye geldiler. Birden durdular.
Akaptu yerden aldığı bir avuç toprakla “İşte bu beyaz toprak.” Dedi.
Orupta da aldı. Avucundakileri uzun uzun kokladı. “Bunun kokusu lavantaya benziyor, köpüren toprak değil. Uzun süredir aynı yerde yetişen lavantalar toz olup birikmiş, toprak şeklini almış. Ve lavantanın kuru acı suyu köpürmeye elverişli hale gelmiş.”
Gençler yanlarında ki deri torbalarına beyaz topraktan doldurmaya başladı. Orupta “Bizi bir dertten kurtardın. Bu şeklimizle yabani avcılardan tamamen ayrıldık. Kültür derimize bunu ne şekilde işleyeceksin?”
Akaptu “Su, lavanta ve köpük simgelerini kullanacağım.”
Orupta “Ne kadar kültür derimiz oldu. Bayağı birikmiş olmalı. Biliyorsun bir çok şey yaşadık bu mevsimde.”
Akaptu “İki yüzü olan derilerimiz henüz klanımızın yarısı kadar. Önemsiz şeyleri simgelemiyorum. Bizden sonrakilerin kafasının karışmaması için bu gerekli.”
Orupta “Sen iyi bilirsin, söyle derilere çizdiğin en önemli simgeler hangisi?”
Akaptu “Önce yeni doğanları işaretledim. Sonra Arcen ve Karnut’un klanımızdan kaçışlarını simgeledim. Bu ikisi birbirini seven ama birleşemeyen aşıklar. Sem emrettiğin için bu dişi ve erkek kaçakların birleşmesine izin vermedik.”
Orupta “Neden izin vermediğimizi biliyorsun. Bu ikisi çevrelerinde ki kişilere çok kötülükler ediyordu. Dişi Arcen tüm klanımızı ayağa kaldıracak dedikodular etti. Karnut ise Arcenle yetinmeyip klanımızın genç kızları ile uyarmamıza rağmen hep fink attı. Bu durumda klanımızı terk etmeleri iyi oldu.”
Akaptu “Öyle söylüyorsun ama ikisinin de ailesi üzgün. Arcen’in annesi bana ‘beni de bırakın gideyim, Arcen’in bulayım, siz izin vermezseniz gider bir daha geri dönmem’ diye çok yalvardı.”
Orupta “O iki kaçağı bulup getirsek eski düzenleri olmayacak. Onları ağaç kafeslerde tutmamız gerekir. Klanımızda henüz böyle bir ceza yaşanmış değil. Onları kafeslere koyduğumuzda ise kötülüğün bilgileri daha da çoğalacak ve klanımız zayıf ve güçsüzlüğü yaşayacak.”
Akaptu “Bazen kötü şeyler de insana öğrettikleri olur. Asi olmak insanı olgunlaştırdığı gibi öğretir de. Şimdi biz senin sultan altındayız. Bir avcı sana ve kurallarına asi olduğu zaman o kişi kendiliğinden lider bir ruha kavuşur. İçinde ki o liderlik ateşi ile daha kararlı ve sorunlarını çözebilen kişiliğe dönüşür.”
Orupta “Bazen senden ve bilgilerinden korkuyorum. Hiç işitilmemiş, hiç bilinmemiş şeyler söylüyorsun. Ben bu tür şeyleri yalnızca ben bilirim zannediyordum. Neyse karar verildi. O iki kaçağı bulup getireceğiz. Gençler ve ikimiz bu işi hallederiz.” Dedi ekledi. “Sen Mulip git klana kaçakların peşine düşeceğimizi söyle.”
Mulip “Beni bekleyin, bende geleceğim sizinle, hemen koşar gelirim.” Mulip Orupta’dan olumlu cevap alınca hızla koşup uzaklaştı. Biraz sonra geri geldi.
Kafile ilerledi.Bir gölün yanına gelmişlerdi. Gençlere verilen talimatla göl kenarında ayak izi aramaya başladılar. Dört genç ikiye ayrıldı.
Orupta “Akaptu biz de gölün ağaçlık kenarları nı arayalım.”
