..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Kendi görüþlerim var -saðlam görüþler-, yine de her zaman onlara katýlmýyorum. -G. Bush
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Baþkaldýrý > Hüsrev Özel




30 Eylül 2002
1.Bölüm: Çatal Yürek  
Sinema Kuþu

Hüsrev Özel


Vilayetteki sinemalara yabancý film olarak önceleri sadece Hint filmleri gelirken, sonra Amerikan ve Avrupa menþeli filmler gelmeðe baþlýyordu. Fakat yerli senaryolara alýþtýðým için, yabancý filmler bana, sanki tam olaylarýn ortasýnda bitiyormuþ gibi g


:DEAE:
SAVAÞÇININ HATIRALARI

1.Bölüm
KARA TEPE
Kýþýn Canbol tepesi ve sýra dað boyunca yaðan karlarý yaz ortalarýna kadar uzaktan görür, Aðustos sýcaðýnda o yöne baktýkça yüreðimiz yanardý.
     Canbol tepesinin bulunduðu sýradaðýn hemen eteklerinde üç köy vardý. Günyüzü, Evren ve Çaðýl. Buradan Güneye doðru eðimle uzanan geniþ arazide tarým ve hayvancýlýk yapýlýrdý. Buradan güneye doðru bakýlýnca, semalarýnda daima kartallarýn dolaþtýðý zümrüt yeþili çamlarla örtülü, ovaya hakim kara bir tepe dikkat çekiyordu. Bu tepenin eteklerinde küçük bahçeleri, çatýlarý güneþle parýldayan evleri ile Cengeriþ, bizim köy kuruluydu. Köyün altýndan vilayete giden þose geçiyordu. Onun biraz aþaðýsýndan sýð göllerinde sazanlar, alabalýklar, kurbaðalar, su yýlanlarý, yengeçler ve bin bir türlü su hayvancýklarý yaþayan küçük deremiz akardý.
Sonbahar yaðmurlarýnýn coþturmasýyla kabaran dere sularý, yaz sýcaklarýnda biz çocuklara yüzme havuzluðu yapan bentleri yýkar, bunlar her yýl yeniden kurulmayý gerektirirdi. Esasen ekili arazinin sulanmasýnda kullanýlan bu bentler iki taneydi. Amansýz yaz sýcaklarýnda serinlemek ve yüzmek için onlara en azýndan ekinler kadar ihtiyacýmýz vardý.

     
Havalide karasal iklim hüküm sürer, her mevsim dört ay ve kendine has asli farklarýný yaþatýrdý. Kar, kýþ bol olduðu gibi, yaz sýcaklarý da can yakýcýydý. Bahar bizde eðriceden (Hýdrellez) sonra baþlardý. Yeþilin bütün tonlarýnýn temsil edildiði arazi ve daðlarda dolaþýr, larvalarýndan yeni çýkmýþ kelebekler renga renk çiçekler arasýnda bir o yana bir bu yana uçuþurken, bu manzarayý izlemek içimi bir baþka coþturur, onlarýn arkasýndan koþar dururdum. Elimde genellikle özenle yapýlmýþ bir deðnek olurdu. Meþe aðacýndan yapýlma deðnek yazýlarda dolaþýrken daima taþýdýðým aksesuarým ve ayný zamanda savunma silahýmdý.
Bizim orman köye yakýn ve meþesi bol olduðu için herkesin bir deðneði olabilirdi. Evren köyünün çocuklarý ile arazide karþýlaþtýðýmýzda bizden deðnek isterlerdi. Çünkü onlarýn orman çocuklarýn kolayca gidemeyecekleri kadar uzak ve sarp sýradaðýn arkasýndaydý. Taþýdýklarý deðnekler genelde kavak veye söðüt aðacýndan olur, bunlarsa pek dayanýklý olmaz, sert bir darbede kýrýlýrlardý. Evrenli çocuklarýn deðnek sahibi olmak istemelerinin asýl nedeni, biz dahil, diðer komþu köylerin çocuklarýyla yapýlan yakýn dövüþler ve bunlara o esnada ihtiyaç duymalarýydý. Bu bakýmdan, bizim çok saðlam pelit deðneklerimiz ayný zamanda stratejik bir malzeme sayýlýyordu. Küçükler hafif ve ince olanlarýný taþýrken, büyükler ucu goballý (Topuz) uzun ve kalýn olanlarý tercih ederdi. Pelit veya ardýç deðneklerimizi herkese vermez, sadece tanýdýðýmýz iyi niyetli çocukalara, bizde pek yapýlmayan peynir karþýlýðýnda verirdik...
Her bahar geliþinde karýn biraz kalkmasýný mütakip kýrlara çiðdem ve nevruz sökmek için giderdik. Turuncu nevruzlarýn yapraklarýný, beyaz taç yapraklý çiðdemlerin köklerini de yer ve bunlardan taçlar örerdik. Bunlarý köklerinden sökmek için bir kazgýç gerekirdi. Sökme iþinde kullandýðýmýz bir tür deðnek olan kazgýçlarý yine pelit aðacýndan yapar, sivriltilmiþ uçlarýný sertleþtirmek için ateþe sokarak iyice kuruturduk...
Kendi yaptýðýmýz kýzak, kayký ve izgilerle bol karýn tadýný uzun kýþ boyunca çýkarmýþ, ardýndan yeni bir bahara ulaþmýþtýk. Berrak gök yüzündeki yörüngesinden çalan güneþle eriyen kar, köyün üst baþýndaki yamaçlardan aþaðý küçük derecikler yaratarak akýyor ve köyün içinden geçerken neþeli þýrýltýlar yaratýyordu. Hemen bütün çocuklar, ellerde faraþ ve kürekler, bent yapmak, sularla oynaþmaða bayýlýyorduk. Bizim evler köyün orta yerinde, armudun derenin sol yanýnda yer alýyordu. Akan sularýn zamanla oluþturduðu hendek köyü bir baþýndan öte baþýna geçiyor ve boylu boyunca çocuklarla çevrelenmiþti. Herkes bir diðerinin üst tarafýna bent kuruyor, suya bir süre göllendirdikten sonra yaptýðý bendi yýkýp, aþaðýsýnda kalan diðer bentleri yýkmayý hedefliyordu. Bu çok zevkli bir yarýþtý. En kolay ve güvenlikli bent oyuðun en üst tarafýna yapýlandý. Kürek ve bilek gücüne güvenen kimse en aþaðýya bent yapabilirdi. Fakat bazen aksi olur, en yukarýya iri bir bent yapan Naci, bendini yýkarak aþaðýda yer alan bütün bentlerin arka arkaya yýkýlmasýna yol açar, bundan büyük keyif alýrdý. Bu sýrada iyice coþkun akan bulanýk su, gürültülü bir minyatür bir sele dönüþür, uðultusu bütün köyü tutardý. Yine böyle bir oyuna dalmýþtýk ki, bir ara aklýma kýrlara çiðdem sökmeðe gitme fikri gelivermiþti. Bunu benden iki yaþ küçük kardeþim Ýhsan ve bir yaþ küçük amca kýzý Fehime’ye söyleyince onlar da katýlmak istemiþlerdi. Derken ellerimizde kazgýçlarla yola düþmüþtük. Köy deresine yüz adým yaklaþtýðýmýzda suyun çaðýltýsý iyice duyuluyordu. Bu sýrada amcam ve henüz gurbete çýkmamýþ olan babam, dere kenarýndaki tarlamýzýn üst tarafýndan geçen ark boyunca kavak fidaný dikiyorlardý. Biraz ötelerinden geçerken bizi görmüþ, ama pek oralý olmamýþlardý. Biraz sonra etrafý iri söðüt aðaçlarýyla çevrili bostanlarýn arasýndan geçip, dere kenarýna inmiþtik. Karþýya geçiren bir köprü olmadýðý için, bu maksatla kullanýlan eðri söðüdü kullanacaktýk. Ýki metre kadar yukarýsýndan kesilmiþ olan bu söðüdün kesim noktasýndan yukarý, yanlara doðru çaprazlama yükselen iki çatalý vardý. Biraz yukarýda yer alan, yeniden yapýlmayý bekleyen yýkýk bent kalýntýsýndan akan su, burada küçük bir þelale yaptýktan sonra bu söðüdün altýnda gölleniyor, burgaçlar yaptýktan sonra Karadeniz’e kadar uzanan yoluna devam ediyordu. Çatal dallarýn arasýna kadar dikkatle yürüdükten sonra karþý kýyýya ilk atlayan ben olmuþtum. Sonra amca kýzý ve sýra Ýhsan’a gelmiþti. Atlamak üzere çatala kadar týrmanan Ýhsan son anda atlamaktan vazgeçip, köye dönmek istediðini söylemesin mi? Buna çok kýzmýþtým. Beni kýzdýran asýl neden kýrlara gitmek istemeyiþi deðil, karþýya atlamaktan çekinmesiydi. Onu kýzýþtýrmak için;
- Bak, þu Fehime, kýz olduðu halde nasýl atladý, sen güya erkek olacaksýn. Utanmýyor musun? Demiþtim.
