"Yarın ne okuyacağını bilmeyen bir yazar, bugün ne yazacağını bilmeyen bir yazardır." – Umberto Eco (kurgusal alıntı)"

Kasaba'ya

Bu eser yıllar önce yapılan bir yolculuğa dairdir.

yazı resim

Aylardan ekim.
Vakit akşama yakın…
Puslu bir şehirdesin.
Yağmur, varla yok arası.
Hisarönü’ndeki dükkanını kapamışsın, evine döneceksin.
Yürüdüğün sokakta, kendilerini lodosun esintisine bırakmış, bazen bir köşeye birikip sonra tekrar dağılan, birbirinin peşinden koşan sararmış çınar yaprakları.
Sonbaharı seversin, içinde tarif edemediğin garip bir keyif.
Basmane’deki santral garaj hızlı adımlarla 15 dakika.
İlçelere son seferlerini yapacak otobüsler motorlarını çalıştırmış. Civan, Nasip, Özemniyet, Hoşgör, Güven, Karadeveci… Kasabaya gidecek otobüs de yanaştığı perondan hareket etmek üzere.
“Haydi kasaba, Turgutlu. Kasaba Turgutlu!”
Olsa olsa 1960 model, Bursa’daki bir atölyede kamyondan dönüştürülmüş, uzun burunlu, koca motorlu, kendi de uzunca, bembeyaz boyalı, boydan boya kırmızı kuşaklı Chevrolet bir otobüs. Yeni gibi. Alınlığında Acemoğlu yazıyor.
Şoförü, gide gele artık tanıdığın şoförlerden biri. Selamlaşıyorsun. Şoförün sağ arkasına, kapı girişinin dibindeki iki kişilik deri kaplı geniş koltuğa, pencere kenarına oturursun.
Garajda telaş var.
Otobüsler, minibüsler, taksiler, yük getirmiş kamyonetler, birkaç fayton, hamallar, çığırtkanlar, gevrek, şerbet, nane satıcıları… Elinde tahta bavulu bineceği aracı arayanlar… Otobüslerin üstündeki bagajlara çantaları, sepetleri, bavulları yerleştiren, iple sağlamlaştırmaya çalışan muavinler…
Koşuşturma, motor gürültüsü ve uğultu.
Garajın taş döşeli zemini, belli belirsiz çiseleyen yağmurla hafif nemlenmiş.
Yorgun otobüs günün son yolcularını taşıyan diğer ilçe otobüslerinin peşine takılıp, ağır ağır çıkar garajın kapısından. Arka kapısı henüz açıktır, dışarı sarkılmış muavin gelene geçene seslenir: Kasaba, Turgutlu!
Chevrolet, bahçe duvarının dibinde kavak ağaçları sıralı Tekel depolarının önünden geçer, Gazi Bulvarı’yla birleşince sokak, sola, Basmane Meydanı’na döner.
Yağmur damlaları, incecik derelere dönüşüp ön camlardan aşağıya akmaya başladığında şoför çalıştırır silgeçleri.
Otobüs Basmane Garı’nı solunda bırakır, yine ağır ağır Şehitler Caddesi’ne girer. Bu cadde İzmir’den kasabaya 63 kilometrelik uzun bir yolculuğun başlangıcıdır.
Otobüsün radyosu açık, şarkı Zeki Müren’den:
“Doymadım sana ağlarım,
Ah ederek yana yana…”
Şehirde bir gün daha bitmektedir ve kaldırımlarda yağmurdan kaçışanların aceleci adımları…
Tepecik, Gültepe, Altındağ geride kalır ve Pınarbaşı’nda koca şehir geride kalır, tarlalar, bahçeler kuşatır yolun iki yanını.
Daracık asfaltta ilerler otobüs.
İzmir yönüne gelen şoförü tanıdık bazı otobüsler selektör yapar, selamlaşırlar.
Kavaklıdere Köyü’ne Belkahve rampalarına yaklaşır otobüs.
Ön cama vuran yağmur damlaları biraz daha sertleşir. Bir sigara daha yakarsın, yaslandığın pencereyi aralarsın biraz. Bazen birkaç yağmur damlası çarpar yüzüne ama olsun.
Otobüs duman içinde, nikotin ve koltuk arkalarındaki küllüklerde üstüste yığılmış, tıkıştırılmış, söndürülmüş izmarit kokusu.
İki otobüsün çoğu zaman yan yana geçemediği, çam ağaçlarının kuşattığı rampanın virajlarında yavaşlar, sonra tekrar hızlanır otobüs, ahlaya puflaya rampayı geride bırakır, Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’in kurtuluşundan bir gün önce 8 Eylül’de İzmir’i ilk kez gördüğü, şimdiki anıtın bulunduğu yerde derin bir nefes alır, soluklanır.
Bu kez aşağıya doğru, ovaya, Kemalpaşa’ya yönelir. Tozu, toprağı yağmurla temizlenmiş vişne, kiraz, şeftali bahçeleri, yaprakları sararmış üzüm bağları yolun iki yanında.
Ovanın Nif Dağı’na yaslanmış yamacında küçücük bir kasabadır Kemalpaşa. Burada kendi halinde, bağcılıkla, meyvecilikle, hayvancılıkla uğraşan insanlar yaşar. Belki birkaç besi çiftliği görürsün ara sıra hepsi budur.
Akşam inmiştir Kemalpaşa’ya.
Mola verilir burada, belki 10, belki 15 dakika… Otobüsün yanaştığı yazıhanenin yanı başındaki kahvehanede bir bardak çay içme imkanı olur, kim bilir?
Burada inecek olanlar iner, binecek olanlar otobüse biner. Kimi zaman bir tarım işçisidir, kimi zaman dükkanını burada açmış bir esnaf, kimi zaman evine dönecek bir gezici sağlık memuru.