Akaptu “Bak ileride kırık bir dal var.”
Ağacın yanına geldiler. Akaptu dalın kırık kısmını inceledi. Kırık dalın henüz yaş olduğunu gördü. “Bulduk galiba kaçakları. Kırık dal uzun süre geçince kururdu. Henüz yeni olmuş bu. Bir avcı neden durduk yere bir dal kırar. Tabi ki ateş yakmak için. Kaçaklarımız bu bölgede. Ben gençlerin yanına gidiyorum. Sen beklersin burada. Ben gençlere sessiz olmalarını söyleyeceğim.” Dedi, oradan ayrıldı.
Göl büyüktü. Gençler henüz uzaklaşmamıştı. Ayak izi aramak onları yavaş hareket ettiriyordu çünkü. Akaptu’nun onlara ulaşması kısa sürdü.
Orupta’nın kulağına bir ses geldi. Otların arasına eğildi ve sindi. Ses iki kişiden geliyordu. Bu Arcen ve Karnut’tu. Orupta birden yerinden doğruldu. “Gelin bakalım yanıma Bir şey yapmayacağım gelin.” Dedi.
Geldiler. Orupta “Sizlere ceza vermeyeceğim yalnız bir daha kaçarsanız bu sonunuz olacak. Sizi o zaman yine yakalar ve bu sefer ikinizi köle yaparım. Tüm ağır işleri sizlere gördürürüm. Yürüyün bakalım, düşün önüme.”
Akaptu ve gençler Orupta’nın bağırması ile koşup geldiler. Gençler meraklı gözlerle kaçaklara baktı. Bir heyecanın sonu onlar için yine bir heyecandı. Bölgelerine girdiklerinde onları ilk gören kaçakları aileleriydi. Koşarak geldiler. Yaşanan kavuşmaya en çok kaçaklar sevinmişti. İçlerinde bir şeyler sanki ‘Arcen ve Karnut birleşecek, onlar bağışlandı’ diyordu. Kalabalığın kuşatması esnasında gülümsüyorlardı.
Orupta kalabalığa “Bunları görün ve ibret alın. Bakın üstlerine başlarına, ne kadar perişanlar. Ne giysileri giysi ne özgürlükleri özgür. Açlıklarından bir deri bir kemik kalmışlar. Ben bunlara acıyorum, sizde acıyın. Ve ikisini klanımızla beraber birleştireceğiz. Belki çocukları olur da asi olmaktan vaz geçerler.” Diye konuştu.
O an Karnut hıçkırıklara tutuldu. Ağlayarak Orupta’ya sarıldı. “Gerçekten sen ve klanımdan kaçmak büyük bir hataydı.” Geri çekildi, bu sefer ağlayarak annesine sarıldı.Sonra göz yaşlarını silerek dişisi Arcen’in elini tuttu. Çadırlarına doğru gittiler.
Akşam olmuştu. Yine şenlik vardı. Arcen mutsuz gibiydi. Kız arkadaşları bunun sebebini anlatmasını istediler.
Arcen “Nasıl söylesem, biz gelirken Karnut ile hep sustuk, gerçeği söyleyemedik. Bu bir sorun olursa onları getirmeden geri döneriz dedik ama bağışlanınca ne yapacağımızı şaşırdık.Bizim ormanda iki çocuğumuz kaldı. Şu an orada bizi bekliyorlar.”
Kızlar koşup hemen Orupta’ya söylediler. Orupta geldi Arcen'e “Siz çoğalmışsınız da haberimiz yokmuş. Hemen getirin onları.” Dedi. Arcen, genç kızlar ve birkaç genç erkek ormana doğru hızla yürüdüler.
Klanın dişi ile erkeği birleştirme töreninde Karnut aralarında değildi. Klan eğlenecek birleşen erkek yalnız olacaktı. Böyle yapılarak uğurlu ve uğursuz ayırt ediliyordu. Uğurlu birleşecek erkekti. Uğursuzluğu yiyip, içip bitiren eğlenenlerdi.
Az sonra Arcen sevinç içinde ellerini tuttuğu çocukları ile göründü. Tüm ilgi çocuklardaydı artık. Çocuklar klanın tüm dişilerine sevgi görücüsüne çıkmıştı. Tüm dişiler birer birer seviyor ve okuşuyordu çocukları, sarılmaya doyamıyorlardı.