Bir an atlayacak gibi olan Ýhsan, yine caymak üzereydi ki:
- Dur lan, dur hele. Korkmana hiç gerek yok. Cesaretlenmek için þöyle de, bak nasýl atlayacaksýn; “Karganýn yüreði hamur, benim yüreðim demir”. Haydi, seni bekliyoruz!
-Karganýn yüreði hamuuur benimki demiiir!
Diyen Ýhsan, nihayet kendini öne fýrlatýyor ve anýnda karþý kýyýya ayak basýyordu. Bunu yapacaðýndan emindim. Fakat o da neydi. Atladýðý noktada bir an duralayan Ýhsan, sonra dengeyi kaybediyor ve hemen arkasýnda daireler çizen soðuk suya sýrt üstü yýkýlýyordu. Onu hayret ve þaþkýnlýkla izlerken o an müdahale edememiþtim. Doðrusu, böylesine beceriksizlik edeceði hiç aklýma gelmemiþti. Derken sessizce sulara batan Ýhsan kendini suyun akýþýna býrakmýþ, hiçbir direnme göstermeden gidiyordu. Ben ayaðýmdaki kara lastiklerimi çýkarmýþ, pantolon paçalarýmý yukarý sývazlarken, Fehime çýðlýk çýðlýða yardým çaðýrýyordu.
-Dursun emmi, yetiþin! Ýhsan suya düþtü, boðuluyooor!
Atýlýp onu yakalamak ve sudan dýþarý çekmek istiyordum. Ancak o an bulunduðu nokta hayli derindi. Oraya dalmam, belime kadar ýslanmam demekti. Hem nasýl olsa birkaç saniyede boðulmazdý. Nitekim su onu iki adým daha aþaðýya, sýðlaþan bir noktaya taþýyýnca, hemen dalarak kolundan yakalamýþ ve var gücümle çekip, ayaða kaldýrmýþtým. Fakat o, muhtemelen utancýndan, ayakta durmak istemiyor, tekrar soðuk sulara batmak istiyordu. Suyun derinliði þimdi apýþ arasýna kadar ulaþýyordu. Debisi hayli yüksek olan su anýnda ayaklarýmýzýn altýný oyup dengemizi bozuyor, ayakta zor duruyorduk. Ýhsan bir türlü kurtulmak istemiyor, bana direnirken aðlýyordu. Sonunda onu zar zor kýyýya çekebilmiþtim. Bu sýrada babam karþý kýyýda belirmiþ, amcam derenin biraz aþaðýsýndan kýyýya inerek dereyi tarýyordu. Üzerinden sular sýzan Ýhsan’ýn ayaðýndaki lastiklerden biri eksikti. Bunu fark edince daha çok aðlýyordu. Çünkü bunlar sadece ona alýnmýþ ve dizayn olarak týpký gerçek kunduraya benziyorlardý. Bana alýnmadýðý için onlarý bilhassa seviyordu. Bir daha öylesini zor bulacaðý için üzülüyordu. Bu arada yanýmýza atlayan babam bize birer tokat atýp, hemen köye dönmemizi emrediyordu. Geri dönüþ için tekrar karþýya geçmek gerekiyordu. Bu defa, az yukarýda bendin kurulmasýna yarayan kalýn söðütlerin üzerinden geçecektik. Buradan geçerken ayaklarýmýzýn ýslanmasý artýk sorun deðil, zaten ýslaktý. Üç dikili iri kazýða basýp, atlayarak tekrar karþýya geçmiþ, Ýhsan’ýn ýslak giysilerini çýkarmýþtýk. Böylece onun daha çok üþümesini önleyecektik. Güneþ olmasýna raðmen hava yeterince sýcak deðildi. Ýhsan üþüyor, diþ diþe çalarak titrerken köyün yolunu tutuyorduk. Ýhsan zaman zaman aðlamaklý olurken, onu güldürmek için gömlek ve sair giysilerini bayrakmýþçasýna kazgýçlarýn ucuna takmýþ, düðünlerde olduðu gibi ilahi söyleyerek yürüyorduk. Nihayet eve vardýðýmýzda annem hemen onu yatak serip onu yatýrmýþ, ama birkaç gün hasta yatmasýna engel olamamýþtý.
O gün Ýhsanýn beni hayli kinleyip, ilk fýrsatta öç alma niyetinde olduðunu birkaç gün sonra fark edecektim. Önünde erik, armut ve güllerin bulunduðu küçük bir bahçe bulunan, aþaðý evin, ahýrýnki ile bitiþik toprak damýnda onunla “Dolan kuþ” oynuyorduk. Kollarýmýzý yana açýp, kendi etrafýmýzda fýr fýr dönüyor ve baþýmýz dönünce yere yýkýlarak, dönmeðe orada devam etmekten hoþlanýyorduk. Toprak dam gerçi çok geniþti, ama bu þekil yuvarlanmamýn da bir sonu olmalýydý. Ýþte öyle bir esnada kendimi ansýzýn havada ve yere düþerken fark ederek, son anda elimle saçak direðinden yakalamýþ, havada asýlý kalmýþtým. Fakat kendimi yukarý çekip, kurtaracak kadar güçlü deðildi kollarým. Parmaklarýmý bir birine kenetlemiþ, Ýhsandan, annemi yardýma çaðýrmasýný istiyordum. Tamam, diyen Ýhsan gerçi hemen gidiyor, ama anneme haber vermek yerine, yukar ki evin duvar dibinde bulunan küçük tavuk kümesinin üstünde oturup, biraz bekledikten sonra geri geliyordu. Onu görebildiðimin farkýnda deðildi.
Yanýma gelince:
-Tamam, söyledim. Þimdi gelecek. Diyordu.
Gerçeði yüzüne vurup, bunun hesabýný fena soracaðýmý haykýrmak istiyor, ama düþmekten kurtulmam için tek umut gördüðüm için, bunu rizke atamýyor, annemi çaðýrmasý için ona tekrar yalvarýyordum. Aþaðýya düþeceðim noktada bahçe çitinin kazýk ve sýrýklarý vardý. Bunlarýn üzerine düþmem çok tehlikeliydi. Ýhsan tekrar gidiyor ve yine ayný sonuçla dönüyordu. Gücüm iyice tükenmiþ, kendimi, ne olursa olsu artýk, diyerek býrakmak üzeydim ki, oradan geçmekte olan amcamýn karýsý beni görüp, hemen yardýma koþmuþtu. Ayaklarýmdan yakalayarak önce omzuna, sonra yere inmemi saðlamýþtý.
Tabii ki, ilk iþim elime bir çubuk alýp, yavaþ yavaþ oradan sývýþmak üzere olan Ýhsaný yakalamak ve yaptýðý bu vefasýzlýðý ona ödetmek olmuþtu. Ben mi daha zorbaydým, o mu çok inatçý söylemek zor, ama ikide bir bozuþuyorduk kardeþimle. Benden iki yaþ küçük olduðu halde, akranlarýmýn kardeþleri gibi, “Abi” demek yerine, adýmla hitap ederek, onurumu incitmeði yeðliyordu. Gücenikliklerim giderek birikiyordu. Bir gün birlikte derenin kýyýsýndan dönerken ansýzýn aklýma gelip, elimde söðüt çubuðu, ona;
- Bundan sonra bana Abi diyeceksin lan, tamam mý? Diye öneriyordum.
O bildik inadýyla;
- Hayýr, demiyorum!
Fakat ben inadýný kýrmaða kararlýydým. Elimdeki çubukla kýçýna doðru önce hafif, sonra giderek þiddetlenen darbeler indirmeðe baþlayýnca þaka yapmadýðýmý anlamýþ ve :
- Tamam, diyorum.”Abi”! Diyordu.
- Bir kere ile olmaz, köye kadar diyeceksin, haydi baþla!
- Tamam. Abi, abi, abi... abi...
