"Yaratıcılığın en parlak ışığı, düşüncenin en sessiz anlarında doğar."

Yasak Mıydı Sahiden?

Bir gün ansızın ortaya çıkan gizemli bir tren, tüm kelimeleri alıp götürmeye başlar. İnsanlar ve kelimeler arasındaki bu zoraki ayrılık, toplumda büyük bir şaşkınlık ve telaş yaratır. Herkesin ortak hazinesi olan kelimeler olmadan yaşamak mümkün müdür? Bu alegorik hikâye, ifade özgürlüğü ve dilin önemine dair düşündürücü bir anlatı sunuyor.

yazı resimYZ

Kelimelerin Yasaklandığı Gün

Tek heceli kelimelerin dahi içerisinden çıkamayacağı kadar küçük bir kaç hava boşluğu dışında hiçbir delik yoktu, devasa vagonlu, ağır ağır hareket eden, bir gecede var oluverip varlığıyla insanları hayrete düşüren, kelimeleri taşıyan kömür karası trende.

Dışarıyla temasları kesilmişti tüm kelimelerin. Nereye gittiklerini bilmedikleri bir yolculuktaydılar. Tren ağır ağır hareket ederken, insanlar da trenin etrafında kelimelere ulaşmak için binbir çaba harcıyorlardı. Kelimeler şaşkın, insanlar ise telaşlıydı.

Kelimeler olmadan ne yaparlardı? İnsanlar onların sahipleriydi. Hem de istisnasız her insan. Zengin, fakir, yaşlı, genç, zayıf, şişman fark etmiyordu. Herkes dilediğince kullanabiliyordu kelimeleri.

Şimdiyse insanlar ile kelimelerin arasına bir şeyler girmişti. Birileri ağır ağır uzaklaştırıyordu kelimeleri.

İnsanlar kelimelerden de şaşkındı. Susamazlardı. Susarak anlaşamazlardı. Kelimeler olmadan yaşayamazlardı.

Kelimeler varken de anlaşamıyorlardı birbirleriyle gerçi, ama yine de yılların alışkanlığı vardı. Ne toplar tüfekler, ne dozerler, ne de kurşunlar işliyordu sözcüklerle yüklü vagonlara. Sanki yokmuşçasına, hiç olmamışçasına yol almaya devam ediyordu tren, etrafını saran sis bulutlarıyla.

Dışarıda kıyamet kopuyor gibiydi ama içeride kelimeler suskundu. Anlamlandıran insanlardı onları. Ve şimdi, çok anlamsızdılar. Ruhu olmayan bedenler gibi… Var ama yok gibiydiler yani.

Bir aradalardı hepsi. Günde binlerce defa herkesçe kullanılan da vardı, asırlar önce kullanılmış olup şimdi unutulmuş olan da, yalnızca bir grup insan tarafından kullanılan havalı kelimeler de o vagondaydı.

En köhne sokaklarda, en ucuz barlardaki insanların ağızlarına sakız olanları da...

Kısacası bir yığın kelime, sessiz sedasız yol almaktaydılar.

Yasak gelmişti kelimelere. Öyle sanıyorlardı... ya da...

Dünyayı bir telaş kaplamıştı. Vagonların etrafında insanlar sadece vagonlara ulaşmaya çalışıyorlardı. Evet, sözcükler artık yasaklıydı. Yoklardı.

Gerçekten de yoklar mıydı?

Henüz fark etmemişlerdi yasak olanın başkasını yazmak, başkasını konuşmak ve hatta başkasını susmak olduğunu. Kelimeler değildi yasaklı olan. Aslında yasaklı olan “başkaları”ydı.

Şu an farkında değillerdi sadece... Çünkü hiçbiri kendisiyle konuşmayı denememişti. Çünkü yasak olan kelimeler değil, başkalarıydı. İnsanlarsa unutmuşlardı kendilerini konuşmayı.

Kelimeleri kullanamayan insanlar, düşünmeye zorluyorlardı kendilerini. Zorlanıyorlardı, çünkü paslanmıştı düşünce nöronlarının rayları. Kelimeler olmadan düşünmek de zordu sanki. Sahi, kelimesiz düşünülebilir miydi?

Derken... bunu düşünen insan konuşmaya başladı. Evet, sözcükler dile gelmişti.

Gittikçe karmaşıklaşıyordu. “Neden ben? Neden şimdi?”

“Peki ya diğerleri?” dediği anda, kayboldu kelimeler.

