İnsanlık tarihi, bilginin üretimi ve dağıtımı üzerinden süregelen bir iktidar mücadelesiyle doludur. Her çağda, bir alanda öne çıkan bireyler veya gruplar vardır; bu kişiler yeni bir uzmanlık alanı oluşturur, ardından devlet mekanizmaları bu alanı kurumsallaştırarak "resmi bilgi" haline getirir. Bu süreç sonunda ortaya çıkan yapı, artık sorgulanamaz bir otorite konumuna yükselir. Gerçeği görüp eleştirmeye cesaret edenler ise dışlanır, hatta "deli" ilan edilir.
Uzmanlığın Doğuşu ve Kurumsallaşma Süreci
A. Yeni İhtiyaçlar, Yeni "Bilimler"
İnsanlık tarihi boyunca, toplumsal ihtiyaçlar yeni uzmanlık alanlarının doğmasına yol açmıştır. Çiftçiler toprakla uğraşmış, bu deneyim birikimi zamanla "ziraat mühendisliği" adını almıştır. Bilgisayar sistemlerinin yaygınlaşması hackerları doğurmuş, ardından "siber güvenlik" bölümleri açılmıştır. Yapay zeka teknolojisinin gelişmesi "yapay zeka operatörlüğü" gibi yeni meslekleri ortaya çıkarmıştır. Bu süreç doğal ve gerekli görünebilir. Ancak asıl sorun, bu bilgi birikimlerinin zamanla nasıl tekellere dönüştüğü ve özgür düşünceyi nasıl engellediğidir.
B. Devletin Müdahalesi ve Diplomaların Gücü
Bir uzmanlık alanı belirli bir olgunluğa ulaştığında, devlet mekanizması devreye girer. Fakülteler açılır, müfredatlar belirlenir, uzman kabul edilenlerin zamanlarına ait bilgisiyle sınavlar yapılır. Artık o alanda söz sahibi olmak için "resmî belge" gerekir. Belgesiz olanların o işi yapması yasaklanır veya meşruiyet kazanamaz. Bu süreç, bilginin demokratikleşmesi yerine aristokratikleşmesine yol açar. Bilgi, artık özgürce araştırılabilen, sorgulanabilen bir alan olmaktan çıkar; diplomalara, unvanlara, kurumsal onaylara hapsolur. Gerçek bilgi ile "diplomalı, sertifikalı bilgi" arasındaki fark bulanıklaşır.
C. Otoritenin Sorgulanamaz Hale Gelmesi
Kurumsallaşma tamamlandığında, o alandaki "uzmanlar" artık sorgulanamaz bir konum kazanır. İlahiyat profesörünün din hakkındaki yorumu, avukatın hukuk hakkındaki görüşü, mühendisın teknik konulardaki değerlendirmesi "mutlak doğru" addedilir. Diploma ve unvan, gerçeklikten daha ağır basar. Bu noktada, Kur'an'ın çağrısı tam da bu körleşmeye işaret eder: "Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?" (Nahl Suresi, 17. ayet). İnsan aklının özgür kullanımı, kurumsal otoritelerin tekelinden kurtarılması gereken ilk değerdir.
II. Bilimsel(!) Yöntemlerin Altındaki Boşluk: Tercih Danışmanlığı Örneği
A. Kumar Tabanlı Formüller
Üniversite tercih dönemlerinde öğrencilere sunulan yöntemler, aslında istatistiksel ve mantıksal temelden yoksun kumar formülleridir:
- "Sıralamanızın %75'i kadar yukarıdan hayal bölümler yazın."
- "Sıralamanızı 0.9 ve 1.1 ile çarpıp orta tercih aralığını belirleyin."
- "Son tercihlerde sıralamanızın 1.5 ila 2 katı aralığındaki bölümleri yazın."
Bu formüller, hiçbir bilimsel metodolojiye dayanmamaktadır. Geçmiş yıl verileri sürekli değişkendir; ekonomik koşullar, toplumsal eğilimler, politik kararlar her yıl tercih dağılımını etkiler. Bir yıllık veriyle gelecek yılı tahmin etmeye çalışmak, yazı tura atmaktan daha güvenilir değildir. Gerçek bir uzmanlık en az 3-4 yıllık veri ve fark tabanlı trend analizi gerektirir.
B. Danışmanlık Endüstrisinin Oluşturduğu Yanılsama
Tercih danışmanları, kendi tecrübelerini ve gözlemlerini "uzmanlık" olarak pazarlar. Ailelerin kaygılarını, gençlerin gelecek korkusunu sermayeye dönüştürürler. Ancak kimse şunu sormaz: Bu kişilerin önerdiği yöntemler gerçekten işe yarıyor mu? Yoksa sadece psikolojik bir güven mi sağlıyorlar? Bu durum, daha geniş bir problemi yansıtır: İnsanlar, "uzman" etiketine o kadar alışmıştır ki, uzmanlığın altındaki boşluğu sorgulamaz. Diploma, unvan ve kurumsal kimlik, içeriğin önüne geçer.