Böylece tekrarlýyor ve nihayet bana “Abi” demeði öðreniyor, fakat buna raðmen asilikleri sürüyor, kolay kolay söz tutmuyordu...
Altý yaþ büyük bir de ablam vardý. Ýki yaz boyunca köyün körpesini (kuzu, dana ve oðlaklar) otlatmaða baþladýðýmýzda henüz beþ-altý yaþlarýmdaydým. Sabah erkenden kalkar, armudun derede toplanan körpe sürüsü ile köyden çýkardýk. Ormanýn eteklerinde, bozlaklarda ve daha arkalardaki kýrsal kesimlerde yayarak köye dönerdik. Akþam olup, dönüþ vaktini önceki çoban geleneðinden öðrenmiþtik. Bu, karþýda yükselen Canbol tepesinin yamacýnda görülen iri bir aðacýn yandaki kayalýða düþen gölgesi idi. Gölge kayanýn üst baþýna ulaþýnca dönüþ vakti geldi, demekti.

Yaz sýcaklarý bastýrýnca serin göl ve gölgeleri ile dere boylarý beni daima cezp ederdi. Bunun bir baþka nedeni, sevdiðim kýzlarýn oralarda, mýsýr tarlalarý ve bostanlarda bulunuyor olmalarý idi. Körpe sürüsü ile ekili dere kýyýlarýna yaklaþmak pek mümkün deðildi. Körpenin yaylým alanlarý dýþarýdaydý. O yüzden, su içmeyi bahane ederek dere kýyýsýna iner ve bir daha kim bilir ne zaman dönerdim. Dere boyunu yukardan gören tepelerde, körpenin yanýnda dolaþýrken gözümü o yönden ayýramazdým. Bir bahane ile gittiðimde geri çaðýrmak isteyen ablam olanca sesiyle arkamdan ünler, hemen gelmeyince küfür ve kargýþlar yaðdýrýrdý arkamdan. Ablamýn sesi de kendisi gibi güzeldi. Caný sýkýlýp, kahýrlandýkça bir yanýk türkü tutturur, engebeli arazide yankýlanan sedalarý karþý tarlalara kadar ulaþýr, çapa yapan kadýnlara müzik ziyafeti verirdi. Öðlen vakti olunca, körpeyi daðlardan iki saatliðine düze indirir, dere ve deðirmen arkýnýn geçtiði, içinde iki de iri gölgeli söðüt bulunan çimenlik Eðrekte dinlenmeðe getirirdik. Bu sýrada öðlen azýðýmýzý, ki bu genellikle kuru ekmekten ibaret olurdu, yerdik. Bu sarýda diðer mal yayan çocuklar da orada toplaþýr, hemen dere kýyýsýna koþar, yüzülmeðe pek elveriþli olmasa da, çünkü yüzebileceðim yerleri genellikle mandalar kapar, biz de serinlemek için bu sulara dalar, onlarýn sýrtlarýna binerek oynardýk. Çimenlikte baþlayan boða dövüþleri eksik olmaz, hemen koþarak onlarýn etrafýný çevrelerdik.
Körpe yaydýðýmýz düzlükler, dereler, bayýrlar bahar gelince türlü bitki örtüsüyle bezenir, manzaranýn seyrine doyum olmazdý. En sevmediðim zamanlar Mayýs ve Haziran aylarý idi. Çünkü danalara tebelleþ olan bir kara sinek onlarý tedirgin eder ve kaçýp uzaklaþmalarýna sebep olurdu. Kaçanlarý geri getirmek benim görevimdi. Bir gün, en çok kaçan iki danayý iple bir birine baðlamýþ, uzunca ipin ortasýndan tutuyordum. Ansýzýn tekrar kaçýþmaya baþlamasýnlar mý? Ýkisinin ayný anda ipe asýlmalarýna karþý duramamýþ ve ipi salývermek zorunda kalmýþtým. Þimdi arkalarýndan gidip, onlarý tekrar geri getirmem gerekiyordu. Nitekim onlarý ilerdeki bir bozlakta yeniden bulmuþ ve ipin ortasýndan yakalamýþtým. Bir an tepkisiz kalan danalar yeniden tezmesinler mi... Önce etrafýmda saða sola kaçýþýp, sonra beni saran ipi ayný yönde çekmeðe baþlamýþ ve ben ipten kurtulmaða çalýþýrken sýrt üstü arkamdaki dikenli bir kýzamýk kümesinin üzerine düþüvermiþtim. Dikenler kalýn ve yoðun olduðu için yattýðým yerden hiç kýpýrdayamýyordum. Çünkü en küçük bir kýpýrdanma dikenlerin batmasýna yol açýyordu. Bir süre öylece kalmýþ ve ancak ablamýn gelmesiyle kurtulmuþtum.
Körpe yayarken çok kez caným sýkýlýr ve bir eðlence arardým. En hoþlandýðým þeylerden biri, daðlardan inen sel oyuklarýnda, iri taþlarýn altýnda yýlan, kertenkele ve kuþ kovalamaktý. Bunun heyecanýna doyamazdým. Yaðmur yaðýp, sel gelmesinden sonra kurþun misketleri aramak için bilhassa buralarda dolaþýrdým. Bazen her adýmda bulur, bunlarý biriktirip, avcýlara satardým. Avcalar bunlarý kendi doldurduklarý fiþeklerde kullanýrlardý. Kurþunlar doksan üç harbi diye bilinen Osmanlý Rus savaþý sýrasýnda atýlan top mermilerinden saçýlmýþ olmalýydýlar. Bu yöre Rus istilasýna uðradýðýnda alýnamayan tek nokta bizim kara tepe olmuþ. Burayý ele geçirmek isteyen düþman haftalar boyu mermi yaðdýrmýþ, ama bir türlü alamamýþ. Canbol ile Çimen Daðý arasýnda kalan ovalýk ve engebeli bölgenin en yüksek noktalarýndan biri olan bu tepenin üzeri küçük bir hava alaný olabilecek kadar düz ve geniþti. Düþman saldýrýsý karþýsýnda savunmak için çevresine siperler kazýlmýþ, burada sonuna kadar dayanýlmýþtý. O zamanlar þehit düþen iki nefer hala burada, dallarýna rengarenk andak bezleri takýlý yaþlý bir ardýç aðacýnýn altýnda yatýyorlardý. Hemen yaný baþlarýnda ve kim bilir kim tarafýndan ilk kez kurulmuþ olan, küçücük kapýsýndan ancak çocuklarýn sýðabileceði derme çatma, minyatür bir taþ kulübe vardý. Uzak köylerden gelen ziyaretçiler hayýr için onun yumuþak topraktan zeminine bozuk para gömerlerdi. Yolumuz bu tarafa her düþtüðünde uðrar, topraðý karýþtýrarak para bulmaða çalýþýr, çoðunlukla bularak sevinirdik. Yaþýmýz büyüdükçe, burada av kuþlarý, keklik, hopal ve tavþan avlamanýn haz ve heyecanlarýný tadardýk. Ormanda dolaþýrken susayýnca eteklerinde bulunan soðuk su kaynaklarýndan içer, acýkýnca bitki yaprak-kökleri ile yabani meyvelerden çeküm, alýç ve palamut yerdik...
Karatepe’nin bendeki anlamý çok farklýydý. Çocukluktan yetiþkinliðime kadar, bütün evrelerimde ona týrmanmýþ, kendimi gece, gündüz onun çetin sýnavlarýna sokmuþtum. Kendimi orada tanýrken, Karatepe adeta kiþiliðimin görgü tanýðý olmuþ, ruhum sanki asli özelliklerini ondan almýþtý. Sýk bitki örtüsü içinde her zaman yabani hayvanlardan ayý, kurt ve domuz sürüleri barýnak bulur, bunlar çoðu kez hayali rakiplerim olurdu. Sýk meþe kümeleri ve çamlar arasýnda yürümek için her adým sonrasýnda çýkabilecek tehlikeyi göze almak gerekirdi. Bu bakýmdan daða gitmek gerçekten cesaret istiyordu...
