"Yarınlar, bugünün henüz kahvesini içmemiş halidir." - Douglas Adams"

Depremler, Gayb ve Tevhid Bilinci

"İnsanın bilinmeyeni keşfetme arzusu: Tarih boyunca insanlar deprem ve afetleri önceden bilme çabasında olmuştur. Ancak Kur'an, gaybın bilgisinin yalnızca Allah'a ait olduğunu kesin biçimde vurgular. Kahinlerden modern bilimsel tahminlere kadar tüm gayb iddialarının İslami perspektiften şirk sayıldığı bu metin, insan zaafları ile ilahi bilgi arasındaki sınırı çiziyor."

yazı resim

İnsanlık tarihi boyunca, doğa olayları karşısında insanın en temel zaaflarından biri, bilinmeyeni bilme arzusudur. Depremler, fırtınalar, afetler gibi olaylar karşısında “ne zaman ve nerede” sorusuna cevap aramak, aslında insanın gaybı bilme tutkusunun yansımasıdır. Oysa Kur’an, gaybın bilgisinin yalnızca Allah’a ait olduğunu açık ve kesin bir biçimde bildirmektedir. Gaybı bilme iddiası, tarih boyunca farklı biçimlerde ortaya çıkmıştır: kahinler, falcılar, astrologlar, medyumlar… Günümüzde ise bu iddia, bilimsel bir görünüme büründürülerek “deprem tahmini”, “doğal afet öngörüsü” gibi isimler altında yeniden üretilmektedir. Ancak Kur’an perspektifinden bakıldığında, hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın gaybı bilme iddiası Allah’a şirk koşmak anlamına gelir. Kur’an bu konuda apaçıktır:
> “De: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. Ve ne zaman dirileceklerini bilmezler.” (Neml Suresi, 65)
Bu ayet, gayb bilgisinin mutlak biçimde sadece Allah’a ait olduğunu bildirmektedir. Gayb, insanın duyu ve akıl yoluyla ulaşamayacağı bilgidir. Bir şeyin ne zaman ve nerede olacağını önceden bilmek, gaybı bilmek demektir. Dolayısıyla, bir kimsenin “deprem şu gün, şu saatte, şu bölgede olacak” demesi, Allah’ın yalnızca kendisine ait kıldığı bir bilgi alanına müdahale etmeye kalkışmaktır. Bu, sadece yanlış bir iddia değil; tevhid inancına yönelmiş açık bir tehdittir. Çünkü gaybı bilen yalnızca Allah’tır. Kim bu bilgiyi kendinde veya başka bir varlıkta görürse, o kişiyi Allah’a ortak koşmuş olur. Kur’an, insanların çoğunun zanna uyarak hakikatten uzaklaştığını bildirir:
> “Ve onların çoğu ancak zanna uyarlar. Şüphesiz ki zan ise hakikatten bir şey kazandırmaz. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını bilmektedir.” (Yunus Suresi, 36)
Deprem tahminleri, ölçümler veya istatistiksel analizler sonuçta “zan”dan ibarettir. Çünkü bu yöntemlerle kesin bilgiye ulaşılamaz. “Deprem olacak mı?” sorusuna verilen hiçbir cevap, Allah’ın ilmindeki kesinliğe sahip değildir. Bilim, elbette Allah’ın yarattığı düzenin işleyişini gözlemleyebilir ancak bu gözlem, yaratılışın ardındaki ilahi takdirin sınırlarını asla aşamaz. Allah dilemedikçe hiçbir olay meydana gelmez. Kur’an, insanın geleceğe dair bilgisinin ne kadar sınırlı olduğunu şöyle açıklar:
> “Ve hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.” (Lokman Suresi, 34)
Bu ayet, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük bir hakikati hatırlatır: İnsan kendi ölüm yerini bilmez. Eğer bir insan nerede öleceğini bilemiyorsa, ölümüne vesile olacak bir depremin ne zaman ve nerede olacağını da bilemez. Depremde ölecek olan kişi, kaderinde o ölüm yeri ve vakti yazıldığı için oradadır. Dolayısıyla “depremi önceden bilmek” iddiası, hem bu ayeti hem de kader anlayışını inkâr etmek anlamına gelir. Kur’an, fal oklarını “şeytan işi pislik” olarak nitelendirir:
> “Ey iman edenler! Şüphesiz örten, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytan işi pisliktir. Bunlardan kaçının, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide Suresi, 90)
Bu ayet, geleceğe dair bilinmezleri kontrol etme veya önceden öğrenme çabasının şeytanî bir yön taşıdığını açıklar. Fal okları, o dönemde insanlar arasında geleceği öğrenme aracı olarak kullanılıyordu. Bugünse aynı mantık, farklı bir biçimde sürmektedir. Depremleri önceden bildiğini iddia edenlerin kullandığı cihazlar, yazılımlar veya algoritmalar aslında “teknolojik fal okları” haline gelmiştir. Çünkü bu araçlar da gaybı bilmeye yöneliktir. Yöntem değişmiştir ama zihniyet aynıdır: Allah’ın ilminde gizli olan bir şeyi insan aklıyla çözmeye kalkışmak. Kur’an’ın inananlara öğrettiği temel ilke şudur: Her şey Allah’ın dilemesiyle olur. O’nun bilgisi dışında hiçbir olay gerçekleşmez. Deprem, sel, fırtına veya ölüm… Hepsi kaderde yazılıdır. Bir mümin için bu bilincin anlamı, korkuya değil tevekküle dayanır. Deprem olacağı zaman da, yeri de, etkisi de Allah’ın ilminde zaten bellidir. Müminin görevi, Allah’ın takdirine teslim olmak tedbirini alırken de kalbinde “ben bilirim” gururunu değil, “Allah dilerse olur” bilincini taşımaktır. Gaybı bilme iddiası hangi kılığa girerse girsin, tevhid inancına aykırıdır. Depremin zamanını ve yerini önceden bildiğini iddia edenler, farkında olmadan Allah’ın hükmüne ortak koşmaktadır. Kur’an’ın öğrettiği tevhit bilinci, insanı kendi acziyle yüzleştirir ve Allah’ın kudretine teslimiyete çağırır. Mümin, gaybın bilgisine sahip olmayı değil Allah’a güvenmeyi, O’nun hükmüne razı olmayı ister.
Çünkü bilir ki:
> “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları O’ndan başkası bilmez...” (En’âm, 59)

KİTAP İZLERİ

Nohut Oda

Melisa Kesmez

Melisa Kesmez’in ‘Nohut Oda’sı: Eşyaların Hafızası ve Kalanların Kırılgan Yuvası Melisa Kesmez, üçüncü öykü kitabı "Nohut Oda"nın başında, Gaston Bachelard'dan çarpıcı bir alıntıya yer veriyor:
İncelemeyi Oku

Yorumlar

Başa Dön