Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Canlılardaki DNA’nın varlığı az ya da çok herkes tarafından biliniyor. Ancak atomun DNA’sı olduğu fikrini ilk defa duyanlar olabilir? Elbette bu fikri daha önce ortaya atmış birileri mutlaka olmuştur ama biz bu yazımızı oluştururken bu fikirlerden habersiz olduğumuzu ifade edelim. Biz bu fikri savunurken ilhamımızı öncelikle Kur’an-ı Kerim’den aldığımızı ifade edelim. Kur’an-ı Kerim, sadece canlı varlıkların değil, cansızların da Allah’ı tesbih ettiğini defaatle ifade eder. Yani Kur’an her hücrenin olduğu gibi, her bir atomun ayrı bir kişiliği olduğunu ortaya koyuyor: “Kainatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı tesbih etmesin, Onu anmasın. Fakat siz onların bu tesbihlerini, dualarını fark etmiyorsunuz." (el-İsra, 44) Görüldüğü gibi, her şey genel göreviyle olduğu gibi tek tek de, tesbih vazifesini yapmaktadır. Şeylerin tesbihi ve ibadeti, kendilerine verilen fıtri görevi en güzel şekilde yapmaktır. Bir atom da, atom altı parçacıklar da, kendilerine verilen her türlü görevi itirazsız yapmaktadırlar. İşte onların bu faaliyetleri, hem şahsi hem de umumi ibadetleridir aynı zamanda.. Bu durumda sadece atomun değil de, atom altı parçacıkların bile kişiliğinden bahsedebiliriz ki, her kişiliği olan canlının ayrı bir DNA yapısı olması gibi, o (canlı gibi) cansız atomların ve atom altı parçacıkların da kendilerine ait bir DNA yapıları mutlaka olmalıdır. Demek ki, her hücre gibi her bir atomun da ayrı bir DNA yapısı (Biz buna Manevi Alın Yazısı diyelim) var. Çok eski atom teorilerinde her bir atomun diğer atomların aynısı olduğu tezi işleniyordu. Yuvarlak bilyeler gibiydiler ve birbirlerinden hiçbir farkı yoktu bu atomların. Bugün ise ayrı elementleri oluşturan atomların kütlelerinin farklı olduğu kabul edilmektedir. Hatta aynı cins elementlerin bile atomları arasında kütleleri farklı olan atomların varlığı kabul edilmiştir. Hatta her bir atomu oluşturan elektronların orbitalleri (bulundukları yer) bile her an farklılık gösterebilir. Bu nedenle aynı cins atomların bile tıpa tıp aynı olduğunu iddia etmek oldukça imkansızdır. Zira her bir atom zaten uzay-zaman boşluğunda, çok küçük ölçeklerle de ifade edilse, ayrı bir yer zaman işgal etmektedir. Bu ayrı zamanın ve yerin, atomun ve atom altı parçacıkların davranışlarına ayrı ayrı etkilerde bulunması ise oldukça doğaldır. Atomların hücrelerdeki gibi olmasa da belli bir DNA yapısı (dalgasal ya da enerjisel boyutta) olduğunu kanıtlayan örnekler doğadaki bütün varlıklar adedincedir. Evrenin yaratılışı anına bir geri dönelim. O başlangıç anından bu ana kadar, kâinat, bütün parçalarıyla birlikte kemalat basamaklarını çıkmaktadır. Belki de bütün evrenin başlangıcındaki o “kün” sayhası, aslında maddi varlığın ilk temsilcisi olan atomun, tabii ki öncelikle atom altı parçacıkların yüksek frekanstaki bir dalga boyutundan teşekkül ettiğini ortaya koymaktadır. Belki de büyük patlama denen şeyin hakikati Allah’ın “kün” emrinde gizlidir. Bu 10-43 saniyelik zaman diliminde ne olmuştu ki, atomu oluşturan parçacıklar ve atom bir anda oluşuvermişti? Bu ilk andan şu ana kadar bütün evren bilinçli bir amaca doğru yol alır gibi ilerlemektedir. Atomların çeşitlenmesi, gezegenlerin oluşması, her gezegeni oluşturan maddelerin oluşması, dünyanın oluşması, hayatın ortaya çıkışı, bitkilerin ve hayvanların var edilişi ve insanın yaratılışı gibi daha sayamadığımız tirilyarlarca basamağı başarıyla geçmiş durumda atomlardan oluşan evren. Bu da gösteriyor ki, ilk atoma dalga-titreşim ya da atom altı herhangi bir şekil boyutunda konan DNA programı, bugüne kadar gelişerek gelmiş ve atomlar bu kodlamaya göre koca bir kâinatı (hatta kâinatları) en ince ayrıntılarıyla birlikte inşa edebilmişlerdir; halen