..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
"Leyla'nýn iþi naz ve iþve; Mecnun'un gözü yaþý çeþme çeþme..." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun)
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Eleþtiri > Toplum ve Birey > Hulki Can




24 Ocak 2007
Türban ve Giyim Kuþam Paranoyasý  
Hulki Can
Günümüz Türkiye’sinde ise kökeni paganizm, yahudilik ve hristiyanlýða kadar giden türban ve XIII. yüzyýl hristiyanlýk modasý olan pardösüden bozma tesettür kýyafeti güya islami bir örtünme modeli olarak tekrar hortlar ! Neyse ki, derken gökten üç elma düþer. Biri bu öyküyü yazana, ikincisi okuyana, üçüncüsü de türbanzede kýzlarýmýza. Onlar erememiþ muratlarýna, biz de çýkmayalým kerevetlerine


:EADD:
Türban ve Giyim Kuþam Paranoyasý


Ýlk Hristiyanlarda kadýn saçýnýn görünmesi bir sorun teþkil etmiyordu, çünkü cinsiyet ayrýmcýlýðý yapýlmýyordu... Ýncil’de de böyle bir yasak kesinlikle yoktu, hatta bir kadýnýn Ýsa’nýn ayaklarýný saçlarýyla sildiði anlatýlýr. Bir yemek sýrasýnda saçýný süpürge eden bu kadýn çevredeki muhafazakar yahudilerce ayýplanýr, ama Ýsa kadýný engellemediði ve saçýný ört demediði gibi davranýþýný savunur, esenlik dileyerek onu yolcular. Luka Ýncili 7: 36-50 den özetlersek:

“ O sýrada, kentte günahkâr olarak tanýnan bir kadýn, Ýsa'nýn Ferisi'nin evinde yemek yediðini öðrenince kaymaktaþýndan bir kap içinde hoþ kokulu yað getirdi. Ýsa'nýn arkasýnda, ayaklarýnýn dibinde durup aðlayarak, gözyaþlarýyla onun ayaklarýný ýslatmaya baþladý. Saçlarýyla ayaklarýný sildi, öptü ve yaðý üzerlerine sürdü. Ýsa ise kadýna, «Ýmanýn seni kurtardý, esenlikle git» dedi.”

Ýsa’nýn kadýn ve erkek ayrýmý yapýlmamasý gerektiðini öðretmesine raðmen kilise örgütlenmeye baþladýktan sonra buna pek kulak asmamýþtýr. Hristiyan önderlerden Pavlus Korent Kilisesi’ne yazdýðý bir mektupta (MS 55) kadýnýn sadece kilisede dua ederken baþýný örtmesini, kilisede konuþmasýna izin verilmemesi gerektiðini, bunun Musa þeriatýna da uygun olacaðýný yazar. (I. Korintoslular 11, 14, I Tim. 2:12) :

“ Ama baþýný örtmeden dua eden ya da peygamberlik eden her kadýn, baþýný küçük düþürür. Eðer kadýn örtünmüyorsa, saçýný kestirsin. Ama kadýnýn saçýný kestirmesi ya da týraþ etmesi ayýpsa, baþýný örtsün. Kadýnlar, bütün cemaatlerde olduðu gibi, toplantýlarýnýzda sessiz kalsýn. Konuþmalarýna izin yoktur. Kutsal Yasanýn (þeriatýn) da belirttiði gibi, uysal olsunlar. Öðrenmek istedikleri bir þey varsa, evde kendi kocalarýna sorsunlar. Çünkü kadýnýn toplantý sýrasýnda konuþmasý ayýptýr. Kadýnýn ders verip erkeðe egemen olmasýna izin vermiyorum; kadýn sükûnet içinde dinlesin.”