Körpe yaymaða çýktýðýmýz ilk günü hatýrlýyorum. Henüz köyün baþlarýnda, Kargalarýn Kýraný aþmýþ, ormanýn eteðine varmýþtýk. Ablam birden dehþetle; “Kurt!” diye haykýrýp, onun bulunduðu yeri iþaret ediyordu. Fakat ben nedense göremiyordum. Sadece kurdu deðil, beþ adým ötemdeki hiçbir þeyi göremiyordum. Sanki gözlerim uzaðý görme yeteneðini birden kaybetmiþlerdi. Oysa o güne deðin sadece adýný duyduðum kurdu görebilmeði ne kadar istiyordum. Ablam bir taraftan tutturduðu yaygara ve havarla çalýlarýn arasýnda dolaþan köpekleri çaðýrýp, kurdu kovalamalarý için onlarý kýskýslarken, bir taraftan ona dair, “Kýrçýl, sýpýç, kýrpýk kulak, canavar...” gibi sýfatlar sayýyordu. Ama ben bir türlü göremiyordum onu. O gün duyduðum dehþet, merak ve heyecaný bir daha asla yaþayamadým...
Ýki de bir kendimi denemek, cesaretimden emin olmak isterdim. Bunun baþ nedeni korkudan nefret ediþim, ikincisi ise macera tutkumdu. Tabii ki ben de korkuyordum tüm çocuklar gibi. Ama bunu yenmek için üstüne gitmekten baþka çarem yoktu kurtulmak için. O nedenle önce Karatepe eteklerinde yer alan kýranlar ve sýk aðaçlý düzlüklere yalnýz çýkmakla baþlamýþtým. Bu birkaç günde olup, biten bir uðraþ deðildi elbet. Aylar ve yýllara yayýlan bir çabaydý. Daðlara týrmanýrken hem fizik, hem de görgü ve bilgiye dayanan güçlerim geliþiyordu. Çok zaman yaptýðýmýz gibi, yine bir akþam Halil emmilerin evin damýnda, bacanýn duvarýna yaslanmýþ, yaþýtlarýmla sohbet ediyorduk. Her nasýlsa, daða tek baþýna kimin gidebileceði iddia konusu olmuþtu. Kimse buna cesaret edebileceðini açýklamýyordu. Yaþýtlarýmdan ve bilhassa dolaþtýðýmýz Aydýn, bunu yapsa yapsa Hürþad yapar diye önermiþ, ama o dahi bundan tam emin görünmüyordu. Denemeðe o an niyetlendiðim bu ilk gece týrmanýþým olacaktý. Henüz onüç yaþlarýnda idim. Ýddianýn baþarma koþulu; Büyük Düzün üst tarafýnda, iki yolun çatýnda bir çama týrmanmak ve orada kibrit yakmaktý. Nitekim harekete geçmiþ ve köyün içinden bir koþuda Kargalarýn Kýraný aþmýþtým. Büyükdüz’ün alt tarafýný çevreleyen çalýlýða daldýðýmda dýþarýsý dolunayýn ýþýðý ile gündüz gibi iken, orman zifiri karanlýktý. Gerçi daha meþeliðe adým attýðýmda bu iþe giriþtiðime piþman olmaða baþlamýþtým, lakin artýk çok geçti. Dediðimi yapmalý, çam üstünde kibriti yakmayý baþarmalýydým. Orman çok sessizdi. Yavaþ yavaþ týrmanýrken bir yandan düþünüyor, vahþi bir hayvana rastlama ihtimalini en aza indirgemek için kedi kadar sessiz ve pür dikkat olmaða bakýyordum. Gittikçe hýzlanarak yürümüþ ve nihayet kurt, kuþ, in cin duyamadan tepenin böðründeki yüksek bir çama týrmanmýþ, uzun bir ýslýðýn ardýndan kibriti yakmayý baþarmýþtým. O an çok mutluydum. Akranlarým inkar edecek bile olsa, Karatepe ve dolunay þahitti elbet buna. Çok sürmedi, duyduðum büyük mutluluk gizli bir endiþe ile gölgelenmeðe, zihnime üþüþen yeni gerçekler beni korkutmaða baþlamýþtý. Artýk bu iþi baþarmanýn en mühim þartýnýn köye salimen dönebilmeðe baðlý olduðunu düþünüyordum. Aksi halde bunun anlamý yoktu zaten. Bunca gürültü yaparak, tekin olmayan orman sakinlerine kendini ifþa ettikten sonra aþaðý inmeðe kalkýþmak bir çýlgýnlýk gibi gelmeðe baþlamýþtý. Bu durumda nasýl kurtulacaktým Tanrým... Keþke düþlerimde olduðu gibi yine uçabilseydim. Fakat ne yazýk ki mümkün olmuyordu bu gerçek hayatta... Bence, düþ ile gerçek arasýndaki en mühim fark iþte bu uçamayýþtý. Yaptýðým akýlsýzlýða aðlasam ne yazardý ki. Çaresiz olsalar dahi, melekler bile haþarý çocuklara acýmýyordu iþte. Ama burada sabaha deðin bekleyemezdim. Nihayet çamdan inmeðe karar verdim. Lacivert gök yüzündeki harika mehtap altýnda cýlýz ýþýklarý seçilen asude köyüme son bir kez bakýp, aþaðý inmeðe baþlamýþtým...
Ýnsaný iliklerine kadar korkutmak için tek baþýna yeterli bir karanlýk denizine gömülü çam dibine inerken, onlarca kem göz ve kulak tarafýndan ablukaya alýndýðýmý sanmamak elimde deðildi. O nedenle, her dalýn üzerinde bir an etrafý dinliyor, sora çýt çýkarmadan inmeðe devam ediyordum. Bu arada yeni hal çareleri, cesaret artýrýcý formüller kuruyordum: “Karanlýk her göz için eþit bir engeldir, o halde buradan kurtulmanýn çaresi, gözlerden daha çok, kulak kesilebilmeðe ve bacaklarýmýn gücüne baðlýdýr”... Aþaðýya atýlan her adýmla birlikte hançereme inanýlmaz büyük bir haykýrýþ toplandýðýný hissediyor, bunu tutmakta zorlanýyordum. Kalp atýþlarýmýn dýþarýdan duyulmamasý için olaðan üstü bir çaba sarf ediyordum. Nihayet yere ayak bastýðýmda orman hala bir sessizlik ummanýydý. O an keþfettiðim silah bana müthiþ bir özgüven vermiþti. Bu silah hançeremde biriken büyük çýðlýktý. Öyle sanýyordum ki, onu salýverecek olsam, infilaký þimþekten doðan bir yýldýrým gibi, bu meþum karanlýðý aydýnlýða boðup, çevremdeki bütün tehlikeleri bir anda berhava edecekti. Artýk hiç korkmuyor aðaç kümeleri arasýnda fütursuzca ilerliyordum. Derken az sonra köyü kýsmen gördüðüm bir noktaya eriþmiþ ve artýk o müthiþ silahý tetiklemek ve ne olacaðýný görmek istiyordum. Salýverdiðim o haykýrýþla kulaklarým bir anda çýnlarken, namludan atýlan kurþun misali ileri atýlýyor ve önüme dikilen düzinelerce meþe kümesinin üzerinden uçarcasýna geçip, saniyeler sonra orman dýþýna, aydýnlýk düzlüðe ýþýðýna ulaþýyordum...
Ablam Mürtezelerden, babamýn ahbabý Ahmet ustanýn oðlu Yýlmazý seviyormuþ. Kýrlarda körpe yayarken Yýlmazý uzaktan geçerken görürdüm. Bazen bir kümenin dibinde, kaðýda sarýlý birkaç salkým üzüm, elma vs. olduðunu hayretle görür, bunlarý alarak afiyetle yerken, onlarý Yýlmazýn gizlice býraktýðýný hiç düþünmezdim. Hakikati ancak yýllar sonra ablamdan öðrenecektim. Uzaktan uzaða seviþtikleri için, meðer Yýlmaz bizi izler ve yaklaþarak kasabadan getirdiði o meyveleri çaktýrmadan býrakýrmýþ. Bense ablamýn nasýl olup da oralarda meyve bulacaðýmý bildiðine akýl erdiremezdim. Zaten fazla da sormazdým. Malum “Üzümünü ye, baðýný sorma” derlerdi...