etmektedirler..Hücre, taş, elmas, su, hava, çiçek ve kısacası atomdan oluşan her şey, hem genel yapıdaki ortak bir DNA’lar zincirine, hem de kendi parçacıklarındaki tekil DNA’ya uyumlu hareket etmektedirler. Doğada görülen eşsiz uyum, doğayı oluşturan atomların ve atom altı parçacıklarının bellek devamlılığının da ayrı bir kanıtıdır. Eğer kâinat düzleminde bu bellek devamlılığı olmamış olsaydı, evrenin gelişerek devam etmek bir yana, şu an yok olmuş olması gerekirdi. Çünkü gelişme olumlu ise ve arada kesiklik yoksa, orada bir bellek aktarımı var demektir. Demek ki, atomlarda var olan bilgi daha sonrakilere de aktarılıyor olmalıdır. Bu aktarma işini sağlayacak bir çeşit DNA yapısına ihtiyaç olduğu da tartışma götürmez bir gerçektir. Atomlardaki bu DNA, koca kâinatı bir tek vücut haline getirmiştir. Yapılan bazı deneylerde, suyu oluşturan atomların değişik ses tonlarına ya da farklı içeriklerdeki ifadelere farklı tepkiler verdikleri açıkça gözlemlenmiştir. Bu durum da atomların dalga boyutunda aldığı komutlara uygun hareketler sergilediğini ortaya koymaktadır. Sicim teorisine göre de her bir proton ya da elektron ve diğer atom altı parçacıklar, aslında farklı frekanslarda gerçekleşen titreşimler sonucu oluşmaktadır. Bu teori doğru ise, her bir atom ve atom altı parçacık, herhangi bir vazifeyi gerçekleştirdiğinde, yapılan bütün iş, en ince ayrıntılarına kadar kaydedilecektir. Mesela gözümüzdeki görme hücrelerini oluşturan atomlar, bir plağa ya da CD’ye kaydedilen konser görüntüleri ve sesleri gibi, yaptıkları bütün vazifeleri bütün yönleriyle birlikte titreşimsel olarak kaydederler. Aynı atom, bir milyon farklı vazifede görev almış olsa da, onun DNA belleği, yapmış olduğu bütün icraatları kaydedebilecek kapasitededir. Yine aynı atom, kendisiyle birlikte organizeli bir şekilde çalışan diğer atomların an vazifedeki bütün kayıtlarına da sahiptir aynı zamanda. Hatta atomlar aynı yapıda görev almasalar, aksine farklı yapılarda ve sistemlerde bulunsalar, mesela birisi ayın üzerinde bulunsa, diğeri de saçınızın telinde olsa, sizin saçınıza dokunmanızla birlikte o atomun kaydedeceği titreşim (telgraf gibi), aynen telefonla sesin, elektrikle ışığın nakledilmesi gibi, belki de daha kısa bir zamanda aydaki atomun yapısına kadar ulaşabilir.. Oraya ulaşan bu titreşimler, aynı anda o atomun yapısına da ama belki daha silik bir şekilde kaydedilebilir. O yüzden en ufak bir sorumsuz hareketimiz bütün kâinatı olumsuz yönde etkileyecektir. Küresel ısınma, sıkça yaşanan depremler, fırtınalar, tsunamiler gibi doğa olaylarında aslında kendi yaptığımız pek çok olumsuz davranışın atom altı parçalarda yaydığı titreşimlerin etken olabileceği de kuvvetli bir ihtimal olarak düşünülmelidir. "Bu, kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır." Allah, kullara asla zulmedici değildir” (Âli İmran-182) Ekolojik dengenin varlığına inandığımız gibi kozmolojik dengeyi de artık kabul etmemiz gerekiyor. Kendimizi ari dünyalılar olarak gördüğümüz, yani Dünya ırkçısı olduğumuz için, dünyalı-uzaylı ikilemini sanal bir şekilde uydurduk. Aslında biz de uzayda yaşıyoruz ve bizler de uzay denen şu gök dünyasının bir ferdiyiz. Uzayla hiçbir ilişkimiz yoksa, milyonlarca kilometre ötedeki güneşe neden ihtiyaç duyuyoruz? Hayatiyetimizin, maddi varlığımızın yüzde doksan dokuz virgül dokuzunu şu uzaylı güneşe borçlu değil miyiz? Demek ki uzay bizden ayrı değil.. Biz uzayın dahlindeyiz, uzay da bizim içimizde.. (Küçük-Büyük Kâinat) Gökyüzündeki diğer yıldızların ışın etkilerini de yok sayamayız elbette. Peki neremiz uzaylı değil bizim? Sadece dünya yetiyor mu yaşamamız için? Evimizi o kadar benimsemişiz ki, yıldızları da, ayı da hatta güneşi de dünyanın bir parçası olarak görüyoruz artık. Bir vücudun sinirlerle