..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Yaþam kýsa, sanat uzun, fýrsat aceleci, deney aldatýcýdýr. -Hippokrates
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Eleþtiri > Yazarlar ve Yapýtlar > Mehmet Sinan Gür




29 Temmuz 2002
Kitap - Sevdalinka - Ayþe Kulin  
Aþk Þarkýlarý

Mehmet Sinan Gür


Barýþçý olmak, barýþý arzulamak yetmez. Barýþ için savaþmalýdýr. Boþnaklar, orada mýsýnýz?


:AABBB:
1. Bölüm

Sevdalinka, Boþnak asýllý tanýnmýþ yazarýmýz Ayþe Kulin’in bir romaný. Yugoslavya’nýn yakýn geçmiþini ve Boþnaklarýn çektiklerini anlatýyor. Romaný hem beðendim, hem de eleþtirilecek birkaç nokta buldum. Savaþ ortamýnda, tarihi olaylar ile birlikte bir yasak aþk iþleniyor. Bu yaklaþým geleneksel, bilinen bir roman örgüsüdür. Birçok kez yapýlmýþtýr. En tanýnmýþýný söyleyeyim: Doktor Jivago. Viet-nam savaþýný konu alan filmlerde, örneðin ‘Geyik Avcýsý’nda ayný þey vardýr. Ayþe Kulin bir de benim memleketim için olsun demiþ herhalde. Olsun. Bu etkiyi düþünmeyecek olursak, kafamýza takýp canýmýzý sýkmazsak güzel bir roman yazmýþ Ayþe Kulin. Kuþkusuz geri planda, “Ben de memleketim için bir þeyler yapmalýyým,” kaygýsý vardýr. Bosna Hersek’in tarihi ayný zamanda Osmanlý tarihinin bir parçasýdýr. Ama Ayþe Kulin oraya bilerek deðinmeden yalnýz Boþnaklar için yazmýþ. Bu bakýmdan bence iyi de yapmýþ.

Kitabýn kapaðýnda yýkýntýya dönmüþ bir yapý görünüyor. Süslü bir taþ kemer, kolon baþlýklarý, taþ kolonlar, üzerinde, duvarda ince ince iþlenmiþ bir taþ kabartma var. Çevre, tavanda açýlmýþ delik yüzünden gün ýþýðý ile aydýnlanýyor. Bu resim, nasýl bir mücadele verildiðinden baþka, bu noktaya nerelerden gelindiðini de anlatýyor. Arka kapaðý çevirip okuyorum:

“Postane binasýnýn yaný sýra, Milli Tiyatro, Hukuk Fakültesi ve civardaki binalar da yanýyor, yeni patlamalarla bu ateþ dansýna eþlik ediyorlardý. Rüzgârda uçuþan kýzýl saçlar gibi savrulan alevleriyle har har yanýyorlardý. Yandýkça, kýrmýzý bir fona çizilmiþ, simsiyah iskeletlere dönüþüyorlardý.

Nimeta, taþ kesilmiþ, geçmiþini seyrediyordu alazlarýn ötesinde. Çocukluðu, gençliði, anýlarý, sevinçleri, kederleri incelip uzayarak, bükülerek alevlerin arasýnda göðe yükseliyor, Saraybosna külleriyle birlikte saða sola savruluyordu.”

...

Ýnsanlarýn çoðunluðu duraðanlýðý sever. Doðduktan sonra ölene dek çevrelerinde bulunan þeylerin hiç deðiþmemesini ister; ama inadýna deðiþir. Bosna’da olanlar da bundan farklý deðildi. Bosnalý gazeteci Nimeta gibi gözünü, Hýrvat asýllý Mareþal Tito’nun kurduðu Yugoslavya Federasyonuna açan Yugoslavlar, gerçekte dengelerin pamuk ipliðine baðlý olduðunu acý bir þekilde gördüler. Yugoslavya 6 federe devletin bir araya gelmesi ile kurulmuþ, eþitlik ilkesine dayanan sosyalist bir devletti. Bunlar Hýrvatistan, Slovenya, Sýrbistan, Bosna-Hersek, Karadað ve Makedonya idi. Devletin son yýllarýnda %80ini Arnavutlarýn oluþturduðu Kosova bölgesi, federasyonda üye devlet olarak deðil fakat bir temsilcilik ile temsil ediliyordu. Devlet baþkanlýðý üye devletler tarafýndan dönüþümlü olarak paylaþýlýyordu. Ne yalan söyleyeyim, Yugoslavya benim idealimdi.