Ablamýn muhtemel izdivacý söz konusu olunca, annemin aklýndan geçen, onu küçük aðabeyi Selahattin’in oðlu Muammere vermekti. Oysa babam, o kimi isterse ona vereceðini söylüyordu. Bu durumda onu Yýlmaza verme yanlýsýydý. Fakat annem beni; “Dikkat et, bacýn Yýlmaza kaçabilir” diye uyarýyordu. O sýrada çoðunlukla ablamla ayný yataðý paylaþýyorduk. Ben uyurken kaçmaða kalkarsa bunu fark etmek ve gerekirse önlemek için bir çare düþünmüþ ve bulmuþtum; onu geceliðinden kendi pijamama firkete ile gizlice baðlayacaktým. Artýk her gece öylece yapýyor ve sonra uyuyordum. Fakat bir bayram sabahý uykudan uyandýðýmda bir de ne göreyim; firkete açýlmýþ ve ablam yatakta yoktu. Çeþmeye, ahýra, konu komþuya bakýlmýþ, ama ondan eser bulunamamýþtý. Tek ihtimal kalmýþtý, o da Yýlmazla kaçmýþ olmasýydý. Evde, baþta babam, herkesin morali bozulmuþtu. Neden bunu yapmýþtý, kimse anlam veremiyordu. Babamý bilmiyorum, ama ben diðer bütün çocuklar gibi bayram namazý için camiye gitmiþtim. Kafam fena halde bozuktu. Üzgün ve çocuklarýn bakýþýndan tedirgindim. Köyde bilmeyen kalmamýþtý ablamýn kaybolduðunu. Bana ablamý soracaklar diye endiþeliydim. Derken bayram namazý bitmiþ ve cemaat avluya çýkmýþ, bayramlaþmalar baþlamýþtý. O sýrada, namaza gelmiþ olan Yýlmazýn babasý Ahmet ustayý fark etmiþ ve hemen yanýna yaklaþarak;
-Ahmet ici, o oðlun Yýlmaz nerede? Diye manidar sormuþtum. Ahmet usta gayet mülayim ses tonuyla:
- Bilmiyorum, onu ne yapacaksýn Hürþad?
- Anasýný belleyeceðim onun!
Bunu derken gayet ciddi ve asabi olduðum için, Ahmet ustadan benzeri bir tepki bekliyordum. Fakat o munisçe tebessüm ederek:
- Hürþad onu bul getir, sen de belle anasýný, ben de! Demiþti.
Ahmet ustanýn verdiði bu karþýlýk beni hem þaþýrtmýþ, hem de için için güldürmüþtü. Çalýþkan, dürüst ve çok nüktedan bir adamdý Ahmet usta...
Artýk yaþýtlarýmla evin bir çift koþum öküzünü otlatýyordum. Bu, körpe sürüsünü yaymaktan daha zevkli bir iþti. Bilhassa yaðmur yaðdýktan sonra, arazinin yeniden yeþermesine fýrsat vermek için yazýlar yasaklanýp, mal, davar daða sürülürdü. Öyle zamanlarda beþ on kiþi akþamlarý köyde sözleþir, yarýn ormana hep birlikte giderdik. Ormanda iken yaðmur yaðarsa gür yapraklý çamlarýn altýna sýðýnýr, kuru dallardan ateþ yakardýk. Mevsimi ise, iki kiþi seçilip, araziye inerek bostanlardan mýsýr ve patates, belli evleklerden mantar toplar, getirirlerdi. Ateþin etrafýna dizilir, patatesleri közün altýna gömer, mýsýr ve mantarlarý üzerine dizerek kýzartýr, bunlarý yemeðe doyamazdýk. Havalar düzelip, güneþlik olunca bu kez düzlük, taze otlar bitmiþ araziye inerdik. Hayvanlarý otlaða salar, bize özgü türlü oyunlar oynamaða baþlardýk. Kara kaydýrma, tenme (sektirme), birdirbir sýkça oynadýðýmýz oyunlardandý. Dikkat etmez, oyuna fazla dalarsak hayvanlar ekili tarlalara zarar verir ve tabii karþý tepelerde dolaþan korucularýn hýþmýna uðrardýk. Hayvanlar tarlaya henüz yöneldikleri sýrada genelde bunu gören korucu, önce olanca sesiyle baðýrýp, düdük çalarak, hodaklarý uyarmaða çalýþýr, bu iþe yaramazsa gelir ve hayvaný zarar verenleri þiddetle cezalandýrýrdý. Korucu ormaný dolaþýrken yanýna tüfek ve nacak alýr, araziyi kontrole çýkarken pelit çubuk ve ayný aðaçtan bir deðnek taþýrdý. Gerektiðinde çubukla küçükleri, deðnekle büyükler döverdi. Korucu daima köylüden seçilirdi. Babam daha önceleri bir yýl, Rasim amcam mükerrer defalar koruculuk yapmýþlardý.
Rasim amcamý anýnca, bir aným hemen aklýma gelir. Bir gün Fýndýklý deresinde aniden bastýran saðanaðýn ardýndan gelen korkunç sele kapýlacaktýk. Böyle þiddetli yaðýþa ilk defa rastlýyordum. Rüzgarla birlikte serpiþtiren yaðmurla karýþýk dolu yaðýyordu. Dereden beriye henüz geçirmiþtik ki, daðdan önce büyük bir uðultu, ardýnda inanýlmaz bir sel gelmeðe baþlýyor, dere yataðýndaki meþe, kýzamýk kümeleri yerinden sökülüyordu. Yerler çamur ve kaygandý. Yüzüme karþý esen yel ve kamçý gibi acýtan yaðýþtan adým atamýyordum. O sýrada yine koruculuk yapan amcam her nerede ise gelip, beni bir kýzamýk kümesinin dibine çekmiþ, ben titreyerek oracýða çömelirken, o iri gövdesini bana siper etmiþti. Amcamýn þansýna, ilk defa ve sadece onun zamanýnda devlet tarafýndan verilmiþ olan korucu üniformasý, o yaðmur ve çamurda berbat olmuþtu. Titreyerek, sýrýlsýklam köye döndüðümüzde, annem endiþeyle bekliyordu. Köyün içinden dahi seller aktýðýný gören annem soba yakýp, yatak sermiþ olduðu için hemen yatarak üþütmekten kurtulmuþtum.
Bir sürü sevecen ad takarak bizi seven annem, bütün anneler gibi çocuklarýnýn üzerine titrerdi. Uzun kýþ geceleri ve böyle yaðýþlý havalarda evde ocak baþýnda oturur, etrafýný çevirerek bize hikaye, masal anlatmasýný isterdik. Annem, inanýlmaz uzun ve fantezi yüklü masallar bilir, anlatýrken ruhlarýmýz kanatlanýp, diyardan diyara uçar, masal kahramanlarýyla aðlayýp, onlarla gülerdik. Þah Ýsmail, Arab-ý Zengi, Çam atan, Tepegöz, Köroðlu, Kerem ile Aslý ve daha niceleri onun anlatý listesine eklenebiliyordu.
Körpe yayarken, Rasim amcamýn yetiþtirdiði çoban köpeði Bölük daima yanýmýzda bulunuyordu. Kýrpýk kulaklarý, siyahtan griye kadar deðiþen don rengi ve güçlü yapýsýyla safkan bir Kangaldý Bölük. Süleyman amcamda ona benzeyen bir de kardeþi var ve onun adý Çomar idi. Bu köpekler kurttan, ayýdan ve yaban domuzundan korkmaz, hemen saldýrýrlardý. Bölük olmasa körpe yayarken daha çok sýkýlýrdým. Bölükle çalýlarýn arasýnda dolaþýr, kertenkele ve yýlan kovalardýk. Bölük sözümü dinler; “Kýs!” dememle derhal harekete geçerek gösterdiðim her hedefe saldýrýrdý. Boyun ve göðsünde çengelli tasma takýlýydý. Boynunu kapatan çengel savunmasýna yararken, göðsünde sarkan saldýrý silahýydý. Göðüsle çarptýðý hayvaný ilk anda iþaret parmaðý uzunluðunda üç çiviyle yaralayabilirdi. Çomara çengel takýlmadýðý için, bir gün az kalsýn kurtlara yem oluyormuþ. Onu aðýr yaralanmýþ, kanlar içinde amcamla daðdan geldiðini görmüþtüm. Meðer kasabanýn daðýnda bir kurt sürüsünün ardýndan gitmiþ ve kurtlar onu tuzaða düþürüp, böyle yaralamýþlar. Fakat amcam apýþ arasý ve karnýndan yaralanmýþ olan Çomarý bizzat ameliyat ederek, yaralarýný dikip onu mutlak ölümden kurtarmayý becermiþti. Sabahlarý köyün ortasýndaki yaþlý çatal armudun altýna körpeleriyle gelenlerin yanýnda çokluk, köpekleri de bulunur, bu anlarda bize it dalaþý seyretme þansý çýkardý.
