"Yazmak, varoluşsal bir bunalımın, en azından bir süreliğine, başka bir varoluşsal bunalıma dönüşmesidir." - Franz Kafka"

Kader, İrade ve Sorumluluk: İslami Perspektiften Derin Bir Analiz

yazı resim

İslam düşünce tarihinin en kadim ve tartışmalı meselelerinden biri, kader ile insan iradesinin ilişkisidir. Bu konu, yüzyıllardır kelam alimleri, mutasavvıflar ve mütefekkir şahsiyetler arasında çeşitli yorumlara konu olmuş, farklı ekollerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır. Ancak meselenin özüne inildiğinde, Kur'an'ın açık beyanları karşısında durmak ve bu ilahi metinlerin bize ne söylediğini anlamaya çalışmak gerekmektedir. Kader meselesi, basit bir felsefi tartışma değil, müslümanın hayatına yön veren, ona huzur ve sükunet bahşeden, Allah ile ilişkisini tanzim eden merkezi bir inanç konusudur.
Kader: Allah'ın Ezeli İlmi ve Levh-i Mahfuz
Levh-i Mahfuz'un Mahiyeti
İslam inancına göre, varlık alemindeki her şey—küçüğünden büyüğüne, atomun hareketinden galaksilerin dönüşüne, insanın bir nefesinden ömrünün son anına kadar—Allah'ın ezeli ilminde mevcuttur ve Levh-i Mahfuz adı verilen bir "kitap"ta kayıtlıdır. Kur'an-ı Kerim bu hakikati açık bir şekilde beyan eder:
> "Yerden kendinize isabet eden bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta olmasın. Şüphesiz bu Allah'a kolaydır." (Hadid 22)
Bu ayet, varlık alemine tecelli etmeden önce her şeyin Allah'ın takdirinde yazılı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Levh-i Mahfuz, sadece büyük olayları değil, en küçük detayları bile içermektedir:
>"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilmez. Ve karada ve denizde olanı bilir. Hiçbir yaprak O'nun bilgisi dışında düşmez. Ve yerin karanlıkları içinde bir dane yaş ve kuru yoktur apaçık bir kitapta olmasın." (Enam 59)
Kaderin Kapsamı
Kader, sadece insan fiillerini değil, tüm yaratılmışların her halini kuşatır. İnsanın doğduğu zaman ve mekan, ailesi, fiziksel özellikleri, karşılaşacağı olaylar, atacağı adımlar, söyleyeceği kelimeler—hepsi Allah'ın takdirindedir. Bu, insan iradesinin olmadığı anlamına gelir; çünkü iradenin kendisi de Allah'ın yaratmasıdır.
>"Ve Allah sizi ve yaptığınızı yaratmıştır." (Saffat 96)
Bu ayet, sadece insanın varlığını değil, amellerini de Allah'ın yarattığını açıkça beyan eder. Dolayısıyla, "insan seçim yapar, Allah da o seçimi yaratır" şeklindeki anlayış, ayetin zahiri anlamıyla çelişir.

Cüz-i İrade Problemi: Geleneksel Yorumların Eleştirisi
Geleneksel Cüz-i İrade Anlayışı
İslam düşünce tarihinde bazı kelam ekolleri, insana "cüz-i irade" denilen kısmi bir irade atfetmişlerdir. Bu görüşe göre Allah, kullarının gelecekte ne yapacaklarını ezeli ilmiyle bilir ve bunu Levh-i Mahfuz'a yazar; ancak asıl seçim kulun elindedir. Allah, kulun seçimini yaratır ama seçimin kendisi kula aittir.
Cüz-i İrade Anlayışının Teolojik Problemleri
Bu yaklaşım, ilk bakışta Allah'ın adaletini ve insanın sorumluluğunu korumaya yönelik iyi niyetli bir çaba gibi görünse de, derin teolojik problemler içermektedir:
a) Allah'ın Fail-i Mutlak Oluşuyla Çelişki:
Eğer insan gerçek anlamda seçim yapabiliyorsa, bu seçim anında Allah'ın mutlak failliği askıya alınmış olur. Oysa Kur'an, tek fail'in Allah olduğunu vurgular:
>"Onları öldürmediniz fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman sen atmadın. Fakat Allah kendinden güzel imtihanla sınamak için attı." (Enfal 17)
Bu ayette, görünürde insanın yaptığı fiiller bile hakikatte Allah'a nispet edilmektedir.
b) Allah'ın Edilgen Konuma Düşmesi:
Eğer Allah, kullarının gelecekteki seçimlerini önceden bilerek Levh-i Mahfuz'a yazıyorsa, bu durumda Allah kullarının fiillerinden etkilenen, onlara "tepki veren" bir konuma düşer. Oysa Allah Mutlak'tır, hiçbir şeyden etkilenmez, her şeyi etkiler.
c) Levh-i Mahfuz'un Anlamsızlaşması:
Eğer insan gerçekten seçim yapabiliyorsa ve Allah da sadece bu seçimleri önceden bilip kaydediyorsa, Levh-i Mahfuz'un varlığının hikmeti ne olabilir? İnsan zaten neyi seçeceğini bilmiyor; Allah da sadece kaydediyor. Bu durumda Levh-i Mahfuz'un pratik bir faydası kalmaz.
d) Şirk Riski:
Cüz-i irade anlayışı, insana Allah'tan bağımsız bir fail olma özelliği atfeder. Bu da hakikatte, varlıkta Allah'ın dışında müstakil bir güç kaynağı kabul etmek anlamına gelir ki, bu tevhid inancıyla bağdaşmaz.
Kur'ani Redde Deliller
Kur'an, insanın müstakil irade sahibi olmadığını birçok ayette açıkça beyan eder:
>"Ve Allah'ın dilemesi dışında siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir." (İnsan 30)
> "De: Allah'ın dilediği dışında kendime bir fayda ve zarara sahip değilim." (Araf 188)