“Kasaba yolcusu kalmasın” diye seslenince muavin, çayını yarım bırakıp otobüse yürürsün, oturursun yerine.
Yağmur iyice ağırlaşır artık, şimşekler ve gökgürültüleri de eşlik eder şiddetli sağanaklara…
Alacaranlıkta güçlükle seçebildiğin ova, yağmurun da etkisiyle artık görünmez olur gecenin kör karanlığında. Asmaların arasından yolun karşısına fırlayan bir tilki, otobüsün farlarına yakalanır ama hemen gözden kaybolur.
Otobüs, Armutlu’yu, Ören’i, Yiğitler’i, Parsa’yı (Bağyurdu) geride bırakır. Saatine bakarsın, Basmane’den yola çıkalı bir saati çoktan geçmiş.
63 kilometrelik bu daracık yol hiç bitmeyecekmiş gibi gelir insana, aslında bitmesini de hiç istemezsin.
Bazen karşıdan gelene yol vermek için yavaşlar, virajlara temkinli girer, yolu düzgün görürse hızını arttırır şoför. Ama bu yolda ilerledikçe geçen her dakika sanki kasaba biraz daha uzaklaşıyormuş gibi gelir.
Parsa’dan sonra buğday, arpa, tütün tarlalarının kapladığı düzlüklere ulaştığında otobüs Hamzababa sapağını da geride bırakınca, bilirsin ki artık Irlamaz Çayı yakındır.
Belkahve rampasından nefes nefese çıkan otobüs, Kızılyokuş’tan Irlamaz’a doğru inerken rahattır.
Son viraja geldiğinde ekim ayında bile coşkuyla akan Irlamaz’ın çağıltısı duyulur.
Ovaya inen karayolunda çayı sağına alır otobüs, 1950’lerde inşa edilmiş Irlamaz köprüsünden geçer, kasaba girişindeki üzeri sazlarla örtülü Çardak Kahve’de ilk yolcularını indirir, meslek lisesinin yanından çoktan geceyi örtünmüş ana caddeye girer. Karpuzkaldıran Parkı’ndan sonra iki yanında dut ağaçlarının sıralandığı parke kaplı yolda ağır ağır ilerler otobüs, orta parkı geçince belediye binasının önünden sola döner, önünde Petrol Ofisi yazılı benzin pompasının bulunduğu garaja girer, park eder. Kontağı kapatır şoför, seslenir:
“Cümleten geçmiş olsun.”
Otobüs derin bir nefes alır, soluklanır. Muavinden valizini, sepetini, çantasını alan yolcular usulca dağılır, soluk ışıklı sokak lambalarının aydınlattığı loş sokaklarda uzaklaşır, kaybolur. Kalabalık dağılır, bedeninde yol yorgunluğu, sen de derin bir nefes alırsın. Kasabanın üzerine bir sis gibi çökmüş yanmış kömür kokusunu çekersin ciğerlerine.
Valizin yoktur.
Sezonu çoktan kapatmış Tarla Sineması’nın bulunduğu yola, az ileride Kervan Yolu ile kesişen istasyon caddesine, garajın yanından fayton pazarına giden sokağa bakarsın. Bir zamanlar haftada bir kez mutlaka gittiğin Venüs Sineması’na doğru yürümek geçer içinden.
“Yok” dersin kendi kendine, “Anneannem, dedem, teyzem sofranın başındadır. Yemeğe bekliyorlardır şimdi. Yoğurt da almadım. Caminin yanındaki mandıra çoktan kapanmıştır. Memiş eniştenin fırından, kaldıysa bir ekmek alıp öyle giderim eve.”
“Kardeş, geldik, Turgutlu’dayız” diyen şoförün sesiyle uyanırsın derin uykundan. Yolcu kalmamıştır otobüste senden başka.
Otomobillerin, birbiriyle yarışan motosikletlilerin gürültüsüyle açarsın gözlerini.
Çevrene bakınırsın, küçük garajın olduğu yerde şimdi ışıklar içinde devasa bir AVM vardır. Geniş avlulu, çift kapılı evlerin yan yana sıralandığı sokaklarda beşer katlı, onar katlı apartmanlar istiflenmiştir.
Oto galerilerinin, marketlerin, petshopların, beyaz eşya satıcılarının, internet kafelerin, unlu mamüllerin, lüks restoranların, köftecilerin, içki-sigara büfelerinin, butiklerin, bankaların, pastanelerin sıralandığı ana cadde ışıl ışık ve çok kalabalıktır.
Baltacı Mahmut Yolu’nda o köşe başındaki iki katlı kerpiç ev çoktan yıkılmış, yerinde beş katlı bir beton yığını vardır şimdi. Zaten arasan o sokağı bile bulamazsın.
Anneannen, deden, amcaların, halaların, annen, baban çoktan veda edip gitmişlerdir bu dünyadan.
Ne fırın kalmıştır, ne köşedeki küçücük bakkal, ne de güler yüzlü komşuların.
Burası artık o hatırladığın kasaba değildir, kasvetli, gürültülü, sakinlerinin (Hala sakin kalabildilerse) burada niye yaşadıklarını bile sorgulayacak vakitlerinin olmadığı, hızlı ve hayatı tüketen koca bir şehirdir.
Garajın girişindeki henüz kepengi indirilmemiş yazıhanenin personeline sorarsın:
“Kardeşim burada bildiğiniz bir pansiyon var mı? Gelmek istediğim yer burası değildi, sabah ilk otobüsle döneceğim.”

Yorumlar

Başa Dön