Yugoslavya, 2. Dünya Savaþýnda faþist Almanya’ya ve içlerindeki faþist unsurlara karþý çarpýþmýþ, inanýlmaz bir mücadele vermiþ ve bütün balkanlar iþgal edildiði halde Almanlara teslim olmamýþlardý. Zaman içinde insanlar birbirlerinin kökenine bakmadan birbirleriyle kaynaþtýlar. O zamanlar kimse bir diðerinin Müslüman, Hýristiyan, Katolik, Ortodoks, Hýrvat, Sýrp, Boþnak, Arnavut olduðunu düþünmüyordu. Yugoslav olmak vardý yalnýzca; bir anlamda insan olmak... Mareþal Tito öldükten sonra, bir süre daha bu durum böyle devam etti. Fakat birleþik bir güç olarak varlýðýný sürdürmesini istemeyen ‘bazý baþka güçler’ Yugoslavya’nýn ipini çektiler.

Bir Sýrp milliyetçisi olan Miloþeviç, Sýrplarýn ezildiðini iddia ederek federe devletin diðer üyelerini ezme gayreti içine girdi. Kardeþler birbirlerine düþman oldular. Sýrbistan dýþýndaki devletler, ona karþý kendilerini savunmak zorunda hissettiler. Tavþana kaç, tazýya tut örneði ‘baþka güçler’ Miloþeviç’i ileriye itelerken diðer devletlerin kendilerini korumalarýna yardým ettiler. Tam olarak deðilse de kaba hatlarýyla böyle oldu; günümüze böyle gelindi. ‘Baþka güçler’in kimler olduðunu anlamak için her zaman geçerli olan bir yöntem var. Bir soru sorun: Yugoslavya’nýn daðýlmasý kimin iþine yaradý?

...

“... Bir asker çocuðu tuttuðu gibi nehre fýrlatmýþtý. Kadýn çocuðun nehre uçuþunu görmüþtü. Gözlerini yummuþtu sýmsýký. O da kendini köprüden aþaðý býrakmaya çalýþmýþtý. Onu tutmuþlardý. Bir daha denerse baþka bebekleri de denize atabileceklerini söylemiþlerdi. Yaþlý kadýn sözlerini bitirdiðinde fenalaþýp kendinden geçmiþti. Kadýnýn ellerini güçlükle sökebilmiþti Stefan kollarýndan. Parmak izleri mor çürükler býrakmýþtý kollarýnda.

Ertesi gün sahte kimlik için fiyat getiren adama, “Tamam,” demiþti. “Ne istiyorlarsa ver. Bir an önce istiyorum kimliði.”

Stefan Stefanoviç sahte kimliðin çýkmasýný beklerken, Hýrvatistan kapýlarýný yeni göçlere kapýyor, Kuzey Bosna’da daðlarda mahsur kalan on binlerce insan Sýrplarýn eline düþüyor ve Bosna Cumhurbaþkaný Ýzetbegoviç ile Saraybosna halký, batýnýn onlarý kurtaracaðý rüyasýndan þiddetli bir silkinmeyle yeni uyanýyorlardý. Batý’nýn, o insan bayraktarý ve insan haklarý baþ savunucusu ülkelerin, asla yardýmlarýna koþmayacaðýný anlamýþlardý sonunda.