Köyde Bölükle Çomardan daha iri ve güçlü bir köpek daha vardý. O kasabýn celep köpeði Karabaþtý. Gözünün biri dalaþ esnasýnda yaralanmýþ, çevresi kýsmen hasar gördüðü için ona “Kor it” derlerdi. Onun gibisini hiç görmedim. Müthiþ bir hayvandý Karabaþ. Bir gün amca oðlu Ýsmail’le caminin orada, eniþtem Yýlmaz gilin evin yanýnda bulunuyorduk. Yaðmur yaðmýþ, yerler çamurlu, duvarýn dibinde oyalanýyorduk. Bu sýrada Karabaþ, ilerde harmanýn öte baþýnda kasaplarýn evin önünde yatýyordu. Ýsmail yaramazlýk etmeden duramazdý ya, iki de bir ona taþ atýyor, hayvaný rahatsýz ediyordu. Ben yapma diyorsam da dinlemiyordu. Önce sadece ikaz etmek istercesine bir kez havlayan Karabaþ, artýk gýna getirmiþ olacaktý ki, bir daha havlamýþ ve yattýðý yerden kalktýðý gibi üzerimize doðru koþmaða baþlamýþtý. Ýsmail iki yaþ daha büyük olduðu için benden hýzlý koþuyor ve öndeydi. Ben arkada kaldýðým için hapý yuttuðumu düþünüyordum. Çünkü az sonra karabaþýn ilk yakalayacaðý ben olacaktým. Köpek, nihayet bir hayvan deðil mi, ne anlardý suçludan masumdan. Kanýmca, madem ki onunla birlikteydim, o halde Karabaþ da arkada kalan beni kapacak ve bu herkese ders olacaktý. Fakat o da ne? Yanýmdan hýzla geçen Karabaþ, durup beni ýsýracaðýna, hýzla ilerliyordu. Derken koþmakta olan Ýsmail’e yetiþmiþ ve onun sýrtýna bir göðüs darbesi indirmesi ile yüzü koyun çamurlu yola sermesi bir olmuþtu. Sonra ise, ancak olgun insanlara uyan bir davranýþ örneði sergileyen Karabaþ, vakur bir eda ile geldiði yere dönüyordu. Ýsmail yaramazlýðýnýn sonucunda düþtüðü yerden kalkmýþ, çamura belenmiþ haline piþmanlýkla bakarken, ben sonsuz hayret ve þaþkýnlýktan ona gülmeði dahi unutmuþtum...

Arap ve Karagöz, severek otlatmaða götürdüðüm öküzlerin adlarýydý. Arap, adýný renginden alýyordu. Çünkü sim siyah bir donu vardý. Dedemin arada bir tere yaðý sürdüðü, geniþ bir hilal gibi yukarý kývrýk, sivri uçlu, parlak boynuzlarý ve güçlü yapýsýyla son derece uysal bir hayvandý Arap. Ama Karagöz tam bir asi ve hatta deliceydi. Onun donu turuncuyla kahverengi tonlarda deðiþiyor, güçlü boynuzlarý yandan öne doðru kývrýlýyordu. Yakýnýnda þemsiye açýlmasýndan hiç hoþlanmaz, ürkerek kulaklarýný diker, kapatýncaya kadar teyakkuzda durur, yoksa kaçýp, uzaklaþýrdý. Ýkinci sevmediði þey iki sözcüktü. Evet, Karagöz bu iki sözcüðü duyunca adeta çýldýrýr, zincirle baðlý olsa koparýr, ahýrlarý, çitleri yýkýp gitmek isterdi. Bu iki sözcük; “Guguk ile Ýbik “ten ibaretti. Evin olgun erkeklerinden baþkasýný saymaz, kadýnlar onu boyunduruða koþamazdý. Ben onlarý ekili tarla aralarýnda kalan tumplarda çok semiz otlarla otlattýðýmdan ötürü olsa gerek, bana itaat ederdi. Hatta bir gün samimiyetimiz o denli ileri gitmiþti ki, Karagöz sýrtýna binmeme dahi izin veriyordu. Nihayet karýnlarý iyice doymuþ, öðlen istirahatý için köye dönerken, önce okþadýðým boynuna binmiþ, sonra yavaþ yavaþ sýrtýna geçmiþtim. Bu inanýlmaz bir geliþmeydi. Kotanlardan hareketle önce dereden sonra düz yolda ilerleyerek bizim Eðri tarlanýn hemen yaný baþýndan geçiyorduk. O sýrada tarlada ablam, annem ve ninem çapa yapýyorlardý. Bir de ne görsünler, Karagözün sýrtýna binmiþ, onlara el sallayarak yaklaþ mý yor muydum. Ablam buna inanmamýþ, son bir deneme daha yapmadan edememiþti. Bunu önceden tahmin ettiðim halde, nedense onu yapmamasý konusunda uyarmamýþtým. Çünkü Karagözün bu kadar uysallaþýp, at gibi ehil davranacaðýný havsalasýnýn almayacaðýný biliyordum. Nitekim tam önlerinden geçerken ablam Karagöze hitaben;
- Guguk! Ýbik! Diye sesleniyordu.
Son anda endiþeyle dur, yapma diyordum ki, o anda yine deliliði tutan Karagöz, kulaklarýný dikerek, saða, sola zikzaklý zýplayýþlarla ilerlerken, bizimkiler durmuþ, sanki heyecanlý bir rodeo gösterisi seyrediyorlardý. Öküzün sýrtýnda tutunabileceðim hiç bir þey olmadýðý için, önce birkaç kez havalanmýþ, son havalanýþý müteakip de tepe üstü yere çakýlývermiþtim. Az sonra kendime gelip, sendeleyerek ayaða kalktýðýmda, acýdan ziyade bana çok daha dehþet veren bir olayla karþýlaþýyordum. Gözlerim görmüyordu artýk. Bir anda kör oldum sanýp, kahýr ve öfkeyle aðlarken, ablama küfürler yaðdýrýyor, ne yapacaðýmý bilemiyordum. Yaþayabileceðim daha korkunç bir felaket olamazdý. Bu müthiþ olay karþýsýnda ne yapacaðýmý düþünürken, bir ara elimi sað gözüme götürmüþ, parmaklarýmla kapaðýný aralayýnca çok sevinmiþtim. Çünkü tamamen kör olmadýðým fark etmiþtim. Tek sorunum göz kapaklarýmý kontrol eden sinirlerdeydi. Zira kapaklar kendiliðinden hareket etmiyor, açýp, býrakýnca tekrar kapanýyorlardý. Bu hal hiç görememekten elbet çok daha iyiydi. Bundan sonra, köye kadar el yardýmýyla kontrol ettiðim göz kapaklarýyla gitmiþ, aradan üç saat kadar geçtikten sonra þükür gene eski saðlýðýma kavuþmuþtum. Ama Karagözün sýrtýna binmeye tövbe ettiðim gibi, bu yaptýðýný da ona ödetecektim. Öyle bir zaman gelecek ti ki, sað elimin parmaklarý aþýrý güçlenip, çýplak elle böðrüne bir vuruþ yaptýðýmda, týpký boynuz yemiþ gibi böðürerek iki büklüm olacak ve bundan sonra bir adým mesafeden sadece omuzlarýmý oynatmam bile onu ayný korkuyla böðürtmeðe yetecekti...
Bir gün gelmiþ, annemin babasý, Hayrý dedem ölmüþ, köyü olan Zarabotda vefatýnýn elli ikinci gecesi münasebetiyle mevlit okutulacaktý. Sabah erken yola çýkmýþ ve takriben üç saat yürüyerek oraya varmýþtýk. Görünüþe bakýlýrsa o gün dönmeyecek, geceyi orada geçirecektik. Oysa bu köyde gecelemek istemiyor, kendimi huzursuz hissediyordum. Bunun sebebi, baþka bir geliþimizde görmüþ olduðum acayip bir düþ esnasýnda korkmuþ olmamdý. Hani derler ya, “korkulu rüya görmektense hiç uyumamak daha iyidir”. Ben en iyisinin bu köyden akþam olmadan kaçmak olduðunu düþünüyordum. Mevlit, akþam namazýný müteakiben camide okutulacak ve cemaate toplu yemek verilecekti. Burada iki dayým ve bir teyzem vardý. Evlerde mevlit için yemekler hazýrlanýrken, biz çocuklar dýþarýda, bir kenarý meþeye kadar uzanan meyilli düzlükte oynuyorduk. Yanýmda büyük dayýmýn oðlu, yaþýtým Þükrü vardý. Onunla çok iyi anlaþýr, becerilerimizle övünür, aramýzda türlü yarýþlara giriþirdik. Herkesin köyü kendine güzel gelir, ama bana onlarýnki daha bir tekdüze ve sýkýcý geliyordu. Buna karþýn bizim köyde olan baþkalýklarý anlatýyor, Þükrünün merakýný ha bire kamçýlýyordum. Gel þimdi seninle bizim köye gidelim desem babasýndan korkup, istese de gelmeyecekti. Tek çare onu bir yolunu bulup kýzdýrmak olabilirdi. Çünkü kýzarsa yapamayacaðý þey yoktu Þükrünün. Ne de olsa cesurluk konusunda rakiptik. Meydanlýkta bulunan büyük yaþlý ardýç aðacýndan baþlamýþ, týrmanmadýk aðaç býrakmamýþtýk. Sonra koþu, at binme ve hatta karþý mahallenin çocuklarýna sataþmaða kadar bir çok konuda yarýþmýþ, ama eþitliði bozamamýþtýk. Þimdi ortaya yeni ve farklý bir iddia atmanýn zamaný gelmiþti:
- Þükrü, ben buradan tek baþýma bizim köye bile gidebilirim, ya sen?