Yıldızlar bu gece de parlaktı. Bölgenin yakınlarında yine her zamanki gibi davetsiz misafirler vardı. Birkaç sırtlan grubu akşamdan kalma şölen yiyeceklerinin kokusunu almış gelmişlerdi.Klanın gece bekçileri yenen geriye artık geyik kemiklerini taşıyarak sırtlanların yakınlarına bıraktı.
Orupta’yı uyku tutmamıştı. Toprak altına gömülmekten kurtulan iki dairenin birinde Kanpe Dikmus’un içindeydi. Tek başınaydı.. Ortalıkta kimse yoktu. Orupta ürperiyordu diğer taraftan.Görünmez varlıkların saldırısından emindi Çünkü dairenin içindeydi. Orupta bununla da yetinmemiş oturduğu zemine de eliyle kendisini çevreleyen bir daire çizmişti. Görünmez Varlıklar Kanpe Dikmus’a girseler bile yere çizilmiş daireyi geçemezlerdi.
Orupta söylenceleri düşünmeye başladı. “Bir şeytan ne zaman aç kalırsa yiyeceğinin kokusunu alır bir köpek pisliği ve hayvan leşine musallat olurdu. Acaba şeytanlar avcı pisliğini de yer miydi. Şeytanın en büyük düşmanı avcılardı, bunu yapmazlardı. Şeytan acaba görünmezliğini iğrenç şeyleri yiyerek mi sağlıyordu. Akaptu söylemişti. Kötü olanında öğrettiği vardı.
Ataları “Kötü olanı kimse bilmeyecek. O zaman sana teslim olan gücü göreceksin.” Diyordu. Bilerek kötülüğü kullanıyorlardı. Atalarının adresi yanlıştı.İnsan kendi cinsine kötülük yaparsa akıl bilgileri karışırdı. Doğa onlara böyle öğretmezdi. Kendi cinsin birlik içinde çoğalacak birlik içinde savaşacaktın. Gerçek güç o zaman gelirdi.
Kulağına takur tukur sesler geldi. “Acaba içeriye biri taş mı attı?” diye söylendi. Ne kadar yaşı büyük olsa, klanın lideri de olsa korkmuştu. Kanpe Dikmus’un duvarına tırmandı. Duvarın temelinde ayağa kalktı. Bir tıkırtı daha duydu. Orupta hemen daireye geri atladı.
Sesler çığırından çıkmıştı. Tak tak diye taş sesleri gelmeye başladı. Orupta büyük bir ürperti ile can havliyle Kanpe Dikmus’u terk ederek koşmaya başladı. Daireden uzaklaşınca geriye baktı. “Sessizliği denemeyeceksin. Denersen ses çıkar.” Dedi heyecanla. Arkasına bakmadan çadırına yöneldi.

Tuna M. Yaşar



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın tarihsel roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Göbeklitepe 5
Göbeklitepe 3
Göbeklitepe 2
Göbeklitepe 1
Çok Eskiden 9
Çok Eskiden 8
Çok Eskiden 4
Çok Eskiden 6
Çok Eskiden 5
Çok Eskiden 3

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dünya Taşınıyor 3
Dünya Taşınıyor 7
Dünya Taşınıyor 8
Dünya Taşınıyor 6
Dünya Taşınıyor 1
Dünya Taşınıyor 2
Dünya Taşınıyor 5
Dünya Taşınıyor 4
Dünya Taşınıyor 9

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Masa [Şiir]
Reptilian 1 [Öykü]
Reptilian 2 [Öykü]
Reptilian 3 [Öykü]
Reptilian 4 [Öykü]
Reptilian 5 [Öykü]
Savaş Trafiği 2 [Öykü]
Savaş Trafiği 1 [Öykü]
Savaş Trafiği 3 [Öykü]
Ağaçlara Fısıldayan Adam [Öykü]


Tuna M. Yaşar kimdir?

Voltaire


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.