Yardýmlarýna koþmayacaklardý, çünkü öldürülen ve iþkence gören insanlar baþka bir dine mensup olduklarý için, Batý ülkelerinde yaþayan halklarýn çoðunluðu büyük bir ilgi duymuyorlardý Bosna’da olup bitene.

Yardýmlarýna koþmayacaklardý, çünkü o uygar ülke liderlerinin menfaatlerini odaklayacaklarý petrol de fýþkýrmýyordu, bu baþka dine mensup insanlarýn topraklarýnda. Ve çünkü herhangi bir çatýþmada, kendi ordularýndan bir tek genç bile ölecek olsa, demokrasi denen rejimin, seçimlerde hesap soracaðýný ve onlara oy kaybettireceðini biliyordu liderler...”

Nimeta gibi gazeteci olan Hýrvat Stefan Stefanoviç'le Nimeta’nýn yasak aþký. Kendine sahte bir Sýrp kimliði çýkartarak en girilmeyen yerlere giriyor ve ayný zamanda sevgilisini arýyor. Boþnaklarýn yardým almaksýzýn verdikleri mücadele tam 43 ay sürüyor. Hýrvatistan ve Slovenya, onlar kadar sorun yaþamadan birlikten ayrýlabiliyorlar. Bunda Hýristiyan olmalarýnýn büyük payý var. Batýlý ülkeler Boþnaklara din deðiþtirmiþ Sýrplar olarak bakýyor. Onlara Boþnak demek yerine Müslüman demeyi tercih ediyorlar. Böylece ulusal varlýklarýný göz ardý ediyorlar.

Stefan sahte kimlikle birlikte dýþ görünüþünü de deðiþtiriyor. Býyýðýný kesiyor ve bir berberde týraþ oluyor.

“...Döndüðünüzde uzamýþ olur. Yine beklerim, güzel bir stil veririz.”
“Ýnþallah,” dedi Stefan.
Berber hayretle baktý yüzüne. Ýfadesi deðiþti. Nimeta’dan vazgeçmiþti ama, ondan kaptýðý sözlerden vazgeçemiyordu bir türlü. Týpký onu düþünmekten vazgeçemediði gibi. Ve bu gidiþin arkasýnda, Boþnaklara yapýlan soykýrýmý incelemek ve dünyaya duyurmak kadar, onu yine görebilme ihtimalinin dayanýlmaz çekiciliði vardý. Ne kadar inkar ederse etsin, Nimeta yüreðinin bir köþesinde ince ve keskin bir hançer yarasý gibi duruyordu. Acýsý dinmiþ ama izi kalmýþtý ve Stefan o izi, ölene kadar taþýyacaðýný biliyordu.

Saç kesiminin ücretini ödedi kasaya, bahþiþi avucuna ayýrýp, Berbere vermek üzere döndü. Adam almak istemedi, eliyle itti parayý. Sinirlendi Stefan.
“Bir þey mi var?” diye sordu.
“Yok bir þey,” dedi Berber.
“Bahþiþi ‘Ýnþallah’ dediðim için mi kabul etmiyorsunuz?”
“Evet.”
“Neden?” Sesi sertti. Sinirleri gerilmiþ, önünde duran önemli misyonu unutmuþ, her türlü kavgaya girmeye hazýr bir tavýr içindeydi.
“Anneannem Müslüman’dý. Onun ölümünden beri duymamýþtým bu sözü, içime bir sýcaklýk bastý siz söyleyince.”
“O halde yarý Müslüman’sýnýz,” dedi Stefan, biraz mahcup.
“Dörtte bir. Ama zaten Balkanlarda kim kimin nesi, içinden çýkmak kolay mý? Hepimiz karýþýp gitmiþiz, asýrlardýr. Neyin kavgasýný yapýyoruz, bir anlasam.”
“Sapýk adamlarýn iktidar hýrslarýndan kaynaklanýyor kötülükler,” dedi Stefan. “Hep böyle olmuyor mu? Bir deli çýkýyor, dünyayý karmakarýþýk ediyor.”
“Ve bizler de peþinden sürükleniyoruz koyun gibi,” dedi Berber.
“Dönüþte gelirim, saçlarým da uzamýþ olur,” dedi Stefan, “laflarýz yine.” Gülerek ekledi: “Ýnþallah. Buralarda bir fotoðrafçý var mý?”
“Karþý sýrada iki yüz metre sonra bir þipþakçý var. Siz de Müslüman mýsýnýz?” diye sordu Berber.
“Dörtte bir.”
“Ana tarafýndan mý, baba tarafýndan mý?”
“Bir kadýn tarafýndan.”