III. Dini Bilginin Kurumsallaşması: Vahiyden İlahiyata
A. Vahyin Özgürlüğü ve Yorumun Zindanı
İlahi vahiy, doğrudan bir hitaptır. Kur'an, insanları düşünmeye, akletmeye, sorgulamaya çağırır. Onlarca ayette "akletmez misiniz?", "düşünmez misiniz?", "ibret almaz mısınız?" gibi ifadeler geçer. Bu, dinin bir düşünce özgürlüğü projesi olduğunu gösterir. Ancak zamanla, vahiy yorumlara dönüşmüş, yorumlar mezhepleşmiş, mezhepler kurumsallaşmıştır. İlahiyat fakülteleri açılmış, müfredatlar belirlenmiş, sınavlar yapılmıştır. Artık "din hakkında konuşma yetkisi" diploma gerektirir. Kurumsal yapının dışında kalan bireyin dini yorumu, "sahih" kabul edilmez.
B. Nebilerin Misyonu ve Hukukun Kurumsallaşması
Nebiler, toplumlarına adalet, ahlak ve hukuk getirmiştir. Ancak zamanla, bu ilahi rehberlik beşeri yorumlarla karışmış, halk kendi kanunlarını oluşturmuş, devletler hukuk fakültelerini açmıştır. Artık "adalet" diploma gerektirir; "hukuk bilgisi" sertifika ister. Oysa tarih boyunca en büyük hukuki reformları, çoğu zaman diploması olmayan ama vicdanı ve aklı özgür insanlar gerçekleştirmiştir. Hakikat, hiçbir zaman kurumsal unvanların tekelinde olmamıştır.
IV. Bilim mi, Dogma mı? Çağın Kabullerinin Eleştirisizliği
A. Her Çağ Kendi Dogmalarını "Bilim" Sanır
İnsanlık tarihi, "bilim" diye kabul edilen inançların sonradan çürütülmesiyle doludur. Ortaçağ'da "dünyanın düz olduğu" bilimdi. 19. yüzyılda "ırkçı antropoloji" ve "evrim masalı" bilimdi. 20. yüzyılın başında "öjeni" bilimdi. Bugün de benzer bir durum yaşanmaktadır. İnsanlar, kendi çağlarının hakim paradigmalarını sorgulamadan kabul etmekte, bu paradigmaları eleştirenleri "bilim karşıtı" veya "gerici" olarak etiketlemektedir.
B. Bilimin Kurumsallaşması ve Dogmatikleşmesi
Bilim, özünde bir sorgulama, test etme, yanlışlama sürecidir. Ancak bilim de kurumsallaştığında dogmatikleşir. Akademik hiyerarşiler, yayın mekanizmaları, fon dağıtım sistemleri, belirli paradigmaları korur, yeni fikirleri dışlar. Thomas Kuhn'un "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" adlı eserinde belirttiği gibi, bilim ilerlemez; paradigmalar değişir. Ve paradigma değişimleri, genellikle kurumsal yapının dışından, marjinal konumdaki bilim insanlarından gelir.
V. Eleştiri ve Karşı Çıkışın Bastırılması: "Deli" Damgası
A. Galileo'dan Günümüze: Hakikatin Bedeli
Tarih, hakikati söylediği için cezalandırılan insanlarla doludur. Galileo, dünyanın güneş etrafında döndüğünü söylediği için mahkum edilmiştir. Ignaz Semmelweis, doktorların ellerini yıkaması gerektiğini söylediği için akıl hastanesine kapatılmıştır. Bugün de benzer bir durum yaşanmaktadır. Hakim paradigmaları sorgulayan, kurumsal otoritelere karşı çıkan bireyler, "komplo teorisyeni", "bilim karşıtı", "deli" gibi etiketlerle susturulmaya çalışılır.
B. Toplumsal Baskı ve Konformizm
İnsanlar, toplumsal kabul görme ihtiyacı nedeniyle, çoğunluğun görüşünü benimseme eğilimindedir. Solomon Asch'ın ünlü uygunluk deneyleri, insanların açıkça yanlış olan bir şeyi bile çoğunluk söylüyorsa kabul edebildiğini göstermiştir. Bu psikolojik mekanizma, kurumsal otoritelerin gücünü pekiştirir. İnsanlar, "herkes böyle yapıyor", "uzmanlar böyle diyor", "devlet böyle kabul ediyor" gibi gerekçelerle, kendi aklını kullanmaktan vazgeçer.
VI. Kur'an'ın Çağrısı: Aklın Özgürleşmesi
A. "Aklınızı Kullanmayacak mısınız?"
Kur'an, sürekli olarak insanı düşünmeye, akletmeye, sorgulamaya çağırır. Bu çağrı, sadece dini konularla sınırlı değildir; tüm varlığı, toplumu, tarihi, doğayı kapsar.