> "Ve eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi topluca iman ederdi. İnsanları mümin oluncaya kadar sen mi zorlayacaksın?" (Yunus 99)
Bu ayetler, insanın en temel tercihinde—iman etme meselesinde—bile müstakil irade sahibi olmadığını gösterir. İman bile Allah'ın izniyledir:
> "Ve Allah'ın izni dışında hiç kimsenin iman etmesi mümkün değildir." (Yunus 100)
Tek Fail: Allah ve Yaratma Gerçeği
Allah'ın Mutlak Failliği
İslam'ın tevhid anlayışının gereği, varlıkta tek gerçek fail'in Allah olduğunu kabul etmektir. Bütün varlıklar Allah'ın eseri, bütün olaylar Allah'ın yaratmasıdır. İnsan fiilleri de bu kuralın dışında değildir.
> "Ve Rabbin ne dilerse yaratır ve seçer. Seçim onların değildir." (Kasas 68)
Bu ayet, seçimin Allah'a ait olduğunu ve insanlara ait olmadığını kategorik bir şekilde beyan eder.
İnsanın Konumu: Mazhariyet
İnsan, Allah'ın sıfatlarının tecelli ettiği bir mazhardır. İnsandan sudur eden her fiil, her düşünce, her irade hakikatte Allah'ın yaratmasıdır. İnsan sanki bir film seyreder gibi, kendi kaderini yaşar. Ancak bu "seyretme" bile Allah'ın yaratmasıdır.
Hidayet ve Dalaletin Yaratıcısı
En önemli mesele olan hidayet ve dalalet konusunda da durum açıktır. Hidayeti veren, dalalet üzere bırakan Allah'tır:
> "Ve eğer dileseydik her nefse hidayetini verirdik fakat benden cehennemi mutlaka cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım sözü hak oldu." (Secde 13)
İblis bile kendi sapkınlığının Allah'ın yaratması olduğunu itiraf eder:
> "Rabbim beni saptırdığından dolayı yeryüzünü onlara süsleyeceğim." (Hicr 39)
İmtihan Paradoksu ve Çözümü
İmtihan Nasıl Olur?
Bu noktada akla şu soru gelmektedir: Eğer her şey takdir edilmişse, insan seçim yapamıyorsa, imtihan nasıl gerçekleşmektedir? İmtihan, seçim özgürlüğü gerektirmez mi? Bu soru, imtihanın mahiyeti hakkındaki yanlış anlayıştan kaynaklanır. İmtihan, insanın seçim yapma gücünü test etmek değil, Allah'ın ezeli takdirinin varlık alemine tecelli etmesidir. İmtihan, Allah'ın kudretinin, hikmetinin, adaletin ve rahmetinin ortaya çıkması için bir sahnedir.
İmtihanın Hikmeti
İmtihanın hikmeti, insanın kendi nefsinde olanı görmesi, Allah'ın ayetlerine şahit olması ve Allah'ın isim ve sıfatlarını tanımasıdır. Cennetlik olanlar, kendi cennetlikliklerini dünyada sergileyecek fiiller ortaya koyarlar; cehennemlik olanlar ise kendi hakikatlerini gösterirler. Ancak her ikisi de Allah'ın yaratmasıdır.
Sorumluluk Meselesi
Peki Allah, seçim hakkı vermediği insanları nasıl sorumlu tutar? Bu sorunun cevabı, "sorumluluk"tan ne anladığımızla ilgilidir. Allah'ın insanları "sorumlu tutması", onlara kendi kaderlerine göre muamele etmesi demektir. Cennetlik olarak takdir edilenler cennete, cehennemlik olarak takdir edilenler cehenneme gider. Bu bir "ceza" değil, ezeli takdirin tecellisidir.
Ruh ve Ruhsuzluk: İki Kategorinin Hakikati
Ruh Sahipleri ve Ruhsuzlar
Kur'an, insanlar arasında iki farklı kategoriden bahseder: Gerçek anlamda "diri" olanlar ve "ölü" olanlar. Bu ölüm fiziksel ölüm değil, ruhani ölümdür.
