**“Keramet” kavramı İslam düşüncesi içinde özellikle tasavvuf geleneğinde önemli bir yere sahip olmuştur. Ancak bu kavramın kökeni kullanımı ve zaman içinde kazandığı anlamlar hem tarihsel hem de teolojik açıdan ciddi bir sorgulamayı gerektirir. Bu makalede "keramet" kelimesinin etimolojik kökeni, tarihsel bağlamı ve halk arasında nasıl anlam kazandığı incelenmekte ardından keramet iddialarının eleştirel bir analizi sunulmaktadır. “Keramet” kelimesi Arapça “kerāma” (كرامة) kökünden türemiştir. Bu kök “ikram”, “lütuf”, “şeref”, “değerli olmak” gibi anlamları taşır. Türkçeye de Arapça üzerinden geçen bu kelime ilk kullanımlarında daha çok saygınlık, onur ve cömertlik gibi anlamlarla ilişkilendirilmiştir. Ancak zamanla özellikle tasavvuf geleneğinde kelimeye yeni anlamlar yüklenmiştir. Tasavvufî gelenekte keramet Allah dostu kabul edilen velilerin Allah’ın izniyle olağanüstü işler gerçekleştirmesi olarak tanımlanmıştır. Nebilerde görülen olağanüstü olaylar "mucize" olarak adlandırılırken velilerde görülenler "keramet" olarak nitelenmiştir. Bu yaklaşım zamanla halk arasında da benimsenmiş ve "keramet göstermek" deyimi bir kişinin gizemli ve doğaüstü güce sahip olduğu inancını ifade eder hâle gelmiştir. Gerçekte keramet olarak adlandırılan olayların çoğu tesadüf, algı yanılması, abartma, bilinçli aldatma veya efsaneleştirme gibi doğal ve sosyolojik süreçlerle açıklanabilir. Örneğin bir kişinin duasından sonra yağmur yağması, keramet değil meteorolojik tesadüftür. Aynı şekilde tercihlerde kendisine yardım ettiğim için birisini kudretli zanneden kişilerde algı yanılmasına örnek verilebilir. Bunun bir sebebiyse ferdiyet makamı diye bir makam türünün cemaatler tarafından uydurulmuş olmasıdır. İçsel zeka vaktiyle bilinmediği için tasavvufçular bunu ferdiyet makamı ilan ettiler bu tür kişiler de içsel zeka olup kişiler gizleyince bunu anlayan kişiler yanlış anlayıp onların kudretli olduğunu iddia ederler. Bu tür durumlar olağan olayların olağanüstü gösterilmesinden ibarettir. Bilinçli aldatmalara örnek olarak önceden toprağa gömülen nohutların sulanarak topraktan fışkırması veya betona gizli yapı eklenerek denizde namaz kılınması gibi halkı yanıltıcı gösteriler sayılabilir. Bu tür “keramet gösterileri” halkın bilgi eksikliğinden ve sorgulama alışkanlığının yetersizliğinden faydalanılarak sahnelenmektedir. Tarih boyunca keramet anlatıları dini otoritelerin halk üzerindeki etkisini artırmak için kullanılmıştır. Örneğin savaşların şeyhlerin kerametiyle kazanıldığına dair iddialar aynı dönemlerde yaşanan Sarıkamış ya da Filistin cephelerinde bu şahısların bulunmamasıyla çelişir. Bu durumlar kerametin bir tür meşruiyet aracı olarak kullanıldığını ve hakikatten çok otoriteyi koruma amacı taşıdığını göstermektedir. Ayrıca bazı Nurcuların iddia ettiği Said Nursi hocamın kaleminin kendi kendine Risaleleri yazdığına dair anlatılar hem rasyonel hem de tarihi açıdan temelsizdir. Bu ve benzeri anlatılar genellikle ikinci veya üçüncü ağızlardan aktarılır tarihsel bağlamda kontrol edilemez ve çoğu zaman mitolojik anlatıların İslami çerçeveye uyarlanması şeklinde gerçekleşir. Gerçek anlamda keramet doğruluk ve istikamet üzere yaşamaktır. Yani şirke düşmemek, hadisleri reddetmek ve yalnızca Kur'an'ı yeterli görmek asıl “keramet”tir. Bu yaklaşım kişinin aklını ve iradesini kullanarak hakikate ulaşmasını esas alır. Allah’ın lütfu olan bu yöneliş gösterişli kerametlerden değil bilinçli bir duruştan ibarettir. Keramet kavramı tarihsel ve kültürel bağlamda anlamı saptırılmış çeşitli şekillerde istismar edilmiş bir olgudur. Gerçekte keramet olduğu iddia edilen olayların çoğu doğa yasaları, psikolojik etkenler veya sosyal manipülasyonla açıklanabilir. Bu nedenle kerameti olağanüstülükte değil doğrulukta ve Kur'an merkezli bir anlayışta aramak hem akla hem vahye daha uygun bir yaklaşım olacaktır.
**