Þükrü hiç aþaðý kalýr mý;
-Ben de. Diyordu hemen.
Bunu saðlama almanýn tam sýrasýydý.
-Gitmeyenin anasýný...mi? Diye sorunca, Þükrü tereddütsüz olumlu cevabý veriyor ve gene;
-Ben de anasýný.... im! Diyordu.
Bizim edebiyatýmýzda geri dönülmez türde bir yemindi bu. Çünkü dediðini yapamayan her kim ise kendi anasýna bizzat sövdüðü gibi, baþkasýnýn sövmesine de razý oluyor demekti. Böylece bizim köye gitme kararý kesinleþmiþti. Fakat elimizi çabuk tutmalý, karanlýk kavuþmadan ve kimseye hissettirmeden yola koyulmalýydýk. Ýlk etapta, aradaki ormanlýk alaný geçip, bizim köyün göründüðü sýrtlara varacaktýk. Derken mevlit hazýrlýðý yapan evlerden birine girip, üçer tane “Biþi” (Yaðda kýzartýlmýþ hamur iþi) alarak dýþarý çýkmýþtýk. Sözde, oynamak için birbirimizi kovalýyorduk. Bu her ikimizin de ilk büyük macerasý olacaða benziyordu. Bu yüzden çok heyecanlýydýk. Biraz yukarýda, ýslak yapraklarýnda birikmiþ su damlacýklarýnýn batmaða meyletmiþ akþam güneþiyle parýldadýðý pelitlerin, çam kümelerinin arasýna dalmýþtýk. Yerler az önce yaðmýþ olan yaðmur nedeniyle ýslanmýþ, fakat zemin otla kaplý olduðu için bunun bir zararýný henüz hissetmiyorduk. Nitekim ormanýn alt tarafýndan geçen yola inip, bunu izleyerek daðýn öte tarafýndan akan ceviz deresine varmýþtýk. Fakat burada hiç hesapta olmayan bir þey, korkunç bir sel akýyordu. Kapýlacak olsak, daha boðulmaða bile fýrsat kalmadan taþlara çarpýlarak ölürdük. Ýþin en kötü yaný karþýya geçirecek doðru dürüst bir köprünün olmayýþýydý. Zaten bizim derelerin çoðunda köprü bulunmuyordu. Buradaki yegane köprü, kýyýdan yükseltilmiþ ve baþlarý taþlarýn arasýna sýkýþtýrýlarak karþýya uzatýlmýþ olan bir çift pelit sýrýktan ibaretti. Bulanýk akan korkunç sel sularý sözde köprünün beþ parmak altýna kadar yükseliyordu. Köprünün baþýna gelip durmuþtuk. Bu sýrada muhtemelen ikimizin aklýndan geçen düþünce ayný ve bu geri dönmekti. Kararýmýzý ayný anda açýklarsak yemin zail olabilirdi. Ama bu mümkün deðildi. Çünkü bu her þeyden önce bizim için bir gurur meselesiydi ve kimse korktuðunu ilk açýklayan olmak istemiyordu. Ben ona bakýyordum, o bana. Derken daha cesur olabileceðimi göstermek için bir adým ileri çýkýp, sýrýklara eðiliyordum. Fakat selin baþ döndürücü hýzla akýþý ve kulak zarlarýný zorlayan uðultusu beni orada tutuyordu. Bu iki sýrýðýn üstünden yürümeðe imkan yoktu. Zira ayak basýlan zemin düzgün olmadýðý gibi, yürürken yaylanýyordu. Bu durumda her an dengeyi kaybedebilirdim. En iyi yöntem, ikimizin de çok iyi yaptýðý aðaca týrmanma ve bu durumda sürünme usulüydü. Derken yüzükoyun sýrýklarýn üzerine abanmýþ ve ileri doðru sürünmeðe baþlamýþtým. Þükrü arkamdan takip ediyordu. Hemen altýmýzda çaðlayan sel suyu ile adeta burun buruna gelmiþ, onun samani köpüklü dehþetengiz yüzeyine ürküntüyle bakýyor, santim hesabý ilerliyorduk. En küçük hata ve istem dýþý bir sarsýntý bizi her an azgýn sulara gark edebilirdi. Biraz sonra karþý tarafa ulaþmýþ ve yerden sevinçle doðrulmuþtuk. Az sonra küçük derelerden koþar adým geçiyorduk. Nihayet ulaþtýðýmýz sýrttan baktýðýmýzda karþýmýza batmak üzere olan güneþin son ýþýðýnda üç köy görüyorduk. Ýlk anda çok þaþýrmýþ, karþýda dizi halinde imiþ gibi görünen üç köyden hangisinin bizim köy olduðunu seçemiyordum. Bizim köy olmasý gerekeni önce sol baþta ve uzaktaki sanmýþtým. Zira, arkasýnda kara bir tepe ve ortasýnda iki ulu kavak bulunuyor ve genel büyüklüðü ortada görünen köyle aynýydý. Dikkat edince onun iki misli daha uzakta olduðunu anlýyordum. Þu halde o köy Keradam köyü idi. Bizim köy bana inanýlmaz yakýn gelen, ortada görünen olmalýydý. Çünkü hemen yanýnda yer alan komþu Karaköy bunun somut bir kanýtýydý. Bu tespite sevinerek Þükrü'ye;
-Tamam, iþte þurasý bizim köy!
Derken, normal yolu býrakýp, en kestirmeden köye çabucak ulaþmak üzere ileri atýlýyorduk. Bu sýrada sýrtýnda erzak torbasý ile önümüzden geçen bir köylü kadýný, bize bu saatte nereye gittiðimizi soruyor, biz de Cengeriþ’e, diye cevaplýyorduk. Fakat hiç hesapta olmayan þeyi az sonra fark ediyorduk. Çünkü yaðmurdan iyice ýslanýp, çamurlaþmýþ olan tarla topraðý yürürken ayaklarýmýzý sarýyor, giderek büyüyen koca topaklarla yürümek çok daha zorlaþýyordu. Böylece ilerlerken az sonra güneþ tamamen batýyor ve hava iyice kararýyordu. Biraz ileride ise önümüzü ikinci bir dere kesiyordu. Ama þansýmýza burada sel yoktu. Hemen ayaklarýmýzdaki kara lastik ve çoraplarý çýkarýp, pantolon paçalarýmýzý yukarý kývýrýyor ve yalýn ayak dereyi geçiyorduk. Karanlýk iyice bastýrmýþ, artýk önümüzü görmekte bile zorlanýyorduk. Fakat çok sürmeden gözlerimiz karanlýða alýþýyordu. Bu arada dolunay da önünü kesen kara bulutlardan sýyrýlmaða çalýþýyor, bir an görünüp, sonra kayboluyordu. Bundan sonra önümüzde sadece bizim dere kalýyordu geçilecek. Artýk Þükrü ile dilediðim gibi yarýþabilirdim. Nitekim ilk deneme fýrsatý çýkmýþtý bile. Ýçinde yürümekte olduðumuz tarlanýn ortasýnda bir karartý duruyordu. Önce kaygýsýz yürürken birden durup:
-Þuna bak Þükrü, bu bir ayý deðil mi?
Diye soruyor ve hemen ardýndan kendim cevaplýyordum;
-Ana! Diye, yalancýktan bir korku nidasý ediyor ve davamla; Bence bu bir ayý, baksana. Diyordum.