Burada þuna dikkat edelim. Hristiyanlýktaki baþ örtme Yaþar Nuri Öztürk’ün iddia ettiði gibi bir genel kural deðildir. Sadece kadýnýn dua ederken baþýný örtmesi söz konusudur. Bunun dýþýnda bir zorunluk yoktur. Yine de bu tür baðnaz düþünceler Pavlus’un Yahudiliðin muhafazakar Ferisi tarikatýndan gelmesinden, yahudilikten hristiyanlýða geçtiðinde yaklaþýk 40 yaþlarýnda olmasýndan ve kadýnlar hakkýndaki önyargýlarýndan kaynaklanýyor olmalý. Oysa, diðer taraftan ayný Pavlus Galatya (Ankara) Kilisesine yazdýðý bir mektupta kadýn ve erkek ayrýmý olmadýðýný belirtecektir: “Artýk ne yahudi ne yunanlý, ne köle ne özgür, ne erkek ne diþi ayrýmý vardýr. Hepiniz Mesih Ýsa'da birsiniz.” (Galatyalýlar 3:28)

ORTAÇAÐDA NE OLDU?
Ortaçaða gelindiðinde Kilisenin emriyle bu kural geniþletilir ve her durumda kadýnlarýn saçlarýný örtmeleri zorunlu hale gelir. Çünkü uzun saçlarýn rüzgarda sere serpe uçuþmasýnýn özgürlük ve baþkaldýrý ruhunu çaðrýþtýrdýðýný papazlar fark etmiþlerdir. Bu Kilisenin otoritesini sarsabilirdi ! Sokaða çýktýðýnda örtünmeyen, baþý açýk gezen kadýna fahiþe gözüyle bakýlýyordu !

O devirde kadýnlar tarafýndan en çok raðbet edilen vual adý verilen bir tür peçeydi. Rahibelere özenen kadýnlar evden dýþarý çýktýklarýnda yüzlerini vual, saçlarýný þal ile örtüyorlardý. Yani, erkek egemen toplumda kadýn hep bir cinsel obje olarak görülüyor, cinsiyet ayrýmý yapýlýyordu.

Oysa erkek de kadýn açýsýndan cinsel bir obje deðil miydi? Bu baðlamda, erkeðin – kadýna karþý- örtünmesi neden söz konusu olmamýþtýr anlamak zordur. Erkek örtünse idi belki Yusuf (Hz Yusuf) efendisinin karýsýnýn dikkatini çekmez ve cinsel tacize uðramayabilirdi(!) (Yaratýlýþ 39: 6-12).

Hristiyanlýktaki bu sýký sýkýya tesettür uygulamasý XI. yüzyýla kadar sürer. Bu tarihten sonra, gotik mimarinin etkisiyle olsa gerek, Avrupalý kadýnlar arasýnda tepesi uzun ve sivri, boynu, saçlarý ve omuzlarý örten, ama yüzü açýkta býrakan konik kukuleta moda olur. XII. yüzyýlda vual tekrar geri gelir, buna bir de çene altýndan geçen, boyun ve göðsün görünmesini engelleyen barbet adý verilen bir parça eklenir.

XIII. yüzyýlda, özellikle yüksek sosyete aristokrat kadýnlarýn ferace benzeri sokak giyimleri bugünün müslüman dindar kadýnlarýn giyimiyle nerdeyse týpatýp aynýdýr ! Üstelik saraylý kadýnlar bu tesettür kýyafetlerinin üzerine bir de pelerin geçiriyorlardý. Neyse ki bizimkilerde daha henüz böyle bir pelerin uygulamasý yok. Yoksa var mý?


XV. yüzyýldan itibaren türbanýn evrim geçirmiþi þaperon moda olur; bere, dinsel biretta, akademik kep geliþir. Kadýn ve kýzlar evden dýþarý çýktýklarýnda üzeri tülle örtülen, saçlarý gizleyen, yüzün profilden görülmesini kýsmen engelleyen yuvarlak yanaklýklar, püriten (bizdeki nurculuk benzeri baðnaz protestan tarikatý) ahlak gereði, kullanmaya baþlarlar. Genç kýz ve kadýnlar bu yanaklýklar yüzünden sokakta yürürken koþulmuþ beygir gibi sadece önlerini görebiliyorlar, restoran ya da kafelerde yandan kesik atmalarý, profilden seksi bir þekilde kirpiklerini kýrpýþtýrmalarý engellenmiþ oluyordu ! Bu uygulamaya yüzünden bir çok irili ufaklý kazlar oluyor, hatta saðýný solunu göremediði için at arabalarýnýn altýnda kalýp ölen kadýncaðýzlar bile oluyordu. Bu püriten tesettür uygulamasý çeþitli deðiþimlerle XVII. yüzyýla kadar sürmüþ, hatta günümüzde bile bazý dinsel çevrelerde, köylülerde, muhafazakar yahudi ve protestan tarikatlarda, topluluklarda (Amish, Hassid vs) halen devam etmektedir..


