şimdi dudakları kıpkırmıızı sonbaharın
yel kokulu eteklerine tutunmuş
iki yetim oğlan gibi
aşk bir çıkmaza sürüklüyorsa bizi
korkmayalım ikimizde zamanın treninde aynı vagona binmekten
kılıcı yoktur aşkın sadece
korkar ruhundan üflediği ayrılıklara görünmekten
varsın bütün meçhulleri toplasın yüreğimize
acılarımızı sersin göğsümüzün ulu orta yerine
yanmayı mecnundan gördük ateş ne ki? bize ne?
denizi olmayan ülkelerin hikayelerini dinledim
sofrası gökten inen ak sakallı dervişlerden
ayağı çarıklı ozanlardan sesi yanık dengbejlerden
dediler ki;
sen yoksan o yoksa dünya yok hayat yok
dediler ki;
işte bu yeryüzüdür üzerine buğday ve aşk ekilir
ve ılık bir rüzgar okşar hasatta önce son defa teninizi
bu zamanı eyerleyip şarkısını söyleyen sevginin gelişidir
aşk yoksa tanrısızdır dikili bütün mabetler sevgili
boştur vadedilmiş ödülleri ve kalın kitaplı öğütleri
bu evren bu dönüş bu kavuşma bu terkediş
söyler misin hangi sevgisiz varlığını eseridir ki?
elimi tuttuğunda bilirsin daha hızlı genişler evren
uzak iklimlerin yelleri okşar tenimizi
ebem kuşağının görünmeyen rengi oluverirsin birden
ve göğün yağmur elbiseli çocuklarına anlatılır
her şafakta aşkı bize sunan hikayen
sana dair meseller yazılıyor ülkemin bozkır kokulu topraklarında
saçlarını tel tel resmediyor çukurunda esir kalmış iki göz
sokaklarında halı altına karton kağıtlar topluyor çocukları
tamir hanelerinde yağlı paslı bir arabanın arka kaportasında yazıyor acıları
fabrikalarında mesai sonu düşlerinde
bir el tutumu uzaklığı gibi yakınsın göğsü terli bedenlere
korkma sevgili ülkesiz aşk olmaz
burası tarihi yazılırken binlerce düş yakılan gök yüzlü ülkendir senin
yürü sevgili
yağmuru bekleyen buğday başaklarına dokunsun ayı süsleyen ellerin...
...........................................z.ersoy