O yýllarda Türkiye’de bu olaylarla, ciddi olarak pek kimse ilgilenmiyordu. Ýlgileniyor gibi görünenler de kendilerine çýkar saðlamaya çalýþýyorlardý. Ýzmir fuarýnda gezinirken baðýrarak para toplamaya çalýþan bir adam anýmsýyorum. Aklýmda kalan cümlesi þu: “Siz ne biçim Müslüman’sýnýz?” Hangi örgütün elemanýysa, olay onu yalnýzca Boþnaklarýn Müslüman olmalarý nedeniyle ilgilendiriyordu. Yani Müslüman olmasalar umurlarýnda bile olmayacak. Batýlýlarýn tam tersi. Türklerin Müslümanlýðýný alevlendirip bir þeyler yapma niyetindeydiler. Sonradan öðrendiðimiz kadarýyla bu yollarla toplanan paralar onlara yardým olarak gitmemiþ, bazý partilerin ve adamlarýn ceplerini doldurmuþ. Her zaman olduðu gibi, var olan ya da olmayan inisiyatifimizi kullanmayý hiçbir þekilde düþünmedik. Savaþ Balkanlardaydý ve bizden uzaktaydý. Bu anlamda Türkiye de batýlý ülkelerden farklý davranmadý. Ve insan haklarý, ne Bosna’ya, ne de onlara destek olmak için, Türkiye’ye uðradý.

"Çocuk, baþýnýn üstünde toplanan sarý bukleleri terden büsbütün kývrýlmýþ, kocaman mavi gözleriyle kendinden baþka kimsenin görmediði bir þeye bakarak, masanýn üstünde oturuyordu. Hep o þeye bakýyordu. Konuþmadan, susamadan, acýkmadan, býkýp usanmadan bakýyordu. Bir sorunu daha vardý; yutkunamýyordu. Yutkunamadýðýndan dolayý, doktorlarýn, hemþirelerin onu beslemek için çýrpýnmalarýna raðmen, her gün biraz daha zayýflýyordu. Ona yedirmeye çalýþtýklarý sulandýrýlmýþ gýdalarý öksürerek geri püskürtüyordu. Boðazýnda, yemek ve nefes borularýnda hiçbir hasar yoktu oysa.

Birkaç gün sonra, çaresiz hastaneye kaldýrýlacak ve beslenmek için seruma baðlanmak zorunda kalacaktý. Doktorlar, baþýna gelenlerden sonra, ona daha fazla korku ve acý vermemek için, bu iþi geciktirmeye, çocuðu doðal yollardan beslemeye çalýþýyorlardý.

Annesi, kapatýldýklarý evde on- on beþ Sýrp’ýn kendine arka arkaya tecavüz etmesinden ve çekip gitmesinden sonra, ayaða kalkacak gücü olmadýðý için, boþ odalarý dört ayak sürünerek dolaþmýþ ve onu mutfakta, büyük tahta masanýn altýnda bulmuþtu. Çocuk aðzýndan beyaz bir köpük, bacaklarýnýn arasýndan kan sýzarak, hareketsiz yatýyordu. Donu parçalanmýþ olarak baþýnýn yanýnda duruyordu. O gün bu gündür yutkunamýyordu.