> "Kesinlikle cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Kalpleri vardır onlarla anlamazlar gözleri vardır onlarla görmezler kulakları vardır onlarla işitmezler işte onlar hayvanlar gibidir hatta daha da sapıktır." (Araf 179)
> "Ve eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Ve sana baktıklarını görürsün, ve onlar görmezler." (Araf 198)
Ruhsuzların İşlevi
Ruh sahibi olmayanlar, görünürde insan gibi davranırlar: Konuşurlar, yazarlar, çalışırlar, gülerler, ağlarlar. Ancak hakikatte şuur sahibi değildirler. Onların varlık nedeni, ruh sahiplerinin imtihanı ve eğitimidir. Onlara bakarak müminler ibret alır, Allah'ın ayetlerini tefekkür eder ve kendilerini geliştirirler. Bu varlıklar, ilahi senaryoda birer figürandır. Rolleri vardır ve bu rolleri oynarlar. Bazen Firavun gibi büyük bir antagonist, bazen sıradan bir inkarcı. Ancak hiçbiri gerçek anlamda acı çekmez veya sevinç duymazlar; çünkü bunun için şuur gerekir.
Cehennemde Şuur Problemi
Bu varlıklar dünyada işitmiyor ve görmüyorlarsa, ahirette nasıl azap çekeceklerdir? Kur'an, cehennemde de onların işitmediğini belirtir:
> "Onlara orada bir inleme vardır. Ve onlar orada işitmezler." (Enbiya 100)
Dolayısıyla, ruhsuz varlıklar için cehennem azabı, ruh sahipleri için olduğu gibi şuurlu bir acı değildir. Onlar kendi hakikatlerine göre muamele görürler. Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır ve O, Kendi ruhunu cehenneme sokmaz.
Kadere İman Etmenin Hayattaki Tezahürleri
Tevekkül ve Teslimiyet
Kadere gerçek anlamda iman eden insan, hayatın bütün yükünü Allah'a teslim eder. Ne olursa olsun, her durumda Allah'ın hikmetine güvenir. Bu, insanı sorumsuzluğa değil, derin bir huzura kavuşturur.
> "De: Allah'ın bizim için yazdığı dışında bize ulaşmaz. Bizim Mevlamız O'dur. Ve inananlar Allah'a güvenip dayansın." (Tevbe 51)
Üzüntüsüz ve Kibirsiz Bir Hayat
Kadere iman eden, kayıplar karşısında derin üzüntüye kapılmaz; çünkü her şeyin bir hikmeti olduğunu bilir. Kazançlar karşısında da kibir yapmaz; çünkü başarının kaynağının kendi çabası değil, Allah'ın yaratması olduğunu bilir.
> "Kaçırdığınız üzerine üzülmeyesiniz size verdiği ile sevinmeyesiniz. Ve Allah bütün kibirli övünenleri sevmez." (Hadid 22)
Batıni Bakış Açısı
Kadere iman eden mümin, olaylara "batıni" yani iç yüzüyle bakar. Zahirde kötü görünen her olayda bir hayır arar. İki insan konuşurken, onların ağzından çıkan kelimeleri yaratan Allah'ın olduğunu bilir. Bir musibet geldiğinde, bunun Allah'ın yaratması olduğunu ve mutlaka bir hikmeti olduğunu düşünür.
Şirksiz Bir Hayat
Kadere iman, insanı şirkten arındırır. Çünkü insan, varlıkta Allah'tan başka fail görmez. Ne nefsin arzularını, ne başkalarının etkilerini, ne de şeytanı müstakil bir güç olarak kabul eder. Her şey Allah'ın yaratmasıdır. Bu şuur, insanı tam bir tevhid üzere yaşatır.
Sebeplere Sarılmak ve Tedbir Almak
Kadercilik Değil, Tevekkül
