..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Doðaüstü henüz anlayamadýðýmýz doðal þeylerin adý. -Elbert Hubbard
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Politik Roman > muhammet demir




22 Ocak 2008
Ofir'e Yolculuk  
Yada Bir Ofir Yolculuðu Anlatýsý

muhammet demir


Kahramanýmýz bir devrimcidir, devrim yolcusudur. Devrimci Yol’cu deðil. Burada aslýnda bu devrim yolcusunun, Nasýl bir devrim? Nasýl bir insan? Ve nasýl bir insanla devrim? Gibi sorulara yanýt arama serüveni anlatýlýyor. Devrim öncesi, aný ve sonrasýna dair sorularý, sorunlarý ve asýl olan eylemleri var. Ofir aslýnda ulaþýlan deðil ulaþýlmasý düþünülen bir mit. Yani Reel de SSCB mi, yoksa bambaþka bir evrensel komünist bir dünya toplumu, topluluðu mu? Ama öncelikle ve özelikle kimle. Cevabýmýz tabiî ki kiþinin kendisini, ilkönce yeni insan dediðimiz yeni insaný kendinde var etmesiyle olanaklý olarak kurgulanýyor. Tüm serüven Ursula Le’nin Mülksüzler anlatýsýnda dillendirdiði gibi, “devrim ya kendimizdedir ya da hiçbir yerdedir” tümcesinde düðümleniyor. Devrim ve devrim süreci sonunda ortaya çýkabilecek olasý toplum.


:HDFB:
Kahramanýmýz bir devrimcidir, devrim yolcusudur. Devrimci Yol’cu deðil. Burada aslýnda bu devrim yolcusunun, Nasýl bir devrim? Nasýl bir insan? Ve nasýl bir insanla devrim? Gibi sorulara yanýt arama serüveni anlatýlýyor. Devrim öncesi, aný ve sonrasýna dair sorularý, sorunlarý ve asýl olan eylemleri var. Ofir aslýnda ulaþýlan deðil ulaþýlmasý düþünülen bir mit. Yani Reel de SSCB mi, yoksa bambaþka bir evrensel komünist bir dünya toplumu, topluluðu mu? Ama öncelikle ve özelikle kimle. Cevabýmýz tabiî ki kiþinin kendisini, ilkönce yeni insan dediðimiz yeni insaný kendinde var etmesiyle olanaklý olarak kurgulanýyor. Tüm serüven Ursula Le’nin Mülksüzler anlatýsýnda dillendirdiði gibi, “devrim ya kendimizdedir ya da hiçbir yerdedir” tümcesinde düðümleniyor. Devrim ve devrim süreci sonunda ortaya çýkabilecek olasý toplum. Asýl paradoks da bu zaten. Ki, devrim, devrimcilik ve devrici parti vs. tabiî ki burada genel anlamda tek bir anlatý biçimini seçmiyorum. Ki özellikle de seçmiyorum. Felsefe ile öykülendirme. Öyküyü felsefe ile biçimlendirme. Ama didaktik bir yönteme kaçmadan. Bu budur gibi deðil.


Bir Ofir yolculuðu söylencesi...

Evinin çatý katýndaki kuþ yuvasýnda hobi amaçlý güvercin besleyen adam o gün öðlen sýcaklýðý gelmeden güvercinlerinin hava almasý için uçmasýna izin vermek için kafesin kapýsýný açtýðýnda içerdeki güvercinler tek tek dýþarýya çýktýlar. Birbirinden farklý yüzlerce güvercin önce ürkek adýmlarla daha sonra aldýrmaz tavýrlarla gökyüzüne doðru kanat çýrpmaya, birbirinden farklý akrobatik hareketlerle gökyüzünde takla atmaya baþlamýþlardý. Güvercin sahibi adam her seferinde bu gösteriden o kadar çok hoþlanýyordu ki. Sanki onlarla birlikte o da kanat çýrpýyor, onlarla birlikte taklalar atýyordu gökyüzünde. Bu esnada güvercinlerin uçuþ mesafesinin altýnda bir alanda kadýnlý erkekli, çocuk, genç ve yaþlý binlerce insan toplanmýþtý. Gökyüzünde takla atarak kanat çýrpan güvercinlerin gölgesi bu alandaki insanlarýn üzerinde belli belirsiz ve sanki þemsiye gibi bir gölge oluþturuyordu. Her haliyle sýradan ve kalabalýðý oluþturan binlerce kiþiden ayrýmsanamayacak bir kiþi babacan bir sesle bu alanda toplanmýþ insanlara (söylevden çok söyleþi gibi) önemli bir konuþma yapýyordu: "Görevimiz dünyanýn en deðerli hazinelerinin bulunduðu Ofir ülkesine yolculuktur yoldaþlar. Her birimiz kendi belirleyeceðimiz bir yöne doðru yolculuða çýkacaðýz. Unutmayalým ki Ofir nihayetinde ulaþýlacak olan bir konak yeri deðildir. Vardým dediðimiz her konak varýlacak yerin sadece bir ön uðraðý olacaktýr. Eðer Ofir'e ulaþmak istiyorsak, her þeyden önce bunu hak etmeliyiz. Hak etmediðimiz bir þeye sahip de olamayacaðýmýzý bilmeliyiz. Ofir birçok bakýma kendimizdir. Bu yolculuk çoðunlukla kendi kendimize karþýda bir yolculuk olacaktýr. Deyim yerindeyse Ofir'e doðru yol alacaðýmýz tüm yolculuk süreci kendi iç dünyamýza da yapacaðýmýz bir yolculuk olacaktýr. Bu yolculuktan çoðumuz korkacak, daha yolun baþlangýcýnda, yarý yolda ve hatta Ofir’e çok yakýnlaþtýðýmýz bir anda dahi vazgeçebileceðimiz bir süreç olacaktýr. Bu duruma düþsek dahi kendi kendimizden utanmayalým. Bir diðer yoldaþýmýzý da kýnamayalým. Bu yolculuðu aramýzdan çok az sayýdaki kiþi baþaracaktýr. Ve hatta belki de hiç birimiz baþarýlý olamaya biliriz. Çoðumuzun bu yolculuða ömrü yetmeyecek. Sýk sýk yaþamýn kendisi bizi ayartacak ve yaþamýn içinde kendimize bir vaha yarata bileceðiz. Bize ermiþ, bilgin gözüyle bakan birçok insan olacaktýr. Bu ayartmaya birçoðumuz hemencecik olmasa bile bir süre sonra kanacaktýr. Bu nedenle hiç birimiz bir diðerimizi ayýplamaya hakkýmýzýn olmadýðýmý bilmeliyiz. Hiç biriniz ardýmýzda býrakacaðýmýz yaþamýn ayarttýðý bu eski yol arkadaþlarýnýza kýrýlmayacaðýz. Bu eski yol arkadaþlarýmýzdan da cesaret alarak daha bir hýrsla Ofir’e doðru yol almayý hedef olarak seçmeliyiz. Kendimize her halükarda güvenmeliyiz. Bu yolculuða yeni yeni insanlar katalým. Kendimiz dâhil hiçbir þeyin ne sahibi ne de efendisi olalým. Düþmanlarýmýzýn ve bizi yolumuzdan çeleceklerin her türlü haince ve mertçe olmayan hamle ve hareketlerine karþý mertçe ve kalleþçe olmayan bir savaþýn gereklerini yerine getirdiðimiz gibi yeri geldiðinde düþmanýmýza karþý bile mert, yardýmsever, iyiliksever olmayý da bilelim. Çünkü bu bizim en büyük gücümüzdür. Ýnsanýn insana ve insanýn doðaya karþý yabancýlaþmasýna karþý her durumda karþý çýkýp, bunu en aza indirgemenin yollarýný birlikte üretelim. Yaþamý ve kendimizi örgütleyelim. Unutmayalým ki kaybedeceðimiz hiçbir þeyimizin olmadýðýnýn ayýrtýna varýrsak mutluluðu da Ofir yolculuðunu kolaylaþtýracak yöntemini de yakalayabiliriz ki buna emin olmalýyýz. Tüm bu yolculuk sürecinin sonunda, çýkarsýz, eþitlikçi, çoðullukçu bir toplum ve yaþam kurabiliriz. Ýþte bu yer tam da Ofir'in kendisidir. Bu yere her yakýnlaþtýðýmýzda bunlardan da birer parça bulacaðýz, bu parçalarýn bulunmadýðý yer de Ofir olamaz. Ofir tüm bu parçalarýn bütünlüðüdür. Kendimizi kendimizle ve herkesle her konu, eylem ve düzeyde paylaþalým, paylaþmadan çekinmeyelim.” Konuþmacý bir ara gökyüzündeki kanat çýrpan güvercinlere doðru baþýný kaldýrarak gözünü dikti ve sonra daha sonra alandaki yoldaþlarýna dönerek; “Ne diyelim yolumuz açýk olsun...” dedi. Konuþma bittiðinde alandaki insanlar daðýlmýþlar, güvercinler de yuvalarýna dönmüþlerdi.

Anlatý -1-










Konuþmadan binlerce yýl sonra sýradan bir gün...

Yorucu bir iþ günü dönüþü eve geldiðimde annem bugün bir mektup geldiðini söyleyerek bana komidinin üzerindeki zarfý gösterdi. Bu mektup aylar öncesi eski bir arkadaþa hitaben yazdýðým mektuba eski arkadaþýn yazdýðý cevap mektuptu. Çoktandýr bu mektubu beklediðimi söyleyip anneme sarýldým. Kadýncaðýz þaþýrdý. Annemden müsaade isteyip odama çekildim ve hemen mektubu açarak okumaya baþladým. Ancak arkadaþ benim umut ettiðim gibi bir mektup kaleme almamýþtý. Hemen bu mektuba cevaben bir mektup/metin kaleme almaya giriþmiþtim ki. Annemin beni çaðýran sesini duydum. Kendi kendime kýzarak zavallý kadýncaðýzý üzmeye hakkým olmadýðýný düþünerek “peki anne” diye seslenerek hemen annemin yanýna gitmeye davrandým. Annemden özür dileyerek gönlünü almaya çalýþtým. O da hemencecik yelkenleri suya indirmiþti zaten. Günlük olaylardan bahsederek yemeðimizi yedik ve her akþam yaptýðýmýz gibi benim demlediðim çaylarýmýzý karþýlýklý olarak yudumladýk. Annemi kýrmayacak bir içtenlikle odama çekilip gelen mektuba cevap yazacaðýmý söyledim. O da merak etmiþti mektubu ama bana sormaya çekinmiþti ki, ben mektupta yazýlanlarý anneme de aktardým. Onun da beni teþvik etmesiyle daha da yüreklenerek odama çekildim. Ve iþte nihayet masamda oturmuþ ve mektubuma baþlamýþtým:

(Metin-1)

Mektubumu kaleme alýp bir kez daha gözden geçirip gerekli düzeltmeleri yaptýktan sonra çekmecemdeki zarflardan birisinin içine özenle katlayýp koydum ve arkasýna arkadaþýmýn adresini yazdým. Pul defterimden bir pul çýkartýp arkasýna yapýþtýrdým. Ertesi gün postalamak üzere çantama koydum ve ýþýðý kapatarak günün yorgunluðunu atmak üzere yataðýma uzandým ne zaman uykuya daldýðýmý hatýrlamýyorum… Ertesi gün erkenden kalktýðýmda annemin çayý demlediðini ve sofrayý hazýrladýðýný gördüm. Anneme “Günaydýn diyerek” yanaðýna bir öpücük kondurdum. Her zamanki gibi yanaklarýnýn kýzardýðýný gördüm. Bu bana öylesine bir mutluluk veriyordu ki size anlatamam. Kahvaltýmýzý birlikte yaptýktan sonra “Eyvallah Anneciðim, akþama görüþürüz” diyerek yine yanaðýna bir öpücük kondurup. Evden dýþarý çýktým…


“BURADA ANLATILAN SENÝN HÝKÂYENDÝR” (*)

Tesadüfen belediye otobüsü de tam duraða yanaþmak üzereydi. Otobüs kartýmý makineye okutup hýzla her zamanki gibi otobüsün en arka sýrasýna geçtim. Bugünlerde yoldaþlarla birlikte bir yayýn üzerinde çalýþtýðýmýz için oldukça heyecanlýydým. Çalýþmaya yeni insanlar kazanmak için bir süredir çalýþýyorduk. Bende yeni tanýþtýðým bir emekçi kýza bir þeyler yazmasý için ön ayak olmuþtum. Böylelikle hem onu içinde bulunduðu sýradanlýktan kurtaracak hem de daha aktivist bir kiþi olmasýný saðlayarak kendine güvenini yeniden kazanmasýný saðlayacaktým. Kim bilir bu yöntemle bir taþla birkaç kuþ vurabilecektim. Tabiî ki taþ atarken kuþlarý ürkütmezsem. Ama denemekten zarar gelmez ki insana deðimli. Yine kendi kendimle konuþuyorum. Nasýlsa otobüs yolculuðum uzun sürecekti bu zaman dilimini etrafý seyrederek de geçirebilirdim. Otobüsteki çoðu yolcunun yaptýðý gibi. Ama bu bana bugün pek zevkli gelmiyordu. Bende yeni kýz arkadaþýn hazýrladýðý yazýyý okumak üzere çantamdan çýkarttým ve okumaya baþladým. Ýsterseniz sizde benimle birlikte yazýlanlara göz gezdirebilirsiniz.

(Metin-2)

Doðrusu ilk kez yazý yazmaya baþlayan birisi için baya güzel ifade etmiþ ama tabiî ki siz okuyucunun gözlemini bilemem. Çünkü hem okuduðu bir kitabý hem de içinde devindiði hayatý aktarabilmiþ bize kendince bir eylem yolu çizmeye çalýþmýþ. Bizi eyleme davet etmiþ. Sanýrým iyi bir eylem insaný ve iyi bir eylem yazarý olacak… Bu arada zamanda bir hayli geçmiþ otobüs benim ineceðim duraða yaklaþmýþtý. Bende yazýyý toparlayýp çantama koydum ve inmek için hazýrlandým. Nihayet ineceðim duraða yaklaþmýþtým. Ýnmek için düðmeye bastým ve beklemeye baþladým. Bu düðmeye basýp bekleme anlarýnda içimde bir korku baþlar. Komik ama doðru. Ya otobüs bu durakta durmaz es geçerse. Ama neyse ki bugüne kadar böyle bir þeyle karþýlaþmadým. Bir de otobüs duraða yanaþtýðýnda aniden hareket ederse diye korkarým hep ne bileyim alt bilinç iþte. Hayattaki tek korkum bu olsun… Neyse iþte otobüste duraða yanaþtý ve hop indim iþte otobüsten neyse ki bu seferde korktuðum olmadý. Gülmeyin ya… Bugün yeni çýkartmaya baþlayacaðýmýz derginin yayýn kurulu toplantýsý yapýlacaktý. Ama daha toplantýya daha 1 saat vardý. Öncelikle Gül arkadaþa yazdýðým mektubu postalamam gerekiyordu. Neyse ki postane çok uzakta deðildi. Postaneye girdiðimde ne kadarda tenha olduðunu fark ettim. Ýnsanlar son zamanlarda artýk eþe dosta mektup atmamaya baþlamýþlardý. Hâlbuki en güzel dostluklar mektuplarla ve yazýþmalarla olmuþtur hep. Bir söz kalýbý “Söz uçar, yazý kalýr” diyor. Çok doðru bir tanýmlama. Mektubumu giþedeki görevliye uzatarak ücretini ödeyip postaneden ayrýldýðýmda bu düþüncelerde hýzla beynimden silinmekte gecikmedi. Hýzlý adýmlarla toplantýnýn yapýlacaðý adrese doðru yol almaya baþladým. Çeþitli dolambaçlý yollardan geçtikten ve bir þekilde izlenmediðime kendi kendime ikna olduktan sonra buluþma yerine nihayet gelmiþtim. Tek katlý gecekondunun kapýsýný anlaþtýðýmýz üzere çaldýktan sonra kapý gýcýrdayarak açýldý. Kapýyý açan yoldaþla hemen selamlaþýp kucaklaþtýk. Ýçeriye adeta gizli mabedimize geçtiðimizde diðer dostlarýnda orada olduðunu gördüm. Hepsi ayaða kalkmýþtý. En dostane ve saf yanýmýzla teker teker selamlaþýp sarýldýk. Çaylarda yeni demlenmiþti. Çaylarýmýzý teker teker alarak her defasýnda adeta kavga havasýnda geçen ama sonunda eylem birliði ile çýktýðýmýz. En ikna olmayan yoldaþýmýzýn bile en ikna olmuþ yoldaþtan daha çok mücadeleye ve kavgaya katýldýðý bir grup olmuþtuk. Ve dostta düþmanda bunu böyle biliyordu. Vakit kaybetmeden dergide çýkacak yazýlar teker teker deðerlendirmeye alýnmýþtý. Son rötuþlar konuþulacak, eklemeler yapýlacak ve yayýn en kýsa sürede baskýya hazýr hale getirilecekti. Gazete için gerekli para ise her bir yoldaþýn bin bir zorlukla biriktirdiði paralarla gerçekleþtiriliyordu. Þimdilik ancak 2 bilemedin 3 sayý için yeterli paramýz vardý. Ana her þeye raðmen hepimiz umutlu ve inançlýydýk. Bende otobüste sizinle birlikte okuduðumuz Þimal’in bir yazýsý ile yine benim kaleme aldýðým henüz okumadýðýnýz yazýmý dostlara sundum. Þimalin yazýsý üzerine þu deðerlendirmede ortak karar kýlýndý.

Bu sayýmýzda bir yoldaþýmýzýn Kitaplar, okumak ve özelde “Vatandaþ Abuzer” isimli kitap üzerine kaleme almasý gereken bir yazýnýn, Sosyalist hareketleri ve militanlarýnýn çalýþmalarýný da belirleyen F Tipi cezaevleri ve uygulamalarý ile bu süreçte yoðunlaþan süresiz açlýk grevleri ve ölüm oruçlarý ile ceza evlerine yapýlan operasyonlar ve tüm bunlara bir komünist militan olarak samimi bir bakýþ açýsý ile kaleme alýnmýþ bir çaðrý yazýyý, ya da bir çaðrý mektubu okuyacaksýnýz. Özellikle bu yazýnýn orijinaline dokunulmamýþtýr. Evet, “Artýk Onurlu Bir Yaþam Ýçin SAVAÞALIM” mý? Ne dersiniz.

Diyorduk okuyucuya. Özelikle kolektifimiz için savaþmak fiili ön plana çýkýyordu. Çünkü savaþmak fiili bir eylemi eyleme dönük bir çalýþmayý çabayý önümüze koyarken ayný zamanda diðer hareketlerin hala takýlýp kaldýðý direnmek fiilinde bir karþýt duruþu temsil ediyordu. Bu nedenle olsa gerek üzerinde uzlaþtýðýmýz derginin isimi alt baþlýðý “Ýþçi Sýnýfýnýn Kurtuluþu Yolunda” olmak üzere “SAVAÞ” olmasýna karar verilmiþti. Dilerseniz benim yazýmý da hep beraber okuyalým;

(Metin-3)

Yazým genel çerçeve olarak kolektifimizin bakýþ açýsýyla yazýldýðý için anlamlýydý. Dostlarým sevinçle karþýladýlar. Metinde ayný zamanda V.I.Lenin’in hayat arkadaþý ve Yoldaþý olan Nadya Krupskaya’nýn bir son sözünü ilk söz olarak metnin baþlýðýna koymuþtum. Yani þimdi her zamankinden daha fazla devrimi istemek devrim için savaþmak hatta olasý bir devrim gerçekleþtikten sonrada daha fazla bu devrimin kendisine karþý dönmesini engellemek için çalýþmak daima o amatör ruhu yitirmeden devrim emekçisi olarak çalýþmayý anlatýyordu bu söz bana. Daha sonra diðer yazýlarýn tartýþýlmasýna geçildi. Yazý kurulunun ortaklaþa kaleme aldýðý son eylemliliklere kýsa bir bakýþ atan yazýsýnýn son cümlesi;

“… Aslýnda çözümün diðer bir þekli sosyal devrimdir. Ne var ki bu sünepe devletin içinde yaþamýný sürdüren Kemalist-yurtsever-demokrat-devrimci-sosyalist-hatta bazý komünist hareketleri de edilgenleþtirilmiþtir. Biliyoruz ki hayat boþluk tanýmaz. Bir zamanlarýn ünlü deyimiyle “Özgürlük Sokaktadýr.”

Olarak baðlanarak dergi baðlanmýþ oldu. Derginin basýmýyla ilgilenecek dostlar belirlenerek sonraki toplantý yeri ve zamaný karara baðlandý ve son bir çay ve yemek faslýndan sonra daðýlmaya karar verdik. Yemeðimizin her zamanki menüsü bol sarýmsak yoðurt soslu makarna idi. Bu konuda yoldaþlarým bana güvenirlerdi. Bende onlarý hiç kýrmaz ve bol bol yiyeceðimiz bir makarna hazýrlardým. O mütevazý gecekondunun mütevazý mutfaðýnda… Ben yemek hazýrlarken 2 Temmuz da Sivas’ta Madýmak otelinde yakýlarak öldürülenlerden birisi olan Hasret Gültekin’e atfen hepimizin Hasret diye hitap ettiðimiz ki kendisinin Hasret diye hitap etmemizi isteyen. Erdoðan yoldaþýn güzel sesinden ve sazýndan nasibimizi alýyorduk. Yemeðimizi yedikten sonra teker teker bir dahaki sefere görüþmek üzere vedalaþýp toplantý yerinden ayrýlmýþtýk. Evden çýktýðýmda havanýn kararmýþ olduðunu gördüm. Yine geldiðim gibi çeþitli dolambaçlý yollardan geçip þehir merkezine ulaþmýþtým. Þimalle buluþacaðýmýz çay ocaðýna girdiðimde Þimal’in henüz gelmemiþ olduðunu gördüm. Çay ocaðýndaki çeþitli gazetelere bakýp oyalanmaya ve müzik kutusundan çýkan ezgileri dinlemeye bayýlýyordum. BU mekâna adým adým inerken merdivenlerinde hissettiðim taze pasta kokusu çok hoþuma gidiyordu. Kiminiz için anlamsýz gelebilir ama. Bir süre sonra Þimal’de geldi. Hoþ beþten sonra ona yazýsýnýn dergide çýkacaðýný söyledim. O kadar sevinmiþti ki bunu kelimelerle anlatamam. Hemencecik iki çay istedim. Bana daha önce amatörce þiir yazdýðýndan bahsetmiþti, bende mahsuru yoksa okumak istediðimi belirtmiþtim. Çantasýndan þiirlerini yazdýðý defterini çýkarttý, bir de dedi “Amatörce bir þeyler karalýyorum. Ýþte adýna günce mi dersin, anýmsama defterimi onu da okur bana iyi kötü bir eleþtiri sunarsan sevinirim” dedi. Bende memnun olduðumu en kýsa sürede bir eleþtiri yazabileceðimi. Hatta derginin ilk sayýsýyla birlikte bu sunuyu kendisine iletebileceðimi belirttim. Bu hava içerisinde konuþmamýzý sürdürüyorduk. Ama her halinden yorgun olduðu hissediliyordu. Bende gel bugün çok yorulmuþ olmalýsýn istersen seni duraða kadar yolcu edeyim diyerek þiir defterini ve aný defterini çantama koyarak ayaða kalktýk. Çaylarýn parasýný ödeyerek merdivenlerden o pasta kokularý içerisinde açýk havaya çýktýk. Yol boyunca pek konuþmadýk. Dýþarýda insanlarýn koþuþturmacasý bitmiþ, etraf çöplerden kâðýt, plastik, teneke toplayan sokak emekçilerine kalmýþtý. Nihayet duraða gelmiþtik. Bir süre sonra otobüsü geldi ve vedalaþarak onu yolcu ettim. Otobüsü hareket ederken bende yola koyulmuþtum. Eve vardýðýmda annemin henüz yatmadýðýný beni beklediðini gördüm. “Ne diye yatmadýn Anneciðim. Hep böyle yapýyorsun, biliyorum beni merak ediyorsun ama dinlenmelisin gel hadi yataðýna uzan.” Diyerek onu yataðýna yatýrdým. Yanaðýna bir öpücük koyarak uykusuna doðru yolculuðuna çýkarttým. Daha sonra odasýnýn ýþýðýný kapatýp her ihtimale karþý odasýnýn kapýsýný aralýk býrakarak odama çekildim. Kendime bir çay demleyerek Þimal’in þiirlerini ve aný defterini okumaya baþladým. Karalama defterimi alarak ilk cümlelerimi yazmaya baþladým. Ýlk cümlem “Çok Hoþ ve Tatlý bir þeydir…” olmuþtu. Sabaha doðru yazýyý tamamlamýþtým. Defterde onun doðum gününün tamda gazetenin çýkacaðý güne denk düþtüðünü görmüþtüm. Ne güzel iþte ona bir doðum günü hediyem de olur diyerek. Küçük bir kitapçýk hazýrlamaya karar verdim. Ama artýk yatmam gerekiyordu. Her þeyi öylece býrakýp, uykunun tatlý yataðýna uzandým…
Ertesi gün bir önceki günün yoðunluðu ve yorgunluðu ile biraz geç kalkmýþtým. Annem kendince bir þeyler atýþtýrmýþ, beni uyandýrmaya kýyamamýþtý. Hem ellerinin kaslarýný çalýþtýrmak hem de oyalanmak için elinde þiþlerle bir þeyler örüyor bu arada da televizyona bakýyordu. Annemin yanaðýna bir öpücük kondurarak bugün nasýl olduðunu sordum. Gayet iyi olduðunu söyledi. Mutfaða geçip mükellef bir sofra hazýrlamaya koyuldum Annem ve kendim için. Yemeðimizi yedikten ve bulaþýklarý yýkadýktan sonra odama çekildim. Bir süre sonra Annemde yanýma gelmiþ kanepeye oturmuþtu sessizce. Bu süre içerisinde ben Þimal’in þiir ve yazýlarýna dair yazýyý bilgisayarýmda dizmiþ, þiirlerini tek tek bilgisayara geçirmiþ ve çýktý almýþtým. Þimdi ise sýra çýktýlarý ciltlemeye gelmiþti. Amatörce bir cilt yaptýktan sonra iþte kitapçýk hazýrdý. Annem tüm bu süreç boyunca kimi meraklý gözlerle beni izlemiþti. Anneme dönerek “Tatlý kadýn bak bugün bir yoldaþa doðum günü hediyesi hazýrladým. Kendi þiirlerinin olduðu bir kitapçýða bir önsöz yazdým. Ne olsun bizimde doðum günü hediyemiz böyle olur.” Diyerek Þimal’in en hüzünlü þiirlerinden birisini Anneme okudum;

YÜREÐÝM ACIYOR!...

Þimal Yýldýz

Gittin
Ve
Bittim
Ne yarýnlar kaldý senden bana
Ne de küçük bir umut
Yüreðim acýyor!...
Gittin
Ve
Bittim
Oysa çok þey istemedim senden
Küçük bir sevgiden baþka
Yüreðim acýyor!...
Gittin
Ve
Bittim
Nerde olduðunu bilmeden yaþýyorum
Yaþamak denirse buna ya!...
Yüreðim acýyor!...
Gittin
Ve
Bittim
Her þiirde hayalin var þimdi
Oysa hayaller þiir olacaktý ya!...
Yüreðim acýyor!...
Gittin
Ve
Bittim
Gidiþini hatýrlýyorum durmadan
Yüreðim Acýyor!...

Annem “Bu kýz çok hüzünlü þeyler yaþamýþ galiba. Baksana” dedi. Bende “Evet anneciðim bakarsýn onu bu hüzünlerinden kurtarýrýz ne dersin” dedim. Annemde ben de acýkmýþtýk. Hemencecik etrafý toparlayýp, akþam sofrasýný Annemle birlikte hazýrlamaya giriþtik. Mabedimizde Annemle birlikte çok mutluyduk…

Gazetenin çýktýðýný yoldaþlar haber verdiðinde içim içime sýðmayacak gibi olmuþtu. Nihayet baþarmýþtýk. Hemencecik buluþma yerine giderek birkaç nüsha alarak çantama koymuþtum. Evden çýkarken Þimal’e hazýrladýðým kitapçýðý da yanýma almýþtým. Vakit kaybetmeden her zamanki çay ocaðýnýn yolunu tuttum. Çay ocaðýna girerek her zamanki köþeye oturdum. Bir çay istedim ve çantamdan gazetelerden iki adet çýkarttým. Gazetenin birisini çay ocaðýna býrakmak istiyordum. Garsona bu gazeteyi býrakacaðýmý söyledim. O da tabiî ki býrakabilirsiniz diyerek gazeteyi aldý ve göz gezdirmeye baþladý. Bende gazeteyi satýr satýr çayýmla birlikte adeta yudumlayarak okumaya baþlamýþtým. Baya zaman geçmiþti. Birden Þimalin tatlý sesiyle “Merhaba Engin” sesiyle irkildim. Þimal’de gelmiþti. Ona gazetelerden birisini verdim. Ve içinde Þimalin þiirlerinden oluþan kitapçýðýn olduðu itinayla paketlenmiþ paketi de çantamdan çýkartýp. “Doðum günün kutlu olsun Þimal” diyerek Þimal’e uzattým. Þimal o kadar sevinmiþti ki anlatamam. “Paketi evde açarsýn” dedim. “Gerçi sana layýk deðil ama sevineceðini umuyorum” dedim. “Oda olur mu çok mutlu oldum hatta bugün kendi doðum günüm bile olduðunu unutmuþtum” dedi. Bana bugün eve erken gitmesi gerektiðini söyledi. Bende tabiî ki diyerek onu duraða kadar yolcu etmek için ona refakat etmek için çay ocaðýndan birlikte ayrýldým. Onu tekrar doðum gününü kutladýðýmý belirterek otobüsüne bindirdim. Sonra eve doðru yola koyuldum.



























Anlatý -2-









Yine bir Perþembe günü, geliþi Çarþamba'dan belli olan...

Haftanýn her Perþembe günü -bazen periyotlarý aksasa da- yine o merdivenleri taze pasta kokulu, merdivenlerden aþaðýya doðru üç kat bodrum kata doðru inilen tavaný basýk ama her þeye raðmen her ikisinin de sevdiði o alçak tavanlý, hasýr tabure ve sehpalar duvarlarý boydan boya sedirlerle döþenmiþ olan, duvarlarýnda eski kilimler, Yýlmaz Güney, Nazým Hikmet ve Ahmet Arife ait poster/þiirler olan sevimli ve sýcak bir çay ocaðýnda kadýn yoldaþla buluþtu. Bu sefer kadýn yoldaþ ondan erken gelmiþti. Ve yine o sevdiði -sormamýþtý ama kadýn yoldaþýnýn da sevdiðini tahmin ettiði- o köþede oturdular. Çay içtiler. Müzik kutusunda yine bildik ezgiler çalýyordu. Buranýn kendileri gibi müdavimlerinin o andaki ruh hallerine uygun olarak seçtikleri ezgilerin sesi altýnda bildik sohbetlerinden birisinin derinliðine daldýlar. En son iki hafta önce görüþmüþlerdi. Bu süreç içerisinde kadýn yoldaþ mevsime uygun bir hastalýða yakalanmýþtý. Ve hastalýðý hâlâ atlatamadýðý görülüyordu. Yine üstlerinde melankolik bir hava vardý. Birbirlerini aylardýr tanýyorlardý. O bu kadýn yoldaþýna diðer insanlardan biraz daha fazla deðer veriyordu. Karþýlýklý olarak oldukça fazla þey paylaþmýþlardý. Aslýnda kadýn yoldaþý kendisiyle birçok þeyini paylaþmýþtý. Kendisinin ise kadýn yoldaþýyla kendisine ait paylaþtýðý þeyler çok az olmuþtu, hatta o kadar bencildi ki tüm bu süreç içerisinde kadýn yoldaþýný defalarca üzmüþtü. Çünkü o yaþadýðý yýllar içerisinde, kendisine dahi yabancý olmayý baþarabilen ve bu dolayýmla insanlarý pek tanýmayan deyim yerindeyse yabaninin birisi olmuþtu. Patavatsýzlýðý bundandý. Buna ise kendince bir gerekçe bulmuþtu, "Kendinde dürüst" olmak. Bu ise yaþanýlan olgunun sadece bir kýsmýydý. Gerisi karanlýklarda saklýydý. Ama her þeye raðmen karþýlýklý olarak dostluklarý, yoldaþlýklarý sürüyordu. Gerçekten dostluklarý ve yoldaþlýklarý sürüyor muydu? Buna kendiside inanamýyordu ama uzun süreden beri bir insanla bu dereceye varan "Samimi" bir tarz iliþki kurmamýþtý. Týpký o da kadýn yoldaþý gibi insanlara güvenini yitirmiþti. Hayýr, hayýr o asla insanlara karþý güvenini yitirmez, güvenini yitirdiðini sanýrdý. Ama kadýn yoldaþý genç yaþýna karþýn insanlara karþý tamamen güvenini yitirmiþti. Ýnsanlar onu sakatlamýþtý. Hem neyine güvenecekti ki insanlarýn. Hatta kendisi de baþlangýçta bu iliþkiden pratik bir fayda ummamýþ mýydý? Bunu kendisine itiraf etmesi ve kadýn yoldaþa söylemesi hem o kadar acemice, beceriksizce ve aniden olmuþtu ki. Buna kendisi de þaþýrmýþtý. "Doðru tespit etmiþsin, tamda okuyucuya aktardýðýn biçimde davranýþlar sergiledim. John Steinbeck'in Fareler ve Ýnsanlar kitabýndaki Lennie gibi, sevmek isterken öldürmek gibi bir sonuçla karþýlaþtým. Ama onu öldürmek istememiþtim. O öldü... Onu öldürdüm. Kime yakýnlaþsam sonuçta onu öldürüyorum, ama kahretsin ben hiç kimseyi öldürmek istemiyorum ki." O günden bu yana bu bencilliðini tamire uðraþýyordu. Her seferinde biraz daha bozarak da olsun. Kadýn yoldaþý ona karþý o kadar içtendi ki. Bu içtenliði tanýmlamakta zorlanýyordu. Birde kadýn yoldaþýný kaybetmekten korkuyordu. Haksýz da sayýlmazdý. Bu günkü buluþmada en son aptallýðýnýn -kendisinin kendine ve yoldaþýna karþý "Kendinde dürüstlük" olarak algýladýðý- kadýn yoldaþýn kafasýnda yarattýðý sorulara maruz kalmýþtý. Ama o bu saçmalýðýnýn diyetini görüþmedikleri bu iki hafta içerisinde, her an kendi benliðini biraz daha kanatýrcasýna kadýn yoldaþý adýna kendi kendisinden öç almayý denemiþti. "Evet, kendime karþý o kadar acýmasýz davranýyordum ki. Kendime yaptýðým iþkencelerden o kadar yorgun düþmüþtüm ki. Kaybolmuþtum. Kendimi bulamýyordum. Bir kuyuya kendi ipimle inmeye kalkýþmýþtým ve bu kendime güvenimin sonucunda dipsiz kuyuda kala kalmýþtým. Kendi kendimden yardým istemiþtim ve kendi kendime yardým eli uzatamamýþtým..." Þimdide kadýn yoldaþý deniyordu ve dedim ya, o kadýn yoldaþýný yitirmekten korkuyordu. Hayata karþý bir baþýnaydý. Bir baþýna olmaktan bugünlerdeki kadar korktuðunu hatýrlamýyordu. Topu topu çevresinde bir tek bu yoldaþ dediði kadýn arkadaþ kalmýþtý. Onu da kaybetmek istemiyordu. Kaybederse yaþayamazdý. Yok, yok yaþardý da umudu bir baþka yol yürüyüþü için kýrýlýrdý. Yok, caným abartýyorum, ona hiçbir þey olmaz, týpký yýllardýr yaptýðý gibi tekrar yeni dostluklar kazanmayý dener. Yok, yok bu yaþtan sonra yeni dostluklarý tekrar denemek için kendinde güç bulamaz. Güç bulamaz mý dedim. Çok kötümser oldum, kendime çekidüzen vermeliyim. Nerde kaldý o iyimserliðim. Hatýrladýðým kadarýyla sizinle de paylaþmak istediðim ve söylemesem çatlayacaðýmdan korktuðum bir þey var, o bu sürece adým atarken o kadar çok sancý çekmiþti ki. Buna tüm inançlarým üzerine yemin ederim...


Mutsuzluk ve kalp aðrýsý...

Tanýþtýracaðým bu kiþi Engin iþte, o bir komünist’tir. "Merhaba bu satýrlarý okuyan kiþi ben Engin nasýlsýn. Beni anlatmak istemek gibi zor ve sancýlý bir uðraþýya soyunan bu kýzcaðýza pek de yardýmcý olduðum söylenemez. Bana beni hem bana hem de sana, sen okuyucuya anlatmak ve bu sayede bana bir kýþ günü armaðaný vermek istediðini söyledi. Onu bunu yapmamasý için tehdit bile ettim, ama o bunda kararlýydý. Peki dedim beni bana ve okuyucuya anlat." Evet, onu size biraz tanýtayým. —Tanýtmamý istemeseniz gerçekten de size kýrýlmam ama eminim ki onu sizde tanýyýnca benimseyeceksiniz ama Sever misiniz? Sevmez misiniz? Bilemem- Bir defasýnda Engin’e sormuþtum, erken çocukluðuna dair ne hatýrlýyorsun diye, ama o pek bir þey hatýrlamýyordu. Sanýrým erken çocukluðunu pek yaþamamýþtý. Hatta erken çocukluk yýllarýndan hâlâ görüþtüðü tek bir arkadaþýna dahi çevresinde rastlamadým. Çocukluðunun ilk yedi yýlýnýn üç senesini A þehrinde, dört yýlýný ise babasýnýn çalýþmak için gittiði A ülkesinde L kasabasýnda geçirmiþti. Sonra tekrar annesiyle birlikte A þehrine dönmüþler, tüm bu zaman içinde bir çocuk olarak sýkýntýlý bir uyum süreci yaþamak zorunda kalmýþ ve bu duruma maruz kalan her insan gibi, sonunda çevresiyle uyumsuz bir kiþi olup çýkmýþtý. Üstüne üstlük bin türlü çaba ve özveriyle kazandýðý arkadaþlýklarýný ve en önemlisi konuþma dilini, lehçesini yitirmekle geçen bu dönem gerçekten de korkunç olmalý. Ben böyle bir þey yaþamadým ama onun gözlerinde bunu sýk sýk yakaladým. Ne yapsýn o da kendi kendisini yitiremeyeceðine karar vererek, kendine dönük bir yaþam kurmuþtu. Bu dünyada kendisi, eylemleri ve hayalleri vardý. Bir defasýnda bana anlatmayý denedi ama hemen sustu. Korktu sanýrým. Bu durumda doðal olarak hayata dair hemen hemen her þeyi kendi kendisine öðrenmiþti. Bu ise eminim ki, kafasýný çarpa kýra böyle oldu. Onu annesi büyüttü. Babasý yýlýn otuz/kýrk günü A ülkesinde izinli olarak A þehrine geldiðinde gördüðü, "Cebinde sýcaktan erimiþ çikolata" tadýnda bir yabancýydý. "Evet, o çikolatalarý çok severdim. Hemen açar ve bir hamlede yerdim. O yýllarda amcamýn bakkalýnda satýlan çikolatalarýn yanýnda bu hem çok farklý, hem de o günkü koþullarda bir lükstü." Yaþamýnýn dört yýlýný geçirdiði A ülkesinde çok mutlu olduðunu anýmsardý. Arada sýrada annesinin, kardeþinin, A ülkesindeki L kasabasýnda evlerinde oturduklarý ninesinin ve kendisinin o gülümseyen renkli fotoðrafý ile bazen de annesi ve kendisine ait pasaporttaki suretine bakar ve kendisi gibi E n g i n olan düþüncelere dalarmýþ. Hayýr, hayýr hayýflanmazmýþ. Çünkü bunu sordum. “Hiç hayýflanýyor musun" dedim. O muzip gülümsemesiyle "Yoook" dedi. Bu yanýtý verirken gözlerinde ýstýrap izleri vardý ama gözlerinde yakaladýðým bu ýzdýrabýn nedenini bildiðimi ona söylemedim, söyleyemedim, bunu kendime sakladým… A ülkesinde iken bir bisikleti vardý. Asfalt yollarda hepsi kendi dili ve ülkesine yabancý olan arkadaþlarýyla kaydýðý tekerlekli pateni vardý. Festivallerin birisinde aldýklarý tarrrrr tarrrrr eden makineli tabancasý vardý. Uzun süre -Türkiye'ye gelmeden bir süre önce o çitin altýna, ziyaretten döndükten sonra oynamak için sakladýðý (o bu gidiþi hemen ertesi gün dönülecek bir ziyaret olarak biliyordu)- o makineli tabancasýnýn hayali hafýzasýndan silinmedi. Sýk sýk bu hayalle süslü rüya/kâbuslar gördü. Birde A ülkesinde sýklýkla yediði sürpriz yumurtalarý özledi. Kurmalý tosbaða otomobilini de. "Ama aðlýyorsun sen." "Yok, caným sana öyle geliyor, ben hiç aðlamam ki." "Peki, peki öyle olsun." Ankara'da yaþadýklarý semt bir gecekondu mahallesiydi. Yollarý çamurla kaplýydý. Yaðmurdan deforme olmuþ sokaklar. Bugün yollar asfaltlandý. Ama o yýllarda bir köyü andýrýyordu. O cicili bicili bir çocuktu. Henüz küfür etmeyi bilmiyordu. Kavga etmeyi de. Hatta sýk sýk ona sorulan A ülkesinin dilinde bir þeyler söyler misin? Sorularýndan da býkmýþtý. A þehrine geldikleri ilk günlerde Selim'i sordu. Ama Selim ölmüþtü. "Ölmüþ mü?" "Ölüm ne demek" bilmiyordu. "Anne Ölüm ne demek bana ölümü anlatýr mýsýn? Diye sordum" Ancak ne annem ne de bir baþkasý ona bunu tarif edemiyordu… Hayvanlarý çok seviyordum, özellikle de Kedileri. Çocukken kardeþimle birlikte bir kedi yavrusunu ‘evlatlýk’ edinmiþtik, bir kulaðý hafifçe kýrýk bir kediydi, aslýnda sýradan bir Ankara kedisiydi. Kedimize bir ad bile koymamýþtýk, oda bizim gibi yersiz, yurtsuz, kimliksizdi galiba o sebeple isim takmamýþtýk, kedimizle birlikte yatýyorduk” Ama bir gün kedileri eve dönmedi, günlerce onu ortanca kardeþiyle birlikte köþe bucak aradý. Yoksa o da mý ölmüþtü. O günden sonra herhangi bir hayvaný evlat edinmedi. Ölüm ona uzak kalmalýydý. Böyle düþünüyordu. Bu nedenle bu güne kadar hiçbir cenazeye katýlmadý. Katýlamadý. Yýllar sonra bir kez komþularýnýn çocuðu tiner konulmuþ bir odada çocukluk/ ilk gençlik heyecanýyla sigara içmek isterken yaktýðý kibritten parlayan alevlerle yanarak öldüðünde onun cenazesinin eve getiriliþi sýrasýnda ailesinin çocuklarýnýn acýsýyla sarsýldýklarýný görmüþtü. O bu ailenin bu çocuklarýný pek sevmediklerini (özellikle de çocuðun annesinin) düþünürdü. —O günden sonra en çok sevdiði bisikletine bir daha binmedi- Ölümle sýrf bu kadarcýk yakýnlaþmýþtý. Birde yurtdýþýndayken Ester ninesini hastanede ziyarete gitmiþlerdi. Onu gerçek ninesi bellemiþti ki Ester nine de ona bir torun þefkatiyle davranýyordu. Yýllar sonra onun ziyaretinden yarým saat sonra yaþlý kadýnýn hayata veda ettiðini söylemiþti annesi…

Bana babasýnýn Ankara'ya izinli olarak geldiði sýrada, ondan ciddi anlamda ilk defa bir þey istediðini söyledi, "Bana bir bisiklet alýr mýsýn?", babasý da ona elden düþme "Pinokyo" marka bir bisiklet almýþ. "Mavi renkli bir bisikletti. O gün o kadar mutlu olmuþtum ki anlatamam. Bisikleti bugün trafikte göremeyeceðimiz, benzin kokulu, damalý eski bir taksi dolmuþun bagajýnda" eve getirdiklerini anlattý. Eve gelir gelmez bisikletin sýrtýna atladýðýný, mahallenin tozlu yollarýnda dolaþmaya baþladýðýný, sonra kendisini izleyen çocuklara acýyarak bisikletini onlarla paylaþmaya baþladýðýný, bu sýrada çikolata kokulu yabancýnýn yani babasýnýn onu gördüðünü, yanýna çaðýrýp bir güzel haþladýðýný, ilginç hâlâ hatýrlýyordu hiç aðlamamýþtý. Sadece bu azarlamaya o an için bir anlam verememiþti. O günden sonra aþýrý þekilde mutlu olmayacak, hislerini kontrol etmeye çalýþacaktý. Çünkü her mutluluðunun sonunda acý çekiyordu. Bu olaydan sonra o "Çikolata kokulu yabancý yani babam" ona ilelebet yabancý olarak kalacak, ondan bir daha hiçbir þey istemeyecekti ve o günden sonra bana babasýna; çok istemesine raðmen; "Baba/babacýðým" diye hitap edemediðini söyledi. "Babam o günden sonra benim için tüm diðer insanlar gibi yabancý kaldý" dedi. Bunu söylediðinde gözlerini benden sakýndý. Biliyordum ki için için aðlýyordu. Ama annesi onun hayatta biriciðiydi. "O okuma yazma bilmeyen, sýrtýnda çimento, kum, briket, kuyudan su taþýyan, harç karan o minnacýk nasýrlý elleriyle inþa ettikleri gecekondunun üçüncü defa yýkýlmak istenmesine isyan edip, harç kardýðý küreði kaparak belediye yýkýmcýlarýný kovalayan o kadýn anne sevilmez mi hiç." Onu tanýyorum. Ama o þimdi hasta, o her þeyi sýfýrdan yaratan mübarek elleri yakalandýðý bir kas hastalýðý “Myasteni” nedeniyle ara sýra tutmuyor. Ama yinede her türlü iþi yapmaktan geri durmuyor. Týpký Engin’in annesinin kendi annesi Engin'in diðer bir deðer verdiði insan anneannesi gibi. Onu da tanýma fýrsatýna eriþmiþtim. Annesini ve anneannesini düþündüðünde hep göz pýnarlarý yaþarýr. Burnunu çeker. Týpký þu an olduðu gibi. Dur be koca çocuk beni de aðlatacaksýn… Ha bir de son aylarda yoldaþ dediði kadýnýn "Yaþam ve ruh sýkýntýlarýna çözüm bulamamak" onun göz pýnarlarýnýn yaþarmasýna neden oluyor. Bunu biliyorum, çünkü birkaç defa rastladým. "Yine ne oldu Engin" diye sorduðumda "Hiç gözüme bir þey kaçtý da önemli deðil" diyerek geçiþtirmeye çalýþýyor. Ama o yalan söylemeyi hiç beceremez ki...

Babasýna inat bisikletini, bilyelerini, bildiklerini, çok sevdiði leblebi tozunu, gofretlerini, Ýlham marka gazozunu, (Belki sen okuyucu anlayamazsýn ama bunlar bir çocuðun küçük evreninde en deðerli þeylerdir) yaþamýnýn sonraki yýllarýnda ise hayatýný, ömründe o ana kadar hiç karþýlaþmadýðý ve bir daha da karþýlaþma fýrsatý olmayacaðý insanlarla paylaþmaya baþladý. Yok, caným bu paylaþma deðil bir hibeydi. Ve bu canýný bile acýtmayacak, normal zamanlarda üstünde bile durulmayacak olan bu azarlamayla kim bilir “Komünist” oldu. Onu tanýyan çoðu insanýn imalý bir þekilde dediði gibi “Kitap kurdu” oldu. Çok küçük yaþlarda yaþýtlarýnýn düþünmediði þeyler hakkýnda kafa yormaya baþladý. "Düþünmeyi, düþmeden düþünmeyi" öðrendi. Kendince iyi bir þeyi kazandý. Bu kendisiydi. Kendisine karþý yabancýlaþmayý aþmayý bilmeye adým attý. Ýnsanlýðý düþündü. Ve ayný zamanda küçücük böcekleri de. Kendi ekonomik ve sosyal durumlarý iyiydi. "Ama ya diðer insanlar." Onlara harçlýklarýndan, hayatýndan bir þeyler vererek nereye kadar yol alabilirdi ki. "Ýnsanlarýn sonsuza kadar týpký o þarkýdaki gibi(*) hayatýnýn bayram olmasý için, mutluluk içinde, yokluk/yoksulluk/yoksunluk nedir bilmeden yaþamasý için" neler yapýlmasý gerektiðinin yollarýný düþündü. O yaþýtlarý gibi deðildi. Gittikçede yaþýtlarýndan uzaklaþýyordu. Ve bunlarý paylaþacaðý yek diðer bir insan yoktu çevresinde. Ama kitaplarýnda vardý ve yine o dost kitaplarýndan düþünmenin tek baþýna yetmediðinin, bununla beraber eyleme geçmek gerektiðinin sesini iþitti. Bu sese kulak verip týpký Lewis Carroll’un hikâyelerindeki Âlice gibi harikalar diyarýna daldý.(*) Evet hayat þimdi ummadýðý derecede harikalarla doluydu. Her caddede, sokakta, bulvarda, patikada, dehlizde, lâbirentte yeni yeni harikalarla karþýlaþýyordu. Ve o günlerde diline okuduðu kitaplardan bir tümce takýldý. "Hey sen sýradaki insan, ne duruyorsun be çýk artýk sýradan." Ve o bu kendisini içine almayan sýradan çýkmak için birçoklarýnýn cesaret edemediði ufak bir adým attý. Ýþte o artýk bu adýmla artýk sýradanlarýn sýrasýnda deðildi. Sýranýn dýþýndakilerle birlikte kendine ve topluma karþý sorularý/sorumluluklarý olan yek benzerleriyle bir aradaydý...

Ben de bu ela gözlü adý gibi Engin olan ve lise son sýnýftan beri numaralý gözlüklerinin ardýndan bakan bir çift miyop ela gözlü bu çocuk/delikanlýyý iþte o günlerde tanýdým. Ailesinden deðilse de o anlýk çevresinden uzaklaþmak için üniversite sýnavýný kazanmalýydý. Ama buna raðmen sýnav gününe kadar bir tek test sorusu dahi çözmedi. Derslerine karþý ilgisizdi. Bir meslek tercihi bile yoktu. Ama zekiydi. En azýndan ortalamanýn üstündeydi. Sonuçta sýnavda baþarýlý oldu. Puaný iyiydi ancak tercih listesini doldururken öðretmenlerinin tüm yönlendirmeleri ve ýsrarlarýna karþýn o kendine özgü ilkel inatçýlýðý ile kafasýna göre bir tercih listesi hazýrlamýþtý. Sonuçta listedeki okullardan birisini kazanmýþtý ya önemli olan da buydu. Ve vakit kaybetmeden okula kaydýný yaptýrdý. Ýþte en azýndan bir süre ailesinden deðilse bile çevresinden uzaklaþabilirdi. "Okulu ve bir baþka okulda okumayý ve bunun için kendisini zorlamayý" hiç düþünmedi. Ýlk defa "Kaderin kederli kollarýna" kendisini sürüklemesi için "Kaderin akýntýsýna" býraktý. "Sürükleneyim bakayým nereye kadar gideceðim" dedi. "Evet, öyle dedim ve kendimi bir kuþ kadar özgür hissettim. Ama ben özgürlüðün sarhoþluðuna kapýlacak kadar kýrýlgan ve insanlarýn iðrençliklerine karþý aþýsýzdým. Kýsa süre sonra hastalandým ve hâlâ kurtulmuþ deðilim." Evet, Engin'i tanýmam iþte bu günlerde oldu. Yýllarca etkisi altýnda kalacaðý kýsa süren bir aþkýn tohumlarý okul günlerinde atýlmýþtý. Uzunca süre bu sevgiliyi unutmadý. Unutamadý. Fakat bir gün bir býçak gibi kesip atma lüzumu hissetmiþti. Bu olay, bugün artýk kullanýlmayan þehirlerarasý otobüs terminalinde geliþti. Ýliþkilerine son bir þans ve yön arýyordu. Kadýn ona "Askere gitmesi" ve bundan sonra bu iliþkiyi, "Sonu hayat ortaklýðýna varan bir iliþkiye" taþýyabileceklerini söylüyordu. Engin, "Peki öyleyse bir yazý tura atalým, kim kazanýrsa onun isteði olsun" dedi. Ve yazý tura atýlar, ne yazýk ki Engin kazanmýþtý, ama kadýn hâlâ ýsrar ediyordu. Kadýný otobüse kadar uðurladý ve otobüs hareket ederken, o da bir gölge gibi kaybolmuþtu. "Bugün düþündüðümde ben aslýnda o gün bu iliþkide kendime yabancýlaþtýðýmý fark etmiþtim… Yakýndaki parka gittim ve ona ait tek þeyi, onun fotoðrafýný yýrttým ve havuzun suyuna fýrlattým, artýk o benim için sonsuza dek yabancý olarak kalacaktý... O güne kadar sevdiðim ve deðer verdiðim insanlarýn hatýralarýnýn bir göstergesi olarak idrak ettiðim fotoðraflar benim için deðerini kaybetmiþti. Hatýrlýyorum da Annemle ara sýra eski fotoðraf albümüne bakardýk. Siyah / beyaz / renkli / canlý / soluk yüzlerce fotoðraf arasýnda Annem ve benim için deðerli hatýralarýn hapsolduðu anlarý temsil ediyordu. Bir fotoðrafta Annem ve kucaðýnda ben vardým Annem o kadar gençti ki, baþýný eþarbýyla çenesinin altýnda olacak þekilde baðlamýþ gencecik bir kadýndý bu fotoðrafta gencecik bir anne, bense minicik bir dev oðluydum annemin kucaðýnda. Bir diðer fotoðrafta bu sefer babamýn kucaðýndaydým. Babam sandalyede oturmuþ bense kucaðýndaydým, elimde ise yarýsý yenmiþ bir simit tutuyordum. Babamýn ayakkabýlarý ne kadarda eski idi öyle. Ama genç bir erkek, maðrur ve ben babamýn minicik dev oðluydum kucaðýnda. Bir diðer fotoðrafta ise Annem, Babam ve ben vardým. Ben annemin kucaðýndaydým Babam ise Anneme sýký sýkýya sarýlmýþ gözlerinde gurur okunuyordu ikisinin de iþte diyorlardý sanki iþte bu minik dev oðlan bizim oðlumuz diyorlardý, demek istiyorlardý bu fotoðrafa bakan herkese. Baþka bir fotoðrafta tek baþýnaydým artýk büyümüþ kocaman olmuþtum. Annemin pasaportunun yanýndaki sütunda duruyordum. Muzip bir gülümseme dudaðýma yapýþmýþ halde. Annemde yan sütunda bana tebessümle bakýyor iþte diyor benim oðlum artýk büyüdü kocaman oldu diyor. Sonra baþka bir fotoðraf gözüme iliþiyor. Bir evin bahçesinin çitinin önündeyiz. Annem eþarbýný atmýþ, saçlarýný fönle kývýr kývýr yaptýrmýþ, üstünde krem rengi bir döpiyes, çokta güzel yakýþmýþ ona, yanýnda ben varým yine yine o muzip gülümseme dudaðýma yapýþmýþ. Yanýmdaysa Ester ninem, Annemin kucaðýnda ortanca kardeþim sarý tulumlarýnýn içinde iþte Annem ve Babamýn ikinci gururlarý ikinci minik dev oðullarý. Güneþli bir gün olduðu belli, belli ki yaz gelmiþ. Her yer yemyeþil. Bir diðer fotoðraf bu sefer ortanca kardeþimle yan yanayýz. Benim saçým yeni týraþ olmuþ belli ki okula baþlamýþým. Kardeþimin ise saçlarý o kadar çok ki ikimizde fotoðraf makinesinin kadrajýna bakýyoruz ve guruluyuz. Karþýdan babamýz ve annemiz bakýyor bize bizlerle gurur duyuyorlar. Bakýn diyorlar bakýn bizim dev oðullarýmýz büyümüþ kocaman olmuþlar. Yine baþka bir sahne bu sefer oyuncak trendeyiz. Lunaparkta üçümüzde ardý ardýna binmiþiz vagona en önde en küçüðümüz arkasýnda ikincimiz sonrada ben üçümüzde o kadar mutluyuz ki ve bende yine o muzip gülümseme. Annem ve babam bize bakýyorlar ve elbette bizle yine gurur duyuyorlar. Baþka bir fotoðraf polaroid makinemizle çekilmiþ. Ailecek yýllarca yaþadýðýmýz gecekondu evimizin tahtalý oda dediðimiz evimizin iki odasýndan birindeyiz. Babam, Annem, Ortanca ve Küçük kardeþim ve yine o muzip gülümsemesiyle ben. Biz bir aileyiz diyoruz. Hep birlikte ve mutlulukla. Sonra hatýralarým birer birer soluklaþýp kararýyor. Albümdeki fotoðraflarda anlamýný yitiriyor… Bugün elimde kendime ve geçmiþime ait hiçbir fotoðraf yok. Ýnanýn ki yok…”

O. Ne yazýk ki o günden beri hâlâ bir sarmalýn içinde burkulmaya devam ediyor. Bu sarmalýn içinden kurtulmak ne kadar da zormuþ. Ah ne ahmaklýk, ne zavallýlýk. Mutluluk ona ne diye bu kadar uzak ve ona karþý bu kadar acýmasýz. Sorun onda mý? Yoksa seçimini yaptýðý insanlarda mý? Bir bilebilse. Yaklaþýmlarýyla, tavýrlarýyla, düþünceleriyle ne... Kahretsin ki ne yapacaðýný bilemiyor. Beyni bu anlarda yerinden fýrlayacakmýþ gibi oluyor. Mutsuzluk ve kalp aðrýsý... Ona yardýmcý olamamaktan kederliyim. Týpký onun da þu kadýn yoldaþýna karþý eli kolu baðlý kalmaktan duyduðu keder gibi...




































Anlatý -3-









Kýzýl saçlý kýz

Bugün karnemi almak için okula gittim. Karnemi aldýktan sonra arkadaþlarla þehrin en eski parkýna gittik. Parkta biraz oyalandýktan sonra arkadaþlarla daha sonra buluþmak üzere vedalaþtým. Parkta kendi baþýma dolaþýrken havuzun kenarýnda oturmuþ bir adam dikkatimi çekti. Havuzun sularýna dalgýn dalgýn bakýyordu. Sanki bu dünyadan uzaklaþmýþ gibi bir görüntüsü vardý. Elindeki bir kâðýda bakýyordu. Daha dikkatlice baktýðýmda bunun bir fotoðraf olduðunu fark ettim. Daha sonra fotoðrafý yýrttýðýný ve havuzun sularýna savurduðunu gördüm. Merakýmý giderememiþ ve yanýna kadar yaklaþmýþtým. Benim varlýðýmý algýlamýyordu bile. Yanýna sessizce oturdum. Onun gibi bende havuzun sularýna tamda onun baktýðý yere bakmaya baþladým. Acaba ne hissediyordu. Karþýda tam onun gözlerinin odaklandýðý yerde fýskiyeler vardý ve fýskiyelerden yükselen sular tam yukarýda adeta bir þemsiye oluþturuyorlar ve bu bir anlýk görevini tamamlayan damlalar yere doðru yani çýkmýþ olduklarý sulara doðru hýzla düþerek yeni bir serüven için sýralarýný bekliyorlardý. Güneþin bu dansa katýldýðýný ve mikro gökkuþaklarý yarattýðýna da tanýk olunuyordu. Ama tüm bunlar benim gözlerimle gördüðüm gözlemlerimdi. Peki, ama bu adam ne görüyordu. Kendimi daha fazla tutamayarak ona “Merhaba” dedim. Ama o duyumsamýyordu galiba tekrar bu sefer omzuna dokunarak “Merhaba” dedim. “Adým Peri sizi rahatsýz etmek istemem ama konuþabilir miyiz” dedim ve bu medeni cesaretime kendim bile þaþýrdým ve itiraf etmeliyim utandým da. Oda bana benim yüzüme bakmadan “Merhaba” dedi. “Rahatsýz etmiyorsun” ve bir zaman sonra “Benim adým da Engin Iþýk” dedi ve birden derin hislerle daldýðý su damlacýklarýn dansýndan gözlerini ayýrarak bana baktý. Öyle derin bakýyordu ki gözlerimin içine bakýþlarýmý kaçýrmak zorunda kaldým… “Evet, terminalden kaçarcasýna geldiðim bu parkta tekrar nefes alabildiðimin farkýna vardým. Parktaki bu havuzu ve fýskiyeleri çok seviyordum ve gelip havuzun baþýna oturdum. Hayat gibi geliyordu bana sularýn dansý. Dalga dalga gelip kýyýya çarpýyorlardý. O kadar çok zaman bekliyorlardý ki bu aný ve bir anda yok oluyorlardý iþte. Beklide buna deðerdi kim bilir. Bir baþka sefer için kim bilir daha ne kadar zaman geçecekti… Ýnsaný dinlendiriyordu bu serüveni izlemek. Sizde hak verirsiniz ki sadece bu bizim duyumsamamýz olabilir. Ama ya dalga, ya dalgayla birlikte hareket eden su, ya suyu oluþturan o birçok damlalardan þu veya bu o bir tek damla… Sonra fýskiyeler çalýþtýrýldýðýnda bu seferde göðe/ yukarýya/ yükseðe doðru harekete geçiyordu damlalar. Görevlerini tamamlamak için yine sýra beklemek zorundaydýlar. Sanki bir askeri düzen ve disiplin altýndaydýlar. Ama ben hayatým boyunca ne anlamsýz düzenleri nede anlamsýz disiplinleri sevmiþimdir… Sonra su ile birlikte damlalar yükselmeye baþlýyor, yükseliyor, yükseliyor ve nihayetinde en tepede zirvedeler iþte ama zirvede olmak bir an sürüyor damla için sonra tekrar gerisin geriye sulara dostlarýnýn yanýna dönüyor ve tekrar o zirveye çýkmanýn hayalini sürüyor, deviniyor. Kendi hayatýmý bu su damlasýna benzetmeye çalýþýrken ve hayatýmý film þeridi gibi tekrar canlandýrmaya çalýþýrken tatlý bir kýz sesinin bana ‘Merhaba’ dediðini duyumsadým ki ben o anda o kadar uzaklardaydým ki ah bir bilse. Tepki vermezsem hemen çekip gideceðini sanýyordum. Ama bir süre sonra ayný tatlý sesin bu sefer omzuma dokunarak ‘Merhaba, Adým Peri sizi rahatsýz etmek istemem ama konuþabilir miyiz’ demesiyle bu tatlý sesli kýzýn hiçte kolay kolay pes edecek birine benzemediðinin ayýrtýna vardým. Týpký benim gibi miydi ne. Sonra derin hayallerimden uzaklaþýp yüzüne bakmadan ‘Merhaba’ dedim ‘Rahatsýz etmiyorsun’ ve bir zaman sonra ‘Benim adým da Engin Iþýk’ dedim ve birden derin hislerle daldýðým su damlacýklarýnýn dansýndan gözlerimi ayýrarak ona, doðrudan onun gözlerinin içine baktým. Öyle derin bakýyordum ki gözlerinin içine istenç dýþý olarak bakýþlarýný kaçýrmak zorunda kaldý… O kadar tatlý bir yüzü vardý ki. Çillerle kaplý bir yüz. Saçlarý ise kývýr kývýr ve doðuþtan kýzýldý. Bir süre ona hayranlýkla baktýðýmý hatýrlýyorum bu zaman içinde nedense ona kanýmýn ýsýndýðýný fark ettim. Elinde bir kitap tutuyordu. Dikkatlice baktýðýmda N.G.Çerniþevski’nin Nasýl Yapmalý (*) adlý kitabý olduðunu gördüm. ‘Ýlginç; bu kitabý elinde taþýmýyorsundur umarým’ dedim. O da kýzgýn bir ses tonuyla; ‘Hayýr, ne münasebet’ dedi ve kitabýn okuduðu kadarlýk bölümünü bana anlatmaya baþladý.” “Çerniþevski bu eseri petropavlovski isimli çarlýk zindanlarýndayken 4 ay gibi bir sürede, sosyalist kuruluþ sürecini tanýmlamak için kaleme almýþ. Kimi pratik uygulamalarýn kitaptaki olaylar üzerinden açýklanmasýnýn yaný sýra, o günden bugüne tartýþmasý hala süren insanýn doðasý gereði eþitliði kaldýramayacaðý konusu üzerinde durmuþ ve baþarýlý bir þekilde bir öykü kurgusu içerisinde açýklamýþtýr. Bu eserinde, ‘yeni insan’ýn yaratýlmasý üzerine bir takým tezler geliþtirmiþtir. Bu eser özelinde, Rus köylüsünün (ki evrensel anlamda tüm köylülerin) çýkarcýlýðý ve bencilliði, Rus insanýnýn kirlenmiþliði ve Rus toprak sahiplerinin bunlarý kendine fayda çýkarmak için kullanmasý vb. en ince ayrýntýsýna kadar verilmiþtir. Özetle Nasýl Yapmalý da bu insanlarý konu ediniyor Çerniþevski. Bu öykülerde, gerek Vera Pavlovna'nýn yaþam öyküsüyle, gerek Vera Pavlovna'nýn ailesinin dünyaya çýkarcý bakýþ açýsýyla, bu kirlenmiþlikten kurtulmanýn aslýnda ne kadar kolay ve gerekli olduðunun altýný çiziyor. Bu eser, zamanýnda Rusya'da Narodnik hareketinin temel taþýný oluþturmakla beraber, V.Ý.Lenin'e de ilham kaynaðý olmuþtur. V.Ý.Lenin, sonradan tilmizlerinin adlandýrdýðý biçimiyle ‘Leninist’ örgüt teorisini geliþtirip açýkladýðý ‘Ne Yapmalý'yý yazarken de bu eserden oldukça etkilendiði anlaþýlýyor. Kýsacasý bu eser çaðýný aþýp evrenselleþmiþtir.” Doðrusu beni oldukça çok þaþýrtmýþtý bu kýz. “Yaþýna göre oldukça iyi bir çözümleme yapýyorsun doðrusu beni þaþýrttýn” dedim. Bunu onu kýrmadan ve küçümsemeden nasýl söyleyebileceðim kaygýsýný taþýyarak söylemiþtim. O da teþekkürler “Engin” dedi gururlu bir ses tonuyla. “Bunu ilk dile getiren sen deðilsin” dedi. Sonra ben ona bir iki ilave yapmak gerektiðinden bahsettim. “Örneðin kitap, defalarca çarlýk sansürüne uðramýþtýr ki bu da kitabý þifreli bir havaya sokmuþtur. Kitap boyunca görünen bir aþk hikâyesinden baðýmsýz olarak ana konuya baðlý ikinci derecede olay ardýnda yeni insaný tarif etmeye çalýþýyor. Kitaptaki biraz da zorunlu olan gizem, sonlara kadar devam eder. Üç baþkahramanýn yanýnda kitaba on-on beþ sayfa konuk olan bir Rahmetov vardýr ki darma duman olmuþ kahramanlara ve okuyucuya ýþýk olur gider.
Dönemin Rusya'sýnýn üniversitelerinde, özellikle Narodnik hareket içinde büyük ilgi görmüþ ve Nasýl Yapmalý'yý okumayan adam deðildir anlayýþý dahi hâsýl olmuþtur. Öte yandan yazýldýðý dönemde, aslýnda komün bir yaþama ve sisteme sembol olarak gösterilen Veroçka'nýn dikiþ atölyesini Çarlýk Rusya'sýnda deneyen meramý anlamamýþ kadýnlar da olmamýþ deðildir! Kitap, hâlâ yeni insana giden yolun güzel, oturaklý rehberlerindendir.” Sohbetimiz hýzla ilerlemiþ ve deðiþik yön ve tat almaya baþlamýþtý. Yeni insandan, gelecek toplumlardan. Gelecek için bugün için yapýlmasý gereken ivedi iþlerden. Hâsýlý örgütlenmeden. Ama öncelikli olarak insanýn kendi kendisini örgütlemesinden bahsettiðimiz bir sohbet ve fikir alýþveriþi kulvarýna gelmemiz o kadar hýzla olmuþtu ki. Daha þimdiden kendi özge ruh sýkýntýlarýmý unutmuþtum bile. Velhasýl terminalde daha bir saat önceki karþýlýklý rest çekme ve sonrasýnda karþýlýklý olarak tatsýz terk ediþ/ediliþi unutmuþ, yeni bir yöne doðru yol almam baþlamýþtý bile. Birden o anda “Hadi kalkalým yoldaþ, sohbete yolda devam edelim” diyerek ayný anda birbirimize teklif etmemiz hiçte bizi þaþýrmamýþtý. Yoldaþ kelimesini o kadar içtenlikle söylemiþtik ki birbirimize ve o kadar iyi gelmiþti ki bu kýzýl saçlý kýzcaðýz Peri ve düþünceleri… En yakýn ay çekirdeði satýcýsýndan bir külah ay çekirdeði aldýk. Artýk parkta ay çekirdeðimizi çitleyerek ilerliyor ve sohbetimizi derinleþtiriyorduk. Park þimdi bize bir bakýma Aristo Okulu olmuþtu. Daha henüz ay çekirdeðimizi yeni bitirmiþtik ki karþýmýzda þehrin en meþhur dondurma dükkâný ‘Þiþmanýn Yeri’ çýktý. Yine ayný anda “Hadi yoldaþ kâðýt helva arasýnda birer dondurma yiyelim mi” sözcükleri dudaklarýmýzdan çýkmýþtý. Ýkimizde dolu dolu birer kâðýt helva arasýnda dondurmamýz elimizde bir banka oturarak sohbetimize kaldýðýmýz yerden devam ediyorduk ki ben ona “Bak yoldaþ sana bir süre önce yazdýðým bir metni okuman için vereceðim okumak istersen tabi ki” dedim. Ki bu metin terminalde buluþtuðum kadýn arkadaþa yazýlmýþ bir metnin kopyasýydý. “Ama dedim bu metnin bazý yerlerinin özel anlam içerdiðini göz ardý etmelisin. Bu metin özelde Reel Sosyalizmden baþlayarak Sosyalizmin sorunlarýna dair kendimce bir baþlangýç ve hâsýlý ön notlar çerçevesindedir bu gözlükle okursan daha yararlý olur kanýsýndayým. Hem daha sonra bakarsýn uzun uzun tartýþýrýz ne dersin” diyerek cebimden kâðýtlarý çýkartýp ona uzattým. “Okuduktan sonra bana geri getirirsen memnun olurum çünkü bu bendeki tek kopya” dedim. O da sevinçle “Çok teþekkür ederim Engin yoldaþ” diyerek kâðýtlarý aldý. “Baþlýðý da ilginçmiþ ‘Yeni Zamanlar’ müsaadenle bir göz atabilir miyim” diyerek benim onayýmý almayý beklemeden hýzla okumaya baþladý. Bu tavrýna içten içe sevinmiþtim. O anda “Pek tabii Peri yoldaþ” diyerek onu onayladýðýmý bile duyumsadýðýný sanmýyorum.

(Metin-4)

Peri kâðýttaki yazýyý okurken bende etrafýmdaki insanlarý incelemeye yoðunlaþmýþtým. Ayakkabý boyacýlarý, ay çekirdeði ve kâðýt mendil satýcýlarý, tartýcýlar, tatlýcýlar, yani her türden seyyar satýcýlar ve en önemlisi sokakta çalýþan çocuklar o kadar çoktular ki. Köþede kuytulukta tiner ve bir yapýþtýrýcý markasý olarak ‘Bally’ koklayan, þarap ve bira içen, fuhuþ pazarlýðý yapan çocuk, genç, yaþlý, kadýn ve erkek onlarca ve o kadar çok insan vardý ki. Toplumun burjuva toplumumuzun ayaktakýmlarý buralardaydý, bu mekânlardaydý ve bizde bu insanlarla ayný havayý ve mekâný paylaþýyorduk. Kurtuluþ o anda hepimiz için uzaktý ama bir o kadarda imkânsýz deðildi. Görev vardý ve yerine getirilmeliydi… Ben bu düþüncelerin iklimindeyken, Peri de ‘Yeni Zamanlar’ ismini verdiðim yazýmý okuduktan sonra kâðýtlarý kitabýnýn arasýna -kutsal bir metinmiþçesine- özenle katlayýp koydu. “Hýmm ilginç þeyler seninle tartýþacaðýmýz çok þey var Bay Engin yoldaþ” dedi muzip bir gülümsemeyle. Ben de “Tartýþmadan kaçanýn kaþýðý kýrýlsýn” diyerek ona doðru kýlýcýmý çekmiþtim bile. Birlikte etrafýmýzdaki insanlara aldýrmadan kahkahalarla gülüyorduk ki. Karþýmýzdaki kayýkhaneyi göstererek; “Hadi gel Engin sandala binelim” dedi. “Uzun süredir sandala binmemiþtim” dedim. Hemencecik iki kiþilik bilet alarak sandala bindik. Havuzun ortasýndaki fýskiyelere o kadar yaklaþmýþtýk ki rüzgârýn ters esmesiyle hafiften ýslanmýþtýk bile. Az kalsýn kitap ve kâðýtta ýslanýyordu. Ama biz tüm bu olanlara aldýrmadan kahkahalarla gülüyorduk. Sandalý kýyýya yaklaþtýrýp karnýmýzý doyurmak için bir þeyler yemeye karar verdik. Çoðunlukla uðrayýp stresten uzaklaþmak için ara sýra takýldýðým açýk hava birahanelerinden birisinde oturup bira eþliðinde et döner yemeyi teklif ettiðimde doðrusu Peri’nin vereceði tepkiden çekinmiþtim. Hemencecik kabul etti ve oraya doðru yürüdük kendimize ikiþer adet bol etli, bol soðanlý, bol cin biberli ve bol turþulu döner ýsmarlayýp masaya oturduk. Gelen garsona ikiþerde -Alman yoldaþlara özenerek- duble boy bardakla bira ýsmarladýk. O sýrada yerel bir gazete satýcýsýný fark ettim. Gazete satýcýsýna iþaret ederek ondan bir gazete aldým. Gazeteye göz gezdirirken bir fotoðrafa gözüm iliþti. Tabi ya bu bizim Karabatak deðimli ‘Karabatak Selim’ haberin devamýnda þehir içi belediye otobüsü bileti basarken yakalanan bir çeteden bahis olunuyordu. Demek ki yakalatmýþ kerata dedim içimden. Masadaki alet edevat bizim bir zamanlar bin bir zorlukla temin ettiðimiz araç gereçlerdi. Ve bizim karabatak Selim sanki hiçbir þey olmamýþ gibi eliyle zafer iþareti yapýp gülümsüyordu, diðer suç ortaklarý onun aksine kafalarýný öne eðmiþlerdi. Aslýnda karabatak Selim oldukça yetenekli ve giriþken bir arkadaþtý. Sonradan kendi kendime insanýn inançlarýnýn gereklerini yerine getirmemesi ve onu amaçlarý dýþýnda kullanmasýnýn onu ne dereceye kadar düþebileceðine delil olduðuna kanýt getirip buruk bir tebessüm attým gazetedeki fotoðrafa ve Selim’e. Sonra garsonun masamýza getirdiði biralarýmýzý Peri ile birlikte ‘Gelecek güzel günlere’ temennisiyle tokuþturup et dönerimizi yemeye koyulduk. Bu arada da devrimcilik ve devrimci inanç ve irade konusunda derin bir sohbete kulaç atmýþtýk bile. Karnýmýzý doyurup birazcýk da olsun dinlendikten sonra artýk kalkmaya karar verdik. Köþede þipþak fotoðraf çeken yaþlý bir amca ile karþýlaþtýk. “Gel Engin beraber bir fotoðraf çektirelim dostluðumuzun baþlangýcýnýn hatýrasý olsun diyerek” beni birlikte fotoðraf çektirmeye zorladý. Çocukluðum zamanlarýndan hatýrladýðým artýk tedavülden kaldýrýlmýþ olan 25 ve 50 kuruþluk metal paralardan hatýrladýðým iki heykeli ortamýza alarak ufukta batmaya yüz tutmuþ güneþin alaca kýzýllýðýnýn fonunda fotoðrafýmýzý çektirdik. Fotoðrafý hemen alýp alamayacaðýmýzý sorduðumuzda yaþlý fotoðrafçý bize ancak yarýna hazýr olabileceðini söyledi. Bizde acelemiz olmadýðýný yarýn alabileceðimizi söyledik. Bize yarýn buralarda olacaðýný, buralarda rast gelmezsek ilerideki fotoðrafçýlara ayrýlan kulübede olacaðýný söyledi. Bu arada Peri yarýn için ivedi bir iþi olduðunu müsait olursam fotoðrafý benim alýp alamayacaðýmý sordu. Bende pekâlâ bunun mümkün olabileceðini söyledim. Yaþlý fotoðrafçýya ön ödemeyi yapýp el sýkýþarak oradan ayrýldýk. Güneþ iyice kaybolmuþ yeni ay tüm çýplaklýðýyla gökyüzünde görünmüþtü. Köprünün üzerinde bir teleskop kurulduðunu gördük. Teleskop ikimizin de ilgisini çekmiþti. “Gel Teleskopla gökyüzüne bakalým” dedim. Ýlk önce Peri baktý teleskopla uzayýn derinliklerine sonra da ben uzay/evren o kadar sonsuzmuþ ki ancak þimdi ayrýmýna varabiliyordum. O kadar çok gök cismi varmýþ ki. Ýnsan kendisinin evrende ne kadar da küçük ve bir o kadar da yalnýz olduðunun ayrýmýna varýyor bu anlarda. Ki dinsel ve totaliter görüþlerde sýrf bu ufaklýk, yalnýzlýk, hiçlik hissi ile insaný kuþatýp beslenerek adeta iðdiþ etmiyor mu? Teleskoptan gözümü ayýrdýðýmda hemencecik bu düþünceler de daðýldý birden. Ýþte yine hayatýn içindeydim ve iþte ben bendim yine kendimdim. Teleskopu köprü üstüne kuran gence ücretini ödemiþtim ki. Peri “Oooo saat bir hayli geç olmuþ beni evden merak ederler” diyerek benim kolumdan çekiþtirdi. Hemen koþar adým otobüs duraðýna doðru yol almaya baþladýk. Yolda bir dahaki sefere nerede buluþacaðýmýzý da kararlaþtýrmaya çalýþýyorduk. Peri ancak iki gün sonra müsait olabileceðini söyledi. Ben Peri’ye zaten yarýn fotoðraflarý alabileceðimi iki gün sonra görüþebileceðimizi ama bir bulmacam olduðunu bu bulmacayý çözebilirse buluþmamýzýn mümkün olabileceðini ki bu bulmacayý çözemezse üçüncü gün bugün ilk karþýlaþtýðýmýz yerde ve ayný saatte olacaðýmý söyledim. “Bulmacalarý severim, söyle bakalým bulmacaný” dedi. “Bulmacam basit bu kentte elinde bir buket çiçek tutan bir kent heykeli var hem de o kadar göz önündeki iþte ben o heykelin yanýnda seni saat tam 19’u 17 geçe bekleyeceðim. Unutmazsýn deðil mi?” dedim. Peri “Tamam, biraz geç ama saat tam 19’u 17 geçe orada olacaðým dedi. Bu arada duraða varmýþtýk bile. Bir süre sonra otobüsü geldi. El sýkýþýp sarýlarak vedalaþtýk. Otobüs hareket ettiðinde bende yine o eski derin düþünce/hülyalara dalarak yola koyulmuþtum…

Otobüsün hareket etmesiyle birlikte Engin’in de yavaþ/hýzlý adýmlarla yola koyulduðunu fark ettim. Kendisine el sallamamý bile fark etmemiþti. Yolculuk boyunca bilmeceyi düþünüyordum. Bu kent heykeli de neydi ne anlam ifade ediyordu. En önemlisi nasýl bulacaktým burasýný. Tüm hafýzamý tekrar tekrar gözden geçiriyordum ama bir türlü çýkartamýyordum bu heykeli ve yeri… Eve yakýn durakta otobüsten indim. Bu arada yaðmur baþlamýþ ve birden bire aniden bastýrmýþtý. Bu mevsimde böylesi bir saðanak yaðmur ne görülmüþ ve nede iþitilmiþ deðildi. Neyse ki durakla ev arasý bir koþumluk mesafeydi, elimdeki kitabý ve içindekileri ýslatmamaya özen göstererek koþar adým eve girerken bile bu kent heykelini ve Engin’i düþünüyordum… Öyle ilginç bir gün geçirmiþtim ve ilginç bir bilmeceyle de gün sona ermiþti… Neyse ki eve adýmýmý attýðýmda Anne ve Babamýn evde olmadýðýný gördüm. Giriþteki aynaya Amcamlara gittiklerini ve merak etmememi yazan bir not býrakmýþlardý. Tüm gece bu bilmeceyi ve Engin’i düþünerek sabaha karþý uykuya dalmýþým…
Ertesi gün boyunca ve buluþma günü tüm kentte bu yeri aradým. Tüm tanýdýklara eþ ve dostlara sordum ama kimse bilmiyordu. Son bir hamleyle parka giderek o yaþlý adama sormayý düþündüm. Yaþlý adamý parkta fotoðraf çektirdiðimiz heykelin olduðu yerde Engin ile benim gibi iki kiþinin fotoðrafýný çekerken rastladým. Ýlginç tam bu anda güneþ ufka doðru hýzla yaklaþmýþ, gökyüzü alaca kýzýllýða girmiþti. Yaþlý amcaya beni hatýrlayýp hatýrlamadýðýný sordum. Bana “Elbette hatýrladým. Sen Peri’sin bende seni bekliyordum senin aradýðýn yere ana caddeden ulaþýlýyor. Ana caddeye çýk 07/11 nolu belediye otobüsüne bin iki durak sonra in üstgeçitle karþý kaldýrýma geçip ilk sokaða dal ve yolu takip et karþýna çiçekçi dükkânlarý çýkacak çiçekçi dükkânlarýnýn sonunda yine bir üst geçit var üst geçidin sonunda sola döndüðünde karþýlaþacaksýn o heykelle. Hadi Peri çabuk ol” dedi. Ve sanki ben orada deðilmiþim ve benimle biraz önce konuþmamýþ gibi býraktýðý yerden iþine koyulmuþtu. Teþekkür ederek oradan uzaklaþtým. Neyse ki ana yol çok uzakta deðildi. Hýzlý adýmlarla yola koyulmuþtum ama zaman o kadar da daralmýþtý ki. Yetiþemeyeceðimden korkuyordum. Yaþlý adamýn dediði gibi duraktan 07/11 nolu belediye otobüsüne bindim iki durak sonra indim üstgeçitle karþý kaldýrýma geçip ilk sokaða daldým ve yolu takip ettim karþýma aniden çiçekçi dükkânlarý çýktý. Her taraf karanfil kokuyordu. Çiçekçi dükkânlarýnýn sonunda yaþlý fotoðrafçýnýn bahsettiði iþte o ikinci üst geçide de ulaþmýþtým. Alelacele saate baktýðýmda buluþma saatine 1 dakikamýn kaldýðýný gördüm. Koþar adým üst geçitten ilerledim son basamaðý geçip sola döndüðümde birden irkildim. Ýþte oradaydý tam karþýmdaydý meþhur kent heykeli ve Engin. Bu duruma o kadar sevinmiþtim ki. Engin’in beni kucaklayarak “Baþardýn Peri Yoldaþ, seni kutlarým al bu karanfiller senin” dediðini bugün bile hayal meyal hatýrlýyorum. Öyle ki heyecandan kalbim küt küt atýyordu…

Heyecanýmý gören Engin benim koluma girerek ilerideki çay ocaklarýn birisine kadar eþlik etti. Bu çay ocaðý üç kat bodrum kattaydý ve merdivenleri taze pasta kokuyordu. Çay ocaðýnýn kapýsýndan girmiþ ve sedire yan yana oturmuþtuk ki; “Bize iki çay verir misin dostum” diyerek garsona seslendi. Garson ise “Ona tabiî ki dostum çaylarýnýzý hemen getiriyorum” dedi. Müzik kutusunda güzel bir ezgi çalýyordu. “Bu benim en çok sevdiðim þarký Suliko” dedi ve mýrýldanmaya baþladý.

“Sakvarlis saplavs vedzebdi
ver vnaxe dakarguliko.”
“sevgilimin mezarýný arýyordum. Bulamadým kaybolmuþtu.
Yüreðim parça parça aðlýyordum
sen nerdesin sevgilim.”

Suliko Gürcü þair Akaki Tzereteli’nin bir þiiridir aslýnda. Þiir ilk etapta her ne kadar bir aþk þiiri gibi görünüyorsa da, þairin bunu vatan yani Gürcistan için yazdýðý biliniyor. Ancak o;

"Ben her þeyden önce Gürcüyüm, çünkü Gürcistan’da doðdum, ama bu benim milliyetçi ve ýrkçý olduðum anlamýna, kendi halkýmýn mutluluðunu baþka bir halkýn zararýna saðlamaya çalýþtýðým anlamýna gelmez; benim düþüm bütün halklarýn karþýlýklý dostluða dayanan evrensel mutluluðudur." (*)

Deme cesaretini göstererek günümüzün pek çok Post/ Neo/Arkaik ön tanýmlý Milliyetçi / Irkçý / Faþist / Nasyonal Sosyalist düþünce ve eylem adamlarýndan ve akýmlarýndan hemencecik kendisini net bir çizgi ile ayrýmsamaktadýr. Hatta Stalin’in en sevdiði þarkýlardan biri olduðu da rivayet edilmektedir…

Hadi Peri seni duraða kadar býrakayým. Eve geç kalma diyerek içtiðimiz çaylarýn ücretini çay tabaðýna býrakarak elimden tutup birlikte ayaða kalktýk. Duraða doðru yolculuðumuz boyunca fazlaca konuþmadýk. Hâlbuki ona soracaðým o kadar çok þey vardý ki. Ama Engin bana sadece önümüzdeki haftaya baþlayacak olan Ankara Sinema Günlerinden ve programdan bahsetti. Ýþim yoksa beni de davet ediyordu. Bende memnun olacaðýmý ifade ederek haftaya sabit buluþma yeri olarak belirlediðimiz kent heykelinin önünde buluþmaya karar verdik. Benim otobüsüm geldiðinde o da yine yola koyulmuþtu…

Ertesi hafta Engin ile Kent heykelinin önünde buluþtuk. Bana ayaküstü Film gösterisinin bugünkü programýndan bahsediyordu. “Bugün Rafi Bukaee'nin 1986 yýlýnda çektiði ‘Avanti popolo’ isimli filmi var. Ýsrail yapýmý bir film, filmin broþürünü bana verdi. Broþürde;

‘1967'de "Altý Gün Savaþý" bitip ateþkes ilan edildikten sonra iki Mýsýrlý asker Süveyþ kanalýna varabilmek için yola koyulurlar. Bu komik, neredeyse sürrealist yolculuklarý sýrasýnda çeþitli nedenlerle çölde dolaþan insan gruplarýyla karþýlaþýrlar. Ölmüþ bir Ýsveçli barýþ gücü askerinin arabasýnda bulduklarý içkileri susuzluklarýný gidermek için içince sarhoþ olurlar. Kendilerine gerekli olan görüntüleri alamadan savaþýn bitmesine çok kýzmýþ olan bir televizyon ekibiyle karþýlaþýrlar. Sonunda yolunu kaybetmiþ olan bir Ýsrail devriyesinin yanýna sýðýnýrlar. Bu tuhaf yolculuk zamanla kazanan tarafla kaybeden arasýndaki farkýn ortadan kalkmasýna yol açacaktýr.’ Yazýyordu.

Film Locarno Film Festivali(*)'nde Altýn Leopar ödülünü almýþtý. Seninde bildiðin gibi Avanti Popolo Ýtalyan halkýnýn Mussolini ve partisinin temsil ettiði Faþizme karþý mücadelesinde ortaya çýkmýþ bir Direniþ þarkýsý, Türkçeye ‘Ýleri Ýþçiler’ olarak çevrilmiþ. Neyse daha fazla anlatmayayým yoksa filmin büyüsü kaçacak” diyerek sözüne kýsa bir nokta koydu. Daha sonra “Gel beraber Avanti Popolo’yu söyleyelim” diyerek. Marþý mýrýldanmaya baþladý. Bende ona eþlik ettim.

“Ýleri iþçiler, yoldaþlar ileri, kýzýl bayraðýmýz, daðlarý aþýyor, bayraðýmýz önde yürüyoruz, bayraðýmýz önde yürüyoruz, bayraðýmýz önde yürüyoruz, hedef sosyalizm ve özgürlük.”

Bu arada sinemaya da varmýþtýk. Ýlk gonk sesiyle birlikte salona yönelerek biletlerimizi yer göstericiye uzatýp hýzla salonda kendimize ayrýlan yere oturmuþtuk bile. Salon bizim gibi Film meraklýlarýyla dolmuþtu. Bizim gibi farklý din, dil, ýrk ve düþüncelerden insanlarýn oluþturduðu bir izleyici grubu vardý salonda. Genç ve ihtiyar, kadýn ve erkeklerden oluþan bir topluluk bu ufacýk salondan sanki taþmýþ insanlýk ailesine karýþmýþtýk. Film baþlamadan önce Avanti Popolo filmini çeken Rafi Bukaee salona geldi. Rafi Bukaee sürgünde yaþamak zorunda kalan muhalif bir komünistti. Bize filmi çekim sürecinden bahsetmeye baþladý. Öyle bir anlatýmý vardý ki, dilini anlamasak bile onun filmi yaratýrken ki hislerini ta derinden anlýyor/hissediyorduk. Bize filmle ilgili küçük bir sýrdan da bahsetti. Filmin çekimi bitip, montajý hazýrlandýktan ve film seyre hazýr hale geldikten sonra anlamýþlar ki filmde konuþulan Mýsýrlý askerlerin Arapça lehçesi aslýnda Mýsýr’da konuþulan bir Arap lehçesi deðilmiþ, Filistin’lilerin konuþtuðu bir Arap lehçesiymiþ. Ama bu rastlantýsal Arapça lehçeye dokunmayýp öylece býrakmýþlar.” Sonra salon karardý ve filmi izlemeye baþladýk hep birlikte ve sessizce. Film bittiðinde biz ikimiz ve hepimiz hala filmin büyüsüyle salonda kalakalmýþtýk. Sanki o anda film bitmemiþ filmdeki oyuncularla birlikte ileriye ufka doðru yürüyüþe katýlmýþ, onlarla birlikte Avanti Popolo þarkýsýný söyleyerek akýyorduk…

Bir zaman sonra salondan ayrýlýp, sinemanýn kafesinde oturmak için salondan dýþarýya çýktýk. Kendimize hemencecik cam önünde bir masa seçip, garsona iki bardak portakal suyu ve tost sipariþ ettik. Peri ile birlikte filmi yorumlamaya baþlamýþtýk. Ýkimizi de filmdeki bir sahne etkilemiþti. O sahnede Ýsrail ve Mýsýrlý askerler ki Mýsýrlý askerler Ýsrail’li askerlerin esirleridir. Batmak üzere olan alaca karanlýðýn kýzýllýðý altýnda radyodan tesadüfen bulduklarý Avanti Popolo isimli þarký eþliðinde ufka doðru yol alýyorlardý. Avanti Popolo’nun çaðrýsý insanlýðýn çaðrýsýydý… Sonra bugüne kadar bizi etkileyen filmlerden söz etmeye baþladýk. Ben en çok Emile Zola’nýn Germinal romanýndan uyarlanan Claude Berri’nin yönettiði, Claude Berri ve Arlette Langmann’ýn senaryosunu uyarladýðý ve Gérard Depardieu’nun baþrollünde oynadýðý Germinal filminin hayatýmda önemli rolü olduðunu anlattým. Filmi izlemeden önce Romaný alýp bir solukta okuduðumu hatýrlýyorum. O gün için kendimle eþdeðer gördüðüm roman karakteri ise filmde Laurent Terzieff ‘in canlandýrdýðý anarþist Rus göçmen iþçi Souvarine karakteriydi. Ancak filmde Souvarine yerine diðer karakterler ön plana çýkartýlmýþtý. Romandaki Souvarine karakteri bir kurgu ise de gerçek anlamda bir anarþist devrimci Durrutti’ydi. Ben Durritti’yi ‘Anarþinin Kýsa Yazý’(*) kitabýnda anlatýlanlardan öðrenmiþtim. Kitap özellikle Durritti’yi tanýyan veya tanýmayýp etkileyen onu benimseyen veya benimsemeyen birçok insanla yapýlan röportaj ve yazýlardan oluþturulmuþtu. Sanki kitabý okurken Selda Baðcan ve Ahmet Kaya’nýn seslendirdiði Koçero adlý türkü destanýn tadý vardý. Çünkü Koçero gibi Durritti de herkesin durduðu yere göre deðiþiklik gösteren bir kiþiydi, eylem adamýydý, anarþist-komünistti ama tek gerçek vardý o da kendisini devrime adamýþ bir dava adamýydý. Öyle ki bugünkü birçok Anarþistten ve Anarþist örgütten farklý olarak proleter kökenli ve toplumla uyumlu insanlar olduðunu görüyordum. Durritti’yi de Souvarine gibi çok sevmiþtim… Ben itiraf etmeliyim ki her ne kadar filmi önemsesem de romandan daha çok zevk almýþtým. Ki bugün bile hala kitabýn sonundaki þu cümleyi hatýrlýyorum

“Topraktan insanlar bitiyordu, saban izlerinde aðýr aðýr kapkara öc alýcý bir ordu filizleniyordu; bu ordu pek yakýnda bütün topraðý çatlatacak olan gelecek yüzyýllarýn ürünleri için boy atýyordu.” (**)

Bu cümledeki fikir ve umut benim komünist çizgimi ta derinden belirleyecekti… Peri’nýn ise derinden etkilendiði ve izlemekten zevk aldýðý film Ülke ve Özgürlük’tü, “Ben Ýngiltere'li yönetmen Ken Loach'un yönettiði ki ezilen sýnýflarý konu edinmesi ile tanýnýr… Engin yoldaþ aslýnda filmin konusu oldukça basit. Film Ýngiltere Komünist Partisi'ne üye, enternasyonalist kaygýlarý ön plana çýkmýþ olan David Carr'ýn adlý bir komünist ve etrafýnda kendisiyle birlikte devinen militanlarýn öyküsü anlatýlýyor. Film sonradan okuduðum ve duyduklarýma göre Ýspanya Ýç Savaþý'nda, cumhuriyetçilere destek olmak üzere bizzat katýlan George Orwell'in, Uluslararasý Tugaylar saflarýnda çatýþmalara katýlýp yaþadýklarýný kitaplaþtýrdýðý ‘Katalonya'ya Selam’(*) adlý eserinden fazlasýyla esinlenilmiþtir deniliyor. Bu gözlükle tekrar göz gezdirdiðimde David Carr aslýnda bir bakýma George Orwell’in kendisidir. Yine bu gözlükle bakýlýnca David Carr’da George Orwell gibi Ýspanya Ýç Savaþý'nda Cumhuriyetçilerin tarafýnda savaþa katýlmaya karar verir. Ama beni en çok etkileyen sahne ne diye soracak olursan. Troçkist’ler ve Stalinistler’in asýl alt edilmesi gereken taraf olan Franko’nun ve partisinin temsil ettiði Faþistler, faþizm deðilmiþ gibi her þeyi unutarak adeta bir akýl tutulmasýyla, karþýlýklý olarak karþý karþýya konumlanmýþ bir binada karþýlýklý olarak mevzilenmiþler ve birbirlerine ateþ açmakta olduklarý bir sahnedir. O esnada karþýlýklý olarak atýlan kurþunlardan sakýnarak koþar adým sokaktan geçen orta yaþlý bir kadýnýn birbirleriyle çatýþan Troçkist ve Stalinistlere tarihi bir soru gibi haykýrmasýydý. Hafýzam beni yanýltmýyorsa ‘Birbirinize karþý savaþacaðýnýza faþistlere karþý ortaklaþa savaþýn’ anlamýnda bir laf ediyordu. Ki Reel Sosyalizmin sorunu da bu deðil miydi? John Red’in Dünyayý Sarsan On Gün kitabýnda anlattýðý iþçinin Sosyalist Devrimci öðrenci gence silahýný göstererek dediði “Bak yoldaþ iki sýnýf var, Burjuvazi ve Proletarya” gibi. Ýki temel sýnýfýn olduðunu unutarak, Somut ve soyut anlamý olmak üzere “silah”ýmýzý burjuvazi yerine kendi kendimize karþý kullanmaktan çekinmeyerek, iç mücadele ve yok etmelerle uðraþtýk ve sonuçta zayýf düþerek yenildik. Reel Sosyalizmin tarihi bir bakýma da bu deðil mi. Ha bu arada sen de ‘Yeni Zamanlar’ adlý yazýnda haklý olarak buna da deðiniyorsun…”

Peri haklýydý. Birçok devrimci kalkýþma sýrf bu nedenden ötürü güdük kalmýþ, sekteye uðratýlmýþ ve yenilmiþ. Bizzat SSCB’nin temsil ettiði Komüntern tarafýndan bastýrýlmýþtý. Ýspanyol, Fransýz, Yunan, hatta Türkiye sosyalist devrimleri… “Haklýsýn Peri Yoldaþ” diyerek onu onayladýðýmý belirttim. “Bu arada az kalsýn sana vermeyi unutacaktým. Sana daha yeni yayýmlanan Kitle adlý Devrimci Sosyalist yayýný vereceðim tam da senin dillendirdiðin meselelere ait bir makalem bu sayýda yayýmlandý. Diyerek Kitle dergisinin son sayýsýný uzattým. Dergiyi aldýðýnda ýþýðý hiç sönmeyen gözleri daha bir parlamýþtý. Hemen dergiyi incelemeye baþladý. “Dur be acelen ne Peri yoldaþ dergi kaçmýyor ya hem yeri burasý deðil evde incelersin” dedim. Ama o, o anda beni duyumsayamayacak bir isteriyle yazýyý okumaya baþlamýþtý bile.

(Metin-5)

Peri dergideki yazýmý adeta soluksuz ve susamýþ gibi okur/içerken bende etrafýmdaki insanlarý incelemeye koyulmuþtum. Sinemanýn atmosferinin de etkisiyle ilk gençlik yýllarýmda izlediðim filmler aklýma gelmiþti. Bir film Ýngiltere’de geçiyordu. ÝRA militanlarý bir Ýngiliz ordu devriyesine mayýnlý bir saldýrý yapmak için yola mayýn döþüyorlardý. Ancak ne var ki önceden varsaymadýklarý bir olay gerçekleþiyor ve bir okul servisi askeri konvoydan önce mayýna çarpýyor ve içindekilerle birlikte havaya uçuyordu. Bu olaydan etkilenen ÝRA militanýnýn devrimciliði, davayý ve hayatý sorgulama süreci baþlýyordu. Kendisinin de bir çocuðu vardý eþinden ayrý olsa da… Baþka bir filmin görüntüsü geçiyor birden gözümün önünden bu sefer Güney Asya’da bir kampta geçiyor. Sanýrým Kamboçya, Kýzýl Kmerler’in esir kampý. Eski rejim yýkýlmýþ yeni bir rejim kurulmaya çalýþýlmaktadýr. Kamptaki bir mahkûm bir gül yetiþtirmek istemektedir köhne kulübesinin bir avuç topraðýnda. Gül yetiþir ama bir Kýzýl Kmerler savaþçýsý bu kýzýl gülü ezer. Bir güle bile tahammül yoktur… Sosyalizm bu kadar basit miydi?

Filmden sonra bir porsiyon midye tava iyi gider diyerek onu yeni açýlan midye tavacýya doðru sürüklemeye baþladým…






























Anlatý -4-









Yýllar sonra ayný ülkede ve ayný kentte...

Yaðmurlu bir günde sýrýlsýklam olmuþ bir vaziyette eve doðru yürürken -ki saatlerdir yürüdüðü her halinden belli oluyordu- bende o sýrada bir dolmuþtaydým. Onu görünce dolmuþtan indim. Ve yanýna yaklaþým. "Merhaba" dedim. O'da yürüyüþünü bozmadan bana "merhaba" dedi. Þemsiyemin altýna girmesini teklif ettim. Ama o istemedi. Birden bana döndü ve çantasýndan bir kâðýt çýkarttý. "Al okursun" dedi. "Benim yolum uzun ve yanýmda bir yol arkadaþý istemiyorum" dedi. Bende "peki" diyerek kâðýdý aldým ve ilk gelen dolmuþa atladým. Dolmuþ sýkýþýktý. Eve varýnca ilk iþim kâðýttakileri okumak oldu:

MÜMKÜNDÜR/MÜMKÜN DEÐÝLDÝR

"Aslýnda kafasý karma karýþýktý."
"Hatta ne yaptýðýný, ne düþündüðünü bile bilmiyordu."
"Dahasý hayatta bugüne kadar istemediði kadar bu sorunun cevabýný bilmek istiyordu."
"Durmadan istiðfar ediyordu."
"Her yaný kusmuk olmuþtu."
"Otobüste, otomobilde, otogarda, otobanda, ortalýk yerde, bir filmin orta yerinde, bir sohbetin en anlamlý yerinde, her yerde kusuyordu."
"Kinini, nefretini, aþkýný, sevgisini, yalnýzlýðýný kusuyordu."
"Bundan utanmýyor, hatta narsis bir zevk alýyordu."
"Bir süreden beri yaþamýnýn bin yýlýný bir ana sýðdýrmak istiyordu."
"Her þeyi bir anda yaþamak istiyordu."
"Bir anda yeni bir hayat kurmak, bir anda mutlu olmak, bir anda âþýk olmak, bir anda sevmek istiyordu."
"Ama tökezliyordu."
"Çünkü bin yýldýr kullanmadýðý uzuv ve duygularýyla kötürüm olmuþtu."
"Elimden tut diyemiyordu."
"Artýk mümkündür dilsizdi."
"Ama kör ve saðýr deðildi."
"Aslýnda tüm bunlara raðmen istediði her þey o kadar basitti ki."
"Her þeyin bu kadar basit olabileceðini dahi algýlayamýyordu."
"Algý ne idi ki."
"Algýlýyorsun o halde yaþýyorsun mu?"
"Kim bilebilir"
"Tabi ki sen bilebilirsin."
"O uzun süredir bildiðini bile bilmiyordu ki." "Bildiðini bile unutmuþtu."
"Adresini þaþýrmýþtý."
"Aklýný þaþýrmýþtý."
"Dünyanýn orta yerinde þaþa kalmýþtý."
"Yoðun bir hayat trafiðinin ortasýnda bir dört yol ortasýnda."
"Yaya kaldýrýmý, trafik polisi ya da bir trafik ýþýðýnýn olmadýðý bir noktadaydý."
"Hayat trafiði kesintisiz bir yoðunlukta iþliyordu."
"Bu dört yol ortasýna nasýl geldiðini bile hatýrlamýyordu."
"Hafýzsýný dahi kaybetmiþti."
"Adýný, kimliðini, kendi olan her þeyi kaybetmiþti."
"Yok kaybetmemiþti."
"Kendisinden yardým isteyen birilerine hayatýný parça parça vermiþti."
"Mümkündür; bu biçimde buraya ulaþmýþtý." "Yönünü de þaþýrmýþtý."
"Ah bir hatýrlayabilse,"
"Yok, yok bir karar verebilse,"
"Ýþte þurasý þu yön diyebilse."
"Oraya yönelebilse,"
"Orada yitip gitse."
"Ah keþke onu birisi, birileri..."
"Hey sen þaþkýn buraya bu yöne geleceksin dese"
"O zaman mümkündür"
"Ya yanlýþ bir tercihse kuruntusundan da kurtulurdu."
"Yaþam bir defa yaþanýyordu."
"Ve biz bir kez ama. Bin defa bir kez ölüyorduk."
"Ölmeden evvel ve öldükten sonra kim bilebilir."
"Mümkündür."
"Aile sizi düþünüyorum"
"Arkadaþlar sizi düþünüyorum"
"Ey (kimileri için beþ para etmez) insanlar sizi düþünüyorum"
"Ey sevgili seni düþünüyorum"
"Evet, ben kendimi hiç mi hiç düþünmüyorum"
"Ki mümkündür."
"Kendimi, ailemi, arkadaþlarýmý, sevgimi, sevgilimi hiç düþünmedim di."
"Ya sonra."
"Sonra mý dedin"
"Evet, sonra dedim"
"Sonrasý mümkündür anlamsýz bir boþluk" "Düþtüm elimden tutar mýsýnýz?"
"Mümkün deðildir."

Bu yazýlanlarý okuduktan sonra hýzla evden çýkarak yola koyuldum onu mahallenin giriþinde yakaladým. Sýrýlsýklam olmuþtu. Ne yazýk ki hastalanacaktý. Ona bu yazýlanlarý sormak istemiþtim ve bana ne diye verdiðini sormak istiyordum. Ama o sadece benim yüzüme hep o muzip gülümsemesiyle baktý ve "Hadi evine git ýslanýp hasta olacaksýn birde seninle uðraþmayayým, ben alýþkýným yaðmurda ýslanmaya" dedi ve bana evimin kapýsýna kadar eþlik etti. Aileme selamýný iletmemi salýk verdi. Pencereden onu sokaðýn baþýna kadar izledim. Yaðmura raðmen dimdik yürüyordu. Ve lanet olasý "tanrý" sanki onu hasta etmek istercesine "rahmetini" esirgemiyordu…

Neden mümkün olmasýn ki Engin mümkün olmayacak hiçbir þey yok bu dünyada. Bu kadar zor mu insanlardan yardým istemek. Elimizden tutmalarýný istemek. Düþtüm demek. Evet, haklýsýn galiba çok zor. Nice insanlar gördüm yola kaldýrýma düþmüþ acý içinde kývranan ve nice insanlar gördüm ilgisiz köþe bucak kaçýveren. Yardým elini uzatmayan. Yardýma muhtaç insanlarýn yanýndan cüzzamlýymýþcasýna kaçan insanlar tanýdým. Ama biz yenilmeyelim. Yenelim yenile yenile yenmeyi öðrenelim. Selam sana hayalperest arkadaþým...


Her adýmda yeni bir serüven...

Sonra uzun süre ortalýkta görülmedi. Doðrusu meraklandýrmýþtý beni. Bir gün ansýzýn bir konaðýn çöplüðünde karþýlaþtýk. Periþan bir haldeydi. Kir pas içerisindeydi. Konaðýn çöplüðünde akþamki ziyafetten artan yiyecek parçalarýný özenle ayýklýyordu. Yanýna yaklaþtým "Ne yapýyorsun burada hadi benimle gel sana bir þeyler ýsmarlayayým ve üstüne baþýna çeki düzen verelim" dedim. O bana yine o muzip gülümsemesiyle baktý ve kendisini yalnýz býrakýrsam bana müsait bir günde evimize gelip bu durumu da içeren bir masal anlatmaya söz verdi. Ama þimdilik kendisine müsaade etmemi, en kýsa sürede masalýný anlatmak için evime geleceðini, çoktandýr beni ve ailemi ziyaret etme niyeti olduðunu söyledi ve bana "hadi sen þimdi git ve beni bekle" dedi. Bende sözünü ikiletmeden oradan uzaklaþtým. Uzaktan baktýðýmda bu binanýn oldukça þahane olduðu gözüme çarptý...

Ve ummadýðýmýz anda çýkýp gelen...

Ýki hafta sonra bir gün, annem "Kapý çalýyor" dedi. Kapýyý açtýðýmda Enginle karþýlaþtým. Elimi dostça sýktý. En son gördüðüm halinden oldukça farklýydý. Sýrtýnda kahverengi bir ceket vardý. O siyah kot pantolonlarýndan birisini giymiþti. Gri bir gömleði vardý. Gayet iyi görünüyordu. Her ikimize de dostça selam verdikten sonra elindeki paketle mutfaða geçti ve bir þeyler hazýrlamaya baþladý. Sanýrým bize o çok sevdiði Makarnadan hazýrlýyordu. Tahmin ettiðim gibi bir makarna hazýrlamaya baþlamýþtý. Mutfak malzemelerinin yerini sanki bu evin bir sakiniymiþçesine hiç zorlanmadan buluyordu. Ne kaplarýn yerini ne de yemek yiyip yemediðimizi sormamýþtý. Ama yemek yemediðimizi tahmin etmiþti. Bu arada çayýn suyunu da bir hamlede ocaða koymuþtu. Çaydanlýðýn üzerine önce az miktarda su koyuyor, üstüne de bir buçuk yemek kaþýðý kadar çay koyup, çaydanlýðýn üstüne yerleþtiriyordu. Böylece çay kavrulmuyor ve nemlenerek daha iyi bir kývama geliyordu. Makarna suyu kaynamaya baþlayýnca özenle iki parçaya böldüðü paketin tümünü suya boca etti. Ama kaynarken suyuna bir miktar tuzu eklemeyi ilave etmeyi unutmamýþtý. Ben yemek yapmayý beceremem, doðrusu Engin bu konuda baya hünerli sayýlýr. Annemde hiç karýþmadý. Engin'in huyuna o da benim gibi alýþmýþtý. Bazen onu benden daha fazla sevdiðini düþünürdüm. Son olarak makarna için güzel bir sos hazýrlayarak yemeði bitirdi. Yemek artýk hazýrdý. Bize bu akþam için mükellef bir masa donatmýþtý. Çok mutlu olduðunu sezinlemiþtim. Salatayý da kendi elleriyle hazýrladý. Bol limonlu, az sirkeli ve bir parça sývý yaðlý tam kývamýnda bir salata gayet hoþ duruyordu. Yemeðimizi yedik çaylarýmýzý içtik ve tekrar bir demlik çay koyarak sohbete daldýk. Ve sonra aniden söz verdiði gibi bize bir masal anlatmaya geldiðini söyledi. Ve masalý anlatmaya baþladý.

TUZ MASALI YÂDA “SARAYLARA SAVAÞ KULÜBELERE ÖZGÜRLÜK” (**)

Size anlatmaya söz verdiðim masalýn adý TUZ olsun. Yâda “Saraylara Savaþ Kulübelere Özgürlük” Gerçi bu masalý biliyorsunuz ama yinede ben anlatacaðým. Evvel zamanýn birinde bir bey yaþarmýþ. Onunda tatlý mý tatlý kýzlarý varmýþ. Bey bir yemekli davet sonrasý -ki tanrýsýnýn her günü sarayda bir davet düzenlerdi-konuklarýnýn yanýnda kýzlarýný huzuruna çaðýrdý ve onlara bir soru soracaðýný, bu cevaba göre onlara nadide armaðanlar vereceðini söyledi. Kýzlarý ve davetliler pek sevindiler. Sorum þu dedi: Beni ne kadar seviyorsunuz. Kýzlarýndan her biri dünyadaki deðerli madenlerden birisine karþýlýk gelen nitelemelerle babalarýna sevgilerinin deðerini belirtmekte yarýþmaya baþlamýþlardý. Peki dedi babasý o ana kadar suskun kalan -ona belli etmese de diðerlerinden farklý ve akýllý olduðunu bildiði- kýzýna sen beni ne kadar seviyorsun, diðerlerinin cevaplarýný dinledin. Kýzý babasýna dedi ki; biliyorum benim cevabýma kýzacaksýn ama ben seni TUZ kadar seviyorum. Babasý kýzýnýn bu cevabýna hiddetlendi ve "Derhal konaðýmý terk edeceksin" diyerek sarayýndan kovdu. Konuklarý da Bey’e hak verdiler. Böyle kudretli bir adam hele hele bir padiþah kadar önemli bir Bey deðersiz bir toz parçasýna eþ deðer görülür mü? hiç!...
Kýzcaðýzýn “iyi yürekli” bir annesi vardý. Kýzýný uðurlamak ona düþesiydi. Kýzýný uðurlarken bir parça elmasý da yanýna katýk etti. —Ne iyi bir anne deðil mi? -Birde öðüt verdi; "Kýzým sarayýn arka kapýsýndan bir lanetli gibi çýkacaksýn ama unutmayasýn karþýlaþacaðýn ilk kiþi kýsmýnýn ardýna takýl ve o nereye giderse onu takip et" dedi. Ve kýzýný bir lanetli gibi sarayýn arka kapýsýndan uðurladý. Kýz kapýdan sokaða adým atar atmaz annesinin öðüdüne uyarak karþýlaþtýðý ilk kiþi kýsmýnýn ardýna takýldý. Bu peþine takýldýðý kiþi kýþýmý oldukça hýrpani kýlýklý birisiydi. Gide gide bir kulübeye geldiler. Hýrpani kýlýklý kulübeden içeriye daldý. Tabi ki kýzcaðýzda arkasýndan… —Ýnsanoðlu bir gariptir. Neyin ne zaman ortaya çýkacaðýný bilinemez. Kýzcaðýz dün bir konaktaydý, týpký kutsal metinlerde anlatýlan bir cennette yaþýyordu, þimdi ise bir cehenneme düþmüþtü. Ama durun masal bu- Bu arada "Kaderin" onlara "Yürü ya kulum" -elmaslar olmasa nah yürürlerdi ya!- demesi ile gel zaman git zaman o kulübenin yerine babasýnýnkinden daha ihtiþamlý bir konak inþa ettiler. Sonunda intikam saati yaklaþmýþtý. Bir gün tüm þehrin/ ülkenin ileri gelenlerinin çaðrýlý olduðu bir yemekli þenlik düzenlemeye karar verdiler. Tabi ki babasýný da davet etmiþti. Aþçýlarýna babasýnýn en sevdiði yemekleri hazýrlamalarý talimatýný verdi. Ama bu yemeklerde bir þey eksik olacaktý "TUZ". —Tuzsuz bir yemek dolayýsýyla hayat tadý ve anlamýndan çok þey kaybedecektir ve yine geçerken bir kýssa: Saðlýk nedeniyle mecburi olarak tuzdan uzak durmasý gereken insanlara iyi davranýn- Bey sevdiði hangi yiyeceðe el atsa tadý yoktu. Yine hiddetlenmiþ ve ev sahibi ve sahibesini çaðýrmýþtý. A birde ne görsün ev sahibesi kovduðu kýzý deðil miydi? "Bu yemeklerin hali ne" diye sordu hiddetle. Kýzý da ona kendisini saraydan kovduðu günü hatýrlattý ve "Ýþte gördün ne kadar önemli bir tozmuþ þu TUZ" dedi. Babasý ve tüm konuklar kýzý takdir ettiler. —Unutmadan ayný dalkavuk misafirler kýzýn saraydan kovulmasý sýrasýnda, da, ayný tavrý sergilemiþlerdi-

Engin "Masalýmýz burada bitti" dedi. "Ancak bu masalý dinleyen kiþi kýsmýnýn aralarýnda þu diyaloglar geçtiði rivayet edilir." Diyerek sözlerini sürdürdü;

1. Kiþi; "Hiç kimse bir saray yerine bir kulübede yaþamak istemez"
2. Kiþi; "Evet haklýsýn türküde 'çobanýn kulübesi sazdan samandan içine girilmiyor tozdan dumandan' demiyor mu?"
3.Kiþi; “Ýki gönül bir olunca samanlýk seyran olur da diyorlar ya buna ne diyeceksin.”
4. Kiþi; "Bunlarý býrakýnda bana açýklayýn, sabahýn köründe bu yoksul hýrpani kýlýklý kiþi kýsmýnýn sarayýn arka kapýsýnda iþi neydi?"
5. Kiþi; "O delikanlý sarayýn çöplüðünde kýsmetini arýyordu. Çöplükte akþamki ziyafetten arta kalan yiyecek artýklarýný karýþtýrmakla meþguldü ve padiþahýn o akþamki hiddetiyle kovduðu kýzý tesadüfen onun peþine takýlýp, kulübesini þereflendirmeseydi ölünceye kadar mevzusu dahi edilmeyecekti"
6. Kiþi; "Ya diðer yoldaþlarý, kaderdaþlarý onlara bir faydasý dokundu mu dersiniz"
7. Kiþi; "Sanmam yeni yaptýrdýklarý sarayýn çöplüðünü saymazsak tabi"
8. Kiþi; "Evet hatýrlýyorum o gün o civardan geçerken hýrpani kýlýklý insanlar ne kadar da çok ve sevinçliydi. Çünkü çöplükte hiç dokunulmamýþ yemekler vardý ve tadýna þöyle bir bakýyorlardý. Tabiki tatsýz tuzsuz yemeklerdi. Önce sarayýn sahiplerine ve tüm ileri gelenlerin soyuna sopuna kalayý bastýlar ve boynu eðik kâselerini doldurup kulübelerinin yolunu tuttular"
9. Kiþi; "Masallarda çoðunlukla masal özneleri 'gemisini kurtaran kaptan' ya da 'benden sonra tufan' vurdumduymazlýðýndadýrlar"
10. Kiþi; "Doðru söylüyorsun arkadaþ, gökten elma hep masal öznelerinin kafasýna düþer"
11. Kiþi; "Keþke 'yüce rableri' kadar taþ düþse"
12. Kiþi; "Keþke düþse"
13. Kiþi; "Umudunuzu yitirmeyin düþecek elbet"
Hep birlikte; "Elbette düþecek"

Masal nerede baþlar... Ya hayat...

Engin bize "Nasýl buldunuz" diye sordu. Annemde ben de beðenmiþtik. Yine de o gün orada ne iþi olduðunu sormadan edemedim. Bana bu masalý duyunca masalda anlatýlan evin bir benzerinin bu kentte olduðunu hatýrladýðýný söyledi. Ve garip bir duyguyla bu evi gözetlemeye baþladýðýný ve bir süre sonrada o mekândan ayrýlamadýðýný söyledi. Týpký masalda anlatýlan olayýn benzerini her gün yaþýyor olduðunu hissettiðini söyledi. Ve "Ýnanýr mýsýn" dedi bana; "Bir gün masalda anlatýlan o kiþi ile karþýlaþtým. Ona doðru atýldým. Kirli ellerimle yakasýna yapýþtým ve ona týpký þu son kýsýmdaki sorularý sordum. Ama beni hizmetçileri fena halde patakladýlar. Ben dayak yerken o da kahkahalarla gülüyordu. Karýsý olacak o aþüfte de onunla birlikte gülüyordu. Tüm kent bana gülüyordu. Ben bir masalýn arkasýna takýlmýþtým. Biz bir masalýn ardýna takýlmaya devam etmeliyiz. Öcümüzü almalýyýz..." Biz masalýn büyüsüne dalmýþken o yerinden kalkmýþ ve mutfaða yönelmiþti. “Dur ne yapýyorsun" demeye kalmadan yemekten arta kalan bulaþýklarý yýkamaya koyulmuþtu bile. Bulaþýklarý yýkayýp duruladýktan sonra kendisi için müsaade isteyip annemin ve benim elerimi sýktý ve her þey iþin teþekkür ederek kapýdan çýktý, yine geldiði gibi yani bir gölge gibi sokakta kayboldu. Onun bu garip tavýrlarýna alýþmýþtýk. Ben yatmadan önce Engin'in anlattýðý þu masalý düþündüm. Günlerdir masamda duran kitaptan birkaç satýr okumak için kitabý elime aldým. Þöyle yazýyordu:

"Her þey birdenbire oldu."

Düþün ki bulutsuz bir havada (yaðmaz ya) yaðan bir yaðmur altýnda sýrýlsýklam ýslanmak. Aþktan deðilse de, yan yana olmaktan da deðilse de, iki yabancý kiþi. Bir þehrin en iþlek bulvarýnýn karþýlýklý kaldýrýmýndan birbirinin tersi yönlerde birbirlerinin varlýðýndan habersizce ayný hikâyeyi, ayný megafondan çýkan ýslýðý, o ayný eski zaman melodisini, melodideki umutlu yaþamýn izini, o yaþam izindeki gürül gürül akan hayatý ve o hayatýn içinde olduðu ölçüde kanlarýnýn kýpýrtýsýný düþünmekle yaþamak arasýnda bir bilinç yoðunluðundadýrlar. Yâda öyle olduðunu farz edelim.
“Ne! Farz mý edelim. Neden...”
“Ben... Yahut ben... Yahut yine ben...”
“Ah siz rica etsem þemsiyenizi elinizden fýrlatýp atmaz mýydýnýz? Yaðmurda ýslanmaz mýydýnýz? Günlerce ateþler içinde yorgan döþek yatmaz mýydýnýz? Ve iyileþir iyileþmez ayný bulvarda...”
“Pardon SÝZ O'sunuz. O bulvarda elindeki þemsiyesini atan ve iliklerine kadar ýslanan ve günlerce yorgan döþek yatan kiþisiniz. Biliyor musunuz, günler haftalar ve yýllar boyunca sizi bekledim. Her yerde sizi aradým.”
“Evet, o benim”.
“Pardon birlikte ýslanmaya ne dersiniz.”
“Ya siz ne dersiniz.”

"Birden bire, birden bire, Her þey birdenbire oldu."

Engin'in o yaðmurlu gündeki ruh halini þimdi daha iyi anlýyordum...


Kim bilir, belki de hayatýn baþladýðý yerde masal da baþlar...

O günden sonra Engin’den uzun süre haber alamadým. Bir gün evlerine uðradým. Kapýyý annesi açtý. Beni buyur etti. Evde küçük kardeþi de vardý. Engin'i sordum. Uzun süredir ortalýkta gözükmediðini ve merak ettiðimi söyledim. Kardeþi bana onun uzun süredir eve uðramadýðýný söyledi. Ancak geçenlerde eve tanýmadýklarý kýzýl saçlý bir kýzýn geldiðini ve Engin'den bir not getirdiðini söyleyerek bir kâðýt býraktýðýný söyledi. Ben tüm içtenliðimle sakýncasý yoksa bu notu görmek istediðimi söyledim. Bana "Peki öyleyse peþimden gelin" dedi. Engin'in çalýþma odasý olarak kullandýðý odaya geçtik. Kardeþi notu koyduðu yerde bulmaya çalýþýrken ben de odayý incelemeye koyulmuþtum. Kapýnýn saðýnda bir dolap kitaplýk olarak düzenlenmiþti. Kitaplar ve not defterleri gayet düzenli þekilde sýralanmýþtý. Politik kitaplarla, roman, hikâye kitaplarý ayrý ayrý konulmuþtu. Takip etmeye çalýþtýðý dergiler ise en üst raftaydý. Kitaplýðýn en üst kýsmýnda iki tane daktilo vardý. Birisi beyaz renkli, diðeri ise siyahtý. Beyaz olan daktiloyu hatýrladým onu yýllar önce okul ödevimi yaparken bana bir süreliðine vermiþti. Diðer daktilo yeniydi sanýrým. Odada birisi yatak olarak düzenlenmiþ iki tane kanepe vardý. Kitaplýkta Karl Marks, Friedrich Engels, Vladimir Ýlyiç Ulyanov bilinen adýyla "Lenin" ve Rosa Luxemburg'a ait kartpostallardan arka fon olarak Marks'ýn ki Siyah, diðerlerininki kýrmýzý karton olmak üzere resimler vardý. Birde Nazým Hikmete ait gazeteden kesilme yine arkasý kartonla desteklenmiþ resimler vardý. Duvarda tek bir çerçeve vardý. Ortanca kardeþinin ilk karikatür çalýþmalarýndan birisiydi. Ve onun altýna asýlmýþ olan bir mandolin vardý. Bir suntadan hazýrlanmýþ yýllar öncesinde katkýda bulunmuþ olduðu politik derginin 11. sayýsýnýn kapaðýnda kullandýklarý Wassily Kandinsky'nin bir resminden renkli fotokopiyle büyütülmüþ bir resim aslýydý. Resimde orak, çekiç ve yýldýzýn yaþamla bütünleþmesi içerisinde toplumsal yaþamýn çeþitli kesitleri resmedilmiþti. Ýnsanlar o kadar canlýydý ki... Bir köþede müzik seti bulunuyordu kasetçalarda bir kaset vardý, Ruhi Suya ait bir kaset. Müzik setinin üstünde bir kristal vazo ve içinde hâlâ tazeliðini koruyan kýrmýzý bir karanfil vardý. Kendimi tutamayarak kokladým. Üst kýsmý pikap olarak düzenlenmiþ ahþap dolapla çerçevelenmiþ bir müzik setiydi. Ve birde çalýþma masasý vardý. Üzerinde beyaz renkli bir Lap-top vardý. Kutu gazoz tenekesinden -ki kendisi yapmýþtý- bir kalemlik bulunuyordu. Masanýn bir köþesinde de Lap-top'a baðlý yazýcý bulunuyordu. Her þeyi týpký kendisi gibi derli toplu duvarlarý beyaz boyalý bir odaydý. Bu sýrada kardeþi "Buldum iþte not bu" diyerek bana uzattý. "Teþekkürler" diyerek kâðýdý aldým. Notta þöyle yazýyordu:
Selam Cemre,

Aranmak, dinlenilebilmek, kaybolmamak, konuþabilmek, eleþtirebilmek, eleþtirilmek istiyorum.
Mu? Dedim.
Ama o kadar zor günler geçiriyorum ki. Yapayalnýzlýðýmýn ortasýndayým. Tutunacak bir þeyler arýyorum. Hayatta en çok korktuðum ve eksikliðini duyduðum þey her þeyin bir saný olmasýna dair deðil miydi? Çünkü sanmak içeriði itibariyle ortada cereyan eden olay, olgu ve nesnelerin gerçekliðini kavramak anlamýna gelmez. Çoðunlukla hayatý ve hayatýmý izlemekle eylemek arasýnda salýnýyorum...
Çocukluðumdan bir TRT çocuk korosu þarkýsýnda; "Sen hiç gördün mü üç kulaklý bir insan" der hatýrladýn mý? Daha sonra þarký þu sözlerle devam eder. "Olur, mu hiç üç kulak dön de bir aynaya bak" Farkýna çocukken varmasak da þu zaman diliminde bu sözlerde hem komik hem felsefi hem de ironik bir tat var... Sende de oldu mu? Bilmem hayatýmýn bir döneminde aynalara bakmaktan korktuðum çekindiðim de oldu. Ama ayný zamanda ayný vurdumduymazlýkla sanki bir Narsis gibi; aynalara hoyratça baktýðým zaman dilimleri de oldu. Aman "Tanrým" ne kocaman bir burun, ne çirkin bir surat, ne asil bir burun, ne güzel bir surat... Mý? Dedi(n)m.
Mi? Dedim.
Doðru bu ve belki birde "Öteki dünyada" yapayalnýz kalmaktan korkuyorum. Korkmaktan korkuyorum. Hatta korkmaktan, korkmamaktan korkmaktan korkuyorum...
Ya!? Böyle iþte.
Bana bir masal anlatýr mýsýn?

"Tabi dedim, tabi ya bize masalýný anlattý." Kardeþi yüzüme týpký Engin gibi muzipçe gülümsedi. Sonra notu kendisine uzatýp "Her þey için teþekkür ederim" diyerek evden çýktým. Onu nerede bulacaðýmý biliyordum. Doðruca onunla karþýlaþtýðým o masalýn geçtiði köþkün oraya gittim. Evet, iþte Engin oradaydý. Týpký daha önce burada onunla karþýlaþtýðým kýyafetteydi. Beni görünce yine o tanýdýk muzipliðiyle gülümsedi. Aniden kayboldu "Hey nereye kayboldun" demeye kalmadan aniden omzumda bir el hissettim irkilerek arkama baktýðýmda o hâlâ gülümsüyordu. Çok þaþýrmýþtým. Kýyafetini ne zaman deðiþtirmiþti. Çünkü þimdi kýyafeti bizi ziyarete geldiði gündeki gibiydi. "Benimle gel" dedi. Onu takip etmeye baþladým. Hiç konuþmuyorduk. Bu halde sokaklar, caddeler, bulvarlar, alanlar, patikalar, tüneller, üstgeçitler, alt geçitler, garlar, banliyö istasyonlarý, metro istasyonlarý, limanlar, otogarlar, havalimanlarý aþtýk, binlerce kilometre yol katettik, binlerce yer gördük, binlerce insanla karþýlaþtýk, binlercesinin hatýrýný sorduk, binlerce insan onu tanýyordu, binlerce insanýn elini sýktýk. Gizli basýmevlerinde illegal yayýnlarýn basýmýna yardým ettik, birçok ülkenin birçok alanlarýnda, evlerinde, bulabildiðimiz her yerde iþçi-emekçilerle toplantýlar düzenledik, dünyanýn birçok yerinde birçok duvara sloganlar yazdýk, birçok toplu taþým aracýnda aniden ortaya çýkýp bildiriler daðýttýk, konuþmalar, eylem çaðrýlan yaptýk, yaðmura, kara, soðuða, güneþe aldýrmadan, legal/illegal gazete, dergi, broþürler daðýttýk, bir çok kez tutsak düþtük, bir çok kez tutsak edildiðimiz zindanlardan kaçmayý baþardýk, tutsak edilmiþ bir çok yoldaþýmýzýn kurtarýlmasý için planlar hazýrladýk, eylemler gerçekleþtirdik, bir çok yoldaþýmýz ölüm oruçlarýna yattý, bir çok yoldaþýmýz kendisini yaktý, birçok kez ölüm oruçlarýna katýldýk, bir çok kez kendimizi yaktýk, dünyanýn bir çok yerinde kentlerde ve kýrlarda, fabrikalarda, atölyelerde, evlerimizde, tarlalarýmýzda, daðlarda, ormanlarda, kolluk güçleriyle çoðunlukla derme çatma silahlar ve genellikle silahsýz olarak çatýþtýk, onlarýn her türlü ölüm makineleri vardý ama buna karþýn yiðittik, son nefesimizde, son gücümüzde bile umutlarýmýzý haykýrdýk, umut dolu mesajlarýmýzý kanýmýzla duvarlara yazdýk, bir çok kez iþkence gördük, tecavüze uðradýk, diri diri yakýldýk, diri diri gömüldük, diri diri asit kazanlarýna atýldýk, uçaklarla binlerce kilometre yükseklikten boþluða býrakýldýk, kurþuna dizildik, idam edildik, yýllarca tabutluklara hapsedildik, yýllarca laðýmlarýn içinde, gemilerin sintinelerinde bekletildik, çýrýlçýplak soðukta býrakýldýk, cereyanda býrakýldýk, nükleer, kimyasal, biyolojik silahlar üzerimizde denendi, insanlýk dýþý deneylerde üzerimizde denendi, gaz odalarýnda topluca boðulup, fýrýnlarda yakýldýk, yaðlarýmýzdan sabun yapýldýk, bir çok kez öldürüldük ama biz binlerce çoðalarak dirilmeyi bildik, umudumuz hep vardý, ozalitten, fotokopiden, serigraftan, taþ baskýdan, teksirden yararlanarak afiþler bastýk, afiþler astýk, bir çok defa âþýk olduk, ama insanlýðýn kurtuluþuna olan aþkýmýz hiçbir zaman sönmedi, hatta daha da arttý, TV, radyo istasyonlarýný, gazeteleri, parlamento binalarýný, elçilikleri, fabrikalarý, atölyeleri, borsalarý, bankalarý, yiyecek silolarýný iþgal ettik, kamulaþtýrmalara katýldýk, kamulaþtýrdýðýmýz yiyecek malzemelerini, týbbi malzemeleri, ihtiyacý olan insanlara daðýttýk, eðitim seferberlikleri düzenledik, ev ev, atölye atölye, fabrika fabrika, tarla tarla, þehir þehir, ülke ülke, eðitime bilgiye susamýþ iþçi-emekçilere-yoksullara bize yasak olan bilgiyi içmeyi öðrettik, kana kana içtik, bilinçlendik, kana kana içtiler, bilinçendiler. Ýsyanlar gerçekleþtirdik, katliamlara uðradýk, üzerimizden tanklar geçirdiler, tanklara karþý dimdik durmasýný da bildik, bunu gören kolluk güçlerinin emrindeki güçler de bizlere katýldý, çoðaldýk, çoðaldýk, Ýþçi-emekçi düþmanlarýnýn elebaþlarýný kaçýrdýk, sorguladýk, serbest býraktýk, ama onlar bizi ilk yakaladýklarý yerde kurþuna dizmekte tereddüt etmediler, biz daima yüz yüze þövalyece savaþtýk, onlar alçakça, haince sýrtýmýzdan vurmasýný bildiler, içimizden hainler de çýkarttýk, döneklerde, ama onlarla baþ etmesini de bildik, Spartaküs'ün köle ordusunda yer aldýk, Fransýz devriminde de bulunduk, devrim bize ihanet ettiðinde Fransa’da Lion'da iþçi ve emekçiler olarak baþkaldýrdýk, Louis Auguste Blanqui’nin savaþçýlarýnýn arasýndaydýk bize "Irmaðýn karþýsýnda ne olduðunu tartýþacaðýmýza ýrmaðý yüzerek geçmeyi" teklif etti ona katýlarak ýrmaðý birçok kez yüzmeyi denedik, 1871 de Paris’de kiraz zamanlarýnda Paris komününde 72 gün boyunca proleter iktidarýmýzýn ilk adýmýný attýk, hatalarýmýzýn sonucunda yenildik, bu sefer önce 1905 daha sonra 1917'de Rusya'daydýk her þey bir günde gerçekleþtirildi gibi görünse de geçmiþin onbin yýllýk mücadelesi ve geleneði ile ilk tokatý attýk, sonra ikinci tokatla iktidar tamamen iþçi-emekçilerin eline geçti, tüm kirli anlaþmalarý yýrttýðýnda Aleksandr Zinovyev o meydandaydýk, Alman devrimi patlak verdiðinde de oradaydýk Rosa Luxemburg'un ve Karl Liebnect'in katledilmesine engel olamadýk, bir çok defa Lenin'i dinledik, Küba'da 17 Temmuz hareketiyle devrime katýldýk, Ernesto Che Guevara ile daha fazla devrim için Bolivya'ya gittik, ihanete uðradýk öldürüldük, Vietkonglularla ABD'yi alt ettik, Mao Zedong’un uzun yürüyüþüne katýldýk, Nikaragua'da Sandinistalarla omuz omuza savaþarak devrimi gerçekleþtirdik. 1968 de Paris sokaklarýndaydýk. 1973 de Þili de Salvador Allende Pinochet’in askeri darbesi ile öldürüldüðünde ve tüm muhalefet iþkence altýna alýndýðýnda oradaydýk. Filistin'de intifadaydýk, Güney Afrika'da ýrkçýlýða karþý savaþtaydýk, Ýspanya'da faþist Franko'ya karþý savaþým cephesindeydik, Portekiz'de karanfil devriminde bulunduk. 15–16 Haziran'da Ýþçi-emekçilerle Ýstanbul'u iþgal ettik, 6 Filo'yu protesto ettik, Doðu mitinglerine katýldýk, Nurhak'ta Sinan yoldaþla birlikte çatýþtýk, Mahirlerle Kýzýldere'de kolluk güçleriyle çatýþtýk. 27 Mayýs, 12 Mart, 12 Eylül, Askeri darbelerinde sokak çatýþmalarýnda, daraðaçlarýnda, kaybetmelerle karþý karþýya kaldýk. 1990’da Zonguldak'tan Mengen'e kadar çoðalarak aktýk. Ýhaneti bir kez daha yaþadýk. Gazi Mahallesinde katledildik. Sivas'ta Madýmak otelinde yakýldýk. Her darbede sokaklarda, daraðaçlarýnda katledildik. Çok yendik çok yenildik, ama savaþmada ustalaþtýk…
Aniden bir rüyadan uyanýr gibi yolculuða baþladýðýmýz ayný yere döndük...


Bir yürek çýrpýntýsý... Ýþte zaman...

Tüm bunlar o kadar hýzlý geliþmiþti ki. Zaman hâlâ o ilk yola çýktýðýmýz andaydý. Bana dönerek omuzlarýmdan tuttu ve ta gözlerimin içine bakarak þunlarý söyledi. "Sana benimle gel demiþtim. Ama sen gelmedin." Baþýmý öne eðmiþtim. Baþýmý kaldýrýp tam ona cevap verecektim ki. O yoktu. Kaybolmuþtu. Köþkte ortada yoktu. Yerinde bir halý saha vardý ve insanlar futbol oynuyorlardý. Duvarlarda umut dolu sloganlar yerine ilan-ý aþk grafitleri vardý. Köþede þarapçýlar, tinerciler ateþ yakmýþlar, hem ýsýnýyor hem de kafayý çekiyorlardý. Onlara yaklaþýp buradaki köþkü sordum, yüzüme aval aval baktýlar ve "Bize bir þarap ve tiner parasý vermek istersen hayýr demeyiz" dediler. Hýrkamýn cebimdeki bozukluklarý onlara uzattým. Ýçlerinden kýzýl saçlý yaþlý bir kadýn "Sen Engin'i arýyor olmalýsýn, bende bir zamanlar onun izini sürmeye çalýþmýþtým... Buraya senin gibi kadýn, erkek birçok kiþi burada olduðunu sandýklarý bir köþkü sorarlar, ama burada hiçbir zaman bir köþk olmadý. Sende týpký bir zamanlar benim yaptýðým gibi ve diðerleri gibi onun çaðrýsýna kulak verip onun izini takip etmelisin" diyerek cebinden bir aðýz mýzýkasý çýkartýp çalmaya baþladý. "Peki" diyerek þaþkýn bir þekilde yollarý arþýnlamaya baþladým. Arkamý dönmeye korkuyordum. Yine de kendimi tutamayarak arkama baktýðýmda, az önceki ateþ yanan yerin olduðu yerde sisler içinde silueti görülen bu dünyadan farklý bir dünya silueti vardý. O dünyaya doðru yöneldiðimde birdenbire kayboldu ve þimdi o kýsýmda tenleri ve saçlarý farklý farklý kýzlý erkekli çocuklar halka olmuþ bir oyun oynuyorlardý. Beni de oyuna davet ettiler, bende bir süre bu oyna katýldým. Sonra izin isteyerek tekrar yola koyulduðum esnada yaþlý kadýnýn mýzýkasýndan çýkan ezgi yine kulaðýma takýlmýþtý. Bu ezginin izini sürerek týpký köþkün olduðu yerde Enginle yaptýðýmýz yolculuða çok benzeyen bir þekilde sokaklar, caddeler, bulvarlar, alanlar, tüneller, üstgeçitler, patika yollar, alt geçitler, garlar, banliyö istasyonlarý, metro istasyonlarý, limanlar, otogarlar, hava limanlan aþtým, binlerce kilometre yol kat ettim, binlerce yer gördüm, binlerce insanla karþýlaþtým, binlercesinin hatýrýný sordum, binlerce insan beni tanýyordu, binlerce insanýn elini sýktým. Simit satan bir satýcý, "Hanýmefendi buyurun bu simit size Engin'den, size rastlarsam onun sizi beklediðini, yapmanýz gerekenin ezgiyi takip etmek olduðunu söylememi söyledi" dedi ve kayboldu. Artýk hiçbir þeye þaþýrmýyordum. Simidimi ýsýrýrken her halinden aç olduðu anlaþýlan birisine simidimi verdim. Simidi alýr almaz kayboldu. Kent o kadar kalabalýktý ki artýk ezgiyi duyamýyordum bile. Pamuk þeker satan bir satýcý, "Hanýmefendi buyurun bu pamuk þeker size Engin'den, size rastlarsam onun sizi beklediðini, yapmanýz gerekenin ezgiyi takip etmek olduðunu söylememi söyledi" dedi. Ona "Peki ama ezgiyi duyamýyorum ki" demeye kalmadan o da kaybolmuþtu. Pamuk þekerimi annesinin kucaðýndaki bir kýza verdim. Annesi teþekkür ederek kayboldu. Sokak lambasýnýn altýnda, elindeki kitabý okumaya dalmýþ bir kent heykelinin köþesinde, minicik elleriyle kâðýt mendil satan bir kýz çocuðu vardý bana "Abla bu kâðýt mendil size Engin'den, size rastlarsam onun sizi beklediðini, yapmanýz gerekenin ezgiyi takip etmek olduðunu söylememi söyledi" dedi ve kayboldu. Kâðýt mendili ömrünü sokaklarda geçiren bir grup sokak çocuðuna pay ettim. Onlarda kaybolmuþlardý. Bir banka oturdum ve bu bilmeceyi düþünüyordum ki, bir boyacý çocuk, pabuçlarýmý boyamaya baþlamýþtý bile, ona dur ne yapýyorsun demeye kalmadan, o bana "Hanýmefendi pabuçlarýmýzý cilalamamý bana Engin söyledi, size onun sizi beklediðini, yapmanýz gerekenin ezgiyi takip etmek olduðunu söylememi söyledi" dedi. Bu esnada oturduðum banka kýzýl saçlý bir kýz oturmuþtu, kulaðýnda bir Walkman vardý, sesini o kadar çok açmýþtý ki ben bile duyabiliyordum. Lütfen sesini kýsar mýsýnýz demek için hazýrlanýyordum ki kýzýl saçlý yaþlý kadýnýn mýzýkasýyla çaldýðý ezgiyi duyumsadým ve bu kýzýl saçlý kýzý buraya Engin'in kasten gönderdiðini anladým bu esnada onunda benim yüzüme bakýp gülümsediðini fark ettim bende ona gülümsedim. "Ýþte takip etmen gereken ezgi bu" dedi ve tam bu anda kýzýl saçlý kýz ve boyacý çocuk kayboldu. Kulaðýmda ezgiyle, banktan kalktým ve yola koyuldum. Kentin altýný üstüne getirdim tam vazgeçmek üzereyken gözüme iri ve kýrmýzý elmalar satan bir manav iliþti, hemen bir elma seçerek satýn aldým ve ücretini ödedim. Ýlk ýsýrýktan sonra bu ezginin çok yakýnýmda ki þu karþýdaki binadan geldiðini duyumsadým. Adým adým yaklaþmaya baþladým. Ýþte þimdi tam ezginin içindeydim. Apartmana girdim. Merdivenlerden aþaðýya doðru inmeye baþladým. Þimdi ezgi ile birlikte ortalýkta buram buram pasta kokusu hissediliyordu. Dinleyin kim bilir belki sizde duyumsarsýnýz:

"…bir kadýn çýðlýk çýðlýða þarký söylüyor"

—Hayat bir saklambaç oyununun izindeydi belki de. Hani önümde, arkamda, saðýmda, solumda, tepemde, ayak tabanlarýmýn altýnda olanlarýn ilk elden ebelenip sobeleneceði bir oyundan içre.
—Ve O SÝZ.
—Ben zavallý yalnýz serseri, küstah, masum bir kuralsýz. Ben müzmin bir yalnýz hayalperest.
—Ya O SÝZ.
—Ben yahut biz hiç kimseye benzemez çýlgýn, nankör bir kedi gibi.
—Ya O SEN.
—Bizler yahut biz elbet ben melankolik bir gerçekçi. Aydýnlýðý arayan bir kan ve ölüm meleði.
—Ya O SEN, SÝZ, SÝZLER.
—Bizler karanlýkta aniden yanan bir mum ýþýðý gibi kendi dibini aydýnlatmaktan aciz.
—SÝZ, BÝZ ve Yalnýzlýðýmýz.
—Alanlarda yýðýnlar. Yýðýn öncüsünün birinin elinde Megafon. Megafondan yükselen bir ýslýk. Islýkta bir eski zaman melodisi. Melodide bir umutlu yaþam izi. O yaþam izinde gürül gürül akan bir hayat. Hayatýn içinde kanýn/kanýmýz kýpýr kýpýr.
—Evet, BEN, SEN ve Birde
"…çýðlýk çýðlýða" þarký söyleyen / yanmýþ yýkýlmýþ bir kadýn öyle sessiz öyle aðlamaklý. / … Öldüðümüzü kimse bilmesin"


Her ezgi bir yolculuk, her yolculuk bir sürpriz...

Burasý bir çay ocaðýydý, alçak tavanlý, hasýr tabure ve sehpalar ile boydan boya sedirlerle döþenmiþ, duvarlarýnda eski kilimler, Yýlmaz Güney, Nazým Hikmet ve Ahmet Arife ait poster/þiirler olan sevimli bir yerdi. Bu binanýn önünden o kadar sýklýkla geçmiþtim ki. Burada bu binanýn bodrumunda bir çay ocaðýnýn olduðunu tahmin bile edemezdim. “Aaa bu Engin iþte orada oturuyor.” O da beni gördü bana el salladý. Yanýna gittim. Ayaða kalktý elimi sýktý ve "Sonunda gelebildin demek" dedi. "Otur bak bu yoldaþ" dedi. Kadýn yoldaþýyla bu münasebetle tanýþmýþ oldum. Kendi çaylarý bitmiþti benimkiyle birlikte çaylarý tazeledik. Bu basýk tavanlý çay ocaðýna gelirken merdivenlerde taze pasta kokusu hissettiðimi söyledim. Ýþte bu nedenle Engin’in uzun süredir ilk defa güldüðünü gördüm. Katýla katýla gülüyorduk. Engin "Bende bu mekânýn bu kokusunu seviyorum. Ama yoldaþý bilemem. Birde bu oturduðumuz köþeyi seviyorum. Unutmayýn ki" dedi. —Bunu ikimize de söylüyordu- “Ben yabancýlaþtýðým ortamlardan hemen uzaklaþýrým. Sizde buna dikkat edin" dedi. Ve sustu. Etrafýmý inceliyordum ki birden buraya kadar gelirken karþýlaþtýðým tüm insanlarýnda burada olduklarýný gördüm. Bu þaþkýnlýkla ona buraya gelirken ki yaþadýklarýmý sormak bile aklýma gelmedi, zaten o da sormadý. Bu halde karþýlýklý olarak suskun bir þekilde müzik kutusundan yayýlan ezgileri dinledik. Sonra benden müsaade istedi. Yoldaþý duraða kadar geçireceðini söyledi. Karþýlýklý olarak tokalaþtýk. Ve bana bir çay daha ýsmarlayacaðýný söyledi. Hesabý ödedi ve kapýdan bir gölge gibi çýktýlar. Arkalarýndan baka kaldým. Bir süre sonra bende kalktým. Bu esnada garson kýz bana sarý bir zarf ve karanfil verdi, hayret bu kýz yine o kýzýl saçlý kýzdý. Ve o anda garson kýz, müþteriler, ezgi, müzik kutusu, çay ocaðý her þey kayboldu. Kentin dýþýndaki çöplükte buldum kendimi. Ýnsanlar çöplükten o günkü kýsmetlerini arýyorlardý. Ýnsanlar ve diðer canlýlar. Havada ilk etapta hissedilen bir gaz kokusu vardý. Ýnsanlarýn yüzlerinde sanki Engin okunuyordu. Birisine þehre giden ana yolu sordum, yaptýðý iþinden baþýný kaldýrmaya bile tenezzül etmeden güneþin battýðý yöne doðru yarým saat yürürsem ana yola çýkabileceðimi söyledi. Dediði gibi yaparak yola koyulmuþtum ki, bir süre sonra sýrtýmý geldiðim yöne doðru döndüðümde çöplüðün olduðu yerde, yine daha önce karþýma çýkan bir sis bulutu içinde siluet halinde gördüðüm o bambaþka dünya vardý. O kadar canlý, o kadar bayram yeri gibi bir dünyaydý ki birdenbire içimde bu yenidünyadaki yaþama dâhil olmak isteði duydum. Bu duyguyla, karþýmdaki bu yenidünyaya bir adým atmak istediðimde aniden kayboldu ve orada þimdi uçsuz bucaksýz uzanan ve içinde binlerce tür çiçek olan bir çiçek tarlalarý vardý. Çeþitli çiçeklerden bir demet oluþturdum ve birden elimdeki çiçek demeti ansýzýn binlerce çeþitli renklerde bezenmiþ kelebekler olup uçuþmaya baþladýlar. O anda gökyüzünde bir gökkuþaðý belirdi. O yöne doðru uçuþuyorlardý. Bende peþlerinden koþmaya baþladým ve onlarla birlikte tam gökkuþaðýnýn altýndan geçecekken her þey kayboldu karþýmda camdan bir duvar vardý. Sonra tekrar güneþin battýðý yöne yani arkama doðru döndüðümde, kentin en iþlek caddesinin tam ortasýnda buldum kendimi. Az kalsýn eziliyordum. Herkes tuhaf tuhaf bana bakýyordu. Bir vitrinin önünden geçerken kendime baktýðýmda, saçýmda çeþitli çiçeklerden örülmüþ bir taç vardý. Her þey o kadar tuhaf ve ilginçti ki...


Sen sen ol sakýn ha tuhaf olana kapýl(ma)...

Kendimi toparlamak için içinde kafeteryasý olan Hiper markete girdim. Kafeteryanýn tuvaletinde elimi yüzümü yýkayarak kendime gelmeye çalýþtým. Tacýmdaki çimekleri ve karanfili çantama koydum. Sonra kafeteryada portakal suyu içtim. Kendimi nihayet toparlamýþtým. Sonra Hipermarketin marketine girip alýþveriþ yaptým otobüs duraðýna kadar yürüdüm. Otobüs geldiðinde içi týklým týklým doluydu. Nihayet eve gelmiþtim. Elimdeki öteberiyi mutfaða býraktým. Odama geçip, sarý zarfý masamýn çekmecesine, çantamdaki çiçekleri günlüðümün arasýna ve karanfili de vazonun içine koyarak salona geçtim. Annemin telaþlý olduðunu gördüm. Beni merak etmiþti. Onu yanaklarýndan öperek sakinleþtirdim. Erkek arkadaþýmýn aradýðýný söyledi. Onu sakinleþtirerek arkadaþýmý sonra arayacaðýmý söyledim. Annemle birlikte yemeði hazýrlayýp sofraya oturduk. Havadan sudan konuþtuk. Bulaþýklarý yýkadýktan sonra erkek arkadaþýmý aradým. Hemen buluþmak istediðimi, mümkünse bize gelmesini söyledim. Anneme Arda'nýn geleceðini söyledim. Ocaða çay koydum. "Sahi tanýþmadýnýz deðil mi? erkek arkadaþýmýn adý Arda, ayný mahallede oturuyor. Ýþte Arda'da geldi. Arda okuyucuya selam yok mu?" "Selam arkadaþým ben Arda. Nasýlsýn." "Arda annemden izin isteyelim de benim odama geçelim tamam mý?" "Merhaba teyzeciðim nasýlsýnýz" "Sað ol Ardacýðým” "Anne biz Arda ile odamda konuþacaðýz. Tamam mý?" "Peki, kýzým" Biz bu arada odama geçmiþtik bile. "E nasýlsýn görüþmeyeli Arda." "Ýyiyim. Hayrola nedir mesele." Ve ona gün boyunca yaþadýklarýmý bir bir anlattým. Önce bana inanmak istemedi. Çünkü benim mantýklý bir kiþi olduðumu söylerdi. Ýyi ki ona zarftan bahsetmemiþtim. Yoksa bahsetmeli miydim? Düþündüm de zarftan nasýl bir sürpriz çýkacaðýný bilemiyordum. Aslýnda Arda'ya güveniyordum ancak ilk defa onunla kendi aramda bir sýr olmasýný istedim. Bu yüzden zarfý ondan gizledim. Ve salona döndük karþýlýklý olarak çaylarýmýzý içtik. Arda'yý uðurladýktan sonra anneme "Ýyi geceler" dileyerek odama çekildim ve gizem dolu bir günün anýsý olan þu sýr dolu sarý zarfý masamýn çekmecesinden çýkartarak heyecanla açtým.

(Metin-6)

Sanýrým merdivenleri pasta kokulu çay ocaðýnda Engin'in yoldaþa ve bana salýk verdiði þu yabancýlaþma konulu ikazý daha iyi anlýyordum. Bu düþünceyle uykuya dalmýþým...


Ýçimizi ýsýtacak bir merhaba desek...

Sabah epeyce dinlenmiþ olarak kalktým. Ertesi günlerde böyle geçti. Bir hafta içi kendim için alýþveriþ yapmak ve Arda ile buluþmak için þehre indim. Pasajlarý dolaþýyordum. Birden Engin'in gizemli kadýn yoldaþýyla karþý karþýya geldim. Demek ki burada çalýþýyordu. Teklifsizce "Merhaba" diyerek elimi uzattým. O da gayet rahat bir þekilde "Merhaba" dedi ve elimi sýktý. "Tanýdýnýz mý beni o gün çay ocaðýnda karþýlaþmýþtýk." "Tabi ki tanýdým görüþmeydi nasýlsýnýz" dedi. "Teþekkürler iyiyim" dedim. Ben makyaj yapmayý sevmem, ama o oldukça abartýlý bir makyaj yapmýþtý. Boynunda siyah boncuklarla üçgen þekli verilmeye çalýþýlarak iþlenmiþ bir kolye vardý. Kasada þiþman ve kel birisi oturuyordu, bu kiþi sanýrým iþ yerinin sahibiydi. O da abartýlý biçimde peþ peþe sigara tüttürüyordu. Bir de bir baþka kýz çalýþýyordu o da abartýlý bir makyaj yapmýþtý, o da sigara içiyordu, biraz kilolu ve kýsa boylu birisiydi. Engin'i sordum. "Ha Engin mi? Biz onunla artýk görüþmüyoruz" dedi. "Zaten o gün de bunun nedeni üzerine orada bulunuyorduk. Ýþte böyle, siz bir þeyler alacaksanýz yardýmcý olabilirim" dedi. Bunu iþinin ehli bir tezgâhtar edasýyla söylemiþti. "Sað olun" dedim. "Kafama takýldý, Enginle görüþmemenize neden olan olayý bana anlatýmlýsýnýz" dedim. Bende bu arada yüzsüzlüðü ele almýþtým. Hayret tepki vermedi. Bundan da cesaret alarak konuþmak isterse adresimi ve telefonumu býrakmak istediðimi söyledim. Bana "Sizinle görüþeceðimizi sanmam ama isterseniz verin" dedi ve çantasýndan bir sigara paketi çýkarttý. Son bir adet sigarasý kalmýþtý. Ucu yukarýya dönük þekilde duruyordu. Bunun bir dilek sigarasý olduðunu biliyordum. "Sigara içermiþiniz" diyerek bana uzattý. Ama ben "Teþekkürler ben sigara içmiyorum" dedim. "Ne güzel, ama ben bir türlü býrakamýyorum" dedi. Ve bu son sigarayý alarak yaktý. Ve artýk boþalmýþ olan paketin üzerine adresimi ve telefonumu düzgün bir yazý ile not etti. "Hayýrlý iþler" dileyip oradan ayrýldým. Bana bu davranýþlarý o kadar küstahça gelmiþti ki. Bu kýzgýnlýk ve kýrgýnlýkla alýþveriþi unutmuþtum. Kendimi Arda'nýn seyyar kitap tezgâhý açtýðý sokakta buldum. Ayaküstü hoþbeþ ettikten sonra acil olarak halletmesi gereken bir iþi olduðunu söyledi. Benim þimdilik bir iþim olmadýðýný iþini halledene kadar tezgâhýn baþýnda bekleyebileceðimi söyledim. Bu teklifime çok sevindi ve yarým saat içinde döneceðini anlatýrken, bu arada tezgâhtaki kitaplarýn fiyatlarýnýn arka kapaðýn içinde yazýlý olduðunu, zabýta gelirse arkadaþlarýn yardýmcý olabileceðini söyledi ve yanaðýma bir öpücük kondurarak hýzla uzaklaþtý… Tezgâhtaki kitaplarý karýþtýrmaya baþladým. Çoðu insan son zamanlarda çýkan ve medyanýn pohpohladýðý kitaplarý soruyordu. Kimisi ise seyretmekle yetiniyordu. Tezgâhtaki çoðu kitabý okumuþtum. Lunaçarsky'nin Özgürlüðüne kavuþturulan Don Quiþot (*) isimli tiyatroda sahnelenmek için hazýrlamýþ olduðu kitabýna tekrar göz gezdirdim. Nede güzel özetlemiþti Lunaçarsky Ekim devrimini ve yeni bir dünya kurma özlemini ve hep arada kalan, hep muhalif olan insanlarý. Ama devrim arada kalmaya tahammül edemezdi, inançlarý ne kadar ulvi olursa olsun, gerektiðinde þiddeti kullanmak zorunda kalmanýn sancýsýna da katlanmak gerektiðini bilen devrimci insanlarý ve bu sancýya aþýlý olmayan Don Quisot ve onun benzeri insanlarý… Kýzýl saçlý bir kýz öðrenci, "Biz bir grup arkadaþ mahalledeki kültür derneðinde bir tiyatro oyunu oynamak istiyoruz. Acaba sizde içinde tiyatro metni olan bir kitap var mý?" diye sordu. "Evet, var" diyerek elimdeki kitabý uzattým. "Bu Lunaçarsky'nin Özgürlüðüne Kavuþturulan Don Quisot isimli kitabý ihtiyacýnýzý görebilir." "Siz okudunuz mu?" diye sordu. "Evet, okudum çok iyi bir çalýþma, isterseniz oyunun hazýrlýðý aþamasýnda size yardým dahi edebilirim" dedim. "Sahi mi? Kendi adýma çok sevinirim. O zaman Çaðlar Mahallesindeki Merhaba Kültür Evinde bizi bulabilirsiniz. Benim adým Peri. Kitabýn ücreti nedir?" Kitabýn arka kapak içine baktým fiyatý yazmýyordu. "Kaç liran var" dedim. "Bir liram var" dedi. "Peki, anlaþtýk, kitap benden olsun" dedim ve kitabý uzattým. "Teþekkürler, ilk toplantýmýz haftaya Perþembe" diyerek sokakta kayboldu. Bu yarým saat içinde bu sayede zihnimi rahatlatmýþtým. Arda söz verdiði gibi yarým saat içinde gelmiþti. Arda gelince ona adýnýn Peri olduðunu söyleyen kýzýl saçlý bir kýz öðrenciye Lunaçarsky'nin Özgürlüðüne Kavuþturulan Don Quisot isimli kitabý hediye ettiðimi, haftaya perþembeye birlikte tiyatro oyunu çalýþacaðýmýzý söyledim. "Ýyi yapmýþsýn, senin adýna sevindim" dedi. Hemen eve gideceðimi söyledim. Bana "Bir þey mi söyleyecektin, bir sýkýntýn veya paylaþmak istediðin bir þeyler varsa bana anlatabilirsin" dedi. Ondan bakýþlarýmý kaçýrarak "Yok bir sýkýntým falan yok" dedim. "Peki, öyle olsun" dedi. Vedalaþtýk. Sokaktan ayrýldým ve karþýma ilk çýkan büfeden bir gazete alýp eve dönmek için otobüs duraðýna doðru yola koyuldum. Ýþ çýkýþý olduðu için otobüs týklým týklýmdý. Gazeteyi okumak için eve gitmeyi bekleyecektim. Nihayet eve gelmiþtim. Annem elimin boþ olduðunu görünce "sen bu sabah alýþveriþe gideceðini söylememiþ miydin" diye sordu. Bende "Baþka bir sefere kaldý" dedim. Annem yemeði hazýrlamýþtý. Hemen sofraya oturduk. Pek az atýþtýrdým ve odama çekilip bir süre radyo dinleyip yattým...


Hu hu... Kimse yok mu?
Hafta sonu anneme yardým amacýyla temizlik yapýyordum. Camlarý silmek için gazete kâðýdý ararken þu Engin'in yoldaþýný gördüðüm gün aldýðým ama okumayý unuttuðum gazete gözüme iliþti. Gazeteyi parçalarken bir yandan da göz gezdiriyordum ki, birden bir ses iþittim. Etrafýma baktým kimseler yoktu. "Merhaba benim Engin" diye bir ses duyduðuma emindim. Yine o ayný ses "Hey þaþkýn elindeki gazete kâðýdýnýn sol alt köþesine baksana" dedi. Ya da ben öyle duyumsadýðýmý sandým. Ýstem dýþý olarak sol alt köþeye baktým. Gerçektende orada bir resim vardý. Resimde kadýnlý erkekli birçok insan sureti vardý. Ýþte oradan kalabalýðýn içinden bana el sallayan birisi olduðunu fark ettim. Aaa bu bu Engin. Ama bu nasýl olur bu bir gazete ve iki boyutlu bir nesne ve üstelik cansýz bir nesne. Ama ama bu el sallayan kiþi elle tutulacak kadar gerçek. "Meeerhaba" dedim þaþkýnlýkla. Oda bana "Tekrar merhaba" dedi. "Az kalsýn benimle camlarý silecektin ve sonsuz kadar yok edecektin" dedi gülümseyerek. Ve muzipçe gülümsemesini sürdürdü. Bana "Ýstersem oraya gelebileceðimi" söyledi. Ben "Þaka yapýyorsun sanki tüm bunlarýn þaþkýnlýðýný atlatamamýþken mi?" Diye sordum. "Ve üstelik bu imkânsýz bir þeyken" dedim. O ise "Hayýr aslýnda bende baþlangýçta tüm buradaki insanlar gibi, týpký senin gibi düþünüyordum ama iþte þimdi buradayým, buradayýz" dedi. "Ýstersen ben oraya geleyim" dedi. Ve iþte þimdi tam karþýmdaydý. "Tekrar merhaba" diyerek elimi sýktý. "Þimdi gözlerini kapa" dedi. Gözlerimi kapadým. "Þimdi gözlerini aç" dedi ve gözlerimi açtýðýmda iþte biraz önce gazetedeki resimde gördüðüm insanlarýn arasýndaydým. Hepsi benim duyabileceðim bir ses tonunda tek tek "Merhaba aramýza hoþ geldin" dediler. Bende onlara "Merhaba" dedim. Engin yine o muzipçe gülümsemesiyle "Ýþte sana söylemiþtim imkânsýz diye bir þey yoktur." Ona sanki yeriymiþ gibi "Kadýn yoldaþ"la neden görüþmediklerini sordum. "Onu sana bir ara anlatýrým söz" dedi. "Þimdi burada bir eylem var, biliyorsun bugün 1 Mayýs, bizlerde burada ‘Bir gün deðil yeni bir dünya istiyoruz' kararlýlýðýyla yürüyoruz, yürümemizi engellemeye çalýþýyorlar ama boþuna, bugün deðilse yarýn tekrar ama mutlaka baþaracaðýz. Þu anda tüm dünyada iþçi ve emekçiler, komünist devrimcilerle birlikte onuz omuza bu dilekle tüm dünyada alanlarda. Kimi alanlarda ise þiddetli çarpýþmalar oluyor. Bizlerde burada hazýrlýklýyýz. Bak bu çantalar taþla, Molotof kokteyliyle dolu. Þimdi hep birlikte enternasyonali söyleyeceðiz. Milyarlarca iþçi, emekçi ve devrimci ayný anda tek bir yürek, tek bir yumruk olarak haykýracaðýz. Kimimiz sol kolunu dimdik, kimimiz ise sað kolunu bir orak þekline getirerek ama ellerimiz yaratan ellerimizi bir yumruk þekline büründürerek, þu sözleri; (*)
Uyan artýk uykudan uyan
Uyan esirler dünyasý
Zulme karþý hýncýmýz volkan
Bu ölüm-dirim kavgasý
Yýkalým bu köhne düzeni
Biz baþka âlem isteriz
Bizi hiçe sayanlar bilsin
Bundan sonra her þey biziz.
Farklý dilerde de olsun ayný inançla söyleyeceðiz. Ve biz Türkiyeli iþçi, emekçi ve devrimciler Nazým'ýn; (**)

'Ölenler dövüþerek öldüler, güneþe gömüldüler, vaktimiz yok onlarýn matemini tutmaya, akýn var güneþe akýn, güneþi zapt edeceðiz güneþin zaptý yakýn'

Diye ant içeceðiz. Sende katýl bu sözlere." Bende enternasyonali söyledim, bende andý içtim. Ben ilk defa 1 Mayýs'a katýlýyordum. Bu nedenle Engin alanda bana refakat ediyordu. Sýk sýk alanda bir ileri bir geri dolaþýyor, sýk sýk duruyor, beni birileriyle tanýþtýrýyor, bildiri, gazete, kuþlama kâðýtlarýndan alýyor, bildiri, gazete daðýtýp, elindeki kuþlama kâðýtlarýný havaya savuruyordu. Bana da bir demet verdi. Bende havaya savurdum. Çok mutluydum. Çok mutluydu. O gün ilk defa evimin dýþýnda insanlýðýn, emekçi insanlýðýn toplamýyla kol kola, omuz omuza olduðumu hissettim. Nazým'ýn dediði gibi hem bir aðaç gibi tek ve hürdüm, hem de bir orman gibi kardeþçe. Engin'in yüzünde de bunu okudum. Tüm alaný dolduran dostlarda da. Barikatlarý aþarak, devletin sivil-askeri kolluk güçleriyle çatýþarak, kentin sokaklarýný, caddelerini, bulvarlarýný ve meydanlarýný bir süreliðine de olsun zapt ettik. Zincirlerimizi kýrmaya cüret etmiþtik. Yaralanan ve ölenlerimiz oldu. Omuzlarýmýzda týpký andýmýzda olduðu gibi güneþe doðru taþýyorduk. Alanda birçok yoldaþ tanýdým. Hemen birbirimize ýsýnýyorduk. Engin birçoðuyla slogan olsun, siyasi tavýr olsun, taktik olsun tartýþýyordu. Ama bu hiçbir zaman kavgaya ve küskünlüðe varmýyordu. Ayný keskinlikle kolluk güçlerine taþ, Molotof kokteyl atýyordu bu insanlarla. Bende Molotof kokteyl attým, yerden dayanýþma halinde söktüðümüz kaldýrým ve kilit taþýndan attým. Kolluk güçlerinin eline düþen birçok yoldaþýmýzý kurtarma çalýþmalarýna katýldým… Sonunda akþama doðru gruplar olarak ortak karar alarak daðýlýyoruz denildi. Ve aniden iþgal altýndaki alanlar boþalmýþtý...
Enginle kendimi lüks bir otelin lokantasýnda buldum. Ýnsanlar kuþkulu gözlerle bize bakýyordu. Bizde hem onlarýn bu þaþkýn haline hem de kendi halimize makaralarý býrakmýþ biçimde katýla katýla gülüyorduk. Yemeðin ücretini ödeyecek paramýz kýt kanaat yetiþiyordu. Engin istifini bozmadan cebinden bir bildiri çýkarttý. Bildiride ‘Komünist bir dünya kuracaðýz' yazýyordu. "Üstü kalsýn" diyerek þef garsona bildiriyi uzattý. Ve çok rahat bir tavýrla lokantadan çýktýk. Henüz bir saat öncesine kadar çatýþtýðýmýz iþgal ettiðimiz ve çekildiðimiz alanlarda dolaþmaya baþladýk. Temizlik ekipleri olanca gayretiyle çalýþýyorlardý. Beyaz eþya satan dükkânlardan birisinde televizyonlara baktýk. Tüm haberlerde bugünkü 1 Mayýs eylemleri hakkýnda haberler yer alýyordu. Ne kadar taraflý olsa da yayýnlar yinede 1 Mayýs’ýn anlamýný ortadan kaldýramýyordu. Yani Engin’in alandaki tüm tartýþmalarýnda ortaya çýkan ana fikir gibi “1 Mayýs Ýþçi-Emekçilerin Bayramý Deðil Aksine Burjuvazi ve Tüm Ýþbirlikçi Sýnýflara karþý KAVGA GÜNÜNÜDÜR” Birden temizlik yapan bir iþçinin süpürgesinin önünden bir karanfili kurtararak saçýma iliþtirdi ve "Sana her þey için teþekkür ederim" dedi. Ben de "Asýl ben sana teþekkür ederim Engin" dedim. "Ha unutmadan seninle þu ‘kadýn yoldaþ’ hakkýnda konuþmak için bir gün mutlaka seni evinizde rahatsýz edeceðim" dedi. Ve elimi sýkarak bana "Uðurlar ola" dileðinde bulunup yine dimdik yürüyerek uzaklaþtý. Ve köþedeki ilk sokaktan bir gölge gibi kayboldu. Ve tam bu anda ben kendimi evde buldum. Elimi saçýma uzattýðýmda Engin’in eylem alanýndaki eylem artýðý yýðýnlarýndan kurtardýðý karanfil yerinde duruyordu. Rüya görmediðime asýl þimdi inanmýþtým. Gazete parçasý da hala elimdeydi. Ama gazetenin sol alt köþesinde artýk bir resim yoktu. Yerinde 1 Mayýs’taki Türkiye ve dünyadaki çatýþmalardan bahseden bir yazý vardý… Çok yorulmuþtum. Temizlik yapacak gücüm kalmamýþtý. Duþ almam gerekiyordu. Duþtan sonra kendime bir çay demledim çayýmý içtikten sonra karanfilimi bir bardaða koyup yataðýmýn baþucuna yerleþtirdim. Ve sonra dinlenmek üzere yataðýma uzandým. Karanfili o günün anýsýna günlüðümün içinde saklamaya karar vererek uykuya daldým...


Çiçek çiçekleyecek, çiçeklemek çiçek için ölüm bile olsa... (*)

Ertesi gün, A þehri dýþýnda çalýþan bir arkadaþýmýn beni uzun süre önce yanýna davet etmesini de fýrsat bilerek, bir haftalýðýna onun yanýna gitmeye karar verdim. Yanýnda bir hafta kaldým, bu süre içerisinde hayli dinlenmiþ olarak A þehrine döndüm. Giderken hiç kimseye Arda'ya dahi haber vermemiþtim. Eve döndüðümde Annem bana bir ziyaretçim olduðunu söyledi. Beni kim ziyaret edebilirdi ki. Þaþýrmýþtým. Giysilerimi deðiþtirip oturma odasýna girdiðimde gözlerime inanamadým. O gelmiþti. Engin'in kadýn yoldaþý. Merhabalaþtýk. Ona doðrusu çok þaþýrdýðýmý çünkü son karþýlaþmamýzda beni ciddiye almadýðýný düþündüðümü, hatta benim arkama döner dönmez not aldýðý sigara paketini buruþturup çöpe attýðýný düþündüðümü söyledim. Benden özür diledi. Aslýnda týpký düþündüðüm gibi yaptýðýný ama akþam dükkâný kapatýrken çöpü atacaðý sýrada çöp kovasýndan paketi aldýðýný söyledi. O günlerde çok sýkýntýlý olduðunu, bu nedenle istemediði bir takým davranýþlar sergilediðini, aslýnda hiçte bu yaradýlýþta birisi olmadýðýný aktardý. Affettiðimi söyledim. Bana Engin'i görüp görmediðimi sordu. Bende "Hayýr" dedim. —Birlikte yaþadýðýmýz þu garip olayý anlatmadým- Kendimin de merakta olduðumu söyledim. "Zaten bir haftadýr þehir dýþýndaydým" dedim. Anneme "Engin'in arayýp aramadýðýný" sordum. "Hayýr, kýzým" dedi. Bunun üzerine bana Engin'in uzun süredir karþýlaþtýðý "En iyi dost" Onca patavatsýzlýðýna raðmen "Ýyi bir insan, özel bir insan" olduðunu söyledi. Bende ona katýldýðýmý ifade ettim. "Ýnanýr mýsýn týpký bir gölge gibiydi. Ne zaman nerede ne biçimde karþýma çýkacaðýný tahmin edemezdim. Çözümlenmesi zor bir insandý. Düþünceleri ve kimliði med-cezirler çiziyordu. Durgun olan o görüntüsü altýnda sanki fýrtýnalar, boranlar vardý bunu hissediyordum. Hiç kýzdýðýný görmedim, ama içinde hep bir öfke vardý. Tüm kurulu düzene karþý öfkeliydi. Hayatý programlýydý ama o hayata ve hayatýna karþý programsýzdý. Ayný anda birçok yerde gibiydi. Sürekli hareket, sürekli çalýþma içerisindeydi. Birçok hayatý eþzamanlý yaþýyor gibiydi. Her þeyden öte bu yaþama ait deðil gibiydi. O kadar iyiydi ki. Dili ve söylemi o kadar ironikti ki. Kendisini tamamlýyordu. Dedim ya, o hayatýmda tanýdýðým en anlaþýlmaz, en karanlýk kiþilikti. Sanýrým ne yazýk ki, onu sonsuza kadar kaybettim. O gün beni otobüs duraðýna býraktýktan sonra bir gölge gibi ara sokaklara dalýp kayboldu. Sürekli kulaðýmda onun þu sesi yankýlanýyor; 'Ben yabancýlaþtýðým ortamlarý hemen terk ederim sizde böyle yapmalýsýnýz' Bu iliþkide sonunda yabancýlaþtý sanýrým ve kayboldu. Týpký öðlen güneþinde gölgemizin kayboluþu gibi. Neyse bilmiyorum ne kadar doðru kaçar ama size, bizim ikimizin arasýnda ki özel bir materyali vereceðim. Onun benim þiirlerimi okuduktan sonra hazýrlamýþ olduðu, þiirlerimin de içinde olduðu bir kitapçýk. Ama istemezseniz ýsrar etmeyeceðim. Ama okumanýzý istiyorum. Okuduktan sonra bana çalýþtýðým iþyerime býrakýrsýn. Hem bu arada bir çayýmý da içersin. Þimdilik kalkmam gerekiyor. Yol yorgunluðunuz vardýr." Kanepenin üzerinde tüm bu süreç içinde fark etmediðim bir paketi bana uzattý ve kalktý. Annem ve benim elimi sýkarak kapýya yöneldi. Onu kapýnýn önünde sokaðýn baþýna kadar takip ettim. Sanki tüm yaþamýn aðýrlýðý omuzlarýna çökmüþ gibiydi. Oysa o kadar gençti ki. Yemeðimizi yerken anneme arkadaþýmýn yanýnda geçirdiðim günleri anlattým. Birlikte sinemaya gitmiþtik, Filmin adý Leon'du bir kiralýk katille ailesi polis tarafýndan öldürülen bir çocuðun zorunluluklar tarafýndan belirlenmiþ dostluk öyküsünü anlatýyordu. Ben filmi izledikten sonra Leon'un bir çiçek olduðuna karar verdim. Çünkü filmin sonunda Leon'un her yere yanýnda taþýdýðý çiçek, Leon, devletin kolluk güçlerince öldürülünce küçük kýza kalýyordu. Küçük kýzda onu okulun parkýna ekiyordu. Kropotkin'in yýllar önce yine Engin'den iþittiðim þu sözlerinin anlamýný þimdi daha iyi kavrýyordum. Þöyle ifade etmiþ Kropotkin; "Çiçek çiçekleyecek, çiçeklemek çiçek için ölüm bile olsa." Sofrayý kaldýrýrken anneme arkadaþýmýn bunu saymadýðýný bir gün mutlaka ikimizi de beklediðini söyledim. Bulaþýklardan sonra anneme ve kendime orta þekerli bir kahve yaptým. Doðrusu Engin'in kendi gibi esrarlý olan þu kadýn yoldaþa hazýrladýðý kitapçýðý merak ediyordum. Fakat okumayý ertesi güne býraktým. Duþ alýp yataða uzandým ve baþýmý yastýða koyar koymaz da uykuya daldým...


Sahiden de, her zaman çiçek çiçekleyecek... Mi? ...

Gece bir ara susadýðýmý hissettim. Su içmek için kalktým, mutfaða gittim. Dolaptan su kabýný çýkarttým, masada duran su bardaðýna suyu doldurduktan sonra su kabýný buzdolabýna tekrar koydum. Suyumu içtiðimde, "Yarasýn" diye bir sesle irkildim, az kalsýn sürahi ve bardaðý yere düþürecektim. "Korkma benim Engin." Ýþte Engin yine karþýmdaydý. "Ankara dýþýna gitmiþsin, eðlendin mi bari" dedi. "Evet, eðlendim" dedim. "Sinema'ya gittik, Leon isimli bir filmi izledik." "Ya ne güzel, bende izlemiþtim, küçük kýz çok az konuþan Leon'a bir soru soruyor, diyor ki; ‘hayat her zaman bu kadar zor mu, yoksa çocuklukta mý böyle', Leon ise tek bir sözcükle yanýtlýyor, ‘her zaman' diyor. Evet, hayat her zaman zordur. Öyle deðil mi?" dedikten sonra, elimden tutarak "Gel benimle" dedi. Yine yaþadýðým dünyadan uzaklaþmýþtým. "Bak bugün iþçi ve emekçiler bir devrim gerçekleþtirdi. Biz devrimciler sadece yol gösterici olduk. Çoðu kez onlar bizden daha aktif, daha inançlý ve iradeli davrandýlar. Binlerce ölü verdiler, bizde yüzlerce ölü verdik. Devrim sürecinde ölen tüm devrim savaþçýlarýný, þu karþýda gördüðün delik deþik olmuþ duvarýn altýna ve etrafýna gömdük. Þu siyah granit kayaya kýzýl yakuttan harflerle tek tek isimlerini kazýdýk. Seçtiðimiz renklerdeki niyetimiz þuydu. Siyah bir zemin seçtik, çünkü siyah bizim için insan ruhunun karanlýðýný temsil ediyordu. Sonra kýzýl harfler seçtik bu da bu insan ruhunun karanlýðýnýn aydýnlýða çýkmasý için, kanýn kýzýllýðýna ihtiyacý olduðuna bir göndermeydi… Ve sonunda baþarýldý. Ýnsanlýk on binlerce yýllýk karanlýðýnýn esaretinden, devrim için savaþta kanýný son damlasýna kadar akýtarak bu aydýnlýk günleri kazandý. Hatýrlarsan hep tekrarladým, imkânsýz diye bir þey yoktur diye. Ýþte þimdi o imkânsýz denen günleri yaþýyoruz. Tüm kenti, tüm ülkeyi ve tüm dünyayý deðiþtireceðiz. Sadece bu doðal anýtlar beklide hep sabit kalacak ve beklide bir gün veya an an yok olup gidecekler. Bu anýt haricinde ne bir heykel ne bir ideol olacak insanlarýn hayatýnda. Hiçbir mezar ve mezar taþý da istemiyoruz. Ölülerimizi yakacaðýz ve küllerini savuracaðýz topraða. Þimdilik tek amentümüz bu… Devrim gerçekleþmesine raðmen hâlâ ikili bir iktidar var. Kýsa zamanda bu ikili iktidardan birisi gerçek iktidara tam olarak hâkim olacak. Bir kýsým eski yol arkadaþlarýmýz, iþçi ve emekçilerin kendi iktidarýný kurmalarýnýn maddi temellerinin henüz oluþmadýðýný söyleyerek, karþý-devrimci iktidarý destekliyorlar. Biz ise iþçi ve emekçilerin kendi iktidarlarýný kuracak güce ve bilince sahip olduklarýný söylüyoruz. Hemen hemen iþçi ve emekçilerin tek destekçisi biziz. Bugün devrimi gerçekleþtiren sýnýflarýn temsilcilerinin oluþturduðu mecliste bir oylama gerçekleþecek. Tüm toplumun geleceðini belirleyeceði için çok önemli bir toplantý bu. Henüz doðrudan demokrasi yollarý týkalý ama zamanla buda yerleþtirilecek. Paris Komünü’nün ilkelerine sadýk bir iþçi demokrasisini idealize ediyoruz. Bu oylamanýn sonucuna göre mevcut geçici iktidar, iktidarý ya iþçi ve emekçilere teslim edecek ya da iþçi ve emekçiler bir dahaki sefere kadar iktidarýn dýþýnda kalacaklar. Ýþte þu binada devrimi gerçekleþtirenlerin temsilcileri tarafýndan bir oylama gerçekleþiyor. Bak bak iþte sonuç açýklandý… Evet, bir kez daha iþçi ve emekçiler iradelerini kendi iktidarlarýndan yana kullandýlar. Artýk yeni bir dünya kuruluyor. Bu devrim günlerinin baþlangýcýnda biz bir avuç komünist, devrimin iþçi ve emekçilerin elinden alýnmasýna canýmýz pahasýna engel olmaya ant içmiþtik. Bu süreçte hem eski egemen iktidar bloðuna, hem de kendi içimizdeki iþbirlikçilere karþý bir iç savaþ döneminden geçeceðimizi biliyorduk. Hatýrlarsýn 1 Mayýs gösterilerinde çýkan çarpýþmalarda bulunan birçok dostu tanýyorsun. O dostlarýmýzdan maalesef birçoðu artýk yaþamýyor. Hayatta kalanlarýn birçoðu bizimle birlikte mücadele ediyor. Ýþte ezilenlerin on binlerce yýllýk özleminin ürünü bu, bugün iktidarýn iþçi ve emekçilerin eline verilmesini tescil eden bu kararla birlikte, artýk bu devrimi, bu politik devrimi, toplumsal devrimle taçlandýrma sürecine girmiþ bulunuyoruz. Ve artýk hiçbir çocuk, hayat bu kadar zor mu demeyecek." Tüm bunlar olurken kentteki hummalý hareketlilikle birlikte biz de deviniyorduk. Tüm kentte ve ülkede iþçi ve emekçilerin o güne dek lüzumu olmadýkça pek ortalýkta görülmediði köþelerine dek yayýldýðýný görüyordum. Kentler ilk kez kendini yaratanlarla, imar edenlerle kucaklaþmýþtý. Devrim sürecinde savaþarak ölenlerin anýsýna sunulan anýta bende bir demet karanfil býrakmak istediðimi söyledim. Bana ilk rastladýðýmýz yerden bir demet karanfil aldý. Anýta bu karanfili koyarken içinden bir tanesini seçerek saçýma taktý. "Artýk geç oldu seni eve býrakayým" dedi. Þimdi evdeydik. Bana "iyi uykular, sonra tekrar görüþürüz" dedikten sonra kayboldu. Odama gittim, karanfili baþucumdaki vazoya koydum ve yattým...


Denemelisin, denesene, deneyeceðim...

Ertesi gün komþularýn ziyaretinden kitapçýðý okumaya fýrsatým olmadý. Çok geç bir saate paketi açtým. Kitabýn asýl kapaðýný örten beyaz bir kâðýt üzerine içi boþ siyah harflerle yan yana ve alt alta sýralanmýþ “serseri þair” yazýlarý ile düzenlenmiþti. Asýl kapak ise kýrmýzý fon kartondan yapýlmýþtý. Ýç sayfada “Serseri Þair, Þimal Yýldýz, 1998–2002” yazýyordu. Daha sonraki sayfada “Çok Hoþ ve Tatlý Bir Þeydir” baþlýklý 9 sayfalýk bir metin vardý. Engin Iþýk olarak imzalanmýþtý. Ýronik bir dilde yazýlmýþtý. Yazý bittikten sonra ise þiirler baþlýyordu. Elimde tuttuðum 48 sayfalýk bir kitapçýktý. Doðrusu baya özenilerek hazýrlanmýþ bir kitapçýktý. Ki Engin’den de bu beklenirdi. Merak ettiniz ise birlikte okuyalým:

(Metin-7)
     
Ne anlamlý þeyler yazmýþsýn, ne içten þeyler yazmýþsýn, ne kadar da kendin gibi þeyler yazmýþsýn. Ve noktayý koymadan, yüreðini eline alarak, o muzipçe gülümseneni takýnarak, bir gölge gibi kaybolmuþsun. Bilirim sen bir yörüngeye baðlý kalmazsýn. Sen birçok hayatlar yaþarsýn, yaþamalýsýn da. Çünkü bu sensin Engin Iþýk. Yani bir deniz gibi engin, ýþýk gibi sonsuz. Sen hep “Rüzgâr kanatlý atlýlar”dan biri olmalýsýn. Düþsen de ah çekmezsin bilirim. Sabaha kadar pencerenin önünde. Ne güzel de taklit ederdin iki gözlü gecekondunuzun tek lüksü olan Siyah/beyaz TV’de çocukken seyrettiðin filimdeki yaþlý komünist kadýný. Bu kadýnýn, (Ekim Devriminin 72’nci yýldönümünün 2 gün sonrasý). 9 Kasým 1989’da Berlin Duvarýnýn yýkýlýþýnýn ertesi günlerinde, yeni bir dünyaya açýlan Doðu Almanya’da torununa tarif ederken ki insaný; “Ýnsan bir yýldýzdýr bak kollarýný ve ayaklarýný iki yanýna aç gördün mü iþte yýldýz” Ýnsaný simgeleyen yýldýzlara bakarak ve kâh hüzünlenip aðlayarak, kâh neþelenip gülümseyerek uykuya dalmýþým...


Þafakla gelen… Her yeni gün…

Yeni bir dünya doðuyordu. Kýzýl bir þafakla gelen yeni bir gün. Kahvaltýmý yaptýktan sonra kitapçýðý ayný paket kâðýdýna sarýp soluðu adýný yeni öðrendiðim Þimal’in çalýþtýðý iþyerinde aldým. Ben yanýna uðradýðýmda dükkâný yeni açmýþ, temizlik yapýyordu. Bu kitapçýðý benimle paylaþtýðýn için teþekkür ettim. Kitapçýk hakkýnda düþüncelerimi kendime saklamak istediðimi söyledim. Ve hýzlý adýmlarla oradan uzaklaþtým. Nedendir bilmiyorum ama daraldýðýmý hissetmiþtim. Tüm günümü þehrin sokaklarýný aþýndýrmakla ve kitapçýkta yazýlanlarý düþünmekle geçirdim. Eve geldiðimde o kadar halsizdim ki. Anneme erkenden yatacaðýmý söyledim ve odama geçip yataðýma uzandým. Ama gözümü bir damla bile uyku tutmamýþtý. Sabaha doðru uykuya daldýðýmý belli belirsiz hatýrlýyorum…

Ýki gün boyunca ateþli bir þekilde yatmýþým. Annem telaþlanýp eve bir doktor çaðýrmýþ. Doktor ateþimi kontrol ederek anneme son günlerde ne yaptýðýmý sormuþ. O da bir arkadaþýmý ziyaret için þehir dýþýna gittiðimi söylemiþ doktora. Doktor da hava deðiþimine baðlý bir rahatsýzlýk geçirdiðimi, kýsa sürede iyileþeceðimi söylemiþ. Bunlarý hatýrlamýyorum…

Ýkinci gün akþama doðru gözümü açtýðýmda Annem yanýmdaydý. Bana sevinçle ýþýldayan gözlerle “Geçmiþ olsun kýzým” dedi. Kendisi hissettirmemeye çalýþsa da gözlerinden benim için ne kadar çok üzüldüðünü az çok okuyabiliyordum. Bana hemencecik sanki hep bu aný bekliyormuþçasýna sýcacýk bir çorba getirerek yudum yudum içirmeye çalýþtý. Çorbadan sonra ise doktorun verdiði ilaçlardan içirdi. O kadar þefkatliydi ki. Sonra tekrar daldýðýmý hatýrlýyorum…

Ertesi gün kendimi daha iyi hissediyordum. Salondaki kanepeye taþýnmýþ ve artýk ziyaretçi bile kabul edebiliyordum. Erkek arkadaþým Arda ve peþi sýradan da sözleþmiþ gibi Þimal uðradý. Çok sevinmiþtim. Annem “Kusura bakma kýzým sen sayrýlý þekilde yatarken Arda sýk sýk eve geldi, Þimal ise iki defa aradý ama ben sana telaþýmdan iletemedim” dedi. Her ikisine de teþekkür ettim. Özellikle Þimal’e çünkü onu bir daha görebileceðimi tahmin etmediðimi söyledim. Ama þu an gerçekten de çok mutlu olduðumu söyledim. O da bu tahminim için yerinmediðini bilakis bu ilgim için kendisinin de sevindiðini söyledi. Bu arada annem çaylarý hazýrlamýþtý bile Arda ve Þimal anneme fýrsat býrakmadan çay servisi iþini ellerine aldýlar. Þimdi evi þen þakrak bir sohbet havasý kaplamýþtý. Yaradýlýþýmda yýldýzýmýn bu kadar düþük olmasýna hep birlikte sitem ettik. Ama bu sayede yeni bir dost elde etmiþtim. Bu dostum Þimal’di ama benim Þimal ile Arda’yý tanýþtýrmama gerek kalmadan onlar yýllardýr birbirlerini tanýyan iki dost gibi bu ayrýntýyý çoktan geçmiþlerdi. Aramýzda sadece Engin yoktu. Annem ikisini de akþam yemeðine kalmalarý için ýsrar etti. Annemin ve tabi ki benim de ýsrarlarýna dayanamayarak bir þartla kabul edebileceklerini söylediler. Yemeði hep beraber hazýrlamak kaydýyla. Annem de bu isteklerini kýramayarak pes etmek zorunda kaldý. Þimal bize týpký Engin gibi güzel bir makarna ve bol sirkeli bol limonlu bir çoban salata hazýrladý. Annem güzel bir köy tarhanasýndan çorba yaptý. Arda’ya ise sofrayý hazýrlamak düþtü. Ben ise yattýðým yerden çenemle onlara eþlik etmiþtim. Yemeði yedikten sonra Arda ve Þimal Annemi atlatýp bulaþýklarý paylaþtýlar ve eh bize müsaade diyerek vedalaþma vaktinin geldiðini söyleyerek geldikleri gibi gittiler. Annemle yine yapayalnýz kalmýþtýk. TV seyretme alýþkanlýðým olmamasýna raðmen zaman geçirmek için TV’yi açmýþ ve kanallar arasýnda geziniyordum. Hemen hemen tüm kanallarda en rezilinden magazin programlarý ve düþük kaliteli yerli ve yabancý filimler vardý. Bir ara dalmýþým. Gözümü açtýðýmda karþýmda Engin’i buldum. Rüya görüyorum herhalde diyordum ki, sýcacýk elini alnýmda hissettim. “Bugün gayet iyisin. Annen yoktu. Birkaç kez geldim sayrýlý bir þekilde yatýyordun. Dostlar da seni merak ettiler. Sana bol bol selam söylediler” dedi. Ben hala rüyada olduðumu sanýyordum ki ona dokundum. Evet, bu bir rüya deðildi. Capcanlý olarak karþýmda duruyordu. O muzip gülümsemesiyle oydu iþte o Engin. “Beni düþündüðünüz için teþekkür ederim” dedim belli belirsiz. “Sanýrým hava deðiþiminden olacak, hep böyle olur, ne zaman bir seyahatten dönsem hastalanýrým iþte. Yýldýzým düþük doðmuþum” diyerek geçiþtirdim. Ama son cümleyi söylerken hafifçe gülümsemiþtim. “Biliyorum” dedi Engin. “Sanýrým bugün Þimal ve Arda ile de bu konuda yaradýlýþýna sitem ediyordunuz” dedi. Þimal’in adýný hecelerken gözlerinde hüzün vardý. Ama hemencecik kaybolan bir yel gibi bir þeydi bu hüzün. Sonra “Bak ne güzel bir manzara deðil mi?” dedi. Tebessümle ve coþkulu bir ses tonuyla söylemiþti. Tam da bu esnada evde olmadýðýmýzý fark ettim. Gerçektende bulunduðumuz yer çok harikaydý. Fabrikalar, tarlalar, atölyeler, sokaklar, alanlar insanlarla doluydu. Ýnsanlar hem çalýþýyor hem eðleniyorlardý. "Bir fotoðrafýný çekmemi ister misin, sonra sen de benim bir fotoðrafýmý çekersin olmaz mý?" Dedi. "Peki" diyerek fotoðrafýmý çekmesine razý oldum. Uygun bir açýdan tüm bu sanki bir bayram yeri gibi cývýl cývýl yaþamý içine alacak bir biçimde fotoðrafýmý çekti. Sonra ben onu bu yaþamýn ne içinde ne dýþýnda olabilecek biçimde fotoðrafladým. "Son zamanlarda fotoðraf çekmeye merak sardým. Burada iþ zamanýmýzýn çok kýsa bir dilimini alýyor. Ýþ dýþýnda herkes hemen hemen her konuda ilgisi dâhilinde bir þeylerle uðraþýyorlar. Kadýnlar, erkekler, çocuklar ve kadýn erkek yaþlýlar özgürce yaþamýný sürdürüyorlar. Herkesin üstünde uzlaþtýðý yazýlý olmayan bir sözleþme var. Hemen hemen her karar tüm topluluðun bireylerince ortaklaþa karara baðlanýyor. Ne þef var nede serf. Kadýn, erkek, çocuk ve yaþlý hiç kimsenin üzerinde angarya yok. Ýç savaþ yýllarýnda çok acýlar çektik. Omuz omuza devrim için savaþtýðýmýz birçok kiþi, grup ve parti ikili iktidar döneminde iktidarýn iþçi ve emekçilere geçmesiyle birlikte bize karþý, karþýdevrimle birlikte ittifak kurup savaþtýlar. Bu süreçte hemen hemen tek baþýmýzaydýk. Ama iþçi ve emekçi halk bir defa haklý davasýna inanmýþtý ve sonunda birlikte tüm karþý-devrimci güçleri yendik. Ve iþçi-emekçi cumhuriyetinin kuruluþunu gerçekleþtirdik. Ýþçi ve emekçilerin üstün gayretleri sonucu, kýsa sürede çok büyük atýlýmlar gerçekleþtirildi. Dünyanýn diðer bölgelerindeki mücadelelere, ne kadar zor durumda olursak olalým desteðimizi sunduk, kýsa sürede karþý-devrimci kuþatmayý kýrdýk. Peþ peþe devrimlerle, iþçi-emekçi iktidarlarý yavaþ yavaþ karþý-devrimci kampý kuþatmaya baþladýlar. Eski egemen sýnýfa ait en son kaleyi de ele geçirdikten sonra, sosyalist cumhuriyetler birlikleri sönümlenmeye baþladýlar, yüzlerce yýl sürdü, adým adým ilerlendi, yeni bir bilinç, yeni bir insan yine kendi deneyimleriyle var olmaya baþladý. Ýþte bugün artýk sýnýfsýz bir toplumda yaþýyoruz. Birçok dil ve birçok ýrk olmasýna karþýn hiçbir üstün dil ve ýrkýn olmadýðý bir toplum yaratýldý. Cinsiyet ayrýmý da ortadan kalktý. Tüm iliþkiler, birliktelikler özgürce gerçekleþtiriliyor. Hiç kimsenin özel mülkiyeti yok. Herkes her ihtiyacýný karþýlayabiliyor. Kýskançlýk ve nefret gibi arkaik kavramlarý tanýmýyoruz. Ýnsanla insan arasýndaki yabancýlaþmanýn ortadan kaldýrýlmasýyla eþ zamanlý ilerleyen insanla doða arasýndaki yabancýlaþmada alt edildi. Ýmkânsýz olarak görüleni gerçekleþtirmede kararlýydýk." Bu sýrada uçsuz bucaksýz bir karanfil tarlasýnýn yanýndan geçiyorduk, uzakta bir yerde bir duvar vardý. "Hatýrladýn mý? O duvarý hâlâ koruyoruz. Devrimci savaþýmda öldürülen yoldaþlarýn anýtý ve bu anýtýn etrafýný karanfil tarlasýna çevirdik." Ve tarladan kýzýl bir karanfil kopartýp saçýma iliþtirdi. Sonra. "Gel seni evine býrakayým" dedi.
Þimdi kanepede karþýlýklý olarak oturuyorduk. Bu arada annemde içeriye girdi. Engin "Merhaba teyze sizi rahatsýz etmiyorum ya" dedi. Annem "Ne demek oðlum ne rahatsýzlýðý" dedi. "Zaten bizde seni merak ediyorduk." "Bir saat önce Arda’yla, Þimal'de buradaydý" dedi. "Ya öyleymiþ dedi." Ve çantasýndan elde yapýlmýþ bir çerçeve içerisinde bir fotoðraf çýkarttý. Biraz önceki yerde çekilmiþ fotoðrafýmdý bu. Sanki ben dâhil herkes capcanlýydýlar. Bana oradan el sallýyorlardý. Hatta þarkýlarý ta buraya kadar ulaþýyordu diyebilirim. Teþekkür etim. Ve bana "Biliyor musun bilmem ama beni askere polis zoruyla götürmüþlerdi. Evden bir gece yarýsý almýþlar karakolda bir süre tutmuþlar ve birliðime teslim etmiþlerdi. Bir yýlbaþý gecesi askerdim. Ama neyse o günler geride kaldý" dedi. "Bana askerde 'aðbi' diye hitap ederlerdi. Çünkü onlardan en az 10 yaþ ihtiyardým. Çocuklarýn ýsrarýna dayanamayarak birlikte bir fotoðraf çektirmiþtim. Bu fotoðraflarý eve postalarken bir mektup kaleme almýþtým. Hâlâ hatýrlýyorum. Ama önce bize Engin usulü bir çay demleyeyim" dedi. Ve mutfaða yöneldi. Çay demlenene kadar bizi merakta býrakmakta elinden geleni yapýyordu. Sonra çaydanlýðý ve çay bardaklarýný alarak "Nerede kalmýþtýk" diyerek söze baþladý:

Merhaba Anneciðim, Babacýðým, kardeþlerim ve Dostlarým,

Fotoðraf falan da olmasa sizleri arayýp soracaðým olmuyor sanmayýn, Sizleri sýk sýk anýyor, anýmsýyor ve imkân dâhilinde olduðu müddetçe de arýyorum. Kâh mektupla olmasa da telefonla. Nasýlsýnýz? Ben olabildiðince iyiyim. Yani burada olunabildiði kadarýyla. Gerçi bunu sýk sýk dile getiriyor, yazýyorum ama olsun. Þu geçen zamana dair elimde olan tek iyi düþünce bu. Bu mektupla elinize geçecek olan fotoðraflar Efes tatbikatý öncesi yüzme eðitimi çalýþmalarý sýrasýnda çekildi. Tarih 28'le 30 Mayýs'a tekabül ediyor.
Fotoðraf dedikte fotoðraf: içinde bulunulan zamanýn küçük bir anýný yansýtýr. Doðal ortam içinde "çekilen" elde edilen fotoðraf kurgudan yoksundur ve gerçeði yansýtýr. Kurgu ise þu elinizdeki fotoðraflarda olduðu gibi yapaydýr. Bu fotoðraflarý bu þekliyle okumak gerekiyor. Hayatta da çoðunlukla kurgular dolayýmý ile var olma mücadelesi sergilemiyor muyuz? Her iliþkimizde oldukça yapay deðil miyiz? Týpký þu fotoðraflar gibi. Peki, doðallýk mümkün olmaz mý? Buna þimdilik pek yanýt veremiyorum. Ama olasý diyebilirim. Özeti þu ki, varým demek yetmiyor, varlýðýný diðer ben varým diyenlerle paylaþýp hep beraber kaynaþmak gerekiyor.
Hayatýmýzýn geçip giden yýllarý, anlarý hepsi de birer gerçektiler. Ama þu yaþananlar. Oysa bu yaþadýklarýmýz da birer gerçektir ve acýlarý da sevinçleri de gerçekten ve doya doya yaþýyoruz. Anýmsayýp hüzünlenen, anýmsayýp tebessüm eden de yine bizleriz. Biz ufak insanlar. Dünyasý incir çekirdeði ile sýnýrlý, uðraþýsý incir çekirdeði ile yoðun biz insanlar. Bu insanlar þimdilerde aðýz dolusu gülemiyor. Oysa...
Fotoðraflar korkunç, baktýkça korkuyoruz. Hayatta da bazen ve sýklýkla öyle deðil mi? Korkularýmýz korkmaya dair olsa. Korkmaktan korksak, koktuðumuzu alt etsek. Alt ettiðimiz kendi iðrenç bencilliðimiz olsa. Bencillikten, bencillerden korkmayýp sýyrýlsak, alt etsek...
Fotoðraf umuttur. Umut ise her yerde, umut mukadder, mukadder olan ise hiç de kader deðil, birer gerçek.
Buradan baktýðýnýzda siz ailemin ve önemlisi siz dostlarýn fotoðraflarý net deðil. Flu. Neden böylesine flu biliyorum. Bildiðim her þey beni hüzünlendiriyor. Hüznün sonu ise yeni bir serüven, yeni bir hayatýn baþlangýcý. Amaç þimdilik hüzünlenmekten ýraklaþmak, arýnmak, ola ki sonuç umduðumuz gibi olsun. Çünkü hayatta sýklýkla karþýmýza çýkan ummadýklarýmýz deðil mi? Ummadýðýmýz þeyler ne kadar az ise o kadar mutlu olacaðýz. Daha az ummakla dolu günlere selam olsun.

"Bu kadar gevezelik yeter, sana geçmiþ olsun Cemre, kendine iyi bak" dedi. Anneme de "Hoþça kal teyzeciðim" diyerek kapýya yöneldi. O kapýdan çýktýðýnda bende yeniden uykuya dalmýþtým bile...



Oysa ne kadar kolaydýr... Birazcýk zorluklara göðüs gerebilsek...

Ertesi gün artýk kendimi tamamen iyileþmiþ olarak hissediyordum. Ama annem birkaç gün daha bana iþ yapmayý yasakladý. Annemin hayattaki tek yakýný bendim. Babam beþ yýl önce kanserden ölmüþtü. Evin tek çocuðu bendim. Annemin güzel kýzý Cemre...
Söz verdiðim halde gençlerin tiyatro çalýþmasýna katýlamamýþtým. Merhaba kültür merkezine bir Perþembe günü uðradým. Beni gayet hoþ bir þekilde karþýladýlar. Benden izlenimlerimi almak istediklerini söylediler. Ben de gayet güzel bulduðumu söyledim. Birlikte çok güzel bir çay içtik. Oyunu iki hafta sonra sahneye koyacaklarýný ve beni de özel olarak davet ettiklerini söylediler. Bende teþekkürlerimi sunarak, çalýþmalarýnda baþarýlar dileyip oradan ayrýlmak üzereydim ki, kapýdan Engin girdi. Herkese merhaba dedikten sonra, bana "Ne tesadüf sende mi buradasýn, iyileþmiþ ve kendini toparlamýþsýn. Bu oyunu gençlere sen tavsiye etmiþsin. Kurgulamak ta bana düþtü. Nasýl beðendin mi?" dedi. Çok beðendiðimi söyledim. Ama artýk gitmem gerektiðini söyledim. "Güle güle Cemre, ben iki hafta sonra ki temsilde olamayacaðým ama muhakkak gel" dedi...
Ýki hafta sonra oyunu izlemek üzere Merhaba Kültür Merkezine gittim. Oldukça kalabalýk ve coþkulu bir seyirci kitlesi vardý. Gençler beni herkese övgüyle tanýþtýrýyorlardý. Engin'in dostu, bizim de dostumuzdur diyorlardý. Oyun oldukça ilgiyle ve alkýþla karþýlandý. Ben oyun sonrasý izin isteyip ayrýldým. Bana Engin'in eðer oyunu izlemeye gelirsem þu karanfili vermelerini tembihlediðini söyleyerek bana bir karanfil verdiler...

Hep vardý... Yaný basýmdaydý...

Bir gün Enginlerin evine uðradým. Kapýyý Engin açtý. Doðrusu þaþýrmýþtým. "Merhaba Cemre, içeri girsene" dedi. Bende ona "Merhaba" dedim. Bana çalýþma odasýna geçmemi, ocaða çay koyacaðýný söyledi. Odasý son gördüðüm biçimdeydi. Masasýnýn üzerinde birkaç kitap yýðýlýydý. Ama bilgisayarý ve o siyah daktilo yoktu. "Daha önce gelmiþtin, pek bir deðiþiklik yok geç bir yere otur" dedi. "E anlat bakalým ne yapýyorsun" diye sordu. Bende ona bu süreç içerisinde oldukça garip, þaþýrtýcý ve hoþ þeyler yaþadýðýmý anlattým. Ve Þimal'in bana okumam için verdiði þu meþhur kitapçýðý okuduðumu söyledim. "Ya sahi mi, nasýl buldun" diye sordu. Bende ona çok güzel bulduðumu söyledim. Ancak merak ettiðimi, neden artýk Þimalle görüþmediklerini" sordum. Bir an için daldý ve sonra gülümseyerek. "Biliyor musun sanýrým özdeyiþ doðru 'zaman en iyi ilaçtýr'" Sonra konuþmayý bambaþka konulara yöneltti, umutlarýndan, hayallerinden, düþ kýrýklýklarýndan ve her þeye raðmen mücadeleden bahsetti. Bunlarý o kadar içten ve inançla söylüyordu ki. Heyecanlanýyor. Ayaða kalkýp taklit etmeye çalýþýyor. Ýlgili kitaplarý bulup tek tek okuyor. Resimlere, þemalara, krokilere baþvuruyor. Anlatýyor, anlatýyordu. Tüm bunlarýn arasýnda iki defa çay demlemiþti. Peþ peþe çayýný yudumluyordu. Bana ekmek arasý bir þeyler hazýrladý. Ve saatler süren bu sohbet sonunda "Ýþte Cemre 'zaman en iyi ilaçtýr' anlýyor musun" dedi. "Evet, Engin anlamak istiyorum" dedim. Gülümseyerek, "Ýyi sevindim, en azýndan anlamaya çalýþacaðýný söylemekte bir þeydir" dedi. "Ben artýk kalkayým" dedim. "Bana geldiðin için sevindim" dedi. "Bana her konuda hiçbir sýkýntý ve kuþkuya kapýlmadan gelebileceðimi" söyledi. Al bu karanfil senin olsun, bir süre eve uðramayacaðým burada solmasýn" Anneme ve Arda'ya ve karþýlaþýrsam Þimal'e selam söylememi salýk verdi. Sonra bana apartmanýn kapýsýna kadar eþlik etti. "Paran var mý?" diyerek elime bir miktar para tutuþturdu ve gülümseyerek "Borcun olsun" dedi. Ben de "Tamam, dediðin gibi olsun" dedim...


Zaman en iyi ilaç... Mý? ... Yýllar Sonra...

Onun hakkýnda söyleyebileceklerim bu kadarla sýnýrlý, çünkü o günden sonra Enginle yýllarca karþýlaþamadým. Ailesi de nerede olduðunu, ne yaptýðýný bilmiyordu. O sanýrým, o komünist toplumla, bu gün arasýnda mekik dokuyordu...
Bu arada Arda ile ben evlendik. Þimal'de Arda’nýn arkadaþý Ulaþ’la evlendi. Bizim bir oðlumuz ve kýzýmýz oldu, adlarýný Engin ve Iþýk koyduk, Þimallerin ise çok istemelerine raðmen çocuklarý olmadý. Bizim gecekondunun yerini bir müteahhide kat karþýlýðý vererek iki daire karþýlýðý bir apartman inþa edildi. Bir dairesine de Þimaller taþýndý… Bu yýlbaþý gününü hep beraber kutlamak için bizim evde toplanacaðýz. Ben bu akþam için gerekli alýþveriþi yaptýktan sonra eve yeni geldim. Özür dilerim kapý çalýndý. Bana birkaç dakika izin verirsiniz deðil mi?



Fazla bekletmedim sanýrým. Kapýyý açtýðýmda, kýzýl saçlý bir kýz kurye benim adýma bir paket olduðunu söyledi. Paketi alýp ilgili yeri imzaladým. Paketin gönderildiði yerde bir pul vardý. Ýlginç bu puldaki resmi hatýrlýyorum. O Engin'in odasýndaki duvardaki resmin aynýsý. Ama paketin gönderildiði bu yerin yaþadýðýmýz bu dünyanýn neresinde olduðunu çýkartamadým. Ofir diye bir yerden gönderilmiþ. Tabi ya þu meþhur Ofir ülkesi. Hani þu Engin'in bahsettiði Hazreti Süleyman'ýn kullarýný yolladýðý dünyanýn en güzel hazinelerinin bulunduðu, neresi belli olmayan yer. Böyle bir yer varmýþ demek… O zaman bu paket Engin'den olmalý. Hemen paketi açayým… Paketin içinde, ikinci bir paket ve bir fotoðraf var, bu benim yýllar öncesinde çektiðim Engin'in bir fotoðrafý. Arkasýnda ise bir not var. Notta;

"Merhaba Cemre, ben Engin lütfen bu hediyemi kabul et. Daha doðrusu bu hediyem size, hepinize yýlbaþý hediyem ve saat 24.00’de açýn, þimdiden mutlu yýllar"

Diye yazýyor. Paketi yýlbaþý masasýnýn ortasýna yerleþtireceðim. Bakýn Arda, Þimal ve Ulaþ'da geldiler. Bir süre sonra Oðlum Engin ve kýzým Iþýk’ta gelir...

Yeni bir yýlý karþýla...

O gün gayet güzel eðlendik. Oðlum Engin gitar çalýyordu, kýzým Iþýk ise o güzel sesi ile þarkýlar söylüyordu. Bizde ara sýra þarkýlara katýlarak söyledik, hep beraber þarap içtik, kadeh kaldýrdýk, ama hepimiz masanýn ortasýný iþgal eden Engin'in kendisi gibi esrarengiz hediyesini merak ediyorduk. En çokta Engin ve Iþýk. Çünkü kendilerine isim ‘babalýðý’ eden bu esrarengiz kiþiyi onlarda merak ediyorlardý. Bende geçenlerde yeni yýl kartý almak için çarþýda dolaþýrken gözüme çarpan bir kartpostaldaki þiiri okudum onlara. Þiir “Kardan Adam Bu Dünya” ismini taþýyordu. Ýsmini daha önce hiç duymadýðým Umut Erkan Þirin adlý Genç bir þaire aitti. Ýsterseniz sizinle de paylaþayým.

KARDAN ADAM BU DÜNYA

Umut Erkan ÞÝRÝN

Ekmekten önce baþladý özgürlük
Kavgamýz.
Acýlar ki tutuþmuþ yeryüzünü
Yakarken
Bulutlarda çýrpýndý kanatlarýmýz
Öfkelerimiz de oldu
Yassý bir çakýl taþý ile fýrlattýk
Kaygýlarý azaltýp umudu arttýrdýk
Sürekli
Hiç vazgeçermiydik yaþamdan
Ellerimizde karanfil yerine
Baþak baþak buðday
Türkülerimizde devinen sevda deðil
Özlemdi
Gökkuþaðý bedenimizdeki giysi
Taþlardaki yosunlar gibi
Sarýldýkça sarýldýkça sarýldýk
y a þ a m a
Kaðný tekerleklerinin izinde
Çimen tohum
Çoban kavalýnýn deliklerinde
Titreþen ses
Kayalarý çatlatan çiðdem kadar
Hakkýmýzdý yaþamak
Sonra sizler doðdunuz çocuklar
Umutlandýk þafaðý beklemeden
Alýn! Bir dünya býrakýyorum size
Kardan adam deðil
Ç o c u k l a r! ...

Saat 24.00’ü vurduðunda sevinçle birbirimizin yeni yýlýný kutladýk. Ben "Kimsenin aksi bir teklifi yoksa bu paketi ben açayým, ne dersiniz" diye sordum. Ve paketi açmaya baþladým. Ýçinden amatör bir ruhla hazýrlanýp ciltlenmiþ bir kitapçýk çýktý. Kapaðýnda kullanýlan resim benim yeni yýl için aldýðým kartpostaldaki resimdi. Kapaðýnda "Ofir’e Yolculuk / Ya Da Bir Ofir Yolculuðu Anlatýsý" yazýyordu… Heyecanla kitapçýðýn kapaðýný açtýðýmda ilk cümle;

“Ofir dostlarýna... Bir gün tekrar Ofir yolculuðunda görüþmek üzere…”

Diye bir temenniyle baþlýyordu. Hepimizi yine büyülemiþti Engin. Ben kitapçýðý kýzým Iþýða uzatarak bize tane tane okumasýný istedim. Ve Iþýk kitapçýðý okumaya baþladýðýnda bizler yine o eski zamanlara Engin ile yapmaya çalýþtýðýmýz yolculuða yeniden baþlamýþtýk. Yeniden ama bu defa daha bir bilinçli olarak…

BÝTTÝ mi?












METÝNLER

Metin-1

Merhaba GÜL,

Mektubun bu akþam –16 Haziran akþamý – elime geçti. Hiç vakit kaybetmeden sana cevap yazmaktan kendimi alýkoyamadým. Teknolojinin hýzla geliþtiðinin sýkça dillendirildiði, çokça kullanýlan bir deyimle dünyanýn küçük bir köye dönüþtüðü iddia edilen bir yüzyýlýn bu son yýllarýnda 26 Mayýs’tan 16 Haziran’a kadar bir mektubun yerine ancak ulaþmasý bu kendinden menkul aslan demagoglara iyi ve yerinde bir cevap olmalýdýr. Neyse þimdilik bir kalem geçelim.

Sana nasýlsýn diye sormuyorum. Zaten mektubun bana ne halde olduðunu anlatýyor. Kapitalizm kendisini bencillik üzerine kuruyor. Bireyin özgürlüðü ve o derecede de köleliðinin adeta kurumsallaþtýðý bir yapýnýn adýdýr da kapitalizm ve kapitalizm için en deðerli þey bencil bireylerin sonsuz çeþitlilikte serpilip boy vermesidir. Ki, biz komünistler ilk önce bu mevcut kapitalizmin tanrýsallaþtýrdýðý bireye, “saf birey” olarak önem addetmekle beraber, bireyin toplumsallýðýna vurgu yaparak, toplumsal bireyi/toplumsallaþmýþ bireyi önemsiyoruz. Ki geleceðin sosyalist/komünist toplumu, toplumsal birey ve ayný anlama gelmek üzere toplumsallaþmýþ bireylerin kolektif dünyasý olacaktýr. Kafa ile kol, kýr ile kent, kadýn ile erkek, doða ile insan, ezen ile ezilen ikili iliþkilerinin bir kez daha geri dönülmemek üzere sönümlenebilecektir. Eðer bir altýn çað aranýyor ise bu bugünden baþlayarak bu zamanlarda aranmalýdýr.
     
Son zamanlarda sýklýkla þu paradoksla karþý karþýya kaldým. “Herkes durduðu yerden bakar.” Evet, tüm hata paylarýný geri plana atarak bunun paradoksun doðru olduðunu varsayarsam, -yani durduðum yerden bakarak- bu mektubu sana yazmamam gerekiyordu. Fakat senin þu anki düþüncelerin senin de ifade ettiðin satýrlarla “18–20 yaþlarýnda hissettiklerimi hissetmiyorum, artýk ailemi kendimi düþünüyorum öncelikle” deme noktasýna getiren hatta “Geçen yýllar her þeyi olduðu gibi, bende de çok þeyleri deðiþtirdi. Öncelikle bazý kiþi ve düþüncelere karþý güvenim sarsýldý. Kiþilere daha çok.” Bu sözleri sarf edecek kadar bir aþamaya yol açan pratik faaliyetin, ayný zamanda benim de pratik faaliyetim olduðu bilgisiyle düþündüðümde, acaba hata neydi, neredeydi. Ben bugün içinde bulunduðum konumdan daima yeniyi yaratmak için sýçramalar çabasýnda iken, ya Gül arkadaþ neden bu kadar -ki sen kendini karamsar olarak nitelemesen de- karamsarlýk bataklýðýnda çýrpýnýyor diye düþünmeden edemiyor insan. Elbette ki yukarýda da ifade ettiðim gibi bu satýrlarý durduðum yerden yazýyorum. Ve elbette ki her insanýn düþünce ve faaliyetini belirleyen içinde yaþadýðý toplumsal çevresidir. Bu perspektiften bakarsak senin þu içinde yaþadýðýn mevcut toplumsal çevrenin yabanlýðýndan bir nebzede olsa uzaklaþýp, deyim yerindeyse toplumsal ferahlýða, yeniden biz kez daha bende varým diyebileceðin bir çevreye kavuþman gerekiyor. Bu ise önceki mektubumda olduðu gibi bu mektup ve baþka birçok yazýþma ve bir araya geliþlerle, evrensel kardeþlik toplumu için mücadele yürüyüþünde yeni adýmlarýmýzý bir kez daha yeniden ayarlayarak buluþabilmekle mümkün olacaktýr. Ve bu adýmlarýmýzla insanlýðýn evrensel kardeþlik toplumuna ulaþacaðýz. Buna tüm samimiyetimle inanýyorum. Aþaðýdaki satýrlarý okumaya geçmeden önce tüm yazdýklarýmý bir kez de bu gözlükle okumaný tavsiye ederim. Yoksa aþaðýdaki satýrlarý okumaya geçme ve bu mektubu yýrt/at/yak...

Tekrar Merhaba GÜL,

Alýþýlmýþ bir mektup sitilinden veyahut herhangi bir stildeki yazý türünden baðýmsýz olarak yazdýðým için baðýþlayacaðýný umarým. Bu mektupvari þey aslýnda hiçbir ve her bir düþüncenin tek bir yanýna vurgu yapacaktýr. Ancak unutulmamalýdýr ki, her þeyde olduðu gibi, düþünce de bir yumaktýr. Tam ulaþtým derken yeniden baþlanýlan...

Geçmiþ politik mücadele hattýmýzýn programatik olmasýndan çok, pratik faaliyetin icra edildiði zeminin özgünlüðünden ortaya çýkan ve baþka bir biçimde ortaya çýkmasý da bugün bulunduðumuz yerden ele alýnýnca bu yaþadýðýmýz kýsýrlýklarýn ortaya çýkmasý uzak da gözükmeyen bir faaliyeti ortaya çýkarttý. Bu hepimizin kolektif iradesiyle/iradesizliðiyle oldu. Bundan gocunmamak gerekiyor. Özellikle kadro, daha doðrusu insan malzememizin birkaç proleter haricinde çoðunlukla küçük burjuva/öðrenci unsurlardan oluþmasýnýn bir sakýncasýdýr ki, senin de iyi bir þekilde vurguladýðýn gibi “Bir takým çalýþmalar içine girersin, omuzlarsýn o iþi an gelir de, ama aðzýn laf yapmaz, demagojiyi beceremezsin, yaptýðýn iþler görülmez, çok konuþup da hiçbir iþ yapmayanlar takdir görür. Bir toplantýda bir arkadaþ ‘eylem ile söylem birbirini tutmuyor, sorun burada’ demiþti. ‘katýlýyorum’ diye cevapladým onu, ‘ama bunu söyleyecek en son kiþilerden biri sensin’ dedim, bozuldu bana, belki hatýrlarsýn. Hayatýn her döneminde yalaka tipler vardýr, okulda, sokakta, iþyerinde, her yerde. Bunlar güçlü gördükleri ve de güçlü olanlara yaltaklanarak yaþarlar. Köþe baþlarýný tutmuþlardýr, en iyi onlar yaþarlar, etkilidirler. Korkum o ki sistem deðiþiminden sonra ki yönetimlerde de bu insanlar olacaktýr ve gene onlar yaþayacaktýr en iyiyi. Asýl savaþanlar, can verenler, zulüm görenler geri planda kalacaktýr, korkum bunlar.” Bu sonuçlara ulaþmak kelimenin en olumsuz anlamýyla mümkündür. Ancak þimdilik buraya kadar diyorum. Biz ya bu deveyi böyle gütmek istemiyorsak, bu diyardan çekip gitmekle de bir çözüme ulaþamayacaðýmýzý kavramamýz, kavraman gerekiyor. Ne yazýk ki bugün kendisiyle birlikte sýnýflý toplum yaþamýný, insanlýðýn tarihinde bir daha geri dönülmeyecek biçimde ortadan kaldýrma potansiyeline sahip olmak ülküsüne sahip çýkýlmasý gereken proleterler ki bu proleter sensin, benim veyahut bir baþka benzerimizdir. Kendi kurtuluþumuzun, yani emeðin kurtuluþunun politik araçlarýný, teorisini, pratiðini hala bir baþka “piç” sýnýfýn þu ya da bu biçimde kültüründen, yaþam biçiminden kopamamýþ ve kendisine “komünist”, “devrimci” sýfatlarýný takan, ama gerçek komünistlerle, komünist devrimcilikle hiçbir alakasý olmayan, güce tapan, yer yer ve çoðunlukla yalpalayan, bu piç sýnýf olarak küçük burjuva “devrimci”lere alaný terk edersek, davaya sýrtýmýzý dönersek, davanýn yüceliðinden çok, bu þahsiyetlerin þahsiyetsizce yapýp ettiklerinden yola çýkarak mücadeleye ara verirsek, o zaman iþte o zaman þu yukarýda senin mektubundan alýntýladýðým sözcükler, sen mevcut deneyimlerinden ortaya çýkan mevcut bilincin ile kim bilir bir daha politik faaliyette bulunmaya bilirsin ama ya çocuklarýn/çocuklarýmýz, torunlarýn/torunlarýmýz ve senin ve benim bir benzerin/benzerimiz herhangi bir proletere karþý sorumluluklarýmýz. Onlarýn da bu tip sorunlarý yaþamamasý için, sýnýf mücadelesine bir proleter komüniste layýk þekilde atýlmasý için olumlu ve olumsuz tüm deneyimlerimizi aþkýn bir þekilde aktarmak, tarihe ve kiþi olarak kendimize karþý sorumluluðumuz deðil midir? Geçmiþ politik mücadelemiz, her þey bir yana bu proleter ahlak-sorumluluðu bize emanet etmemeli mi ne dersin? Somut durumumuza bir de bu noktadan bakmak gerekiyor...

Homeros Anadolu’da yetiþmiþ bir eskiçað tarihçi/ozanýdýr. Kendi çaðýný aþarak evrenselleþmiþtir. Homeros çoðunlukla Ýlyada ve Odeessa adlý iki tarihi-edebi eseriyle tanýnýr. O bu eserlerinde Troya savaþlarýný anlatmaktadýr. Savaþý kazananlarýn geri dönüþünde tek bir hedefleri vardýr, Itaki’ye ulaþmak. U-topia “ulaþýlmak istenen”dir. Ulaþýldýðý biçimiyle bu Itaki ülkesi bizim için Reel Sosyalizmin ta kendisidir aslýnda. Ulaþýlmak istenen hedef devrim –ki bu bir politik devrimdir- asýl hedef yani toplumsal devrime yakýnlaþamýyor ise devrimin hemen ertesinde yozlaþabiliyor. Proleterlerin mücadele aracý her þeyden önce bir niyetten çok bir gerçeklik olarak bu mücadele aracýnýn -ki burada murad edilen komünist partidir- ulaþýlmak istenen toplumun küçük bir modeli olabilmesidir. Paylaþýmcýlýk, kader birliði, eþitlik, öz disiplin yani kýsacasý “hayatýn hayatým, canýn canýmdýr” ilkesi ile doygun bir karþýlýksýz feda duygusunun hayata geçirildiði, komünist bir organizasyon. Her organizma gibi canlý bir organizasyon olduðu ölçüde senin mektubunda altýný çizdiðin aksaklýklar aþýlabilir. Ancak asla sürecin dýþýnda durarak deðil, sürecin içinde sonuna kadar katkýda bulunup mücadele ederek. Itaki diyorduk, Ekim 1917’de proletaryanýn politik devrimini iþçi-emekçi insanlýk olarak yaþadýk. 1991’lerde ise emp-kapitalist sisteme eklemlenmesini de gördük. Tabidir ki, SSCB’nin yani proletaryanýn bu Itaki ülkesinin yozlaþtýðýný, bunun birçok alt etmeninin olduðunu, tespit etmek gerekiyor. Ancak en büyük sorun devrimin donmasý, ilerleyememesi vb. Bugünün devrimci sosyalistlerinin dinlenmemek üzere yürümeye karar verdiklerinin altýný ýsrarla çizmek gerekiyor. Dinlence bizim için Itaki’yi temsil etmeli, dinlenmemek ise Ofir olmalýdýr. Ofir efsaneye göre Hazreti Süleyman’ýn kullarýný dünyanýn en deðerli hazinelerini bulmalarý için gönderdiði ve nerede olduðunu kendisinin dahi bilmediði bir yerdir. Bu yer bizim için özgür toplumsallaþmýþ bireylerin serpilip geliþtiði komünist bir dünya deðil midir? Reel Sosyalist pratikten çýkarttýðýmýz olumlu-olumsuz tecrübelerle biz bugünden birkaçta olsa geçmiþe göre önemli adýmlar attýk, atýyoruz. Henüz proleter komünistlerin bu adýmlarý, bir bebeðin acemiliklerini içerse de, zamanla tecrübelerimiz ve deneyimlerimiz artacak, iþte o zaman asýl savaþanlar ile diðerleri arasýnda ayrýþma kaçýnýlmaz olacak ve iþte o zaman proleter komünist toplumsallaþmýþ bireyler olarak burjuvazi ve yardakçýsý sýnýflara ve içimizdeki iþbirlikçilerle de, tarihi bir savaþým olacaktýr. Ýþte o zaman için bu günden böylesine acemice de olsa adýmlarýmýzý atýyoruz. Hic Rhodos, hic Saltha, Ýþte Rodos iþte Arþýn, burada atlamak gerek diyen Eosop’un deveye hendek atlatmanýn, Rodos’a sýçramaktan daha kolay bir þey olmadýðýnýn kavranmasý olacaktýr...

Þimdilik hoþça kal, sevgiyle kal, dostça kal...









Metin-2

Artýk Onurlu Bir Yaþam Ýçin
SAVAÞALIM!

Þimal YILDIZ

Kitap okumayý sever misiniz? Aþk romanlarý, psikolojik, korku, komedi, sosyolojik, politik... Ne tür olursa olsun kitaplarýn birer bilgi hazinesi olduðu gerçekliði kabul edilmiþtir. Kitaplar; öðretir, bilgilendir ve bilinçlendirirler. Ve her insan okuduðu kitapta kendine ait bir þeyleri muhakkak bulur, kitabýn kahramaný ile özdeþleþir, doðru ya da yanlýþý bulmaya çalýþýr. Yalnýz kitap okumak bir sanattýr... Neden? Çünkü her insan kitap okuyamaz, okusa da öylesine okumakla, okumak arasýnda bayaðý fark vardýr. Okuduðunuz kitabýn içeriðini kavramak, anlatmak istediði þeyleri özüyle anlamak ve onu yorumlamak bu noktada çok önemlidir.

Son zamanlarda kitap satýþlarýnda bir yükselme olduðu kitapevleri ve el tezgâhlarýnda satýþ yapan arkadaþlar tarafýndan onaylandý. Ancak doðrulanan bir þey daha var; o da yine son zamanlarda satýlan kitaplarýn siyasi içerikli olmasý. Bu da demek oluyor ki artýk insanlarýmýz hayatta neler olup bittiðini merak etmeye baþladý. Örneðin son günlerde piyasaya yeni sürülmüþ olan Ahmet Altan’ýn “Ýsyan Günlerinde Aþk” adlý kitabý yoðun ilgi görüyor. Okunmak için alýnýyor.

Ýþte bu kitaplar arasýnda okunmasý gerektiðine inandýðým ancak el tezgâhlarýnda bulmanýzýn imkânsýz olduðu Yücel Sarpdere’nin kaleminden yazýlmýþ olan “Vatandaþ Abuzer(*)” isimli kitabý. Bu kitap 1991 yýlýnda Bursa’da yazýlmýþ ancak 1992 yýlýnda Evrensel Basým Yayým tarafýndan piyasaya sürülmüþtür. Ve altý kez baskýsý yapýlmýþ olan bu kitap henüz hiç toplatýlmamýþ. Kitap oldukça sade, tam bir halk diliyle yazýlmýþ.

Þimdi kafanýza neden “Ýsyan Günlerinde Aþk” kitabý deðil de, “Vatandaþ Abuzer” kitabýný ele aldýðým gibi bir soru yöneltmiþ olabilirsiniz? Açýklayayým; Kitap 12 Eylül 1980 darbesinin sýkýyönetimini, o dönemde bu ülkeyi yöneten politikacýlarýný ve bir de hiçbir siyasi görüþü olmayan vatandaþ Abuzer’i anlatýyor... Ve kitapta geçen her bir olay günümüz Türkiye'si ile o kadar baðlantýlý ki! Acý fakat gerçek ama sanki tarih tekerrür ediyor. Ve ne yazýk ki o dönemi yaþayan, ama geçmiþten ders almayan insanlar yine baþýmýzda bu ülkeyi yönetip, bu ülke insanlarýný her zaman olduðu gibi göz göre göre sömürüyorlar, öldürüyorlar... Ve bunu “Vatandaþ Abuzer”i suçsuz yere cezaevine koyup, ona iþkence edilmesine izin veren insanlar yapýyor.

Kimdir bu Vatandaþ Abuzer? Dediðim gibi hiçbir siyasi düþüncesi olmayan, ancak her þeyden kendi deyimi ile ikiyüzelli gram anlayan, haklý ve haksýzý çok rahat bir þekilde ayýrdedebilen cahil, okumamýþ ama tatlý dilli, saf ve temiz kalpli biri... Aslýnda tamamýyla devlet yandaþý. Devletini ve ülkesini seven, onlarýn çýkarlarý doðrultusunda konuþan, o tarzda hareket eden birisi. Ama her nedense onun söylediklerini ve yapmak istediklerini yanlýþ anlýyorlar. Bugün bizim söylediklerimizi ve yapmak istediklerimizi yanlýþ anladýklarý gibi... Yani sözün kýsasý o günlerden bu günlere deðin deðiþen bir þey yok! Ve bizler ise bütün bunlarý bile bile ayný cahil, beyinleri kalýplaþmýþ insanlarýn bizi yönetmelerine izin veriyor, yapýlan haksýzlýklara karþý çýkmýyoruz.

Evet, onlar bizim söylediklerimizi ve yapmak istediklerimizi anlayamýyorlar... Oysaki o kadar onurlu bir yaþam istiyoruz ki. Bu ülke ve bu ülkenin insanlarý için! Hatta bize onca zulmü edenler için bile... Ama “çýkar” dünyasý bunu görmelerini engelliyor...

Ölüm oruçlarý sürüyor.Bu yazýyý okuduðunuzda kim bilir kaçýncý günü olacak? Bugün 265’inci günü! Dün 28’nci insan þehit düþtü. O ve ondan öncekiler gibi hepsi onurlarýyla, þerefleriyle öldüler/öldürüldüler.

Onlar onurlu bir yaþam için çocuklarýnýn onurlarýyla büyüyebilmeleri için ölüyorlar, öldürülüyorlar! Hiç sormuyor musunuz kendinize neden ölüyorlar? Neden öldürülüyorlar? Ölmelerine neden göz yumuluyor diye! Neden onlarýn istedikleri yasak? O kadar kötü bir þey mi insanca, onuruyla yaþamak? Ve kötüyse neden T.C.Devleti bu insanlardan korkuyor ve F tipi denilen o ölüm hücrelerine sokuyorlar? Neden, neden?

Evet, onlar onurlu bir yaþam için, çocuklarýnýn onurlarýyla büyüyebilmeleri için ölüm oruçlarýna yatýyorlar, ölüyorlar. Ýþkence istemiyorlar, sömürülmek istemiyorlar, adaletsizliði, eþitsizliði istemiyorlar...

Ve ölüyorlar.Bizlerde bunlara, yaný baþýmýzda olup biten bu olaylara seyirci kalýyor DUR diyemiyoruz... (Sizleri bilmem ama benim her ölüm orucu þehidinde içim ürperiyor ve bu düzene küfredip, lanetler okuyorum. Ve ben bu insanlardan hiç birini tanýmýyor ve görmüyorum. Yalnýz onlarý, o ölüm orucu insanlarýný onurlarý ile öldükleri için gözümde kutsallaþtýrýyorum.)

TV’lerde ve gazetelerde yayýmlanan devletin kendi çýkarlarýna göre yayýmlattýðý yalan haberleri okuyup izleyerek o insanlarýn ölmesine göz yumuyor ve adaletsizliðin, bu iðrençleþmiþ düzenin çarklarýnýn dönmesine izin veriyor! DUR diyemiyoruz. Baþkaldýrmýyor, isyan etmiyoruz! Onlar gibi ölümü göze alamýyor, alan insanlarýnda yok olmalarýna göz yumuyor DUR diyemiyoruz!

Ne yazýk ki ölen insanlardan bir tanesinin de, aðabeyimiz, ablamýz, dayýmýz, halamýz, amcamýz olabileceðini düþünmüyor ve hala baþkaldýrmýyoruz...

Hadi bu ülkenin güzel insanlarý;
Bizlerde artýk bir þeyler yapalým!
Bizlerde birer “Vatandaþ Abuzer” olup haksýzlýða, onursuzluða dur diyerek AYAÐA KALKALIM!

Ölüm orucu direniþçilerine destek çýkýp bu iðrenç düzene karþý koyalým.

HADÝ BÝRLEÞELÝM!

Artýk onurlu bir yaþam için SAVAÞALIM!

































Metin-3

“ÞÝMDÝ HER ZAMANKÝNDEN DAHA FAZLA”(*)

Türkiye sosyalist hareketi, bugün tarihinin belki de en kritik dönemini yaþamaktadýr.

Sosyalist hareketin son on yýlý, çarpýcý yýkýlýþ ve çözülüþlerin yaný sýra silkiniþ ve toparlanma çabalarýna da tanýklýk etti. Sosyalist hareket 12 Eylül’ün aðýr darbelerine raðmen bu dönemden yeni bir silkiniþ için gerekli asgari kadro birikimi ile çýkabilmiþtir. Öyle ki, yaklaþýk olarak 1985’den 1990’a kadar uzanan beþ yýllýk dönemde anlamlý ve canlý tartýþmalar, giderek örgütlenme biçimleri gündeme gelebildi. Bu dönemde Türkiye sosyalist hareketi bütün olumsuzluklarýna raðmen görüþ alanýný geniþletti, temel sorunlarýna daha saðlýklý bir yaklaþýmla eðilmeyi baþardý. Örnek vermek gerekirse, bu dönemde sosyalist hareketin deðiþik kesimleri seçim çalýþmalarýna birlikte girebiliyor, üstelik bu bir aradalýðý ikirciksiz ve açýk bir Devrimci-Marksist konumdan dýþa vurabiliyordu.

1990 yýlýyla birlikte, baþta Sovyetler Birliði olmak üzere eski sosyalist ülkelerde yaþanan çözülme süreçleri, Türkiye sosyalist hareketini ve kadrolarýný çok derinden etkiledi. Sarsýntý, bellekleri neredeyse tümüyle kazýdý, gerçekten yeni olanýn içine yerleþtirilebileceði çerçeveleri bile paramparça etti. Sonuçta 12 Eylül karanlýðýna direnebilen kadrolarýn önemli bir bölümü, bir boþluðun içine düþtü. Tüm dünyada yükselen sað dalganýn alýp götürdükleri dýþýnda, direnebilen sosyalist kadrolar da bu savrulma ortamýnda daha çok kuþku ve güvensizlik biriktirdiler. Son çözümlemede saða açýlabilen yönelimler geliþtirdiler.

Perestroyka’nýn, glasnost’un, yenidünya düzeni’nin, “radikal demokrasi”nin, sivil toplumculuk’un ve sol liberalizm’in, kýsacasý doðrudan doðruya sosyalizme ya da sosyalizmin “kötüsü”ne alternatif olarak sunulan küresel tezlerin iflasý çabuk oldu. Denebilir ki, 1992 yýlýyla birlikte, sosyalizmin ayakta kalabilen kadrolarý dünyaya ve ülkelerine daha saðlýklý ve de gerçekçi bir biçimde bakmaya baþladýlar. Sosyalizm umut olmaktan çýkmýþtý, reel sosyalizmin çöküþ sürecini hýzlandýrmak için ortaya atýlan tezlerin kofluðu artýk daha net görülebiliyordu. Küreselleþme adý verilen sürecin, biçimsel demokratikleþme giriþimlerinin ötesinde, aslýnda iþçi sýnýfýna ve sosyalizme cepheden saldýrýyý hedefleyen ideolojik özü açýða çýkmýþtý. Dahasý, Türkiye’nin evrensel dalgaya kapýlarak ve batýdan kopmama zorunluluðu nedeniyle “demokratikleþebileceði” yolundaki umutlarda iyiden iyiye zayýflamýþtý.

Gerçeðe bu dönüþ, Türkiye sosyalist hareketinin ayakta kalan kadrolarýný yeni örgütsel arayýþlara yöneltti. Köklü denebilecek bir geçmiþ ve nicel anlamda ciddi kadro birikimine sahip bazý sosyalist gruplar, açýk mücadele alanýnda belirli bir örgütsel forma ulaþýlmadýðý sürece þu ya da bu biçimde erozyona uðrayacaklarýný gördüler. Ancak bir kýsým tam tersi, kütleden kopuk bir kadro hareketi olarak, Ýllegalite fetiþizmi yaparak, Bürokratik, teknik çalýþmalarla apolitik bir siyasal forma dönüþebilmektedir. Ýçinde bulunduðumuz bu harekette niyeti bu olmasa da bu somut açmazdan kendisini kurtaramamýþtýr. Çünkü öncülük fiili yeterince anlaþýlamamýþtýr.

Daha açýk ifade etmek gerekirse; 1- Öncülük, verili bir toplumsal sistemde ancak ve ancak çerçevesi belirlenmiþ bir DEVRÝM TEORÝSÝ’NÝN içine yerleþtirilebilecek bir fiildir.

2- Öncülük tanýmýnýn içerisinde mutlaka belirlenmiþ bir siyasal özne yer almak zorundadýr.

Bu siyasal özne bütün bir süreci kapsayan “Devrim Teorisi”nin içinde devingen ve deðiþken bir varlýktýr. Bu nedenle illegalite fetiþizmi, açýk alan örgütsel formlarýnýn yaratýlmasýnda gerekli esneklik ve politikalarýn oluþmasýný engellemektedir. Böylece siyasal özne devingen ve deðiþken bir varlýk olmaktan çýkýp, statik, stabil bir bürokratik aygýt durumuna dönüþmektedir.

Daha açýk söylemek gerekirse öncülük, devrim sürecinin bütününü kapsar. Yani devrim öncesinde, devrim yükseliþinde, devrimin vuruþ anýnda ve iktidarýn alýnmasýndan sonra iþleyen canlý bir fiildir. Bu aþamalarýn her birinde öncülük fiilinin kapsamý ve anlamý, öznenin ise yapýsý farklý olacaktýr. Örnek olarak ifade etmek gerekirse; Burjuvazinin günümüzde ideolojik-kültürel kuþatmasýna karþý açýk alanda bu kabuklarý kýracak siyasal, örgütsel ideolojik araçlara gereksinim doðar. Böylece bir alan ortaya çýkar ve bu alana Marksist ideolojik, siyasal ve kültürel müdahale bu araçlar kanalýyla gerçekleþtirilir. Böylece Marksizm adýna burjuva ideolojik- kültürel kabuklarda gedikler açýlmýþ olur. Devrim öncesi çalýþma biçimlerine küçük bir örnek olarak Evrensel Kültür Merkezleri içerik olarak olmasa da biçim olarak baþarýlýdýr. Keza açýk siyasal parti çalýþmalarý da içeriði dýþýnda baþka bir baþarýlý biçimdir. Günlük devrimci basýn, haftalýk devrimci basýn içerik olmasa da biçim olarak diðer baþarýlý çalýþma biçimleridir. Kadrolar bu alanlarda ki devrim öncesi çalýþma biçimleri içerisinde devingen ve deðiþken ve ayný zamanda iþlevseldir. Meþruiyet oluþturma ve kütleselleþme çalýþmalarýnda önemli imkânlar bu þekillerde yaratýlabilmektedir. Öteki türlü kendi kovuðunda devrim yükseliþi bekleyen, bürokratik iliþkiler içerisinde boðulmuþ, komünizmin genel doðrularýný savunan statik bir kadro devingen ve deðiþken deðildir. Soyut doktriner bir yaný vardýr ya da tamamen bürokratik, teknik açmazlarýn kiþiliðinde buluþan bir karakteri temsil eder.

Devrimi kitleler yapar önermesi öncülük fiilinin dinamik içeriðini karþýlamadýðý için DEVRÝM TEORÝÐÝ’NÝ kýsýrlaþtýrmaktadýr. Devrimi kitleler yapar, devrimi iþçi sýnýfý yapar, devrimi öncü iþçiler yapar, devrimi iþçi sýnýfý partisi yapar, devrimi öncü çekirdek yapar... Bu önermelerin hepsi doðrudur, ama bütünlüðünden kopartýp teker teker ele alýndýðýnda ise yanlýþtýr. Çünkü hepsi bir bütünün deðiþik köþelerini oluþturmaktadýr. Biz bütün bu köþeleri içeren bir bakýþ açýsýnýn doðru olduðunu kabul ediyoruz. Tek tek bu görüþlerden birisine indirgenmiþ çalýþma biçimlerinin baþarýsýz olduðuna inanmaktayýz. Birçok sosyalist hareket siyasal toplumsal dinamikler içerisinde kitleselleþme kanallarýný zorlayan kadro hareketi olarak deðil, kendi içine kapalý kendi dýþýna açýlma kanallarý ve araçlarý olmayan bir çalýþma biçimi benimsemeye çalýþmýþlardýr. Örnek olarak son seçimler yukarýda söylenen köþelerin bütünlüðünü taþýmayan taktiklerini içermiþtir. Sol kadrocu bir anlayýþ akabinde sað politikalarý da beraberinde getirebilmektedir. Baþka bir örnek ise çeþitli yayýn organlarýnda ayaklanma moduna girmiþ iþçileri engelleyen sadece sendika liderleriymiþ gibi bir yorum yapýlarak düzenden umudunu kesmemiþ iþçilerden yapamayacaklarýný beklemek þeklinde düþünceler dile getirilebilmektedir. Hemen þimdi genel grev sloganlarýnýn olmasý gibi, “legal deðil devrimci parti” gibi sloganlarý yükselterek siyasal dinamiklerin bu topraklarda 30 yýldýr yarattýðý bir takým geleneklerin evirilme determinizmini göz ardý etmek, siyasal ittifak iliþkilerini yok saymak, bu siyasal dinamikler üzerinde ideolojik hegemonya oluþturacak araçlarý geliþtirme konusunda yetersiz kalmak gibi siyasal darlýklara düþülmektedir.

Yukarýda genel baþlýklarýyla açýmlamaya çalýþtýðým genel çerçeve ileriki süreçlerde geniþletilmeye çalýþýlacaktýr. Gelinen noktadaki sorun ve sonuçlara yol açan sebepler kendi açýmdan doðrularýmdýr. Bu noktada zaten kendi yolumda yürürken yaratacaðýmýz siyasal eylemlilik bu temel noktalarda biçimlenecektir.































Metin-4

YENÝ ZAMANLAR

“Proletarya devrimleri, 19. Yüzyýldakiler gibi, kendi kendilerini durmadan eleþtirirler; gidiþlerini sýk sýk durdurarak tamamlanmamýþ olan bir konuya yeniden el atarlar; tereddütleri, güçsüzlükleri ve ilk teþebbüslerinin basitliðini amansýzca alaya alýrlar, ta ki; geriye dönüþü olanaksýz kýlacak bir durumu yaratmýþ olsun. O zaman bütün koþullar haykýrýrý. Haydi, Halep orada ise, arþýn burada”(1)

“Hic Rhodus, hic Salta
Haydi atla
Gül burada, burada raksetmelisin” Eosope

Merhaba Rosa,

Osmanlýdaki komitalardan birinin adý þair Rigas’ýn da kurucularý arasýnda bulunduðu Sinomasia adlý komitadýr. Bu komita için bugün özellikle 17.yüzyýl Arnavut ve Rum halklarý arasýndaki kurulmuþ olan akrabalýk, komþuluk ve dostluk geleneklerinden ilham almýþtýr diyebiliriz. Bu ilhama mazhar olan gelenek bir bakýma Anadolu’daki kan kardeþliðinin de biz benzeri olan hissi akrabalýktýr. Bu hissi akrabalýk Beþa (Arnavut geleneðinde ant içmek)’laþmak ile doruðuna ulaþýr. Beþalaþmak genellikle Beþa’larýn köy veya kasabanýn orta yerinde olabildiðince yüksek sesle ‘hayatýn hayatým, Canýn Canýmdýr!’ haykýrýþýyla tüm topluma ilan edilir. Rigas’ýnda içinde bulunduðu Sinomesia ve benzeri örgütler Osmanlý egemenlik yapýsýna karþý özelde ulusal dozda bir savaþ ve direniþ örgütleyebilmek için yola koyulurlar. Tarihsel çýkarlarý o günler için uyuþan Avusturya Fransýz ve Osmanlý ‘þeytan’ üçgeninde yenilirler ve Osmanlý’ya iade edilirler. Þair Rigas ve yoldaþlarýnýn sonu boðdurulmak suretiyle acý bir ölüm olur. Ki tarih Osmanlý ülkesini ve diðer Fransýz, Avusturya, Rus, Alman ülkelerini uluslaþma süreci içerisindeki dalgalanmalarla darmadaðýn etmiþ. Rigas ve yoldaþlarýnýn ruhu efsanedeki kuþ gibi kendi küllerinden yeniden doðmuþtur. Bu isyan ateþi Spartaküs’ün özgürlük ateþidir. Görev sýrasý Anadolu’nun Proleter Devrimcilerindedir. Bizi ulusal olmayan sýnýfsal bir savaþ bekliyor. Bu onurlu göreve talip olanlar var, ayný zamanda talip olmayý reddedenler de. Bu ayrýþmayý yaparken mekanik açýdan yaklaþmak Marksizm’in iyi bir öðrencisi olmaya çalýþan birisi için hiçleþmek olur. Bundan önceki olaylý metinde bazý noktalarý aþtýðýmýzý iddia etsek de mevcut konjonktürün her türlü baskýsýndan tam anlamýyla sýyrýlamadýðýmýzý iddia etmiþtim. Zaman bunu kýsmen onayladý. Bu baskýyý ne kadar azaltabilirsek ufkumuz da o kadar geniþ olacaktýr.(2)

Yeniden ve bir kez daha iddia ediyorum. Bugün ne kadar çok marjinal olsak da, yeni bir sýçramanýn, YENÝ ZAMANLAR’ýn politik sýnýf savaþýmýnýn potansiyel enerjisini baðrýmýzda taþýma misyonu her an yeniden ve yeniden örgütleniyor.

“Halkýn görenekleri alýþkanlýklara dayanýr; halk neye alýþmýþsa, onu akla uygun, haklý ve yararlý görür. Ve bir yüzyýl daha önce yeni bularak ayný derecede þiddetle karþý çýktýðý þeyleri bir yüzyýl sonra þiddetle savunur.” (Belinski, Rus Düþünce Tarihi)

Yukarýdaki alýntýda “halk” kelimesi yerine “insan, kiþi, vb.” koyarak yeniden okumak yol açýcý oluyor. Tüm toplumsal iliþkilerimizden soyutlandýðýmýzý hayal ettiðimizde çok daha rahat anlayacaksýndýr. Kýsaca deðinmem gerekirse bir dönem hakkýmda ilerici görüþleri savunduðun doðruydu, ama bu o dönemin özgünlüðü bittiði noktada gericileþmenin de sebebidir. Deðiþmeyen tek þeydi deðiþim. Bu yaný sen ve benim iliþkimi tarif ede dursun. Toplumsal bir iliþkide sýnayalým: Sýradan olmayan en azýndan “devrimci demokrat” olan arkadaþ senin yanýnda ifade etti, “orasý Çin, Rusya ve onlar Türkiyeli insanlara benzemezler...” iþte gericileþme (inançsýzlýk) tam da burada ortaya çýkýyor. Göreve talip olmak hakkýný vermektir. Ki sen de “Hiçbir þey yapmadým diyorsun; bir þeyler yaptýðýmý iddia etmek, yapmamaktan kötüdür.” O halde hakkýný nasýl vereceðiz. Nasýl olmamasý için birkaç þey kafamda biçimlendi. Tüm eksiði ile paylaþmak isterim. Kantinlerde entelektüel gevezelikler etmekle devrimcilik yaptýðýný, hatta hiçbir þekilde kapitalist bir savaþýmla bütünleþmemiþ hatta daha özelinde yapýlan kantin savaþýmýný bile içselleþtirememiþ bir yürüyüþün talibi insanlar bunu söyleyeceklerdir. Liberal solcu olan bu insanlardan ne kadar kopulursa, o kadar çok marjinal olacaðýmýz kesindir. RSDÝP baþlangýçta tam da bu noktadadýr. Onlar bir yandan ideolojik savaþým verirken örgütlü bir yürüyüþü de düzenlemekteydiler. Ýðneyle kazarak yapmaya çalýþtýðýmýz da týpkýsý olmasa da benzeridir. RSDÝP’ in o dönemiyle ilgili olarak N.K.Krupskaya’ya baþvurmak istiyorum:

“O sýralarda etkin Marksistler (Narodnizm’den sýyrýlanlar -m.d-) baþlangýçta zayýf da olsa bir örgüt oluþturdular. Kendilerine Alman Ýþçi partisi gibi Sosyal Demokratlar dediler.” (3 )

1917 Ekim devrimine akan süreç böylesine az sayýda, böylesine zor koþullarda kendine kanal aramýþ ve açmýþtýr. Görev vardýr ve talip olma zamanýdýr. Onlar talip olmasýný bildiler. Ancak asla Rus çarý Petro gibi kiþilere olduðundan farklý misyonlar biçmemek gerekir. Çünkü bu geliþmeyi engeller.

“Kalbinin özlemiyle hiçbir zaman yetinmedin
Ama anavatanýný bir kadýn gibi sevdin
Arzularýný, emeklerini ve sanatýný

Ona verdin, kabesinin çevresinde topladýn
Tüm saf ve dürüst hisleri yeni bir yaþama
Neþe, sevgi ve baðýmsýzlýk kutsaldýr,
Vatan keder ve çekiþmeyle dolu dedin.

Ancak ölüm saatinin çalmasý için çok erken
Daha fazla engellenemeyecek o ýþýðýný o soylu aklý
Böylesi eþitsiz iktidarýn kelimeleriyle konuþan
Ýnsanlýðý kurtarmaya çabalayan kalbindir.” (4)

Aradan 1990’dan beri dört yýla yakýn bir zaman geçti. Ýnsanlarýn hayatýnda tesadüflerin rolü oldukça önemli olabiliyor. Karþýlýklý etkileme ve etkileþmeler hayatýn daha sonraki dönemlerinin temellerini atabiliyor. Meþhur bir Anadolu deyiþi “boynuz kulaðý geçti” der. Bu etkileþimdeki süreç tam da buna benzer bir sürece denk düþtü benim için. Seninle tanýþtýktan sonra bugün açýkça senden etkilendiðimi itiraf etmeliyim. Bana geniþ bir ufuk açtýn. Bugün ben bu ufku yaþamaya gayret ediyorum. Ki benden etkilenen insanlar beni aþtýkça seviniyorum.
     
Her geliþme kendisinden önceki birikimin üzerine oturuyor. Ve o birikimin baðrýnda oluþuyor. Sýnýflý toplumlarýn Ýlkel komünal toplumdan yabancýlaþarak birbiri ardýna yeni toplumsal örgütlenme biçimlerini üretirken proletaryanýn her toplum biçiminde kendisini daha da bileyerek geliþmesi gibi.

Yukarýdakilerden sonra anlatmak istediðim (kavratmak da istemiþ olduðum) bana karþý telaþlanman deðil sevinç duyman daha saðlýklý bir bakýþ olmalý idi. En azýndan bir momentten sonra. Fakat telaþýn, içinde bulunmak zorunda olduðun toplumsal iliþkilerin basýncý tarafýndan belirlendiði içindir ki gericileþiyor, dilim demeye varmýyor ama yinede diyeceðim bir bakýma onursuzlaþýyorsun. Tek kelimeyle yazýk. Tam da burada Karl Marks’a kulak verelim:

“Dünyanýn yaratýlýþý, en büyük darbeyi jeogeniden aldý –Yani dünyanýn bundan sonraki geliþmesini bir süreç bir kendini doðurma süreci olarak gösteren bilimden. Yaratýlma teorisinin tek pratik yadsýmasý, Generatio aequivoca’dýr (kendiliðinden üreme, kendi kendini oluþturma –ç-)”dýr.(5)

Bir kez daha beni affedeceðini umarak ukalalýða sýðýnarak sana bir öneride bulunacaðým. Tabancadan çýkan bir mermi çekirdeðini durdurmak imkânsýzdýr. Belki, ancak imkân dâhilindedir de pekâlâ. Eðer o mermiden daha hýzlý hareket edilebilirse. Kýsaca benim yürüyüþümü durdurabilmen için benden çok daha hýzlý olman yani kulaðý geçen boynuzu geçen kulak olman gerekiyor. Belki de efsanedeki gibi boynuzu kesersin kim bilir. Gerçi buna talip deðilsin Tam da bu durumun aþaðýda yazýlanlardan ne kadar farklýdýr.

“Alexander, üniversitede doðal bilimler okumak için Petersburg’a gitti. Orada Anna’dan bile gizleyerek devrimci çalýþmalara katýldý. Ve yaz tatillerinde eve geldiðinde de bununla ilgili olarak hiç kimseye bir þey söylemedi.
...
Evindeki son yaz boyunca Aleksander, Ýlyich’le konuþmaktan kaçýnýyordu. Ýlyich, solucanlar üzerine taziyle uðraþan – þafakta kalkýyor, saatlerce solucanlarý gözlüyor, mikroskopla ilgileniyor ve deneyler yapýyordu- aðabeyini gözlemliyor ve þöyle düþünüyordu. ‘Hiçbir zaman devrimci olamayacak’ hatasýný çok geçmeden fark edecekti. Aðabeyinin trajik sonu onun üzerinde büyük bir etki býrakmýþtý.
...
Alexander 8 Mayýs (1887-m.d-)’de idam edildi. Haberi duyduðunda Ýlyich þöyle demiþti ‘Hayýr biz ayný yolu izlemeyeceðiz. Baþka bir yol izlemek gerekiyor’.”(6)

Senin praksisinden izleyebildiðim kadarýyla ki sürecin. (Yemek boykotu, dernek çalýþmasý, Gözaltý vd.) Lenin’in düþüncelerinde açýða çýkanýn bir benzerini bana da öðretmiþtir. Baþka bir yol arayýþý, iþte tam da burada Bolþevizm baþlýyor. Narodnizm’den Bolþevizm’e akýþtýr bu süreç. Ve biz de bunun aranýþý içerisinde savaþýyoruz. Anadolu devrimcilerinin sormasý gereken sorusu, Rus entelijansý’nýn (aydýn takýmý –md-) özellikle Katerina’dan beri kendilerine sorduklarý sorunun cevabýný aramaktýr. Tekrarlamak gerekirse kendilerine sorduklarý soru þudur:

“Ruslarýn kendilerine sorduklarý sorularýn tümü ulusal (ayný zamanda uluslar arasý –md-) kimlikleriyle ilgiliydi; ‘Nereden geliyoruz nereye gidiyoruz?’, ‘Ýnsanlýða yapabileceðimiz katký nedir?’ ‘Bize verilen görevi yerine getirebilmek için neler yapabiliriz?’ Bu sorulara yanýt bulmaya çalýþýrken, düþünen Ruslar, kendi durumlarýna daha ileri ülkelerin perspektifinden bakmak ve bu ülkelerin kuramsal kavrayýþ yönetmelerini kullanmak gibi bir olanaða kavuþturan ‘geri kalmýþlýðýn ayrýcalýðý’ denilen özel bir ayrýcalýktan yararlanmýþ oldular” (7)
Kýsa bir nefes aldýktan sonra kaldýðýmýz yerden devam edelim.

“... Dolayýsýyla, bu düþüncelerin alýnýp benimsenmesini izlemek, yalnýzca akademik bir ilgi sorunu olmayýp, Rus düþüncesinin içinde biçimlendiði ve hýzla geliþmesini saðlayan düþünsel ortamýn çýkartýlmasý çabasýnýn da önemli bir bölümünü oluþturur.” (8)

Öðrenmemiz ve bunun çabasýný Anadolu’da yaratmamýz, kendi coðrafyamýzýn geliþimini kavramamýz için öðretici bir soyutlamayý önümüz koyuyor yazar. Bu yazýlanlarý özümsemek 72 yýl sonra bugün gelinen noktada pratik hatalarý olan Sovyet sisteminin derinlerinde yer alan diðer bir sivri ucunu tanýmamýza olanak tanýmýyor mu? Rus insaný daima uçlarda yaþamasýný bilmiþtir. Ufak bir örnek Dostoyevsky’dir. Bu sorun hemencecik üzerinden atlanabilir türden deðildir.

Daha düne kadar Reel olarak karþýtlarý için bile dayanak noktasý olan Sovyet iktidarý artýk fiili olarak yok. Bugün proletaryanýn devrimci bir diktatörlüðü Hz. Süleyman’ýn kullarýný yolladýðý neresi olduðu bilinmeyen Ofir ülkesi gibidir. Ama bu ülkeyi bulmak bugünden baþlayarak sýnýf savaþýmýnýn sert yöntemleriyle yakýnlaþtýrýlacaktýr. Baþka bir yolu ‘80 öncesinin devrimci pratik deneyimini, proletarya teorisiyle yoðurarak ona ruh (Bolþevizm) katarak yaratýlacaktýr. Biz bir yerde “devleti kurtarmak için örgütlenmeden, yýkmak için örgütlenmeye kolay gelinmedi”ðini söylemiþtir. Yýkmak, iktidar mücadelesi için ciddi çalýþmayla olanaklýdýr.

“Nous commençons et il finissent / Biz baþlýyoruz, onlar bitiriyor” (D.Fonvizin, Rus Düþünce Tarihi)
Baðrýnda yarattýðýn rüþeym (oluþum) halindeki düþünce hiç de bugünkü praksise denk düþmeye bilirdi. Kendimce cevabým: Birincisi kendi kiþilik yapým olabileceði gibi ki ben bunu kabul etmiyorum an azýndan fazlasýyla etkin olduðunu kabul etmiyorum. Ýkincisi geçmiþ hayatýmdan onurlu bir kopuþ, onurlu bir seçenek olduðunu düþünüyorum. Týpký:

“Bu ülkede daha önce yaþamaya baþlamýþlarsa, bizim de elimizde yaþamýmýzý baþlatýrken, hiç deðilse istediðimiz herhangi bir biçimi seçme olanaðýmýz ve ülkemizde kök salmýþ uygun olmayan ve kötü davranýþlardan kaçýnmaya hakkýmýz var. Nous commençons et il finissent. (Biz baþlýyoruz, onlar bitiriyor)” (D.Fonvizin) (9)

Elbette birilerinin bitirmiþ olduðu bir þeyler için savaþmak olmaz. Ama yinede biz baþlamak, bir yerlerden baþlamak zorundayýz.

“Topraktan insanlar bitiyordu, saban izlerinde aðýr aðýr kapkara öc alýcý bir ordu filizleniyordu; bu ordu pek yakýnda bütün topraðý çatlatacak olan gelecek yüzyýllarýn ürünleri için boy atýyordu.” (10)

Bir defa daha Kropokin’in Etika’da ifade ettiði gibi çiçeðin çiçekleyeceðine bunun çiçek için ölüm bile olmasýnýn bir þeyi deðiþtirmeyeceðine olan inancýmý yineliyorum. Burada Hasan Hüseyin Korkmazgil’den bir þiir aktarmak istiyorum. Ýlk okuduðum zaman ürperten bir þeyler buldum. Bu ürpertiyi dostluðuna sýðýnarak seninle paylaþmak istedim. Þiire geçmeden önce H.H.Korkmazgil ile ilgili birkaç noktaya deðineceðim. Þair, devrimci-demokrattýr. Devleti eleþtiriyor ama bulduðu çözüm mevcut istemi aþmaya yetmiyor. Benzerleri gibi Kemalizm’in solunda kalýyor, Kemalizm’i aþamýyor. Tüm bunlarla genel anlamda tam bir sol liberalist çizgidedir. Ancak ne var ki tüm bu nitelemeler onun dar anlamda ya da bunun biraz ötesinde sanatsal anlamdaki önemini geri plana atmýyor. Karl Marks için Hegel okumalarý, dahasý Hegel önelidir. Bu niteleme ve ciddiyetiyle eðilmek gerekiyor. Ýspanyolca’sý ve Türkçe’sini alt alta yazdým. Okuyalým.

“Yüreðim sýzladýðý zaman
(Cuanda me duele el alma)
Gece yarýlarýndan sonra þafaktan önce
(despues de la medianoche, antes del amanecer)
Bilmediðim bir istasyondan, bilmediðim bir müzik geliyor kulaðýma
(duste una estacion que ignoro, una musica que descanozca)
Uzak
(lejona)
Vahþi
(Salvaje)
Karanlýk
(Oscura)
Gece denizleri gibi bir müzik
(Una musica como los mares nocturmos)
Batýk gemileri gece denizleri gibi bir müzik
(Como los barcos hundicios)
Çaðýrýyor, çaðýrýyor beni durmadan
(mellama, mellama sinparar)
Ve belki de iþte o zaman baþlýyor sýzlamaya yüreðim
(Quizas, sez entonces, cuanda empieza a dolarme el alma)” (11)

Son günlerde “Örgütlü hep, örgütsüz hiç” cümlesini kendi kendime tartýþýyorum. En azýndan bir devrimci, örgütsüz (düþünsel olarak deðil ama fiziki olarak örgütsel iliþkilerden muaf) da olsa yine de düþünsel üretimlerinde örgütlü olarak davrana bilir mi? Ýllaki devrimci mücadele örgüt mekanizmasý içinde mi olmalýdýr? Elimde bir noktaya kadar Marks ve tabiî ki Engels var. Hatta Nazým Hikmet, Hikmet Kývýlcýmlý var. Ama bu bir noktaya kadar gelip dayanýyor. Böylesine etkin bir varoluþ ve yaratým Proletaryanýn bir savaþçýsý olarak var olduðumuzu her halükarda kabul ve hissedersek anlam kazanýyor. Tersi ise çürümedir diye düþünüyorum.

“Kendi kendinize sorun; bu kör bu ýþýða nasýl katlanabilir!” (12)
Benimle, senin aramýzdaki savaþým tüm bu zaman içinde tüm insani zaaflarýmýza raðmen, tekrar belirtiyorum ki bir momentten sonra Aysbergin su altýndaki suratýný açýða çýkartmasýný andýrýr. Viktor Hugo’dan seçtiðim þu satýrlar öðreticidir.

“Topraktaki oluþumun biçimi insana hareket edebileceði birçok yön gösterir. Ýnsanýn üstünde sanýldýðýndan çok daha fazla etkilidir. Kimi Vahþet dolu manzaralarýn varlýðý insanda görme bozukluðu yaratýr ve yaratýlýþý suçlamaya kalkýþýrýz. Bu tür manzaralarda doðanýn aðýr kýþkýrtmasýyla karþýlaþmýþ gibi oluruz. Çöl bazen bilince, özellikle yarý aydýn insan bilincine zararlýdýr. Ama bu devasa bir bilinçse, iþte o zaman Sokrat ya da Ýsa ortaya çýkar. Cýlýz bir bilinçse ancak Atree’yi ya da Judas’ý yaratýr. Bilincin cýlýzý çabucak bir sürüngene dönüþür. Karanlýk ormanlar, çalýlýklar, dikenler, aðaç dallarýnýn altýndaki bataklýklar onun için kaçýnýlmasý mümkün olmayan birer sýðýnaktýr. Oralarda kötülüðün gizli etkisine teslim olurlar. Görme bozukluðu, nedeni bilinmeyen seraplar, zaman ve mekânýn korkunçluðu insaný yarý dinsel, yarý hayvani bir korkuya sürükler ki o da, vahþeti doðurur. Katilin yolunu aydýnlatan meþaleyi yanýlsamalar tutar. Haydudun baþý döner. Eþsiz doðanýn yüce ruhlarý aydýnlýða boðan, çýlgýn ruhlarý ise kötü eden iki yönü vardýr. Ýnsan cahil, çöl de seraplarla dolu olunca, yalnýzlýðýn karanlýðý zekânýn karanlýðýna eklenir. Ýnsanýn yüreðinde uçurumlarýn açýlmasý da iþte bundandýr. Kimi kayalar, kimi hendekler, kimi bataklýklar: Kimi vahþi görünüþlü açýklýklarýn akþam karanlýðý insaný delice insafsýzca davranýþlara iter. Ýnsanýn neredeyse, bazý yerlerin insaný kötülüðe sürüklediðini düþünesi gelir.

...
Geniþ ufuklar insaný genel düþüncelere götürür. Dar ufuklarsa bölük pörçük düþüncelerin ilham kaynaðýdýr. Bu da bazen büyük yürekleri küçük ruhlu insanlar olmaya mahkûm eder...

Küçük düþüncelerin, bölük pörçük düþüncelerin büyük ve genel düþüncelerden nefret etmesi; bu ilerleme için verilen savaþýn ta kendisidir.

Memleket ve Vatan. Bu iki sözcük bütün Vendee Savaþýnýn da özetidir. Yerel düþüncenin evrensel düþünceyle kavgasý. Yurttaþa karþý köylüler” (13)

Þu an için gerçek olan, kutsal kitaplarda anlatýldýðý biçimiyle Havva’nýn Âdem’in sol kaburgasýndan yaratýldýðý/ortaya çýktýðý gibi senin içinden çýkan ben seninle girmeye çalýþtýðým (tüm süreç boyunca) girdiðim bu mücadele sonucunda týpký birer ikiz kardeþ ama bir birinin zýddý iki kardeþ gibi uçup gideceðiz. Aksi þu an için koskoca bir hülya olur.

“Ve bu iki ruh, bu iki trajik kýz kardeþ, birinin gölgesi ötekisinin ýþýðýna karýþarak, birlikte uçup gittiler.”(14)

Zaman her þeyin ilacýmýdýr? Bunun köþe taþlarýný henüz oluþturmuþ deðilim. Fakat ne trajiktir ki zamanýnda THKP-C öncülleriyle taban tabana çatýþmaya girmiþ olan Mihri Belli 6 Mayýs ile ilgili köþe yazýsýnda þunlarý söylüyor/yazýyor.

“... Martirler; temsil ettikleri özveri ruhu genç kuþaklara aþýlansýn diye anýlýr. Taþýmýþ olduklarý bayrak elden ele geçsin, yere düþmesin diye, pek öyle olmadý.

68 kuþaðýndan eskilerin çoðu, aradan geçen uzun yýllar boyunca bu düzenin kurallarýna uyarak geçim derdine düþtüler. 6 Mayýs ‘Martirleriyle’ saf tuttuklarý günler uzak geçmiþte kaldý. Bulanýklaþmýþ bir hatýra oldu. Zamanla sararan eski fotoðraflar gibi. O geçmiþe tümden sýrtýný dönenler var. Dönmeyenler de var. Gençlikleriydi o þanlý geçmiþ.”(15)

Ayný dönemde Mihri Belli’nin “Martirler” dediði 6 Mayýsta idam edilenlerin temsil ettiði 68’lilerin bir koluyla Kýzýldere’de omuz omuza savaþmýþ bir diðeri ise Kýzýldere Manifestosu için TV’ de 12 Mart adlý Belgeselde “Kapaðý Atmak” deyimini kullanmaktadýr. Belki de zaman her þeyi yerli yerine koyuyor. Ne söylediðimiz deðil ne yaptýðýmýzdýr önemli olan. Mevcut moment sanki mistik bir tülden ibarettir.

Gerçeði, çýrýlçýplak gerçeði belki de hiçbir zaman göremeyeceðiz. Belki de buna ömrümüz yetmeyecektir. Yoldaþ V.Ý.Lenin, “Görmek istemeyen gözden daha kör bir göz yoktur” derken ne kadar da halkýdýr. Müdahale etmeyi hep daima kutsal bir görev olarak algýladým algýlýyorum da. Ki bu yazý ile de bir çakýl taþýnýn büyük bir kaya bloðunu durdurmasý gibi küçük ama mütevazý bir þeylere soyunduðumu sanýyorum. Aslýnda açýlabildiðim bir dost olman, belki de senden yararlanmam, bencilliðim bunda rol oynuyor kim bilir.

“Açýklýk” diyordu bir yoldaþ “Açtýðý yarayý iyileþtiren bir kýlýçtýr.” Ben de bunu yineleyerek sana yazdýðým tüm yazýlarýmýn açýklýða hizmet etmek için yazýldýðýnýn söyleyebilirim. Açýklýk için yaratmaya çalýþtýðým bu praksiste kendi kýlýç yaramý iyileþtirdim. Bu senin yaralarýný iyice açmayý göze alarak da olsa böyle olmak zorundaydý. Bir önceki metinde seni yoldaþça yürüyüþe çaðýrmýþtým. Maalesef net bir cevap alamadým. Demek ki yüksekten uçan bir kartal olmayý istemedin. Kaybedecek zamanýmýz yok. Nasýl ki Kapitalizmin ve tüm diðer azýnlýk sýnýf egemenlik biçimlerinin baðrýnda doðup geliþen Proletaryanýn 1917 Ekim devrimiyle azýnlýk sýnýf iktidarlarýný yýkýp tarihin çöp sepetine attýðý gibi, ben de baðrýndan doðduðum seni aþýp yýkýyor ve savuruyorum. Son sözüm ilk sözüm olmalýydý. DOÐUM GÜNÜN KUTLU OLSUN.






































Metin-5

YENÝ ÝÇÝN ÇIKARSAMALAR(*)
Engin IÞIK

Dünyada bir hayalet dolaþýyor.
Komünizm hayaleti.!

Bundan 83 yýl önce 7 Kasým 1917 günü kapitalizmden komünizme geçiþ çaðýnýn tarihsel adýmý insanlýðýn emeðin sömürüsü sistemine dayalý tüm eski toplumsal sistemlerden, insanýn insan tarafýndan sömürüsünün tüm biçimleriyle ortadan kaldýrýlacaðý bir toplumsal sistem olacak biçimde komünizme ulaþmanýn kapýsýný aralayan bir toplumsal eylem olarak, Ekim Sosyalist Devrimi proletaryanýn fiili ve ideolojik önderliðinde gerçekleþtirildi. Karl Marx’ýn deyimiyle komünizmin alt aþamasý olarak adlandýrmakta sakýnca olmadýðý artýk genel kabul gördüðü biçimiyle proletarya diktatörlüðü, Rusya þartlarýnda devrimin öncü partisi olarak ön plana çýkan Bolþevik Parti ve müttefiklerinin birçok iç ve dýþ zorlu mücadelelerinin sonucu olarak þekillenmek zorunda kaldý. Bu (1871 Paris komününden sonraki) ilk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliði adýný alan proleter iktidar 73 yýl gibi süre yaþadýktan sonra (þaþýlacak biçimde !!!) tarih sahnesinden sessizce silindi. Karþýtlarýnýn ve takipçilerinin de (referans olarak) kendi duruþunu bu reel cumhuriyete göre tanýmladýðý bu çekim merkezinin varlýðýnýn ortadan kalkmasý, kendisini bu iktidar merkezine göre tanýmlamakla varlýðýný sürdüren alt merkezlerin de siyasal sahneden hýzla silinmelerine yol açtý. Bu (iktidarýn kendisinin deyimiyle) reel sosyalizmin ardýnda býraktýðý ve ayýklanmayý bekleyen deneyim, birikim ve pratiðinin oluþturduðu moloz yýðýný içinden; yeni bir dünya, komünist bir dünya kurma mücadelesi için faaliyet gerçekleþtirmek misyonu ile yola çýkan güncel ve gelecek Marksist-Komünist kuþaklara aktarýlmasýyla sorumlu olmamýz kaçýnýlmaz olmaktadýr.

Ekim devrimi insanlýðýn deyim yerindeyse kaderini de deðiþtirmiþ. Kapitalist barbarlýðýn “vahþi” geliþmesini þu veya bu biçimde sosyalleþmeye zorlamýþ, sosyalleþmek zorunda býrakmýþtýr. Birçok sosyal haklar, bu uðurda yüz yýlý geçkin mücadele etmiþ olan, geliþkin kapitalist ülke iþçi-emekçilerinin olduðu kadar, bizimki gibi azgeliþmiþ ülkelerin o dönem itibariyle henüz baðýmsýz sýnýf tavrý ve mücadelesi geliþtiremeyen iþçi ve emekçilerinin de bir bakýma tepeden inme kazanýmlarý olarak yerel kapitalist ülkelerin iktidarlarýnca da benimsenmek, yasalarla da olsa güvence altýna alýnmak zorunda kalýnmýþtýr. Kapitalist-emperyalist dünya bu süreçte ikinci bir paylaþým savaþýna giriþmiþ olmasýna karþýn içinde bulunduðu yapýsal krizi savuþturmak için bir yöntem olarak benimsetilmek istenen Faþist Diktatörlük biçimindeki rejimler, Sosyalist Cumhuriyetin açýk müdahalesi sonucu püskürtülmüþ, birazda bunun zorlamasý sonucu olarak kapitalist dünyadan kopmalarla Halk Cumhuriyetleri kurulmuþ, geliþkin kapitalist-emperyalist ülkelerde (ABD hariç) Sosyal Demokrat hükümetler (sosyalizmin proleter diktatörlüðü sloganýna sýrtýný dönmüþ olan sosyal demokrat partiler ve yer yer komünist partilerin desteði ile) iktidara gelmiþlerdir. Bu geliþmede ikinci paylaþým savaþýnda daha da güçlenerek meþruiyetini kendi içinde ve emperyalist-kapitalist dünyada kabul ettiren sosyalist cumhuriyetin, olasý diðer azgeliþmiþ ve geliþmiþ dünyada meydana gelebilecek yeni Ekim devrimlerinin potansiyel tehlikesine karþý bir korunma tedbiri olduðu savý etkin almaþýklardan belki de en önemlisidir. Burada geçerken özetle þunlar söylenebilir. Tüm bu süreçte taktik anlamda karþýmýza çýkan ideolojik ve onun yansýmasý olarak politik mücadele kapsamýnda kapitalizm “vahþi” biçimdeki geliþmesini (ortak düþman olarak reel sosyalizme karþý savaþmak ve bu mücadeleyi kazanmak baðlamýnda) hýzla terk etmiþ ve “sosyal devletçi” biçime bürünmek noktasýnda iktisadi, ideolojik ve politik olarak hýzla kendisini bu yeni cephe savaþýmý durumuna dünya çapýnda uydurmakta gecikmemek noktasýnda sýnýfsal uyanýklýðýný harekete geçirmiþtir. 7 Kasým 1917’de proletaryanýn sýnýfsýz ve sömürüsüz bir dünya özlemi ile kendi iktidarýný var ettiði andan baþlayarak okunduðunda, tüm sürecin burjuva cephesinden görünümü budur. Bu deyim yerindeyse; sýnýf savaþýmýnýn her durumda kendisini yenileyerek geliþtirdiðinin bir kanýtýna bir örnek olduðunun ayýrdýn da olan biz marxist-komünistler için hiçte þaþýrtýcý gelmemektedir.

Bir tarafta burjuva-kapitalist dünya, diðer tarafta ise proleter-sosyalist bir dünya olarak ikiye bölünen ülke ve uluslar zaman içinde sosyalist dünyaya daha çok yakýnlaþmýþ, iktisadi ve politik kurtuluþlarýnda sosyalizm ve sosyalist dünya bloðu ile açýk-gizli flörtte sakýnca görmemiþlerdir. Bu ise kendisini kelimenin en dar anlamýyla, anti-kapitalist ya da kapitalist olmayan kalkýnma yolu olarak taným ve tasarýmlanan bir üçüncü yol olarak dillendirilmiþtir. Kapitalist olmayan bir kalkýnma modeli eðer sosyalist deðilse nedir? Ancak bu soruyu/ sorunu tartýþmayý baþka bir yazýya konu etmek gerekiyor. Þu veya bu yerdeki devrimci mücadeleler ise kendilerini (gerek iktidarda gerekse iktidar yolu için mücadelede olsun) “Halk demokrasisi” düþüncesi noktasýnda emperyalizme karþý baðýmsýzlýk mücadeleleri eksenini orijin olarak alan ekim sosyalist devrimi sonrasý yeniçaðýn önsel burjuva devrimleri anlamýnda ifade bulan ve öncülüðü köylülüðe kurtuluþ için gerekli teorik referansý ise proletarya ideolojisine tanýyan “yeni demokrasi” nin de teorik arka planýný oluþturmuþtur. Kimi azgeliþmiþ ya da ayný anlama gelmek üzere üçüncü dünyanýn teorisyen/liderleri kendilerini “millici sosyalistler” olarak tanýmlamakta sakýnca görmemiþlerdir. Tüm bu süreç pratikte emperyalist-kapitalist sistemin hýzla mevzi kaybettiði, sosyalizmin ise yeni mevziler kazandýðý bir toplumsal-tarihsel dönemi insanlýða yaþattýðýna tanýk olundu.

Reel sosyalizmin öncülleri olan Bolþevik parti liderlerinin teorisinde içkin olmayan, olsa olsa taktik açýlardan ele alýnabilecek, fakat ardýllarý olan sosyalist önderliðin tabir yerindeyse teori katýna çýkarttýðý “barýþ içinde bir arada yaþama” siyaseti sonuçta reel sosyalist sistemi sað bir çizgiye çekmeye, baþlangýçta kazanýlan mevzilerin hýzla emperyalist-kapitalist cepheye terk edilmesine yol açan bir dizi yanlýþlýklara da zemin açtý. Yer yer ortaya çýkan ihtilalci kopuþ potansiyellerinin “biricik” Sovyetler Birliði’nin yaþatýlmasý anlamýnda desteklenmemesinin günahlarý da olmak üzere, sosyalist bir toplumu demiyorum komünist bir toplumu, geniþliði ve niteliði her ne olursa olsun tek bir coðrafi sýnýr içerisinde inþa etmek gibi, kendisini çevreleyen burjuva dünya düþünüldüðünde dahi olanaksýz olan ve Marksizm adýna ama bir o derece Marksizm dýþý bir teorik tahrifata imza atmakla kalmayýp, komünist kuruluþu ve kurtuluþu, emperyalist-kapitalist sisteme yetiþme ve aþma anlamýnda her alanda karþýt sistemle yarýþ siyasetine kilitlenme, tekil olarak kýsmi baþarýlar yaratmýþ olsa da birçok alanda bu yarýþta baþarýsýz olunmuþ, sonuçta bu “reel sosyalizmin” baþarýsýzlýðý sosyalizmin ayný anlama gelmek üzere komünizmin ve tüm bunlarý tamamlayan bilimsel düþünce kaynaðý olarak Marksizm’in baþarýsýzlýðý gibi bir yanýlsamayý ve diðer bir tanýmlama ile kötümserliðin (ya da bezginlik) gerek sosyalist cumhuriyet yöneticileri gerekse cumhuriyet yurttaþlarý üzerinde genel bir ruh hali olarak genelleþmesinde önemli rol oynamýþtýr. Öyle ki, Marksist teorinin teknokratça yorumunun etkisi altýnda iyimser ve bir o derece yýkýcý çizgide sýkýþýp kalan reel sosyalizm bu anlamda Marksizm adýna kötü bir sýnav vermiþtir. Bu kötü sýnav sonuçta üretilen toplumsal artýk deðerin cumhuriyet yurttaþlarýnýn sosyal hayat seviyesinin arttýrýlmasýna harcanarak yeniden üretilmesinin potansiyel zenginliði yönteminin geliþtirilmesi yerine, toplumsal artýk deðerin verimsiz alanlara aktarýlmasý-yatýrýlmasý ile karþý karþýya kalýnmýþtýr. Dinamik-politik bir toplum yerine, bir tarafta toplum adýna yönetenlerin ve diðer tarafta toplum adýna yönetilenlerin yer aldýðý, yer yer burjuva demokrasisinden bile geri kalan, sosyalizme ve ayný anlama gelmek üzere proleter diktatörlüðü/demokrasisine yabancý bir devlet aygýtýnýn hangi iyimser niyetle olursa olsun varlýðýný sürdürmesinin boðucu havasý kitleleri apolitikleþtirmiþ, geleceðini kurmaya dair kararlarda yer almaktan uzaklaþtýrýlmýþ bir toplum biçiminin gerçek anlamda burjuva yabancýlýðýný üretmiþtir. Sonuçta bu yabancýlaþma, cumhuriyet yurttaþlarýnýn kamu olarak kendisinin olan maddi ve manevi deðerlere yaklaþýmýnda birey ve devlet yanýlsamasýný yeniden ve yeniden katlanarak üretilmesine yaramýþtýr. Bu tam anlamýyla yabancýlaþmadýr. Hatta komünizmin kuruluþu için kesin tarih bile saptamak aymazlýðýnda bulunan, devrimin tüm kazanýmlarýný bir mirasyedi gibi tek tek yitiren reel sosyalist cumhuriyet, (ansýzýn !!!) bu devrimi yapan ve yaratan, yaþatmak için kanlarýný akýtan iþçi-emekçi yurttaþlarýn ne yapýyorsunuz? Dahi diyemeyecek kadar kendi devrimine yabancýlaþtýrýldýðý, deyim yerindeyse kansýz bir geçiþle kendisini “serbest piyasa ekonomisi”nin, ayný anlama gelmek üzere emperyalist-kapitalizmin kanlý kollarýna teslim edilmesine sessiz kalmýþ, ekim devriminin davasýna ihanet eden iktidarýn suçuna ortak olmuþtur.

Buraya kadar özetlemeye çalýþtýðýmýz iktidarýn alýnmasýndan baþlayýp iktidarýn emperyalist-kapitalist sisteme eklemlenmesiyle sonuçlanan reel sosyalist iktidarýn, baþlangýcýnda önüne koymuþ olduðu, nihayetinde insanýn insan tarafýndan sömürüsünün tüm biçimleriyle ortadan kaldýrýlmasý göreviyle taçlandýrýlacak komünizm yürüyüþünün bazýlarýnýn ima ve iddia ettiðinin aksine, “gereksizliði” sonucunu çýkartmamak gerekiyor. Yeni bir devrim ve yeni bir komünizm yürüyüþü ekim devriminin yapý iþçilerinden farklý olarak daha bir deneyim ve kazanýmlar ile yüklü olarak, bu kez yola daha öte bir noktadan baþlayacaktýr.

Sonuçta adýna ne denirse densin bu reel biçimiyle dahi yaþamýþ olan sosyalizm deneyimi, burjuvazinin ve onun toplumsal/siyasal biçimleniþi olan emperyalizm-kapitalizmin uzun süre korkulu rüyasý olmuþtur. Hatta diyebiliriz ki, bugün dahi bu korkunun basýncý altýnda titremekte, tekrar emekten ve özgürlükten yana bir dünyanýn olabilirliðinin korkusunu biran olsun üstünden atamamaktadýr. Bunu ifade ediþimizin ve inanýþýmýzýn sýrf kendi kendimizi tatmin etme biçimi olduðunu söyleyecek ve düþünecek olanlara sadece güleriz. Nitekim SSCB’nin “yýkýlmasý” ya da ayný anlama gelmek üzere tarih sahnesinden “geçici bir süre” çekilmesi sonucu, 1917 sonrasý sosyalizmin alt edilmesi için tüm güçlerini odaklaþtýran emperyalist-kapitalistlerin kaldýklarý yerden iþe baþlamakta ikircim göstermemekte olduklarýný, yüzlerine geçirmiþ olduklarý sahte maskelerini hýzla suratlarýndan çýkarttýklarýný, çirkin suratlarýný açýkça göstermekte sakýnca ve haya göstermediklerini her an görerek ve tüm duyularýmýzla hissederek yaþadýk-yaþýyoruz. Daha düne kadar emperyalist-kapitalist sisteme eklemlenerek demokrasi, refah vb geleceðini düþünen eski reel sosyalist cumhuriyet ve halk demokrasisi yurttaþlarý daha bir çok hissettiler ama artýk çok geçti. Çünkü o her þeye raðmen kendilerinin olan iktidarlarýný savunmak ve geliþtirip dönüþtürmekte çaba göstermeleri gerektiði anda varlýk göstermemiþlerdi ki. Bunu sosyal halklarýn iþçi-emekçilerin ellerinden birer birer yangýndan mal kaçýrýrcasýna alýndýðý, daha düne kadar el üstünde tutulan “sosyal devlet”in lanetlendiði, özelleþtirme mantýðý dizgesinde özellikle az ve orta geliþkinlikte ülkelerin kalkýnmasý ve göreceli de olsa baðýmsýzlýðýnýn teminatý olan KÝT’lerin (bir farkla karlý olanlarýnýn) satýþýna zorlandýðý, IMF (Uluslararasý Para Fonu), WB (Dünya Bankasý), EU (Avrupa Birliði) gibi kuruluþlar eliyle reel sosyalist blok döneminde varlýk kazanan geçici ateþkes döneminde elde edilen ulusal varlýklarýn bir odaða geliþmiþ emperyalist-kapitalist ülke tekellerinin kasasýna herhangi bir yöntemin makyevelist etiði ilkesiyle gasp edilmesine hýz verildiði, YDD ve Küreselleþme/Globalleþme yalaný adý altýnda ve adýna emperyalist-kapitalizmin bilinen eski vahþetini dünyanýn her yerinde açýkça sergilemeye baþladýðýný, bölgesel savaþ ve iþgallerle onlarca yýl barýþ içinde yaþamýþ milyonlarca insan arasýna nefret tohumlarý serpiþtirilmiþ ve bununla da yetinmeyerek yüz binlerce insaný birbirine karþý kýþkýrtýp katlettirmiþ, bu katliamlarda ikiyüzlüce silahlarýný denettirip parasýna para katmýþ, utanmadan seyirci kalmýþ, bile bile sürecin uzamasýna imkân tanýmýþ, yüz binlerce insanýn yersiz yurtsuz kalmasýna hatta bir kýsmýndan kendisine ucuz emek gücü olarak istihdam etmiþtir. Açýkça bir kez ve bin kez daha tekrarlamak gerekirse, insanlýk tarihinin barbarlýk dönemine yeni ve çok daha derin bir þekilde kendi adýný lanet bir þekilde yazdýrmakta gecikmemiþtir. Ýnsanlýða, Ekolojik varlýklara ve evrene zararlarý bu derece açýk ve bu derece korkunç olan bu akýldýþý emperyalist-kapitalist sistemin yýkýlmasý ve yeni bir dünya kurulmasý için vakit dünden daha fazla daralmýþtýr. Bu yolda görev biz Marksist-komünistlere düþüyor.

Sonsöz olarak þunu yinelemekte fayda var. Ekim devriminin bir hata olduðunu söyleyen, yazan tüm eski-yeni sosyalistlere inat ortada çok somut bir problem olarak duran sorun deðiþmemiþtir. Ýnsanlýðýn emek ile sermaye olarak ikiye bölündüðü bir dünyada bu Antagonist (uzlaþmaz) çeliþki ancak ve ancak þu veya bu yerde devrimci eylemlerle çözülecektir. Bu ise en büyük demokratik katýlým olan DEVRÝM ile olanaklýdýr. Ve bir kez daha geçen yüzyýlýn baþýnda olduðu gibi insanlýðýn önüne koyduðu seçenek deðiþmemiþtir. Ya barbarlýk içinde çöküþ, ya da sosyalizm içinde kurtuluþ. Yeniden dünya komünistleri ve iþçilerinin seyir defteri olan Komünist Partisi Manifestosu’na dönecek olursak; (Avrupa yerine Dünya kelimesini koyarak) “Dünyada bir hayalet dolaþýyor, Komünizm hayaleti.”





























Metin-6

Eyleme, bilgiye ve özgürlük/ölümsüzlüðe dair.

Merhaba Cemre,

Sýradan bir gününün öðle sonrasýnda bu satýrlarý karalýyorum.

Canýnýzýn istediðince bir adým dahi atamadýðýnýz. O meþhur deyimle "Özgürlüðün" ki görece özgürlüklerinizin bir süreliðine de olsun elinizden alýndýðý bir yerde mutlu olunabildiði ölçüde mutluyum. Oldukça büyük ve derece derece artan sürgit bir can sýkýntýsý gölge gibi peþimi býrakmýyor. Saçlarýmdaki aklar her geçen gün biraz daha fazlalaþýyor. Umut ise yeþermiyor. Ne þarkýlar, ne sözler, ne temenniler umuttan yana. Her bir þeyin üzerinde ölü topraðý sinmiþ. Silkelesen olmuyor, yýkasan olmuyor. Özlem her þeye, aðýt her þeye. Sizleri mutlandýracak, dolayýsýyla kendimi mutlandýracak hiçbir þey yazamayacak bir noktadayým. Öyle bir moment ki, "Evrenin sonsuzluðu içerisinde" ne kadar ufak olursa olsun, içinde barýndýrdýðý enerji bu sonsuzluðu paramparça edip umutlu, mutlu bir sonsuzluk yaratacak derecede dopdolu. Bu iki paradoksun ortasýnda, boþlukta salýnýyorum. Bir saat gibiyim, kurulmasam duracak olan bir saat. Burada onca kalabalýk içerisinde yapayalnýzým. Fikirce, yaþça uyumlulaþabileceðim bir tek insan yok. Tüm konuþmalar fasit bir çember etrafýnda dönmek mecburiyetinde. Ve ben her seferinde bu fasit çemberin yörüngesinden çýkmasý için yaptýðým tüm müdahalelerime karþýn henüz kýsýr bir çerçeve içerisinde devinen, el deðmemiþ, hayatý tanýmayan, cahil yanlarýyla epeyce mücadele etmem gerekecek. Ýnsaný insan yapan emektir. Bu bir yana bir iki aklýselim fikirdaþ bulamadýkça, fikri krizi atlatmak uzun vadede gerçekleþecek bir düþ olabilir. Burada insanýn en tabi hakký olan yaþamýn, baharýn, yeniden doðuþu anlatan Newroz'un o tatlý, o hoþ kokusu bile alýnamýyor. Yaðmurdan sonraki o mis toprak kokusu bile alýnamýyor. Kokan tek þey tüm þu kahreden baský aygýtýnýn çürük ve dünyanýn en iðrenç kokularýndan da iðrenç o ölüm öncesi kokusu. Her þey bu iðrençlikte kokuyor. Ne kadar yuðsam da bu koku temizlenmiyor. Daralýp pencereleri, kapýlarý açsam da kurtuluþ, bu cehennemi âlemden kurtulunduðu gün olacak. Evet, o günler, o mümkün olmasý imkân dâhilinde olan o günler gelecek mi? Ya. Bu her an iðrençleþen günler geçecek mi? Sorular ve sorunlarla yüklü zamanlar geçse. Baharým gelse. O tabiatýn mutluluk kokan, sevgi, sevinç kokan günleri gelse. Siz dostlara asýl þu günlerde ihtiyacým var. Beni unutmayýn, bana mektuplar yollayýn, umut dolu, yüklem dolu mektuplar olsun. Yürekli, sevinçli, sevgi dolu olsun. Hayat olsun, hayatýn binlerce temiz, duru kokularýyla dolu mektuplar olsun. Yaþamýn en saf haliyle dolu umut dolu mektuplar olsun. Saðlýk olsun bu mektuplarda, çünkü henüz her þeyin baþlangýcýnda, bu dört tarafý tepelerle çevrili çanakta tüm bunlara ihtiyacý var þu zavallý dostunuzun. Eðer ki ben hâlâ dostunuz isem. Geçmiþ günlerin hatýrý var ise. Durun birde þu sese kulak verelim. Hey dostum bir de senden dinleyelim, durduðun yerden hiçbir süse ve abartýya meyletmeden anlat:

—Þey doðrusunu söylemek gerekirse her birimizin bu durumdan rahatsýz olduðumuz malum. Her birimizin birçok ve sonsuz beklentilerimiz var. Henüz bizim için burasý hayatýn baþlangýcýnda önemli bir dönüm noktasý. Ha burada maddi ve manevi sýkýntýlar çekiyoruz ve ölesiye olmak üzere normal yaþamýmýzý özlüyoruz. Zorunluluklarýn çemberinden sýkýlýyoruz. Zorunluluklarýn kýskacýndan kurtuluþ bizim için þimdilik ham bir hayal olsa da buradaki deli aklý ile yapýlan ne idüðü belirsiz yaþamdan ne kadar erken, ne kadar saðlýklý bir þekilde kurtulursak o kadar iyi olacak diye düþünüyoruz ve öyle davranýyoruz. Hayatýmýzýn bundan öncesi ne kadar da boþmuþ, burada bunlarý yaþamasaydýk anlayamayacaktýk. Dolayýsýyla bundan sonraki hayatýmýza daha saðlýklý, daha sýmsýký, daha omuz omuza tutunacaðýz. Burada bunu öðrendik. Dahasý yaþama sýmsýký sarýlmalýyýz, yoksa düþeriz. Ki burada düþmekten daha kötü bir eza yok. Toplumda karþýlýðýný kolay kolay ayýrt edemeyeceðimiz birçok olgu ve olay burada çýrýlçýplak karþýmýza çýkýyor. Bunu görüyoruz ve görmek kavramakla pekiþtirilirse geliþme kaçýnýlmaz olur, bunu biliyoruz. Yani diyeceðim o ki, biz sonuçta insanýz ve bunu denemeseydik hayatta eksiklikti kalacaktýk. Þimdi ise eksik deðiliz. Mutluluktu aradýðýn senin, dostlarýndan mutluluk sipariþ ediyordun. Ýþte dostlar mutluluða açýlan bir iz.

—Evet, teþekkürler dostum. Oradan bir þey mi söylediniz. Evet, evet siz. Öncelikle adýnýzý alabilir miyim?

—Tabiî ki; adým Delia Stenberg Guzman, ben þunu söylemek istiyorum. ‘Varmak, yolda bir duraklamadýr; Attýðýmýz adýmlarý tanýmak, önümüzde kalan adýmlarý hesaplamak için belirlediðimiz bir noktadýr. Varmak, yeniden baþlamak için bir soluktur!’ daha ne diyeyim.

—Sað olun bayým, ilginize teþekkürler.

—Ben de bir þeyler söylemek istiyorum. Aslýnda sizler bir takým þeyleri abartýyorsunuz. Yaþam bir süreklilik arz ediyor. Bu süreklilik içinden siz doðrusunu ifade etmek gerekirse cýmbýzla, sizce önemli bir noktayý alýp ve bu yetmezmiþ gibi, tüm diðer baðýntýlarýndan soyutlayarak incelemeye çalýþýyorsunuz. Yani laboratuar ortamýna benzer bir tecrit ortamýnýn hijyen yapýsýnda incelemeye çalýþýyorsunuz yaþamý. Fakat yaþam hiç de laboratuar ortamýna benzemiyor. Orada önceden kontrol ve tahmin edemeyeceðimiz birçok etmence etkilenen, dönüþen ve dönüþtürülen bir olgu ve durumlar bütünlüðünce çevrili bir þekildeki etkiye maruz kalýyor. Yani yaþam sürekli öðreticidir. Cývýl cývýldýr. Somurtkan, statik, statükocu ve dahasý donuk deðildir ve dahasý var dostlarým. Olgularý daha anlamlý kavramak, duruma daha deðiþik boyutlardan bakmak gerekiyor ki, bu bile tam anlamýyla olguyu kavramamýzý engelleyebiliyor. Bunu ýrmaðýn akýþý ve bu ýrmaða ikinci bir defa girmeye benzetiyoruz. Tecrübe edebilirsiniz, iki defa ayný ýrmaða girilemez, çünkü hem ýrmak hem de kiþi ve cisim olarak biz deðiþmiþizdir. Sürekli deðiþim diye de özetleyebileceðimiz bu olgu her þeyin akýcý, deðiþim içinde olduðunu anlatýr. Hülasa, biz diyoruz ki sürekli akan bu yaþamý anlamaya kalkýþmak anlamsýz bir uðraþýdýr. Lokman üstat gibi ölümsüzlüðü boþuna aramayýn, doðum ölüm, ölüm doðum. Þimdilik verdiðimiz ad olarak "kader" hiçte tanrýsal ya da kelimenin en dar anlamýyla yabancý bir olgu deðil, kendimizin tam anlamýyla bilincine vararak kendimizi ifade ettiðimiz, eylemde (toplumsala varan ve öznel olarak bireysellikle sýnýrlý) bulunduðumuz kýsacasý kendimizden olan þeylerin bütünüdür. Ýnsanýn insana ezgisi bu yabancýlaþmadan kurtulmakla mümkündür. Yabancý olan, kendine ve eylemine dolayýsýyla insanlýk toplamýna yabancý olan yaþamý kavrayamayacak. O toplamý dönüþtüremeyecektir. O ölçüde de dünyanýn ve doðal olarak kendisinin sýnýrlarýný aþamayarak yok olacaktýr. Yani kýsaca özetlenen bir deyimle "benden sonra tufan" diyen insan; bir nesne, bir hiç konumuna düþecektir. Hayýr. Benden önce var olan ve benden sonrada var olmaya devam edecek olan þu insanlýk toplamýna iman ederim ki; Ben yaþadým, yabancý olarak deðil. Varlýðýmýn ve eylemimin, bilincine vakýf olarak yaþadým diyebilmek için. Eyleme davet, bilgiye davet, özgürlük-ölümsüzlüðe davettir bizimkisi. Eyleme, bilgiye ve özgürlük-ölümsüzlüðe dair…




Metin-7

Çok Hoþ ve Tatlý Bir Þeydir (*)

Tüm kutsal metinler insaný okumak ile yükümlü kýlýyor. Kelimenin ilk elden düþündürdüðünden maada bir anlamý var olmalý. Bu metinde bir bakýma bunu yapmayý deneyeceðim. Bu yükümlülük; Dünyayý, yaþamý, yaþamýmýzý, varoluþ nedenimizi sorgulamamýza dair bir emir ya da bir diðer nitelemeyle yorumlamaya/eylemeye yönelmek anlamý taþýyor diyebilirim. Bu tanýmlama ýþýðýnda iddia etmekten kendimi imtina etmeyeceðim bir gerçeklik var ise o da þudur; Bir insaný bir baþka insanýn gözüyle okumak kendi açýmdan oldukça zor bir eylem olmaktadýr. Ama ne var ki insanýn zorluklarýn alevden çemberinin içinden týpký bir sirk aslanýnýn geçtiði gibi geçmesi ve bu eyleminden dolayý hayretlerle karýþýk bir hayranlýkla karýþýk alkýþlarla ödüllendirilmesi de gerekli deðil midir? Ki bunu kim istemez. Neden mi? Çünkü... Çünküsü þu ki... Ama ben bunu açýklamaktan müsaadenizle þimdilik kendimi imtina etmek istiyorum. Dolayýsýyla bu okuma eyleminin bir diðer zor ama asil olan yaný kendi konumum itibariyle bu kendisini okumaya çalýþtýðým kiþi dolayýmý ile o kiþinin cinsel olarak karþý cinsi temsil etmesidir. Karþý cinsten bir kiþinin okunmasýnýn kendi açýmdan zorluðu içinde bulunduðum ve karþý cins olarak adlandýrdýðým kiþiye karþý olan diðer bir karþýt cins olarak “öteki” olmaktan kaynaklanan bir diðer olarak yabancý bir bakýþ ve yaklaþým dolayýmý ile bakýþta ve yaklaþýmdaki zorluktan kaynaklanmaktadýr. Ben de doðal olarak okumaya çalýþtýðým kiþi için “öteki” olarak kalmanýn zorluðunu yaþayacaðým. Bu zorluðu düþünsel ve fiziki olarak bu kiþiyle paylaþacaðým. Bu paradoks bile olsa. Sanýrým tam da burada siz okuyucuya “öteki” beriki” kavramlarýna biçtiðim payeyi birazcýk açýmlamam gerekeceði tepkisini, hissini duyuyorum. Sizi fazlaca merak etmekten kurtarayým ve bu kavramlara verdiðim önemi açýmlayacaðým. Sýký durun. Brecht tiyatrosunda (epik tiyatroda denilmektedir), yarattýðý “Y-efekti”nden yararlandým. Buradaki büyük harfle “Y” Yabancýlaþmanýn “Y”sidir. Yabancýlaþma kavramý Karl Mark’ýn özellikle öne çýkarttýðý ve kapitalizmin iþleyiþ mantýðýna iliþkin ve içkin bir somutluktur diyebilirim. Marksizm’den etkilenen ve yaralana bir kiþi olarak týpký benim gibi Brecht’de bu Marksizm içinde içkin olan kapitalizme iliþkin olan temel belirlemeyi; Tiyatro gibi bire bir izleyici ile temas kurma ve onu oyunun içine çekip oyunun bir öznesi olma konumuna sokarak, tiyatroyla öðrenme ve tiyatro ile öðretme gibi kendi içinde spesifik ama teorinin geneline bakýldýðýnda temel yapý taþý iþlevi gören ve bu spesifik tartýþmanýn basit bir aktörü olma konumundan insaný çýkartarak, insaný bilfiil aktör konumuna, yerindeyse insaný teorinin griliðinden çýkartarak pratiðin yeþilliðine sokmakta ve orada sýnamaktadýr. Týpký Eosoup’un aktardýðý gibi. Ýþte Deve Ýþte Hendek. Naçizane olarak bakýþým ve çýkýþým noktasý olarak bu “Y-efekti”ni bu metne taþýmaya çalýþtým deðerli okuyucu. Sýrf bu metne özgü bir durum deðil. Örneðin “Mümkündür/Mümkün deðildir” metnini ele alýrsak, bu metnin alýcýsý olan kiþiler bu metinde kendilerini bulduklarýný hayretle itiraf etmektedirler. Ýþte bu metinde de bu zor görevle karþý karþýya olmanýn tüm zor, sancýlý ama bir o derecede de tatlý bir uðraþýya daha doðrusu çabaya giriþtim. Ama siz hala þu soruyu sormakta haklý olmalýsýnýz. Kardeþim zorun ne? Evet, zorum nedir? Doðrusu bunu öðrenmek için vakit ayýrýp tüm metni “bir zahmet” okumanýz gerekecek. Ama yine de þunu belirtmek isterim. Uzun süredir usumda ve dilimde olduðunca bir tümceyle tüm süreci tanýmlayabilirim. “Çok hoþ ve tatlý bir þeydir” Evet çok hoþ ve tatlý bir þeydir tümcesinden yola çýkan bir perspektif ana ekseni oluþturmaktadýr. Acaba bu benim için nedir? Bu cümleyi ikili bir anlamda evirebilirim. Ýlki çok hoþ ve tatlý bir þey baþlý baþýna yaþamýn kendisi olabilir. Ama yaþam baþlý baþýna sýrf kendisi olarak ele alýnýrsa yani tüm canlý baðýntýlarýndan kopartýlýrsa oldukça soyut kalýr. Dolayýsýyla tüm soyutlamalar gibi soðuk kalýr. Genel kanýnýn aksine ben kiþisel olarak bu ýssýzlýktan ve soðukluktan hoþlanmam. Normal olan her birey de hoþlanmamalýdýr. O halde bir ikinci anlamla taçlandýrmak gereklidir. Doðrusu da bu olmalý. Çok hoþ ve tatlý olan þey “o” kiþi olmalýdýr. Yukarýdaki tanýmlama ile “öteki” olan. Ama sýrf “öteki” yi temsil eden “o” kiþi de yaþamdan ayrýksý olarak var olduðu sürece bir karþýt eðilim olarak oldukça somut ve adeta çýplak olarak kalacaktýr. Ben bunu da etik olarak görmemeliydim. O halde bir bütünleþme gerekli. Ben bütünlük için bir önerme olarak þunu ortaya atma cüretinde bulunacaðým. Yaþamla “öteki"”olan “o” kiþiyi ve “o” kiþinin karþýsýnda bir baþka “öteki” olan kendimi sürece dâhil etmek ve dolayýsýyla tüm süreci yeniden tanýmlamak ve yeniden üretmekten geçiyordu. Bu bir önceki önermelerden temelde önemli bir aþkýnlýk ifade eder. Ama ayný zamanda insanla insan ve insanla doða arasýndaki somutta yaþanan yabancýlaþmanýn da ortadan kaldýrýlmasýnda önemli bir adým olmaktadýr. Bu tüm insanlýk tarihinin bir esriklik olarak var olageldiði sürece de müdahaledir. Özetle yaþamý kendimize göre “öteki olan “o” kiþi ile çok hoþ ve tatlý bir þey haline getirebilirdim. Getirmeliyim de. Yoksa kiþisel tarihimizin kesiþtiði bu momentte baþka türlüsü tufan olurdu. Özetin özeti bu metinle yapmaya çalýþtýðým naçiz giriþimimin pratik sonucu bu olmalý, buna hizmet etmeli. Doðal olarak metnin baþlýðý bu düþünsel pratikten çýkýyor. Geçerken þunlarý da aktarmakta fayda var. Bu süreci izlerken yani bu metne konu olan “o” kiþiyi yani bana göre “öteki” yi yani “o”nu ve dolayýsýyla “öteki”ne yani “o”ya göre bir baþka “öteki” olan “sen” yani “ben”i. Yahu buda nereden çýktý dedirtecek bir alt metinde þu biçimde yazýlabilirdi:(*)
Metne konu olaylarý, sevinçleri, hüzünleri, dertleri ve en önemlisi bir kiþinin manifestosunu izlerken çok önemli bir materyalden yararlanma fýrsatým oldu. Bir günce Bu günce dil olarak yalýn olmasýna karþýn, anlatým tarzý olarak gizli bir iç dili olan ve bu dolayýmla da kapalý bir metinler, nesirler dizgesiydi. Çoðunluðu konu kiþinin duygu yüklü þiirlerinden oluþan bu çalýþma ara sýra yazýlmýþ yine duygu ve yüklem dolu metinlerden oluþuyordu. Ve keza sevdiði þairlerden oluþturulmuþ dizeler, sevilen veya o anda bulunulan mekânda canlý ya da kaset ve CD’den dinlenilen þarký/türkülerden sözler, o an için ve kim bilir belki de ebediyete kadar kendisini etkileyecek ve yön, perspektif çizecek, çizdirecek özlü sözler ve önemli anlara düþülmüþ tarihli notlardan oluþmuþtu. Benim için þimdilik “öteki” olan bu kiþi kendisine mahlas izim olarak “serseri þair” nitelemesini layýk görmekteydi. Bu bile baþlý baþýna bir ilgi konusu olamaya layýk deðil mi? Asýl okuma yapýlan yerin dýþýnda defterde ilgili kiþinin yapmýþ olduðu ya da yapmayý tasarladýðý bir okuma listesi göze çarpmaktaydý. Bu okumalara konu öykü ve romanlar yerli ve yabancý tandanstaydý. Ve Rus, Fransýz, Kuzey Amerikan, Ýngiliz, Türk, yazýnýnda “Sol”a açýk bir okuma çalýþmasýný, çabasýný göstermekteydi. Ancak bu okumalarla karþýlaþtýrýldýðýnda bu okumalarýn tandansýna taban tabana zýt bir liste gözüme takýldý. Bu bir þarký/þarkýcýlar listesiydi. Bu þarký ve þarkýcýlar listesinde önceki okuma listesine referansla oldukça absürd bir yön vardý. Her þeye raðmen bir arka plan yaratmada bana faydalý oldu. Ancak bu þarký ve þarkýcýlar ile ilgili alýnan notun ilgi kiþiye bire bir atfedilmesi doðru olmasa gerek. Çünkü bu alýnan not haydi haydi bir dostuna ait olabilir. Bunu ilgi kiþiye sormak gerekmez miydi diye bir soru yöneltebilirsiniz ve bu noktada da halkýsýnýz. Ama ben bunu sormayacaðým. Bu güncenin son sayfasýnda notla bölümü yer almaktaydý. Burada okumaya konu ilgi kiþinin kendince önemli gördüðü tarihler ile karþýlarýnda tek satýrlýk açýklamalar düþülmüþtü. Bunlar ayný zamanda hem sevinç hem de hüzün tarihlerini gösteren notlardý. Okurken ne yalan söyleyeyim hüzünlendim. Her hüznün sonu gibi itiraf etmeliyim ki bir iki damla gözyaþý da döktüm. Ýþte bir genç kýzýn umutlarý, hayalleri, düþ kýrýklýklarý, yaþama sýmsýký sarýlmak istemekte gösterdiði insansal çaba. Keþke çok daha önce tanýþabilseydim, karþýlaþabilseydim. Seni ne kadar çok üzmüþler. Dostum “serseri þair”. Bu somut doküman dýþýnda metne konu kiþi ile yapýlan özel sohbetler, gidilen mekânlar, yapýlan etkinlikler, alýnan armaðanlar da bu okumada etkili oldu. Hatta bu okumada yardýmcý olan güncenin okunmasý esnasýnda bazý bazý konu ilgi kiþinin geçmiþte yaþadýðý an ve anlara ait olan ve geçmiþi bugün yeniden üretecek bir takým etkinliklerden de faydalanmaya çalýþtým. Örneðin sevilen bir yemek, kýrýlan bir bardaðýn bir benzerini almak, saçma da olsa yapmaktan hoþlanýlan herhangi bir faaliyet gibi. Ýçinde kaldýðýný hissettiði bir takým “uhde”ler. Bu son deyim ilgi kiþinin kendisine aittir. Dolayýsýyla doðal olan bir þey var ki bunu da aktarmaktan geçmek kendimce bir zaaf olurdu. Bu çabada, anlama anlatma çabasýnda bu okumayý ve bunu kaleme alýnmasý çabasýný yapan bir kiþi olarak benim ruh halim, heyecan, sevinç ve hüzünlerim. Kendi içinde bulunduðum toplumsal formasyonum da etkili olmak zorundaydý. Sýkýlýkla ilgili kiþiyle ve çevresiyle tartýþýlacak, tanýþýlacak, nüanslara ve ayrýntýlara dikkatli bir bilim insaný gibi eðilinmeye çalýþýlacaktý. Ne diyelim bu süreçte sanýlanýn aksine yolum hep açýk oldu. Þimdi “Serseri Þair”in þiirlerini okumaya geçebiliriz.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn roman ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Aslolan Nedir?


muhammet demir kimdir?

Lermantof'un deyimiyle "Ben birgün yaþadým, birgünlük ömrüm olmasaydý, ömrüm ömrü bitmiþ ihtiyarlarýnkinden beter olurdu" tümcesini kendime ilke edinmiþ bir kiþi olduðumu söyleyebilirim.

Etkilendiði Yazarlar:
Stefan Zweig,"Satranç", Terry Eagelton, "Azizler ve Âlimler"


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © muhammet demir, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.