Çocuk hiç kýpýrdamamýþtý. Bir hemþire ona lapa yedirmeye çalýþýyordu. Doktorlar kýzýn þoku ne zaman atlatacaðýný bilmiyorlardý. Onca kiþinin tecavüzünden sonra, vajinasý yýrtýlmýþ, sidik torbasý hasara uðramýþtý. Ýç organlarý zaman içinde iyileþecekti, bu kesindi. Ruhu iyileþmeyebilirdi. Dört yaþýndaydý çocuk. Baþýna gelenleri ömür boyu hatýrlayabilecek yaþtaydý, bu da kesindi.

Üst katta, oyun odasýndaki oðlancýk ise altý yaþýndaydý. Baþýnýn etrafý ince yastýk gibi bir kalýn bezle sarýlýydý. O da konuþmuyordu. Kum dolu masanýn önünde ayakta duruyor, kurþun askerleriyle oynuyordu. Ara sýra bir koþu odanýn ucuna gidiyor, baþýný þiddetle duvara vurup geri geliyordu. Alný bu yüzden mosmordu. Nimeta, 'Aman Allah’ým, neden baþýný duvara vurmasýna izin veriyorsunuz?' diye sorduðu zaman, hemþire, çocuðun içinde biriken kini bu yolla boþaltmaya çalýþtýðýný anlatmýþtý."

...

“Yangýn Kavmindeniz
Ne giysek alev”
Hulki Aktunç

Ayþe Kulin, kitabýn bir yerinde son savaþý bir yana býrakýp Boþnaklarýn tarihçesini anlatýyor. Bu yolla ‘Kulin’ soyadýnýn nereden geldiðini de öðrenmiþ oluyoruz. Romanýn bir yerinde Nimeta ve ailesi Türkiye’ye gelip daha önce gelmiþ akrabalarýný arýyorlar. Bunun için telefon rehberine bakýp Kulin soyadýný arýyor ve iki tane buluyorlar. Uðradýklarý kýyýmlarý da göz önüne alýrsak, bu bana baþka bir hüzün verdi. En az 800 yýllýk bir tarih, baþka bir ülkede, bir telefon rehberinde iki isme indirgenebiliyor demek.

Fiko, babasýnýn kollarýnda, aþaðýda uzaktan görülen Milaçka’ya bakýyordu. Nehir, ufukta yeni
beliren güneþin etkisiyle kýpkýzýldý.
“Bak baba, þuraya bak,” dedi Fiko, “Milaçka kýpkýrmýzý.”
“Boþnaklarýn asýrlardýr akýttýklarý kanýn hatýrýna, gün doðarken Milaçka bu rengi alýr, oðlum,” dedi Burhan.
“Hiç duymamýþtým bunu.”
Oðlunun saçlarýný içi titreyerek þefkatle okþadý, Burhan. “Çok eski bir deyiþtir bu, Kulin kadar eskidir. (Ayþe Kulin’in notu: Çok eskiyi anlatmak için kullanýlan, ‘Nuh Nebi’den kalma’ anlamýna gelen Boþnakça bir deyim.) Sen duymadýn, çünkü senin kuþaðýnýn vuruþmayacaðýný, savaþý tarihte býraktýðýmýzý sanýyorduk. Yanýlmýþýz,” dedi.
Vadide alevden bir yýlan gibi kývrýla büküle, kývrýla büküle uzanýyor ve Bosna nehrine ulaþýyordu Milaçka.
Fiko, babasý ve dayýsý kurtuluþu bekliyorlardý... Sabýrla... Boþnaklar beklemeye talimliydiler.

Ayþe Kulin bir zaman deðiþikliði ile 1180-1190 yýllarýný anlatmaya baþlýyor; Boþnaklarýn henüz Hýristiyan olduklarý zamaný, mensup olduklarý Bogomil kilisesinin Vatikan’dan farklýlýklarýný ve Orta Asya’dan gelen þaman geleneklerini. Kral Ban Kulin, ülkesini barýþ içinde tutmaya çalýþýyor. Ayþe Kulin bir de küçük oyun yapýyor. Bu tarihlerde býraktýðý Boþnak Stefan’ýn soyu, son savaþta gazeteci ve Hýrvat Stefan Stefanoviç olarak karþýmýza çýkýyor. Ancak bunu açýkça söylemiyor ve keþfini okuyucuya býrakýyor.

Osmanlýlar gelmeden önce çevrelerindeki uluslarla çarpýþmýþlar, üzerlerine gönderilen haçlý ordularýný atlatmýþlar, Osmanlý akýncýlarýna karþý da savaþmýþ, daha sonra Müslümanlýðý kabul etmiþler. Osmanlýlar yenilince Avusturyalýlarýn egemenliðine girmiþler, 2. Dünya savaþýnda Almanlara karþý savaþmýþlar, sonuç olarak savaþsýz bir dönemleri geçmemiþ. Þu anda da tam olarak baðýmsýz olduklarý söylenemez. Son savaþtan sonra Bosna-Hersek topraklarýnýn %49u (yani yarýsý) Sýrplara terk edilmiþ, geri kalanýný da Boþnak-Hýrvat federasyonu olarak paylaþmak zorunda kalmýþlar.

...

2. Bölüm

1987 yýlý Haziran ayýnda bir yurt dýþý gezisi yaptým. Uçakla Ýtalya’ya gittim, trenle geri döndüm. Yani bütün Yugoslavya’yý trenle geçtim. Ýki gün de Belgrad’da konakladým. Savaþ henüz baþlamamýþtý ama hemen öncesiydi. Yugoslavya’ya Trieste’den girdim. Oralar þimdi Hýrvatistan oldu. Dikkatimi ilk çeken þey Yugoslav parasýnýn üzerindeki üç ayrý dil idi. Girer girmez kompartýmana Hýrvat olduklarýný sandýðým genç bir çift bindi. Ýnene kadar seviþtiler. Arada bir diyalog kurma giriþimimiz oldu onlar Ýngilizce ve Türkçe bilmiyorlardý, ben de Hýrvatça bilmiyordum. Angleska deyiþleri çok hoþuma gitmiþti.

Belgrad’a yaklaþtýðýmýzda 18-19 yaþlarýnda, Sýrp olduðunu sandýðým, sarýþýn, mavi gözlü bir asker bindi. Benim Türk olduðumu anlayýnca çok kötü baktý. Tam düþman gibi baktý. Fakat bir süre sonra dost olduk. Kaþ göz iþaretleri ile anlaþtýk. O kötü bakýþlar gitti, yerine genç, toy, iyi niyetli bir çocuk geldi. Tren giderken pencereden bakýyor, içimden “Osmanlýlar bir zamanlar buralara hakim olmuþlar” diye geçiriyordum. Belgrad’a geldiðimizde, gösteriþsiz, sade bir tren garý ile karþýlaþtým. Trieste Garý bile daha gösteriþli idi. Ayný zamanda Slav ýrkýnýn güzellerini, güzelliklerini gördüm. Kadýnlar sarýþýnlý, esmerli, tam Rus karakterli idiler. Rast gele bir otele yerleþtikten sonra, ertesi gün geziye çýkýnca, kentin pek o kadar da mütevazý olmadýðýný anladým. Bindiðim taksinin, Sýrp olduðu kuþkusuz þoförü beni gideceðim yere kadar götürürken sanki kýrk yýllýk dostuymuþum gibi cinsellikle ilgili olduðunu anlamakta güçlük çekmediðim el kol hareketleri yaptý; sesler çýkardý. Bir çay evinde otururken bir panoda Yugoslavya haritasýnýn ikiye bölünmüþ olduðunu gördüm. O zaman bir anlam verememiþtim. Daha sonra çayevinde bile kavga etmemek için baþka federasyondan olanlarýn ayrý ayrý yerlere oturduklarýný öðrendim.

Belgrad’dan yine trenle ayrýldýktan sonra kompartýmana Müslüman olduðunu sandýðým bir köylü bindi. Ayakkabýlar çýktý, ayaklar ön koltuða uzandý; keyifli bir yolculuk yaptý. Bir süre sonra bir genç bindi. Ben Ýngilizce konuþmaya çalýþýyordum. Birdenbire Türkçe olarak “Türk müsünüz?” diye sordu. “Evet,” dedim. O da Türk’müþ. Her yaz Ýzmir’e gelirmiþ, kardeþi Türkiye’deymiþ. O inene kadar konuþtuk. Fakat o zamanlar savaþ akýllardan geçmiyordu. Önemli bir þey konuþmamýþ olduðumuzu sanýyorum.

Trenle daha kuzeyden gelen latiflerle ve Almanya’da çalýþan bir iþçi ile arkadaþ oldum. Yolda bir kadýný tarlada çalýþtýran bir erkek gördük. Çok ilgimizi çekti. Dedim ki bunlar kesin Müslüman’dýr. Baþka kimse böyle þey yapmaz çünkü. Bulgaristan ve Sofya’dan geceleyin geçtik. Tren her sýnýr deðiþtiriþinde personel deðiþiyor ve oranýn görevlileri biniyordu. Bulgar görevliler hiç iyi davranmadýlar. O yüzden akþamý susuz geçirdim. Bizimkiler de onlardan hiç aþaðý deðillerdi. Türk sýnýrýnda bizim bir gümrük memuru, Almanya’da çalýþan iþçiden kýrk santim boyunda bir çikolatayý rüþvet olarak aldý. Ceketinin içine yerleþtirdi. Yabancýlara rezil oldum. Neden öyle düþündüm, bilmiyorum. Gümrükçünün yaptýðý sanki benim sorumluluðumdaymýþ gibi deldi bana. Ertesi gün Sirkeci garýnda yolculuðum bitti. Bu yolculuðun hemen peþinden Yugoslavya’da Slovenlerle savaþ baþladý. Sonra Hýrvatlarla. Hýrvatlar, silahlarý olmadýðý için kendilerini hendek kazarak, kazma kürekle savunma yapmaya çalýþýrken batýlýlar onlarý da kurtardý. Ama sýra Bosnalýlara gelince kimse yardým etmedi.

Keçiler, bir ormana dalýp yapraklarý körpe dallarý, çalýlarý yemeye baþlayýnca yenilen bitkiler, havaya özel bir kimyasal madde salarlarmýþ. Bu maddeyi algýlayan diðer bitkilerde baþka bir kimyasal madde salgýlar, bu madde tatlarýný ya acý yapar, ya da bitkiyi zehirli duruma getirirmiþ. Böylece onlarý yemek isteyen keçiler, bu eylemden vazgeçmek zorunda kalýrlarmýþ. Acaba, Türkiye olarak Bosna’nýn salgýladýðý maddeyi algýlama yeteneðini gösterebilecek miyiz?

...

Geçtiðimiz aylarda, Baðdat Caddesi’nde D&R’ýn önünde bir pankart açýldý: “Ýmza Günü. Tanýnmýþ yazarýmýz Ayþe Kuýlin okurlarýna kitaplarýný imzalayacak.” Ayþe Kulin’in Füreya adlý kitabýný okumuþtum. Orada beni ilgilendiren bir þey vardý. “Hattatzadelerin pek de güzel olmayan esmer kýzý, Kabaaðaçlý Miralay Asým Bey’le evlendi.” Bunu ‘Büyükada’ adý altýnda öyküleþtirdim. Fakat onun bu konuda bir þey bilip bilmediðini öðrenmek istiyordum. Ýmza gününe gittim. Onunla konuþtum. Bilmiyormuþ. Ama bu arada Boþnak asýllý olduðunu öðrendim. Bir kralýn soyundan gelen bir hanýmýn elini sýktým. Ayný bizim Padiþah kýzlarýnýn çocuklarýnýn aramýzda dolaþtýðý gibi, o da yalnýzca tanýnmýþ bir yazar olarak aramýzdaydý. Onun da bizim gibi çözülmemiþ sorunlarý vardý...

28.Temmuz.2002

.Eleþtiriler & Yorumlar

:: sevdalinka
Gönderen: gizem bilir / Bursa/Türkiye
31 Mart 2005
bence kitap çok güzel olmasýna karþýn biraz fazla bosna hayranlýðý taþýyor. bosna tarihini anlatan son bölüm ise abartýlý olmuþ. kitabýn geneli ise çok iyi. ben tam bir ayþe kulin hayraný oldugum için sevdalinkayýda okudum. ama þahsen füreyyayý tercih ederim...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn yazarlar ve yapýtlar kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Kitap - Fethi Naci

Yazarýn eleþtiri ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Yemen Türküsü
Erbil (Kuzey Irak) 1
Kitap - Karl Marx 32inci Dereceden Masonmuþ
Rüya Gibi - Kafkas Halk Danslarý Gösterisi
Empati Kelimesinin Anlamýný Hrant Dink'ten Öðrendim
Sezen Aksu Konserinin Düþündürdükleri
Film Kitap - Turyetski Gambit ve Plevne Savaþý
Boykot Bütün Dünyada Yayýlýyor
Ýngilizce Eðitim I, ODTÜ ve Oktay Sinanoðlu
Cola Turka Üzerine

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Nazým Hikmet'ten Çanakkale Þiiri [Þiir]
Ateþ ve Ölüm (Bütün Þiirler 16. 07. 2009) [Þiir]
Seni Seviyorum Bunalýmý [Þiir]
Ýncir Aðacý [Þiir]
Bir Dosta E - Mektup [Þiir]
10 Aðustos 1915 Anafarta Ovasý [Þiir]
Sevgisizlik [Þiir]
Mor Çiçekler [Þiir]
Eskiden [Þiir]
Bir Ruh Çaðýrma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayý seviyorum. Bir tümce, bir satýr, bir sözcük yazýp altýna tarihi atýnca onu zaman içine hapsetmiþ gibi oluyorum. Ya da akýp giden zamaný durdurmuþ gibi. . . Bir fotoðraf, dondurulmuþ bir film karesi gibi. Her okuduðunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman ayný tadý veriyorlar. Siz de yazýn, zamaný durdurun, göreceksiniz, baþaracaksýnýz. . . . Savaþ cinayettir. Savaþ olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanlarý ölenlerin ardýndan aðýt yakmayý edebiyat olarak kabullenmiþ. Yazgýmýz bu olmasýn. Biz demiþtik demeyelim. Yaþam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceðimiz, dolarla, altýnla ölçülemeyecek bir deðer. (Ancak baþkalarý için deðeri olmayabilir. ) Nazým Hikmet’in 25 Cent þiiri gerçek olmasýn. Yaþamý ýskalamayýn ve onun hakkýný verin. Baþkalarýnýn da sizin yaþamýnýzý harcamasýna izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karþýmýza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldýrmamak, bazen savaþa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çýkar. Nasýl oluyor da çoðunlukla siyasi yazýlar yazarken bakýyorsunuz bir kedi yavrusu için þiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranýþýmý yadýrgýyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her þey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarýný çýrpan bir kelebek Ýtalya’da bir fýrtýnaya neden olur. Ya da tam tersi. Ýtalya’daki bir fýrtýnanýn nedeni Çin’de kantlarýný çýrpan bir kelebek olabilir. Bu düþünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaþýr, kaynaðýna geri gelir. "Düþünüyorum, peki neden yazmýyorum?" dedim, iþte böyle oldu. .

Etkilendiði Yazarlar:
Herþeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanýk, Tolstoy ilk aklýma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.