Kadere iman etmek, pasif bir kadercilik anlamına gelmez. Müslüman, elinden geldiğince sebeplere sarılır ve tedbirini alır. Ancak bunu yaparken, asıl etkinin sebeplerden değil, Allah'tan geldiğini bilir. Çiftçi toprağı sürer, ekini eker, sular. Ama mahsulü veren Allah'tır. Hasta doktora gider, ilacını alır. Ama şifayı veren Allah'tır. İnsan her işinde tedbirini alır ama neticenin Allah'ın takdirinde olduğunu bilir.
Salih Amel
Kader inancı, insanı amellerden alıkoymaz. Aksine, Allah'ın rızasını kazanmak için salih amellerde bulunmaya teşvik eder. Çünkü mümin, bu salih amellerin bile Allah'ın yazdığı kaderde yazılı olduğunu, ancak kendisinin bu amelleri işlemek gibi bir rol oynadığını bilir.
Neden Kader Bildirildi?
Allah'ın İsimlerinin Tecellisi
Kaderin insanlara bildirilmesinin en önemli hikmeti, Allah'ın isim ve sıfatlarını tanımaktır. Allah'ın "Alim" olduğunu, her şeyi ezelde bildiğini; "Kadir" olduğunu, her şeye gücü yettiğini; "Hakim" olduğunu, her şeyi hikmetle yarattığını anlamak için kader inancı şarttır.
Ahlaki Temel
Kader inancı, yüksek ahlakın temelidir. Tevazu, sabır, şükür, tevekkül, rıza—bunların hepsi kader inancının meyveleridir. Kaderi bilmeyen insan, sürekli kaygı, korku, hırs ve kibir içinde yaşar.
Allah ile Yakınlık
Kadere iman, insanı Allah'a yaklaştırır. Her anda Allah'ı hatırlar, her nefeste O'nu görür, her olayda O'nun hikmetini arar. Bu şuur, kulluk bilincinin zirvesidir.
Mezmurlar ve Diğer Kutsal Metinlerde Kader
Kader inancı sadece Kur'an'a mahsus değildir. Diğer kutsal kitaplarda da benzer ifadeler bulunur:
>"Henüz döl yatağındayken gözlerin gördü beni; Bana ayrılan günlerin hiçbiri gelmeden, Hepsi senin kitabına yazılmıştı." (Mezmurlar 139:16)
Bu ifade, insanın doğumundan önce hayatının takdir edildiğini açıkça belirtir.
Kader meselesi, İslam'ın en derin ve en önemli konularından biridir. Geleneksel yorumların problemleri, Kur'an'ın açık beyanlarına döndüğümüzde ortaya çıkar. Allah tek fail'dir, insan ise O'nun yaratmasının mahalli. İnsanın cüz-i bir iradesi yoktur; her şey Allah'ın külli iradesinin tecellisidir. Bu inanç, insanı sorumluluklarından azade kılmaz. Aksine, ona daha derin bir sorumluluk şuuru verir. Çünkü mümin, her anın Allah'ın takdiriyle geldiğini ve her anda Allah'ın rızasına uygun davranmak gerektiğini bilir. Kadere iman, insana eşsiz bir huzur bahşeder. Artık hayatın yükünü tek başına taşımaya çalışmaz, her şeyi Allah'a havale eder. Üzüntülerde sabreder, nimetlerde şükreder, her halde Allah'ın rahmetine güvenir. Bu şuurla yaşayan mümin, hayatı bir film gibi seyreder. Heyecanlı, ibretli, öğretici bir film... Ve bu filmin senaryosunu yazan, yöneten ve her detayını kontrol eden Yüce Yaratıcı'nın hikmetine teslim olarak, huzur içinde yoluna devam eder. Allah Teala, hepimize kadere gerçek anlamda iman etmeyi, O'na tam teslimiyet göstermeyi ve hayatımızı O'nun rızasına uygun yaşamayı nasip etsin.

KİTAP İZLERİ

Dünyadan Aşağı

Gaye Boralıoğlu

Kendini Aklama Sanatı Üzerine Bir Roman Gaye Boralıoğlu’nun "Dünyadan Aşağı"sı, okuru modern bir anti-kahramanın çarpık zihin labirentlerinde dolaştırarak hakikat, hafıza ve riyakarlık üzerine cesur bir
İncelemeyi Oku

Yorumlar

Başa Dön