Yeniden sessizliğe gömüldü. Bilemedi... “diğerleri” dememeliydi. Henüz farkında olmadıklarından biri de buydu.

Dünyanın bambaşka bir yerinde, başka bir insan daha anlamsızca trene ve kelimelere ulaşmak yerine düşünmeyi tercih etmiş olmalıydı ki... Kelimeler yeniden meydandaydı.

Soruyordu insan: Kimdi kelimelerle insanları ayıran? Bir gecede nasıl tüm dünyayı kuşatan bir tren peyda oluvermişti? Bir türlü cevap bulamıyordu:

Kimdi uzaklaştıran kelimeleri? Peki neden şimdi konuşabiliyordu? Ne zaman kelimeleri kullanma izni vardı? Emri veren kimdi?

Kelimelerle yüklü vagonlarıyla, siyah dumanlar saça saça sonsuzluğa giden o tren de neyin nesiydi?

Başımıza gelen her kötü şeyde ilk aklımıza gelen suçlu... Kim olduğunu bildiğimiz ya da bazılarının bilmediği ama artık kalıplaşmış, bizdenleşmiş ve sanki çok yakından tanıdığımız egemen güçler miydi kelimeleri bizden uzaklaştıran?

Amaçları ne olabilirdi?

Sorunu tanımlayamıyordu ki, çözüme ulaşmak için nasıl yol alabilirdi?

Düşünmeye devam etmeliydi. Yalnızdı. Düşünmeye devam ediyordu insan.

Bir sabah uyandığında konuşamadığının farkına varan milyarlarca insan, gizemli kara vagonlu trenin peşine düştü. Farkında oldukları tek şey konuşamadıklarıydı.

Gördükleri bir tren vardı. Penceresi dahi yoktu. Muhtemelen kelimeler içinde hapsolmuştu.

Ve trenin peşinde milyonlarca insan vardı. Onlarcası, binlercesi trenin peşine düştüğüne göre, hepsi de bunu yapmalıydı.

Binler, milyonlar olmuştu. Milyonlar da milyarlar...

Telaşla kovalıyorlardı. Bilmiyorlardı. Düşünmüyorlardı. Konuşamıyorlardı.

Bilmedikleri şeylerden biri de: Kelimeleri vagonlara yükleyenin, bir grup dünyayı değiştireceğine inanan genç insan olduğuydu.

İnsanlar “başkaları” olmuşlardı artık. Savaştan da tehlikeliydi bu durum. Ve farkındasızdı insanlar.

Artık sadece başkalarını konuşuyorlardı. Başkalarını izleyip başkaları oluyorlardı. Bir araya geldiklerinde konuşacak tek şeydi: başkaları.

Beraber, baş başa vakit geçiremiyordu iki insan, eğer izleyecek bir başkası yoksa etraflarında.

Televizyon ve internet yoksa anksiyeteye giriyorlardı. “Şimdi ne yapacağız? Ne konuşacağız?”

İşte böyle böyle, herkesin hayatının merkezi bir başkası, başkalarıydı. “Öteki”ydi yani.

İnsanlık günbegün değer kaybediyordu. Bir şeyler yapmak zorundaydı birileri.

Ve işte kelimeler yasaklandılar başkalarına.

Düşünmek serbestti; Hayatı, insanı, gündemi, doğayı, inancı, romanı, öyküyü, hukuku, bilimi...

Koşmayı bırakıp düşünmeye başladıklarında, kelimelerin meydana çıktığını fark edeceklerdi.

Kullanabileceklerdi kelimeleri; konu başkası olmadığında.

Böylelikle dünya bambaşka bir yer olacaktı. Konuşabilmek için değişecektik. Başkası olmadığımızda kendimiz olacaktık.

Doğayı, insanı, savaşı, açlığı, adaleti, kadını, çocuğu, denizi, rüzgarı, karanlıkta ışıkları, sevgiyi, dostluğu konuşacaktık bundan böyle.

Ve evet... Dünya bambaşka bir yer olacaktı.

Hayali buydu, bir grup dünyayı değiştireceğine inanan insanın.

Konuştular saatlerce. Konuştuklarını yaşadılar. İnandılar yeniden değiştirebileceklerine.

Yeşerttiler sararıp dökülen, etrafı sarıya boyayan umut yapraklarını. Çünkü bir umuttu yaşatan insanı.

Yorumlar

Başa Dön