Bir Neslin Gözyaşı: Halit Ziya'dan "Mai ve Siyah"
Bir klasiği, üzerinden geçen bir asırdan fazla zamana rağmen canlı kılan nedir? Sadece türünün ilk örneği olması mı, yoksa anlattığı hikâyenin her nesilde yankı bulacak evrensel bir acıyı dile getirmesi mi? Halit Ziya Uşaklıgil'in 1896 tarihli şaheseri "Mai ve Siyah", bu sorulara verilebilecek en net cevaplardan biridir. Batılı anlamda ilk Türk romanı olarak kabul edilen bu eser, yalnızca edebi bir milat olmakla kalmaz, aynı zamanda hayaller ve gerçekler arasındaki ezeli çatışmanın en dokunaklı anlatılarından biri olarak güncelliğini korur.
Roman, 19. yüzyıl sonu İstanbul'unun hareketli basın ve edebiyat dünyasında geçer. Uşaklıgil, bizi genç ve idealist şair Ahmet Cemil'in iç dünyasına davet eder. Babasının ani ölümüyle ailesinin geçim yükünü omuzlamak zorunda kalan Ahmet Cemil, bir yandan matbaalarda sevmediği çeviriler yaparak ve özel dersler vererek hayata tutunmaya çalışırken, bir yandan da edebiyat dünyasında bir çığır açacağına inandığı büyük eserini yazma hayalleri kurar. Bu hayaller, romanın adındaki "mai" (mavi) ile simgelenir: Haliç'e bakan bir tepeden seyredilen mehtaplı, umut dolu geceler, en yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi'nin kız kardeşi Lamia'ya duyduğu masum aşk ve gelecekteki parlak edebi şöhret.
Ancak Uşaklıgil, okuruna tozpembe bir dünya vadetmez. Ahmet Cemil'in mavi hayalleri, hayatın "siyah" gerçekleriyle bir bir çarpışır. Servet-i Fünun neslinin tüm karamsarlığını ve hassasiyetini üzerinde taşıyan Ahmet Cemil, edebiyat dünyasının sığ rekabeti, para kazanma zorunluluğunun sanatsal ideallerini aşındırması ve trajik ailevi olaylar karşısında yavaş yavaş ezilir. Uşaklıgil, Türk edebiyatının ilk modern karakteri olarak kabul edilen Ahmet Cemil'i, okurun acıyarak ve anlayarak takip ettiği, psikolojik derinliği olan, kusurlu bir kahraman olarak çizer. O, sadece dış koşulların bir kurbanı değil, aynı zamanda kendi romantik ve kırıngan mizacının da esiridir.
"Mai ve Siyah"ı ölümsüz kılan, sadece Ahmet Cemil'in kişisel trajedisi değil, aynı zamanda bir dönemin ruhunu yansıtmadaki başarısıdır. Roman, matbaa koridorlarından sanatçıların toplandığı meclislere kadar, II. Abdülhamid döneminin baskıcı atmosferi altında Batılılaşmaya çalışan Osmanlı aydınının portresini çizer. Eserdeki karakterler, Servet-i Fünun çevresindeki gerçek sanatçıların birer yansıması gibidir ve onların sanat, şiir ve hayata dair tartışmaları, dönemin entelektüel iklimine dair eşsiz bir panorama sunar.
Uşaklıgil'in dili, ilk yayımlandığı dönemde ağır ve sanatlı bulunsa da, yazarın daha sonra kendi eseri üzerinde yaptığı sadeleştirme, romanı günümüz okuru için daha akıcı hale getirmiştir. Buna rağmen, eserin o melankolik ve şiirsel atmosferi asla kaybolmaz. Realizmin tesadüflere yer bırakmayan neden-sonuç ilişkisi üzerine kurulu yapısı, "Mai ve Siyah"ı kendisinden önceki roman denemelerinden ayırarak onu modern bir zemine oturtur.
Romanın sonunda Ahmet Cemil, tüm hayallerini – eserini, aşkını ve umutlarını – bir bir yitirmiş halde, yazdığı her şeyi ateşe atar ve annesiyle birlikte İstanbul'u siyah bir gecede terk eder. Mavi bir gecede başlayan umut dolu yolculuk, karanlık bir gecede tam bir yenilgiyle son bulur. Bu, sadece Ahmet Cemil'in değil, onun şahsında bütün bir Servet-i Fünun neslinin hayal kırıklığıdır.
"Mai ve Siyah", bir edebiyat öğrencisinin okuma listesinde yer alması gereken bir görevden çok daha fazlasıdır. Hayal kurmuş, hayal kırıklığına uğramış ve hayatın sert gerçekleriyle yüzleşmiş her okurun kendinden bir parça bulacağı, zamana direnen bir başyapıttır. Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Cemil'in trajedisiyle, bir neslin hikâyesini anlatırken aslında hepimizin hikâyesine dokunur.