- "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için ibretler vardır." (Âl-i İmran, 190)
- " Tağut'a hizmet etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenler için müjde vardır. Müjdele kullarımı. Onlar sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Ve işte onlar derin tefekkür sahipleridir."(Zümer Suresi 17, 18. ayetler)
Bu ayetler, körü körüne taklidi değil, bilinçli seçimi; otoriteye itaati değil, hakikati aramayı emreder.
B. Taklitçiliğin Eleştirisi
Kur'an, "atalarımızı üzerinde bulduk, onların izinden gidiyoruz" diyen taklitçi zihniyeti şiddetle eleştirir:
- "Onlara 'Allah'ın indirdiğine uyun' denildiğinde, 'Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' derler. Ya ataları bir şey anlamayan ve doğru yolu bulamayan kimseler idiyse?" (Bakara, 170)
Bu ayet, gelenekçiliğin, kurumsal otoritelerin, diplomaların ve unvanların hakikatten daha ağır basmasının eleştirisidir. Hakikat, ne geçmişte donuklaşmış geleneklerdedir, ne de çağdaş kurumsal yapılardadır; sürekli aranan, sorgulanan, düşünülen bir hedeftir.
VII. Döngüyü Kırmak: Eleştirel Düşüncenin Yeniden İnşası
A. Diploma ve Unvan Fetişizminden Kurtulma
İlk adım, diploma ve unvan fetişizminden kurtulmaktır. Bir kişinin söylediği, unvanıyla değil içeriğiyle değerlendirilmelidir. İlahiyat profesörünün söylediği de, mühendisın söylediği de, avukatın söylediği de sorgulanabilir olmalıdır. Bu, uzmanlığı reddetmek değildir; uzmanlığı mutlaklaştırmamaktır. Uzmanlar, bilgi ve deneyim birikimlerine sahiptir, ancak yanılmaz değildir. Her öneri, her teori, her yöntem sorgulanabilir olmalıdır.
B. Bilginin Demokratikleşmesi
İkinci adım, bilginin demokratikleşmesidir. Bilgi, sadece üniversitelerde, akademilerde, kurumlarda üretilmemelidir. İnternet çağında, bilgiye erişim hiç olmadığı kadar kolaydır. İnsanlar, kendi meraklarını takip edebilmeli, kendi araştırmalarını yapabilmeli, kendi sonuçlarına varabilmelidir. Tabii bu, her fikrin eşit değerde olduğu anlamına gelmez. Ancak her fikrin tartışmaya açık olduğu, eleştirilebileceği, sorgulanabileceği anlamına gelir.
C. Aklın Özgür Kullanımını Teşvik Etmek
Üçüncü adım, eğitim sistemlerinde ezbercilikten ve testlere dayalı değerlendirmeden uzaklaşıp, eleştirel düşünceyi teşvik etmektir. Öğrencilere "doğru cevaplar" yerine "doğru sorular" öğretilmelidir. Onlara, otoriteleri sorgulamayı, delil istemeyi, mantıksal tutarlılığı değerlendirmeyi öğretmek gerekir.
D. Kurumsal Yapıların Şeffaflaşması ve Hesap Verebilirliği
Dördüncü adım, kurumsal yapıların şeffaflaşması ve hesap verebilir hale gelmesidir. Üniversiteler, meslek odaları, devlet kurumları, kararlarını nasıl aldıklarını, hangi verilere dayandıklarını, hangi çıkar çatışmalarına sahip olduklarını açıklamalıdır.
İnsanlık tarihi, bilginin kurumsallaşması ve tekellere dönüşmesi üzerinden ilerleyen bir iktidar mücadelesidir. Her çağda, yeni uzmanlık alanları doğmuş, devlet bu alanları resmiyet altına almış, eleştiri ve sorgulama bastırılmıştır. Ancak hakikat, hiçbir zaman kurumların, diplomaların, unvanların veya çoğunluğun tekelinde olmamıştır. Hakikat, sürekli aranan, sorgulanan, düşünülen bir hedeftir. Ve bu arayışın en önemli aracı, özgür akıldır. Kur'an'ın çağrısı da budur: "Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?" Bu çağrı, sadece Müslümanlara değil, tüm insanlığadır. Çünkü akıl, evrensel bir değerdir. Ve ancak aklın özgür kullanımı, insanlığı kurumsallaşmış dogmalardan, diploma fetişizminden, otorite kültünden kurtarabilir. Bilgi özgürleştirilmelidir. Akıl özgürleştirilmelidir. Ve bu özgürleşme, her bireyin kendi sorumluluğundadır. Çünkü asıl tehlike, dışarıdaki otoriteler değil, içimizdeki teslimiyettir. Sorgulamak, düşünmek, akletmek: İşte insanlığın en büyük görevi.