Þükrü her ne kadar çok cesur olsa da, benim korkar görünmem, ister istemez ona da tesir ediyordu. Böylece Þükrünün cesaretini zorluyor, benimle yarýþa kalktýðýna piþman etmek istiyordum. Ama Þükrü öyle kolay korkup, panikleyecek biri deðildi. Ne de olsa o, Kesimgillerden, orman kolcularýnýn baþ belasý deli Rahmi’nin oðluydu. Rahmi dayýmý bu havalide tanýmayan yoktu. Belalý biriydi ve kaç kez hapis yatýp, çýkmýþtý. Köyleri bir orman köyü olduðu için atlarýyla daðdan kaçak aðaç getirir, bu yüzden kolcularla dahi çatýþýrdý. En çok anlatýlan bir karþýlaþmasý þöyleydi. Kolcular baskýn verince ormana dalmýþ ve çalýlar arasýnda gizlenmiþti. Kolculardan biri tam önünden geçerken birden elde silah önüne atlýyor ve silahý doðrulttuðu Kolcuya: “ Dur Ulan, sakýn kýpýrdayayým deme. Bana derler Rahmi Aksoy, aç aðzýný getir salavatýný, çaðýr Allah’ýný, þimdi seni öte dünya postalýyorum çünkü...”
Ben durunca Þükrü de duruyor, ne yapýlacaðýna birlikte karar vermemizi bekliyordu. Geri dönelim desem, dönecek, ileri yürüsem yürüyecekti. Karþýmýzda duran karaltýnýn bir ayý olmasý ihtimali bence yüzde on bile deðildi. Tarlanýn içinde ve yerinden hiç kýpýrdamýyordu. Burasý olmadýðý gibi, yakýn çevrede baþkaca mýsýr tarlasý falan da yoktu. O halde ayýnýn burada bir yoktu. Kanýmca bu bir kuþburnu, ardýç veya kýzamýk kümesi olabilirdi. Ama bunu açýklamýyor, tam aksine onun bir ayý olacaðýný söylüyor, sonra da yalandan;
-Ben geri dönüyorum, ya sen? Diyordum.
Bu durumda o da:
-Ýyi, dönelim öyleyse. Diyordu.
Bu beklediðim cevap oluyor ve:
-Ne olursa olsun, ben ileri gidiyorum. Diye atýlýrken, Þükrü hemen;
-Ben de. Diye, takibe koyuluyordu.
Sonunda yüzde yüz ölüm bile olsa benimle gelmekte tereddüt etmeyeceðine kanaat ettiðim kuzenim Þükrünün cesaret ve sadakatine için için hayran oluyordum. Nihayet bizim köyün deresine ulaþýyorduk. Lakin aksilik bu ya, burada da dere yataðýný tamamen dolduran sel vardý. Ancak karþýya geçmek için yene de bir yol biliyordum. Tek çare, o an bulunduðumuz yerden biraz daha yukarýda ve derenin iki yanýnda yükselen büyük söðüt aðaçlarýndan ikisinin bir birine geçen dallarýndan yararlanabilmekti. Bunu Þükrü’ye açýkladýðýmda gösterdiði hayret bana gurur veriyordu. Bu yolu bilmesem iþimiz yaþ ve belimize kadar kýsmen ýslanmýþ bir halde, karanlýkta sabahý bekleyecektik. Gerçi bulutlar daðýlýp, az ötemizde ay ýþýðý vardý, fakat dere kenarý aðaçlarýn gölgesinde kaldýðýndan koyu karanlýktý. Bu nedenle köprü olarak kullanacaðýmýz aðaçlarý bulmak zorlaþacaktý. Nitekim ilk denememizde yanýndan geçerken göremeyip, deðirmenin önünde bulunan cinli çortun yaný baþýnda durmuþtuk. Bu gölle ilgili hikayeyi biraz önce Þükrü’ye þöyle anlatmýþtým:
Bizim köyde Ozan oðlu adýnda eskiden yaþamýþ bir adam varmýþ ve günün birinde evinde dolaþan bir peri kýzýný ansýzýn batýrdýðý çatallý iðne ile yakalayarak itaat altýna almýþ ve ona ekmek piþirtmek istiyormuþ. Çünkü perilerin piþirdiði ekmekler hiç tükenmezmiþ. Nitekim ona ekmek piþiren Peri kýzý, sonra yalvarýp, kendisini deðirmenin önünde bulunan belli bir çorta býrakmasýný istemiþ. Bu yakarýþlara acýyan Ozan oðlu, bir akþam üstü onu bu çorta býrakmýþ. Fakat peri kýzýnýn koyduðu “Sakýn geriye dönüp, bakma” þartýna, merakýna yenilerek uymayýp, geri bakýnca, o sýrada diz kapaðýna kadar suya girmiþ olan peri kýzýnýn ecinnilerce anýnda parçalanýp, gölün kýzýla boyandýðýný görmüþtü...
Burasýnýn iþte o çort olduðunu söyleyince, ayýdan, kurttan korkmayan Þükrü birden panikleyerek:
-Deme ya!? Aman hemen kaçalým buradan! Diyordu.
Nitekim geri dönüyor ve bizi karþýya geçirecek olan köprü söðüdü bu defa buluyorduk. Bu kalýn ve yaþlý bir aðaçtý. Yüksek dallarý neredeyse karþý kýyýya kadar ulaþýyordu. Ben önde Þükrü arkada bunu týrmanýp, öteki kýyýya iniyor ve ay ýþýðý süt liman, sevinçle köyün yolunu tutuyorduk. Az sonra þose boyunca uzanýp giden dikili telgraf direklerini ona gösteriyordum. Onlarýn köyde böylesi olmadýðýndan, bu hayli ilgisini çekiyordu. Aðaca týrmanma yarýþlarýmýzda bunlardan bahsederek onu çok merak ettirmiþ, benim yaptýðýmý yapamayacaðýný iddia etmiþtim. Yarýn sabah gelip bunlara týrmanmayý muhakkak deneyecekti. Nitekim bizim eve ulaþmýþ ama onca gürültümüze raðmen ablamý uyandýrýp, kapýyý açtýramýyorduk. Neyse ki hemen karþý evde oturan halam ve dedem bizi duyup, içeri almýþ, karnýmýzý doyurup, yatak sermiþlerdi. Çok yorulmuþtuk. Yarýn birlikte yapacaklarýmýzýn hayalini kurarak yattýðýmýz gibi uyumuþtuk Fakat sabah olup, uyandýðýmda Þükrü’yü yanýmda göremeyiþime ve gece olanlara çok üzülmüþ, büyük bir düþ kýrýklýðý yaþamýþtým. Meðer biz oradan ayrýlýp, akþam olduðu halde eve gelmeyince köyde bir þivan, bir velvele kopmuþ, doðru dürüst mevlit bile okutulamadan at binen dayýmlar, komþu köyleri dolaþýp bizi aramaða baþlamýþlarmýþ. Ceviz deresini geçip, o sýrtta yön tayini yaptýðýmýz sýrada gördüðümüz Günyüzü köyünden olan o kadýndan gittiðimiz yeri öðrenmiþ ve gelip bizi bulmuþlardý. Bu olaydan sonra sevgili kuzenim Þükrü ile ne yazýk ki bir daha asla görüþemeyecektik. Çünkü aradan bir iki ay geçmeyip, ceviz deresinin karþý yakasýnda bir gün mal yayarlarken, Selahattin dayýmýn oðlu, büyük kuzenimiz, Muammerin bir kaza kurþunu ile vurularak, hayatýný kaybedecekti. Bu kez annemle onun cenazesine gidecek, yarýþtýðýmýz o yaþlý ardýç aðacýnýn altýna kurulan çardakta onu otopsi yapan hükümet tabibinden onun bir çatal yürek taþýdýðýný duyacaktým...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn baþkaldýrý kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Savaþçýnýn Ýntikamý

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Askerlik Macerasý...
Açý ve Usta
Ademin Akýbeti

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Tanrý Daðlý Akkartal 1. Bölüm [Roman]
Tanrý Daðlý Akkartal 2. Bölüm [Roman]
Tanrý Daðlý Akkartal 3. Bölüm [Roman]
Tanrý Daðlý Akkartal 4. Bölüm [Roman]
[Eleþtiri]


Hüsrev Özel kimdir?

Yazma tutkusu olan herkes gibi, bu yolda bir çok cefayý bedel olarak ödemiþ biriyim.

Etkilendiði Yazarlar:
Bir çok iyi yazar var, lakin H.N.Atsýz ve P.Safa'nýn yeri baþkadýr nezdimde.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hüsrev Özel, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.