XVIII. yüzyýl peruk çaðý olur. Uzun savaþlarýn baþladýðý bu dönemde bitlenmeye karþý kazýnan kafalarýn üzerine –askerlere bile- çeþitli peruklar takýlýr. Kadýn saçlarý ise özenle kule þeklinde toplanýr, çeþitli deðerli toka ve taþlarla süslenir. Hatta öyle ki bu kulemsi saçlarýn arasýna küçük kafesler içinde canlý kuþ konduðu bile olur ! 1789 Fransýz ihtilalinden sonra Ýngiltere’de türban, þaperon, bone moda olur. Kadýnlar saçlarý soðan, sarýmsak, yað, yemek kokmasýn diye evde de deðiþik modellerde boneler giyerler.

XIX. yüzyýlda bone, egzotik türban, miðfer, kask tipi þapkalar moda olur. Saç biçimleri ve kuaförlük geliþtikçe baþlýk ve þapka kullanýmýnda –saçlarý bozuyor gerekçesiyle- azalma görülür. Kuaförler ve þapkacýlar arasýnda gizli bir savaþým baþlar. 1920lerde kadýn þapkalarý maliyetlerin artmasýyla küçülür, beyin ufalmýþ gibi olur, alný tamamen örter, kaþlara kadar iner.

Günümüz Türkiye’sinde ise kökeni paganizm, yahudilik ve hristiyanlýða kadar giden türban ve XIII. yüzyýl hristiyanlýk modasý olan pardösüden bozma tesettür kýyafeti güya islami bir örtünme modeli olarak tekrar hortlar ! Neyse ki, derken gökten üç elma düþer. Biri bu öyküyü yazana, ikincisi okuyana, üçüncüsü de türbanzede kýzlarýmýza. Onlar erememiþ muratlarýna, biz de çýkmayalým kerevetlerine



TÜRKLERDE DURUM:
Ýlk Türklerde baþlýklar genelde yýrtýcý hayvanlarýn postundan yapýyordu. Bu baþlýklarýn börk, sukarlaç, kýzýklýg, kuturma olarak dört çeþidi olduðu bilinir. Börk Ýran ve Anadolu’ya gelen Türklerde, Selçuk ve Osmanlý ordularýnda kullanýlýr. Günümüzde Doðu Anadolu’nun kimi yörelerinde börk benzeri baþlýk hala kullanýlmaktadýr.

Hayvancýlýk ve avcýlýkla geçinen Türkler çizme, mintan, gömlek, kaftan, kemer, üstü bol pantolon yada þalvar giyerlerdi. Üstü bol pantolon ya da þalvar ata binmeyi kolaylaþtýrdýðý için tercih ediliyordu. Yoksa þimdi aracýmýza binerken þalvar giymenize gerek yok efendiler. Hani marifetmiþ gibi þalvar giyen gençler var ya onlar için söylüyorum.

Osmanlý döneminde giyim kuþamla ilgili ilk yasal düzenleme Kanuni Sultan Süleyman zamanýnda (1520-1566) yapýldý. Baþta kavuk, sarýk, külah, börk; ayakta mest, çizme; üstte mintan, gömlek; belde kuþak; altta don, þalvar, potur; en üste ise entari giyilmesi kurala baðlandý.

Türklerin fes ile tanýþmasý XVI. yüzyýl sonunda olur. Fes, Faslýlarýn (fes ismi Fas’taki Fez kentinden gelir) ve Cezayirli berberi araplarýn yöresel baþlýðýdýr. Berberi araplarýn yerel baþlýðý fesi Cezayir’in fethinden sonra Barbaros Hayrettin Paþa ülkemize getirir. Bu günden sonra kentsel yörelerdeki erkekler fes veya tarbuþ (serpuþ) takmaya baþlar. Türban gibi fesin de siperliksiz olmasý, namaz esnasýnda alnýn yere deðmesine izin verdiðinden, müslümanlar tarafýndan iþtiyakla tercih edilir.

XVII. yüzyýlda entari, kaftan, þalvar, baþörtü gibi kadýn kýyafetlerine ferace adý verilen bol mantolar da eklenir. Ferace, kadýnlarýn ev dýþýnda giydikleri kollu, yere kadar uzun, ayak bileklerini örten, bol, arkaya dökülen, vücut hatlarýný göstermeyen, mantoya benzer geniþ yakalý rob veya üstlüktür. Bugünkü tesettürlü kadýnlarýmýzýn kýyafetine benzer. Ya da XIII. yüzyýldaki hristiyan kadýnlarýn kýyafetine!

Ülkemizde ferace giyiminin yasalarla düzenlenmesi 1848te baþlar. Devlet dairelerinde çalýþan bayanlara bazý kýsýtlamalar gelir. Özellikle feracenin yakasýnýn süslenmesinde aþýrýlýða kaçýlmamasý için devlet tarafýndan bu durum yasalarla düzenlenir. Ferace mutlaka yaþmak denilen peçeli baþlýkla birlikte giyilir.

O tarihten sonra fes –Türklükle hiçbir ilgisi olmadýðý halde- Avrupalýnýn gözünde bir Osmanlý-Ýslam-Türk simgesi haline gelir. Karikatürlerde bugün bile Türkler fesli gösterilir. Fesi, kentli erkekler, kentli kadýnlar da giyer. Türk kadýnlarý fesi yemeni, yazma, tülbent, krep gibi örtülerle süsleyerek kullanýrlar.

XIX. yüzyýl baþýnda Kanuni’nin koymuþ olduðu giyim yaslarý rafa kalkar. II Mahmut’un 1820 yýlýnda batýlýlaþma hareketi kapsamýnda baþlattýðý yasal deðiþikliklerle devlet memurlarý sarýk yerine fes, potur yerine pantolon, mest yerine potin giymeye baþladýlar. Kimse “ben illa sarýk giyicim” diye devlete kafa tutmaya kalkýþmaz. Veya “sarýk giyme özgürlüðümüz kýsýtlanýyor, sarýk giydik de kýyamet mi koptu? ” gibi benzeri söylemlerle devlet ile kavgaya giriþmez. Kamusal alanda devlet memurlarýnýn o devirde ne giymesi gerekiyorsa herkes onu giyer. Halk kendi geleneksel kýyafetlerini giymeyi sürdürür. 1827 de fes yasa gereði türk askerine zorunlu olarak giydirilmeye baþlanýr.

1839 Tanzimat ve 1876 Meþrutiyet dönemlerinde giyim kuþam deðiþimleri daha hýzlanýr. Kadýn kýyafetlerine eteklik ve çarþaf eklenir. Cumhuriyetin ilanýndan sonra 25 Kasým 1925te Þapka Kanunu ile fes kaldýrýlýr.

KARA ÇARÞAF NERDEN ÇIKTI?
Ülkemizde bazý yörelerde –yoksa genellikle her yerde mi diyelim? - kýz çocuðu buluð çaðýna ermeye baþladýðý 11-13 yaþlarýndan itibaren çarþafa sokulur. Bu ayný zamanda kýzýn adet görmeye baþladýðýnýn dýþ çevreye bir ilanýdýr. Kýzý çarþafa giren aile bunu erkek çocuðun sünnet edilmesi gibi mutluluk verici bir olay sayar !

Çarþaf modasýný ülkemize ilk kez, XIX. yüzyýl baþýnda, Suriye Valisi Suphi Paþa’nýn karýsý –nur içinde yatsýn- Þam’dan getirmiþtir. Arap kadýnlarýn, Lübnan ve Suriye’ deki misyoner katolik rahibelerin kýlýðýný taklit ederek geliþtirdikleri çarþaf Valinin karýsýnýn pek hoþuna gider. Katolik rahibelere gösterilen saygý ve onlarýn azizeliklerinden ve kutsal görünümlerinden etkilenen arap halk arasýnda çarþaf kullanýmý hem ucuz, hem pratik olduðundan hýzla geliþir. Çarþafýn siyah olmasý esmer tenlerini beyaz gösterdiði ve pek de yýkanmadýklarý için kir kaldýrdýðýndan araplar tarafýndan tercih edilmekteydi. Çarþaf giyen kadýnlara sanki bakire rahibeler gibi büyük saygý ve hürmet gösterilmeye baþlanýr. Valinin karýsýnýn etkisiyle Türk kadýnlarý arasýnda da Þam çarþafý hýzla yayýlmaya baþlar. II Abdülhamit’in buyruðuyla Ýstanbul’da saray kadýnlarýndan baþkasýnýn ferace giymesi yasaklanýnca sokaklar kara çarþaflý kadýnlarla dolar.

Çarþaf önceleri kare biçiminde büyük ve tek parça bir örtüydü. Kadýn evden çýkarken çarþafý bedeni saracak biçimde baþýna atar, iyice sarýnýp bir ucunu belindeki kuþaða sýkýþtýrýr. Ýlk biçimi giderek deðiþime uðrayan tek parça çarþaftan, iki parçadan oluþana geçilir, yüz yine peçeyle örtülür.

Ýkinci meþrutiyetten sonra (1908) çarþaflarýn boyu –bir çok kadýn çarþafa dolanýp düþmeye baþladýðýndan, çarþaflar orasýndan burasýndan yýrtýldýðýndan, edep ve avret yerleri açýða çýktýðýndan- biraz kýsaltýlýr, eski bol eteklerin yerini ayak bileðine kadar gelen etekler almaya baþlar.

Yani, demek ki, çarþafýn da, türban gibi, islami kimlikle falan uzaktan yakýndan bir alakasý yoktur. Fötr þapka, üç köþeli þapka, çarþaf, türban, ferace ve benzerleri devirden devire, yöreden yöreye, kuþaktan kuþaða deðiþmiþ, kaybolmuþ, tekrar ortaya çýkmýþ, modaya göre geliþmiþ, evrime uðramýþ genelde pagan ve yahudi-hristiyan kökenli gelip geçici giyim kuþam þekilleridir.

TÜRBAN NE BAÞÖRTÜ NE?
Öncelikle baþörtü ile türbaný birbirine karýþtýrmayalým. Baþörtüde hedeflenen “saçýn korunmasý”, türbanda hedeflenen “saçýn örtülmesi”dir. Türbaný veya baþörtüsünü bir bayrak, bir dinsel simge haline getirmek fetiþizmdir, þekilciliktir. Bunlarýn islami kimlikle ilgili olduðunu iddia etmek gülünçtür. Bu bakýmdan yerel ve islami kimlikten kopmak veya kopmamak diye bir þey söz konusu olamaz. Olsa olsa putperest, yahudi-hristiyan adetlerden kopmak veya kopmamak telaffuz edilebilir. Çünkü bu uygulamalarýn kökeni görüldüðü gibi islamiyet öncesinden gelen uygulamalardýr.

Türbanda diretmek içi boþ cahilce kahramanlýk taslamaktýr. Bu anlamýný bilmeden üzerinde, bazý kenar mahalle kýzlarýmýzýn yaptýðý gibi, ingilizce argo sözler yazan tiþörtleri göðsünü gere gere giymekten, veya, sözde milli ve manevi duygularla dolu “Memleketim” parçasýnýn aslýnda ünlü yahudi besteci Itzak Perlman’ýn ve “Haham Yuda’nýn Köpeði” nin öyküsüyle ilgili olduðunu bilmeden huþu içinde söylemekten bir farký yoktur.

Sevgili hanýmlar! O iftiharla giydiðiniz tesettürlü elbiseleriniz ve baþýnýzdaki türban aslýnda yüzyýllarca önce ortaçað karanlýðýndaki hristiyan batýda giyiliyordu. XII-XIII. yüzyýl modalarýydý. Hangi devirde yaþýyorsunuz siz? “Eee oramýzý buramýzý açalým mý yani? ” Size kimsenin oranýzý buranýzý açýn dediði yok. Ancak, bu kýyafetlerin kökenini bilin ve bunu bir islami kimlikmiþ gibi büyük bir marifetle günlük yaþama, insanlara dayatmayýn. Dünya alemi kendinize güldürmeyin.

Bu davranýþ þeklinin yoðun trafikte kaðný arabasýyla, faytonla, eþekle yada deveyle gitmekten farký yoktur. Müslümanlýk çýktýðý zaman ne araba ne uçak vardý. Diþlerini misvakla temizlemeye çalýþanlar niye deve veya katýra binmezler de lüks arabalarda türbanlarýyla fink atarlar acaba?

O halde, gerek türban, gerek karaçarþaf islami bir kimlik sembolü, veya bir Osmanlý imparatorluk sembolü deðildir. Tam tersi islamiyet öncesi putperestlikten ve yahudi-hristiyan kültüründen doðmuþ modalardýr, geleneklerdir. Bunlar önce yahudiliðe, oradan hristiyanlýða en son da islama geçmiþlerdir. Yoksa hiç bir kimsenin hele bu devirde –isterse puta tapsýn- inancýndan dolayý, giyiminden dolayý suçlu sayýlmasý söz konusu deðildir.

Ama, hal böyle iken, türban veya baþörtüyü sanki dinsel yada kutsal bir inanç simgesi, bir fetiþ imiþ gibi –ister gündelik yaþamda ister kamusal alanda- topluma dayatma ve benimsetme çabasý içinde olanlar bireysel inançlarý istismar etmekte, bu inançlar üzerine oyunlar oynamakta, duygu sömürüsü yapmaktadýrlar. Baþörtü ya da türban, bir islami sembol veya islami kimlik göstergesi olmadýðý halde, bu kýlýða sokularak, güya islamýn savunulmasýnýn gerekçesi haline dönüþtürülüyor ise bu bir provokasyon, sosyal bir kýþkýrtma, tahriktir. Bu baðlamda, hiç bir provokasyon “düþünce suçu” veya “insan haklarý” kapsamýnda deðerlendirilemez.

Neden? Çünkü, o zaman “camiye ayakkabýyla girmek de serbest býrakýlmalýdýr” diyenler de ortaya çýkabilir. Çünkü, bu da bir özgürlüðün kýsýtlanmasýdýr. Eðer kadýnýn birinin camiye ayakkabý ile girmesi engellenirse, bu kadýncaðýz “benim düþünce özgürlüðüm kýsýtlanýyor” diyebilir mi? Bunun düþünce özgürlüðü ile alakasý yoktur. Bu doðrudan provokatif, kýþkýrtýcý bir eylemdir. Çünkü, her kurumun kendine özgü kurallarý vardýr: Camiye ayakkabý ile girilmez, sinema ve kapalý ortamlarda sigara içilmez, kilisede þapka çýkartýlýr, kýþlaya þapkasýz girilmez, pijamayla piknikte top oynanmaz, donla denize girilmez.

CONSENSUS NEDÝR?
Herkes - kim olursa olsun- ve her kurum, medeni, çaðdaþ toplumun yasalarýna, ilkelerine, görgü kurallarýna uymak durumundadýr. Evin dýþý ortak paylaþým alanlarýdýr. Ve consensus, ortak karar, bu alanlarda saðlanýr. Türbanlý kadýnlarý büyük bir marifetmiþ gibi gündelik yaþama, televizyon kameralarý önüne, üniversite, meclis yada kamusal alana itelemek “consensus” deðildir. Bu kýþkýrtmadýr. Laik devlet kavramýna bir gedik daha açmaktýr. Buna “casus belli”, yani çatýþma nedeni, veya “inconsensus”, anlaþmazlýk denilmesi daha doðru olacaktýr.

Neden? Çünkü islami kimlik veya bilmem ne gerekçesiyle, günün birinde, adamýn biri kafasýna fes geçirip, beriki kippa ile, bir baþkasý kýzýl yýldýz, orak çekiç, gamalý haçla meclise girerse bu iþin sonu nereye gider? Gündelik yaþam, TBMM veya kamusal alan, bir nisan þakasý yapar gibi, giyim kuþamýn topluma dinsel kisveyle dayatýldýðý bir teþhir yeri, bir fuar alaný olamaz. Ýslamý savunmak isteyenler bunu fetiþizm yada þekilcilikle deðil, o türban veya baþörtünün altýnda olan “beyin” ile, düþüncenin gücüyle savunsunlar.

Çünkü, ayný sakat mantýkla düþünecek olursak, günün birinde, eðer bir grup insan toplanýp “camiye potinle girmek serbest olsun” derse, cami kapýlarýnda toplanýp aðlaþýrlarsa, bu konuda gösteri ve yürüyüþ yapýp eylemlerinden dolayý yargýlanýp cezaevine gönderilirlerse “biz düþünce suçlusuyuz” diyebilirler mi? Bu insanlar “potin maðduru” kabul edilebilirler mi?

.Eleþtiriler & Yorumlar

:: Eleþtirinin eleþtirisi...
Gönderen: Pink Floyd / , Türkiye
16 Kasým 2008
Hulki Can, yazýný okudum.Ancak olay senin düþündüðün gibi çok derin ve uçta bir nokta deðildir.Yazýnýn yayýn tarihini bilmiyorum ama bahsettiðin konu bu ülke için en az elli yýllýk bir konu.28 þubat sürecinde inancýn aþaðýlanmasý ile yeniden gündeme gelmiþ olsa bile onun üzerinden bile en az on yýl geçti.Bu gün ortada senin bahsini ettiðin þekilde-hani birinin baþýný örtünmesi þöyle böyle veya kötü biþey yada iyi biþey gibi- bir tartýþma bulunmamakta.Yaþadýðýmýz ülke demokratik bir ülke ve eðer bu þekilde bir talep yada istek varsa bunu halk kendi içinde demokratik süreçleri kullanarak çözecektir.Demokraside esas güçlü olanýn yönetimidir ve laiklikte daha güçsüz olanlarýn haklarýnýn korunmasýdýr.Laikliðin ilk çýkýþýnýn ortaçað sonrasýna denk gelmesi dine karþý bir duruþ olarak alýnabilir ama bu günün modern toplumunda böyle bir þeyden bahsetmek abesle iþtikaldir.Yada bilerek kitleleri yanýltma çabasýdýr.Ona bakýlacak olursa Atatürk ün kurdurduðu diyanetler iþleri baþkanlýðý vardýr.Bu kurumun varlýðý devletin laikliði ile en büyük çeliþkidir.Sonra deomakratik laik sosyal hukuk devletinin ölen askerinin þehit olmasý durumuda vardýr mesela.Yada hukuk sistemini pagan romanýn hukukunu temel alarak oluþturmaya çalýþan bir ülke var karþýmýzda. Böyle bir durumda ve çeliþkiler yaþarken kim kafasýna ne takmýþ kimin umrunda? Bahsettiðiniz þeyler o zamanlar çok önemliydi.Örneðin þapka devriminden önce þapka takmak kafirlik yada hristiyanlýk olarak görülüyordu gibi. Bu noktalara çok takýlmamak gerekir.Çünkü bu modernliðin baðnazlýðý olur.Moderniteyi yada modernite denilen þeyi kabul etmek baþka, bunu baþklarýna dayatmak ve onlarý seçimlerinden dolayý aþaðýlamak bambaþka þeyler.Birinin kültürel olarak gördüðü þey bir baþkasý için inançsaldýr.Örneðin bu benim uðurlu taþým diye yanýnda taþýdýðý taþý birisinden taþýmamasýný istemek ne kadar anlamsýzsa.Biride bu benim inancýmdýr ve bu þekilde tanrý beni seviyor dediði zaman ona yapma diyemezsin.Yada gücünün yettiði kadar durdurabilirsin.Fakat bu gün öyle bir gücün yok sanýrým.(Güç konusu yazarla ilgili deðildir.Bir düþünce tarzýna karþý söylenmiþtir.)




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Hulki Can kimdir?

Ýlgi alanlarý: Klâsik müzik, caz, folklor, tarih, sosyoloji, antropoloji, dilbilim, eskatoloji, teoloji, þiir, edebiyat, fotoðrafçýlýk

Etkilendiði Yazarlar:
B. Russell, Descartes, Kant, Nietzsche, Tolstoy, Montaigne


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hulki Can, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.