birbirine bağlı olan parçaları gibi, kâinatı oluşturan parçalar da, elektriksel ya da titreşimsel etkilerle birbirlerine bağlı gibi görünmektedirler. Yoksa, milyonlarca kilometre uzaktaki güneşle, gözümüzdeki sarı beneğin arasındaki ilişki nasıl düzenlenecek ve korunacaktı? Yoksa bulutlar nereye yağmur yağdıracaklarını nereden bileceklerdi? Yoksa kar tanelerindeki düzen ve simetri, çiçeklerin yapraklarındaki, vücudumuzdaki simetriyle nasıl paralel olacaktı? Şu anda bütün kâinat varsa, bu kâinatı oluşturan bütün parçacıkların içinde bulundukları frekansların birbirine karışmamasından ve birbirini yok etmemesinden dolayı var. Ayrıca evrenin en uzak noktasındaki parçayla, en yakınımızdaki parça arasında bir iletişim olmasa, gerçekleşecek bir yanlış hareket bütün evrenin sonunu hazırlayabilir. Atom düzeyinde bile yaşanacak bir tek karışıklık, Big Bang’la birlikte olduğu gibi, koca bir kâinatın seyrini değiştirecek dönüm noktası olabilirdi.. Geçenlerde bir takvimde, bazı kelebek türlerinin üzerlerinde belirgin harflerin olduğunu, bu harflerin günümüzdeki bazı alfabelerin tamamını içerdiğini hayretlerle seyretmiştim. Ya da kimi zaman şu dağ insan suretine benziyor, ayda şu hayvana benzeyen bir biçim görüldü, koyunun üzerinde Allah yazısı bulundu gibi haberleri de duyuyoruz.. Bütün bu benzerliklerin büyük bir çoğunluğu, fotokopi makinesindeki mekanizmaya benzer bir şekilde, farklı farklı vücutlarda görev almış atomların yaydıkları etkili titreşimlerin ürünü olamaz mı? Tabii ki bu şuursuz, akılsız ve cansız atomları birer kalem ucu olarak da kabul edebiliriz onları Yöneten Sonsuz İlmi ve Kuvveti de hatırlamak istersek. Evli çiftlerin hem maddeten hem de manen zamanla birbirlerine benzedikleri de bilinen bir gerçek. Bunda da vücut atomlarının çok sık birlikte olması, arada oluşan manevi bağların maddi boyutu etkilemesi, atomların atomaltı titreşimler vasıtasıyla birbirlerinin adeta fotoğrafını çekmesi gibi gerekçeler etkili olmuş olabilir. Hatta bu titreşimsel etkilerin rüyaları ve düşünceleri bile etkilediği bilinen bir gerçek. Birbirini seven iki kişinin, ortak bir gayeleri olan insanların rüyaları bile birbirine benzeyebilmektedir. Kimi zaman bir arkadaşınızla konuşurken, “ben de aynı şeyi söyleyecektim, lafı ağzımdan aldın” dediğiniz olmuştur. Bu durumda da atom altı elektriksel ve titreşimsel etkenlerin ani sıçramaları etkili olmuş olamaz mı? Tabii ki bunlar tesadüfi olaylar değildir ve Sonsuz bir İlim-Kudret sahibinin etkisiyle oluşmaktadırlar. Biz ise işin perde kısmını tasvir ediyoruz sadece. Asıl olansa elbette perdenin arkasındaki ilim ve güç olmaktadır. Bütün bu deliller gösteriyor ki, minicik bir çipe milyonlarca dosyanın kaydedilebilmesi gibi, atom ve atom altı yapılara da görüntü, ses, biçim, DNA, koku gibi özellikler farklı farklı frekanslarda kaydedilebilmektedir. Diyelim ki bir atom bugüne kadar bin insan vücudunda görev almış olsun. Bu atomda her bir insanın bütün özellikleri titreşimsel yansımalar şeklinde kayıt edilmiş durumdadır. Her bir kayıt ayrı bir frekansta girildiği için hiçbir kayıt birbiriyle karışmayacaktır. Yine her bir kayıt oldukça mikro düzeyde olduğu için de kapasite sorunu gibi bir sorun atomu rahatsız etmeyecektir. Bir konseri düşünelim. Farklı yüzlerce müzik aletinden çıkan her bir ses, ayrı ayrı yollarla kulaklarımıza ulaşır. Ancak bu farklı frekansların bir demet şeklinde duyulması onların birlikteliği şeklinde bir yanılsama uyandırır bizde. Harmony ya da uyum dediğimiz bu birliktelik, frekansların da birebir aynı olduğu anlamına gelmez. Mesela kışın yağan kar da, bir ilahi konserdir. Sathi nazarla baktığımızda her tarafı bembeyaz bir uyum içinde görürüz değil mi? Ancak tek tek bütün kar tanelerini incelediğimizde, onların her birisinin ayrı bir kişiliği olduğunu, bu kar tanelerinin birbirleriyle hiç de aynı olmadığını anlayabiliriz hemen. Atomun yapısında bugün içinde yaşadığımız trilyarlarca farklı frekanstan oluşan koca bir kâinatı teşkil edecek büyük bir yetenek olduğuna göre, herhalde bin farklı kişide görev görmüş o atom, bütün o görevlerinin DNA’larını da farklı farklı frekanslar şeklinde muhafaza edebilecektir. Bu nedenle hücre alanında olduğu gibi, günün birinde o atomların içindeki DNA dökümleri de yapılabilir ve o bin ayrı kişi, o bir tek atomdan yeniden oluşturulabilir. Bir tek anten ya da kabloyla binlerce farklı kanala, siteye girebilmemiz gibi.. Bütün o farklı titreşim frekansları, birer dalgasal cenin gibi içlerinde var olan Ayşe ya da Mehmet titreşimini tekrar doğuracakları günü beklemektedirler.. Hücrelerdeki DNA’lar yok olsalar bile, maddenin yapı taşı olan ve eskimeyen atomlardaki DNA’lar, kıyamete ve hatta sonrasına kadar bilgilerini muhafaza ederler. Hatta hadislerde geçen acb-üz zeneb (bir şeyin dibi, nihayeti, en son ulaşılan nokta) atomlardaki bu DNA sistemine işaret ediyor gibidir. Acb-üz zeneb, hiçbir zaman kaybolmayacak bir yapıya sahip olarak tasvir edilir hadiste. Hücredeki DNA ise, vücut tamamen çürüdüğünde ya da yandığında yok olmaktadır vücutla birlilkte. Bu nedenle Acb-üz zeneb kesinlikle Hücre DNA'sı olamaz. Bize göre hadis-i şerifte mucizevi bir şekilde atomun ve hatta atom altı parçalarda kayıtlı DNA'nın varlığı ortaya konmaktadır. Tabii ki en doğrusunu Allah bilir.. Bu gerçeğin en büyük delili, Büyük Patlamadan bu yana, bütün atom parçalarının ilk gün nasıl paketlendilerse, aynen öyle muhafaza edilmiş olmalarıdır. Protonlar, elektronlar ve diğer alt parçalarıyla ilk günkü gibidir atomlar. Dış değişimlere karşı en korunaklı yapılar atomlar olmaktadır. Hayatı muhafaza edecek bilgiler ve kabiliyetler de elbette atomun içine dercedilmiş olmalıdır. Farklı farklı görevlerde kullanılan her bir atom tanesi, gerçekleştirdiği bütün o görevleri hafızasında muhafaza edebilmektedir. Bu gerçek Cenab-ı Hakk’ın Hafiz isminin gayet şümullü bir yansımasına işaret eder. Çok korunaklı bir karakutu gibidir atomlar. Bu nedenle kıyamet günü yeniden dirilmek oldukça kolaydır. Sonsuz olan Allah, “dirilin” (Kün!) komutunu verdiği vakit, bütün atomlar ve atom altı parçacıklardaki kayıtlar ortaya çıkar. Kâinatın ilk anlarında var edilen bir tek atomdan bugünkü miktardaki atomların doğduğu açıkça görülen bir gerçekse, elbette bugün gördüğümüz atomlardan da yeni bedenlerimizin, kıyamet meydanının, hatta ahiretin doğabileceğini akıl dışı görmek imkansız olacaktır.. “Sizi yerden yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve sizi bir kez daha oradan çıkaracağız.” (20/Taha: 55), "İlk olarak sizi yaratan, sizi tekrar diriltecektir"(İsra 51), “Acaba ilk yaratılış bize zor mu geldi ki (onlar, ikinci yaratılıştan şüphe ediyorlar). Doğrusu onlar, yeni yaratılış konusunda şaşkınlık içindedirler" (Kaf 15) Şu andaki bilimsel veriler ışığında evrendeki hiçbir ses dalgasının kaybolmadığını biliyoruz. Elbette görüntülerin, kokuların, renklerin, biçimlerin titreşimleri ve frekansları için de atom, ya da atom altı düzeyde bir kayıt sistemi olması oldukça akla yakındır. “İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.“ (Kamer-52) Kim bilir belki de, yakın bir gelecekte atomun DNA’sı da çözülecektir.. Hatta dünyanın başına bir maddi kıyamet kopmazsa, hücre DNA’sından kopyalama yapılabilmesi gibi, atom DNA’sı da kopyalanabilecektir. Atoma kader kalemiyle yazılan bazı bilgiler ve kayıtlar deşifre edilebilecek, belki de geçmişte yaşanmış pek çok tarihi olayın sırlarını, televizyonda bir belgeseli izler gibi atom pencerelerinden seyredebileceğiz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |