Yalnızlık güzel birşey, ama birilerinin yanınıza gelip yalnızlığın güzel birşey olduğunu söylemesi gerekir. -Balzac |
|
||||||||||
|
Adana’nın akşam kızıllığında, trafiğin en yoğun olduğu baraj yolunda seyreden canı burnunda sürücülerden biri de, Cinayet Bürosu Dedektiflerinden Behram'dı. Günün yorgunluğunu olanca ağırlığıyla üzerinde taşıyordu... Önceki akşam, ruh çağırma seansı esnasında Salim'in feci ölümü, Ziya’nın şok geçirmesiyle sonuçlanan olayla ilgili soruşturma dosyasını, olağanüstü bir çaba harcayarak bugün sonuçlandırıp Adana Cumhuriyet Başsavcılığına gönderebilmişti. Fezleke ekinde Salim’in beyin kanaması sonucu öldüğüne dair Adli Tıp Raporu olmasına rağmen, Savcılık; Ziya’nın inanılması imkansız anlatımları ve görünür psikolojik bozukluğu nedeniyle, şüpheli ya da tanık sıfatlarından hangisinin ona uygun olacağı çelişkisine düşmüş, ama öncelikle bu sıfatlara uygun akli ve ruhi melekelere sahip olup olmadığı hususlarında rapor alınması için Adana Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edilmesi yönünde talepte bulunmuş ve nöbetçi mahkeme bu talebin kabulü doğrultusunda karar vermişti. İlk kez böyle bir olayla karşılaşmıştı… Eşlerinin; Salim ile Ziya’nın evde yalnız kalma isteklerini yerine getirip, yaklaşık üç saat sonra geri döndüklerinde gördükleri dehşetin şokunu atlatır atlatmaz ‘Polis İmdat’ı aramalarıyla olay kendilerine intikal ettirilmişti… Behram ve görevdaşları olay yerine ulaştıklarında uzun masanın bir ucunda sırtı sandalyeye dayalı halde oturan Salim'in, karşısına denk düşen duvara sabitlenmiş akı yeşillenmiş gözlerinden ve iyice açılmış ağzından akan kanlar daha kurumamıştı. Yüzü; gerilim filmlerinde maktulü oynayan aktör üzerinde iyi iş çıkarmış bir makyajcının eseri gibiydi. Masanın diğer ucunda, yüzünü kapattığı ellerini indiren Ziya, korku dolu gözlerini kendisine odakladığında ilk bağırtısı, "Uzak dur benden!... Uzak duuurr!..." olmuştu. Emniyet sorgusunda da kendisini her gördüğünde aynı korku ve panik hallerini sergilemiş, "Taşıyıcı!... Lanetli!..." diye hitap ederek, "Uzak dur benden Kont-Kontes Ruhu!... Şeytanın barınağı…" gibi anlaşılmaz sözler sarf etmişti. Anormal tepkileri nedeniyle onunla yüz yüze gelmemeye özen göstererek ve yardımcısını yönlendirerek soruşturmayı tamamlayabil-mişti. Eşi; Salim’in şimdiye kadar hiçbir ciddi sağlık sorununun olmadığını defalarca ifade etmiş, Ziya’nın eşi ise, ruh çağırma seanslarını Salim ile kocasının ayda birkaç kez tekrarladıklarını, eşini hiç böyle görmediğini, Salim’in ölümüne üzüntüsünden şoka girmiş olabileceğini söylemişti. Bu olay, hâlâ birçok karanlık noktayı barındırıyordu. Yine de kendi üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştı. Bir dosyayı daha adliyeye sevk etmenin yorgun keyfini yaşıyordu… Önünde alabildiğince uzanan araç kuyruğu yokmuş, sanki yol vermeyen kendisiymiş gibi kornasını sürekli çaldıran ardındaki aracın sürücüsüne küfürler savurdu… Tatmin olmamıştı… Küfürlerini duyuracaktı… Camı indirdi… Camdan çıkardığı başını arkaya doğru çevirip, "Kornayı ne bağırtıyorsun lan! Görmüyor musun trafiği?" deyip, el hareketleriyle de bunu vurgulama teşebbüsünü cep telefonunun zili önledi. Çağrı bırakan kızı Bircan’dı… Gözlerini önündeki araçtan ayırmadan aradı… "Efendim Kızım?" "Babacığım, annem yemeğe gecikecek mi diyo?" "Baraj yolundayım kızım! En geç on dakika sonra evdeyim." "Baba! Papağanımı aldın mı?" Nasıl olmuşta unutmuştu?... "Allah kahretsin!" dedi içinden. Kızının hatırlatmasına sevinmişti. Turgut Özal Bulvarında bulunan Pet Shop’dan alabilirdi. "Unutur muyum hiç!... Seninle tanışmak için sabırsızlanıyor." "Teşekkürler Baba!... Anne!... Babam papağan almış, konuşan papağan!..." sesleri Behram'ın kulağını doldurdu. Önündeki taşıtlar hareketlenince, "Görüşürüz kızım!" sözlerinin karşılığını beklemeden cep telefonunu kapadı. Trafiğin akışına uydu… Lamba kırmızıya dönüşmeden kavşağı geçebilmişti. Papağan alacağı işyerinin kapanmamış olması için dua ediyordu. Aksi halde Büyük HiperMarkete kadar gitmek zorunda kalacaktı. Bunun sadece akşam yemeğini yarım saat geciktirmesi anlamına gelmeyeceğini biliyordu… Kızları Bircan’ın hatırına evliliklerini yürütmek zorunda kaldığı Feride’nin, kaşları çatık, gözleri kısılmış, her an üzerine saldırmaya hazır yüz şekliyle, ağzından tükürükler saçarak, ‘Hani on dakika demiştin!...’ başlangıçlı hakaretlerini de işitmek zorunda kalacaktı. Neyse ki araçlar hızlı seyretmeye başlamıştı. Bazı araçların tâli yollara sapmasının hatırı sayılır payı vardı bunda. Telsizden gelen bir anons dikkatini çekti. Kulak kesildi… Anons; 'Bir adamın, eşini silahla kovaladığını…' içeriyordu. Nasıl olsa görev başında olan polis memurları da aynı anonsu duymuşlardır... Ya suç mahalline uzak noktalarda iseler?... Olasılıkların kötüsü gerçekleşecekse?… Trafiğin yoğun olduğu bu saatlerde zamanında yetişemezlerse?... Hastalık düzeyindeki kuşkuculuğu nüksetmişti yine. Olay mahalli, seyir halinde olduğu yola yakındı. Ani bir kararla, geçmek üzere olduğu kavşağa direksiyonu sola kırarak dönüş yaptı. Az kalsın önündeki aracın sol tamponuna vuracaktı… Arada kornayla uyararak araçların yol vermesini sağlıyordu... Eşini ve çok sevdiği kızını biraz daha bekletecekti… Acele etmeli, vaktinde ulaşmalıydı... Karı-koca arasındaki tartışma ve kavgaların çoğunun yaralamayla, hatta ölümle sonuçlandığı yıllık emniyet raporlarında ve hafıza dağarcığında kayıtlıydı. Birçok dosya bu türden cinayetlerle doluydu. Dosya sayısı bu akşam için artı bir olmadan yetişmeliydi… Olay mahalline tez elden ulaşmak için kestirme yolları, ara sokakları tercih ediyordu. Bu arada, 'Olay mahalline varmak üzere olduğunu…' telsizden anons etmeyi ihmal etmedi. Yeşil Park’a üç-dört dakikada ulaşabildi… Parkın arka tarafındaki iki apartman arasındaki boşlukta görünen kalabalık, sanki olay mahallini işaret ediyordu. Kalabalığa üç adım kala fren yaptı. Ani duruşu nedeniyle otomobil büyük bir gürültü çıkararak ve kırk beş derecelik açı yaparak sola savruldu. Otomobilden çıkan diş gıcırdatan ses ve burun dolduran lastik kokusu, kalabalıktan birkaçının dikkatini çekmişse de bu kısalığıyla kaldı ve onlar da çevresini kuşattıkları adamı izlemeyi kaldıkları yerden sürdürdüler. Behram, seri hareketlerle kontağı kapatıp, otomobilinden indi. Belindeki silahı çıkarıp emniyetini açtı ve ağzına mermiyi sürdü. "Polis!..." diye bağırdı... Kalabalığın en arkasında bulunan biri uyarıyı yanıtladı. "Buyur abi!" "Ne oluyor burada?.." Adam, insanlardan kurulu çemberin ortasında bulunan şahsı işaret ederek, "Karısını kovalamayı bıraktı! Kendisini öldürecek!…" diye bağırdı heyecanla. Behram, silahını sağ kalçasının arkasına gizleyerek, kalabalığı yarıp öne çıktı.. Uzun boylu ve atletik yapılı, esmer ve dağınık saçlı, otuz beş yaşlarında olan bir adamın, sağ elinde tuttuğu 7.65 lik tabancayı şakağına dayamış, gök mavisi rengindeki gözlerini karşısına denk düşen kalabalığa sabitlemiş halde durduğunu gördü. Seyirci kalabalığında bulunan bir adamın zorla zapt etmeye çalıştığı onaltı yaşlarındaki kız çocuğu dikkatini çekti. Hıçkıra hıçkıra ağlarken, "Babaaaa!!!... Babaaaa!!!... Yapma!... Yapma!... Yapma Baba!..." diye yalvarıyordu. Behram, olanca gücüyle haykırdı. "Sorunun her ne ise, böyle çözemezsin!... Silahını bırak!... Elbirliğiyle yardımcı olalım!" Sessiz kalabalıkta bulunan yaşlı bir adamdan destek geldi. "Beyefendi doğru söylüyor Durukan!... Kendine acımıyorsan kızına acı bari!" Şakağına silahını dayamış olan Durukan, bu çağrılara kapalıydı. Cam donukluğundaki gözleri, davul derisi gerginliğindeki yüzü, elektrik yemiş gibi kabarmış saçları, iki yana açtığı bacakları, silah tutan kolu, inip şişen kaslarıyla damarları çözülmeye ve değişime ayna olamadı... Hipnoz olmuş bir insan görünümündeydi. Alnından tane tane akan ter damlacıkları olmasaydı, ona ‘dondurulmuş bir insan’ denebilirdi. Aniden anlaşılmaz bir uğultu yükseldi kalabalıktan … Durukan, ağlayarak yalvaran Ceylan adlı kızına, 'Gel!' işareti yapıyordu. Ceylan, bu işaretten güç alarak Babasına ulaşmasına engel olan elden kurtulmayı başardı. Bunda onu tutan elin bir anlık bilinçli zafiyetinin büyük payı vardı. Ceylan, ok gibi fırlayarak babasına ulaştı. Çömelerek bacaklarına sarıldı. Şimdi; ağlaması daha şiddetli sürüyordu. Durukan, bacaklarına kenetli kolları açtı… Kızıyla yüz yüze gelinceye değin çömeldi. Ceylan kollarını bu kez babasının boynuna doladı. Durukan, sağ elindeki tabancasını şakağından ayırmadan sol kolunu kızının beline dolayarak karşılık verdi. Ceylan’ın "Baba, Baba! Kendini öldüreceksen beni de al. Yalnız bırakma beni!... Ben sensiz ne yaparım babacığım!..." yalvarışları kulaklarda çınlıyordu... Gözlerindeki belli belirsiz nemlenme yoğunlaştı… Gözyaşları ve alnından akan ter, kızının ter ve gözyaşıyla birleşerek, her ikisinin yanağının bitiminden kızının yakasına akmaya başladı. Kalabalıktan uğultuyla karışık alkış sesleri geliyordu. "Aferin kıza, babasını iyi etkiledi…"; uğultudan çıkan baskın sesti. Gergin yüzler gevşemişti. Ceset bekleyen gözler, ilk çocuğunun doğumuna tanıklık yapan bir babanın gözlerindeki gibi yaşam ışıltılarıyla dolmuştu. Soğuk endişe yerini; tatlı, heyecanlı ve sıcak duygu devinimlerine terk etmişti. Durukan'ın, "Seni yalnız bırakmayacağım!" fısıltısını kızından başkası duymadı. Namlusu şakağında olan silahını, aniden kızınınkine dayadı. Ceylan karşı koymuyor, aksine teşvik ediyordu… "Hadi baba! Hadi baba! Beni seviyorsan durma!" Behram, silahına davrandı. Baba ve kıza doğru adımladı. Onlara üç metre kala durdu. Bacaklarını ata biner pozisyonda ikiye ayırarak, her iki eliyle silahını kavrayarak, tek gözünü kapayıp, Durukan'ın başının görünür kısmını nişanladı. "Bırak silahını! Yoksa ateş etmek zorunda kalacağım!" Durukan gözlerini kırpmadan başını hafifçe Behram'a doğru çevirdi. Göz çeperleri alabildiğince açılmıştı. Gözlerinden akan iri tanecikler, kaynağı kendinden değilmişcesine duygusuz akıyordu… Behram, olasılıkları irdeliyordu… ‘Kızın, bu kadar çok sevdiği babası kötü olamaz… Ağlayan gözlerin sahibi kızına kıyamaz… Adam intihardan vazgeçmiş ve kızını kullanarak ortamdan kurtulmak istiyor olabilir…Yine de işi ihtimallere bırakmamak gerekir... Ya?...' ‘Ya!...’ en kötü olasılıktı… Nişancılığına güveniyordu. Bulunduğu mesafeden adamı yıkabileceğine emindi… Peki, olmasını arzuladığı sonucu amaçlıyor ve kızına zarar vermek istemiyorsa?... Bu halde, babayı vurmak, kızının ruhunu öldürmekle eşdeğer olacaktı…' "Hadi Baba!... Hadi Baba!... Ya birlikte ölelim!… Ya birlikte yaşayalım!… N’olur Baba yalnız bırakma beni!!!..." Durukan'ın çenesi kasıldı. Yanaklarında tikler oluştu. Kızını kendisine doğru iyice çekti. Ceylan, boğazlanmak üzere olan, kaderine boyun eğmiş kurbanlık koyun gibi durağanlaştı. Kalabalık, derin bir sessizliğe gömüldü… Sadece bulunanlar mı?... Adeta tüm Dünya sessizliğe boğulmuştu… Dünya, barındırdıklarıyla kara bir deliğin içinde, mekanı ve zamanı yitik donukluğa girmişti sanki… Bir el silah sesi bu donukluğun katili oldu. Durukan, sımsıkı tuttuğu silahının tetiğine bastı. Ceylan'ın sağ şakağından giren kurşun, kan ve ilik saçarak öte tarafından çıktı. Parçalanan şakaklarından sıçrayan kan Durukan'ın yüzüne bulaştı. Kızını sımsıkı tutan kolu hala gevşememişti. "Hayıırrr!" diye bağırıyordu. "Hayıııııııırr!!!..." Soğukkanlılığıyla ünlenmiş Behram, az önceki olayın şokundan sıyrılamıyor, hiçbir şey düşünemiyor ve hareket edemiyordu. Durukan, silahı kendi şakağına dayadı. Küçük bir çocuğun parmakları kalınlığında, mor renge dönüşmüş boyun damarları inip şişiyor, burun delikleri kırmızı renge muhatap azgın bir boğanınki gibi açılıp kapanıyor, hırıltılı soluklarını sıklıkla alıp veriyordu. Ağzını; dudaklarının kenarları yırtılıp, kan sızdırıncaya değin açtı. "Kızım kurtuldu!... Ceylanım kurtuldu!..." "Yapma!... Silahını bırak!... Yoksa!..." ‘Yoksa’ dan sonra 'Ateş etmek zorunda kalacağım!' sözlerini getiremedi Behram. Kızını öldüren baba silahı bu kez kendi şakağına dayadı. Durum ciddiydi. Belki de intihar edecekti. Ona ateş etmek, intiharına yardımcı olmakla eşdeğerdi. Belli belirsiz ona yaklaşmalı, etkisiz hale getirmeliydi… Silah tutuş pozisyonunu bozmadan, gözlerini onun korkunç gözlerinden ayırmadan usulca yaklaştı. "Amirim!..." Arkasından seslenilmişti. Başını aniden geriye çevirdi. Cinayet masasında görevli polis memurlarından ikisiydi. Başını tekrar eski haline döndürdü.... Onlara bakmadan eliyle uzakta kalmalarını işaret etti. "Kardeşim! Kızına kıydın, bari kendine kıyma!... Bırak silahını!..." Durukan, gözlerini birkaç adım ötesinden seslenen Behram'a dikti. Yüzünde acı bir gülümseyiş oluştu. Bir insanın yaşayabileceği tüm duyguları; acıyı, tatlıyı, kederi, sevinci, umudu, çaresizliği, doğumu, ölümü, yokluğu ve varoluşu yansıtan bir gülümseyişti bu. Yüzü ve mimikleri yüz okuyucularının anlam çıkarmakta çok zorlanacağı derin bir kaosu yansıtıyordu. Behram, içinde ılık bir sıcaklık hissetti… Titriyor ve gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Neler oluyordu?... Gencecik kızını az önce öldüren ve şimdi ne yapacağını kestiremediği bir adamın bakışlarından etkilenmiş ona acımış ve ağlamaya başlamıştı. "Yaklaşma!... Yaklaşma!... Benden uzak dur!..." "Bırak silahını!... Lütfen bırak!... Sana yalvarıyorum…" Durukan, sımsıkı sarıldığı kızının ölü bedenini göğsüne yapıştırdı ve gözlerini Behram'dan ayırmadan hafifçe eğilerek alnından öptü. Dudakları kanlanmıştı. Avını yemeyi henüz bitirmiş vahşi bir kurdu andırıyordu… Silahını şakağına iyice bastırdı. Kolunun damar ve kasları kalabalıktaki insanlar tarafından rahatlıkla görülebiliyordu. Başını yukarıya kaldırdı. Kızının kanıyla bulanmış dudaklarını sonuna kadar açarak, haykırdı. "Yüce Allah'ım!... Kızımı Şeytanın askeri olmaktan kurtardım!... Beni affet!... Bizleri bağışla!... Sana geliyoruz ya Rab!..." Kalabalık nefesini tutmuş olanların etkisinde olacakları bekliyordu. "Eşhedû enlâ ilâhe illâllâh ve eşhedû enne Muhammeden rasûlûllah!" "Yapmaaaaaaaa!!!!...." Behram'ın bağırtısını, bir el silah sesi, acı bir çığlık ve kemik sesi bastırdı. Barut, yanık et ve kan kokusu ikinci kez Behram’ın ciğerini dağlamıştı. Kalabalık tuttuğu nefesi aynı anda bıraktı. Uğultular yan apartmanın en üst katlarına, Ceylan’ın annesi Sibel’in kulaklarına değin ulaştı. Kalabalık tepkisini; ilk cinayette sakladığıyla birlikte veriyordu… "Allah kimsenin aklını başından almasın!..." "Gül gibi kızına da kendine de yazık etti…" Kızını saran kolu gevşemeden, sokağın parke taşlarına birlikte düşüverdiler… Kanı; hala sıcaklığını koruyan kızının kanına karıştı… İlk hareketlenen Behram oldu. Birbirini sımsıkı kavramış iki bedenin yanına ulaştı… Durukan’ın elinin birkaç santim yakınındaki silahı ayağıyla uzaklaştırdı... Eğilerek önce kızın nabzını yokladı… Ölmüştü… Behram’dan süzülen gözyaşları, alnından akan terle çene altında buluştu. Durukan'ı yokladı. Nabzı yeteri şiddette olmasa da atıyordu. Gözleri hafif aralıktı… Behram, "Neden yaptın?... Nedeeenn???" diye bağırdı. Durukan, dudaklarını kımıldatıyor, mırıldanıyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu… Behram, eğildi. Kulağını Durukan'ın ağzına iyice yanaştırdı. "Üz gü nüm… Baş ka çık ar yol kal mamış tı…" Bu fısıltı düzeyindeki yanıt onun son sözleri oldu. Başı yana düştü. Durukan’ın nabzını tutan Behram’ın elinde ve beyninde ani bir elektriklenme oluştu... Titriyordu… Tüm bedenine yayılan bir titremeydi bu… Elektriğe tutulmuş gibiydi. Git gide gücünü daha şiddetli hissettiren bir elektriklenme… Kalbi gömlek düğmelerini kopartacak şiddet ve sıklıkla çarpmaya başladı. Şakakları; damarlarını çatlatacak, içindeki kanı dışarı fışkırtacak güçte atıyor, beyni zonkluyordu… Ayaklarının altı, avuçlarının içi terlemeye başladı. Kravatını ve gömlek yakasını gevşetti. Beynine kan hücum ediyor, başı dönüyordu. Çevresindekileri karartılar gibi algılıyordu. Acıdan bağırmamak için sıkılan dişleri gevşedi ve diğer polislerin "Amirim!... Amirim!..." seslenişlerini dahi duyamadan, "Ahhhhh!.... Ölüyorum!..." diyerek yere yığıldı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |