"“Yazarlık, sabah 5’te uyanıp uykunun güzelliğini katletmek ama kahvenin de kahramanı olmaktır.” – Franz Kafka"

Türk Milleti Ülke' de Tam On Sekiz Sene Kesintisiz Olarak 'Tanrı Uludur' Diye Adeta Kulaklara ve Ruhlara İşkence Edilerek Okutulan Acaip Bağırtıya Bir Daha Asla İzin Vermeyecek

1930' lı yıllarda Türkçe Okutulan ezanın serüveni...

yazı resimYZ

Gün geçmiyor ki; hepimiz, özellikle son iki yıldır, Türkiye nin çeşitli yerlerinde, camilerimiz, ve de o mabedlerimizin minarelerinde okunan ezan aleyhinde tahkir edici provokatif sabotaj ve hareketlere şahid oluyor ve her bir vak â hakkında da medya ve sosyal medyada günlerce yaşanan polemik ve tartışmaları müslümanlar olarak üzüntü ve öfke ile takib ediyoruz.
Mâlumunuz, bu konuda bütün Türkiye yi öfkelendiren olay, İzmir in Konak, Karşıyaka, Çiğli ve Buca ilçelerindeki merkezi sistemle ezan okunan bazı camilerin frekansına, provakatif bir melodi ile ikindin vaktinde okunacak ezan saatinde gerçekleştirildi.
Anlaşıldığı kadarıyla, İslâm düşmanları ve düzen karşıtı bir grup tarafından korsan bir şekilde girilerek, cami hoparlörlerinden, 1940 lı yıllarda, Alman işgal ordularına karşı İtalyan partizanlarının ( devrimci-komünist örgüt) marşı olarak bilinen Çav Bella marşı seslendirilmişti.
Olayın hemen akabinde, emniyet ve yargı, bu işte parmağı olan kişilerin peşine düştü ve onları tek tek toplamaya başladı. Bu meyanda; Türkiye nin en eski partisinin, İzmir İl Başkanlığının eski başkan yardımcısı bir hanım; bu çirkin saldırıyı, sosyal medya hesabından neredeyse övgü ile paylaşmıştı. Birkaç saat sonra yargı tarafından ifadesi alındı ve şimdi tutuklu.
Bütün çabaları; her gün değişik provakatif olaylar ile Devleti ve hükümeti oyalamak, hatta zor durumda bırakıp, belli grupları sokağa dökmek amacında olan bu insanların nihai hedefi, demokratik yollardan gelemedikleri Türkiye nin yönetimini , akıllarınca bu tür sansasyonel hadiseler sonucunda, ele geçirmek ütopyasından başka bir şey değildi ...
Aslında, ezana yönelik bu tür aşağılayıcı, tahrif edici hareketler, sırf günümüz Türkiye sine has bir durum da değildir. Tanzimat tan beri, özellikle de Cumhuriyet in kuruluş yıllarında, bizzat devlet organlarınca alınan kararlar ve uygulamalar ile pervâsızca işlenmiştir.
Cumhuriyet kurulmuş, yeni devlet, kuruluşunun hemen ertesi günlerinde batılılaşma adına, özellikle dini kurum ve kuruluşları pasifize etme adına, inkılâp başlığı altında, Hilâfetin kaldırılması ve Tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi bir takım tasfiye hareketlerine girişmiştir.
Daha sonraki yıllarda, özellikle bir çok caminin ibadethane statüsünden çıkarılarak, ya satıldığı, veya depo, yahut ahır gibi asli hüviyetine yakışmayacak çeşitli kullanımlara devredildiğini biliyoruz.
Yeni devletin kuruluşundan bu yana sekiz sene geçmiştir. Takvimler 18 Temmuz 1931 i gösterdiğinde; Hükümet, Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle, ezan ve kâmetin, birkaç ay içinde Türkçe okunacağına dair 636 sayılı genelgesini yayımlar.
İlk Türkçe ezanı, 30 Ocak 1932 de Hafız Rıfat Bey, Fatih Camiinde ikindi vaktinde okur. Belli bir hazırlık döneminden sonra da, 7 Şubat 1933 tarihinden itibaren bütün Türkiye de artık ezan 1950 senesine kadar,rahatsız edici bir dil ve melodi ile Tanrı uludur nidâlarıyla okunacaktır.
Türkçe ezan uygulamasının kabulünden bir ay sonra , dönemin Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi' nin, 6 Mart 1933' te yayımladığı bir tebliğ ile, salâ nın da Türkçe okunmasına karar verilecektir.
Türkiye Diyanet vakfı İSLÂM ANSİKLOPEDİ sinde, ezanın Türkçeleştirilmesi nin düşünceden, hayata geçirilmesi şöyle anlatılmaktadır :Atatürkün emri üzerine sonraları Maarif vekili olan Reşit Galip ile Hasan Cemil Çambelin yönetiminde, Türk Tarihi Tedkik Cemiyetinin Dolmabahçe Sarayındaki odasında 1932 yılı Ramazan ayı öncesinde (Aralık 1931) dokuz meşhur hâfız bu işle görevlendirildi. Beşiktaşlı Rıza, Süleymaniye Camii müezzini Hâfız Kemal, Hâfız Sadettin (Kaynak), Hâfız Burhan, Hâfız Fahri, Hâfız Nuri, Hâfız Yaşar (Okur), Hâfız Zeki ve Sultanselimli Hâfız Ali Rızadan (Sağman) oluşan bu heyet tekbir, ezan ve kāmeti konservatuvardan bazı sazların da iştirakiyle meşkederek hazırladı. Bu arada tercümede tereddüt edilen noktalarda bizzat Atatürkün görüşüne başvurularak kesin karar onun tercihleri doğrultusunda verildi. Nitekim Ali Rıza Sağman dışında bütün hâfızlar tekbiri Allah büyüktür şeklinde tercüme etmişken Atatürk, Sağmanın Tanrı uludur ifadesini daha güzel bulduğu için bu şekil kabul edildi. Ezandaki Hayye alel-felâh ibaresinin Haydi kurtuluşa diye Türkçeleştirilmesi düşünüldü. Ancak kurtuluş kelimesinin İstanbulda Rumların oturduğu Tatavla semtinin halk arasındaki adı olması sebebiyle tereddüt gösterilince Atatürkün de uygun görmesiyle Haydi felâha şekli kabul edildi (Granda, s. 259-260).
Ancak daha farklı düşünüldüğünde ; "Türkçe ezan" metni : Tanrı uludur, Tanrı uludur Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı dan başka yoktur tapacak.Şüphesiz bilirim, bildiririmTanrının elçisidir Muhammed.Haydin namaza, haydin namaza, Haydin felâha, haydin felâhaTanrı uludur, Tanrı uludur Tanrıdan başka yoktur tapacak. şeklinde kabul olunursa da, burada bir husus, dikkatleri çekmektedir. Ezan ın Arapça metninin tamamı, Türkçe ye çevrilirken, "felâh" kelimesi , neden Türkçe okunacak metinde aynen bırakılmıştı. Çünkü Arapça da: kurtuluş, selâmet anlamına gelen felah ın ,Türkçe ye çevrilmesi halinde, dejenere amacıyla Türkçeleştirilen ezanın, taklidî Müslümanlarda dahi bir coşkuya sebep olmasının engellenmesinden başka ne olabilirdi ki ?..
Diğer bütün inkılâplarda olduğu gibi ezan metninin Türkçeye çevrilmesi düşüncesinin fikir babası, yine Ziya Gökalp olacaktır. O nun Dinî Türkçülük portföyü kapsamındaki, İslâm ın en önde gelen ritüellerinden biri olan ezan ın Türkçe metinle okunması düşüncesi, 1918 yılında da yayınladığı YENİ HAYAT kitabındaki VATAN başlıklı şiirinde şöyle açıklanıyordu:
Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manâsını namazdaki duanın
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur,
Küçük-büyük herkes bilir buyruğunu Hüdânın
Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın!..
Şimdi bu isteğin yerine getirilmesinin zamanı gelmişti. Ayrıca bu hareket aynı yıl uygulamaya konan Dil Devriminde öngörülen bir plânın önemli sayfalarından biriydi.Birinci Dil Kurultayı nın sonrasındaki günlerde, Vakıflar Genel Müdürlüğü, kendisine bağlı olan bütün camilere ve mescitlere gönderdiği Genelge ile, önümüzdeki günlerde Türkçe ezan okunması konusunda hazırlıklı olmalarını ister. Konservatuvar dan İhsan Bey isimli bir müzisyen, Türkçe Ezan a beste yapmak üzere görevlendirilir. Ancak; plânlanan tarih olan, 29 Aralık 1932 ye kadar, yeterli sayıda müezzin eğitilemediği için, ezan bir süre daha Arapça olarak okunacaktır.
Takvimler 18 Temmuz 1931 i gösterdiğinde, Hükümet ezanın Türkçe okunmasına dair genelgesini yayımlar. İlk Türkçe ezanı 30 Ocak 1932 de, Hafız Rıfat Bey, Fatih Camii nde ikindi vakti okur. Belli bir hazırlık döneminden sonra da, 7 Şubat 1933 tarihinden itibaren bütün Türkiye de artık ezan 1950 senesine kadar Tanrı uludur nidâlarıyla okunacaktır.
Ezan, Kuran ve ibadetin Türkçeleştirilmesi girişimlerine karşı ilk ciddî tepki, Bursa da görülür. 1 Şubat 1933 günü Ulucamide öğle namazından sonra kalabalık bir grup Evkaf Müdürlüğü ne kadar yürüyerek Türkçe okunan ezan aleyhinde protesto gösterileri yapar.
14 Şubat günü açılan soruşturma tamamlanır.
Sanık olarak tesbit edilen ve aralarında Bursa Müftüsü Nureddin Efendi, Ulucami İmamı H.Tevfik Efendinin de bulunduğu 24 kişi yargılanmak üzere Ağır Ceza Mahkemesine sevkedilirler.
Yargılama sonucunda sanıklardan yirmisi altı ay ile iki yıl arasında hüküm giyer; sanıklardan dördü beraat eder.
Bu olaydan sonra en ilginç protesto,4 Şubat 1949 günü TBMM Genel Kurulunda görüşmeler sürerken,iki kişi dinleyici locasından ezanı Arapça olarak okumaya başlarlar.Tabii ki Meclisten alınıp, götürülürler.
Daha sonra gün geçmeyecek ki, gizli saklı, ya da açıkca, aslî diliyle ezan okuyan insanların takibata uğrayıp, en ağır şekilde cezalandırılmaları kesintisiz olarak devam edecektir.
Tâ ki; 14 Mayıs 1950 günü yapılan genel seçimlerine YETER SÖZ MİLLETİNDİR sloganıyla giren Demokrat Parti nin 27 yıllık CHP iktidarına son verene kadar
Seçimler sonrasında, Başbakanlığa getirilen Adnan Menderes, radikal bir Kemalist olan Cumhurbşkanı Celal Bayar ın muhalefet ve ikazına rağmen, Hükümetinin ilk icraatını, iktidara gelişlerinden sadece bir ay sonra hazırlattığı Ceza Kanununun 526. maddesinde gerekli değişikliklere ilişkin kanun tasarısını, 16 Haziran 1950 günü TBMMde oylamaya sunarak ve CP nin de kabul oyu vermesiyle, gerekli değişiklik yapılacak, 18 sene sonra Ramazan arefesinde ezanın yeniden Arapça okunması serbest bırakılacaktı.
O gün Sultanahmet Camii imamı olan bestekâr Sadettin Kaynak' ın 16 şerefenin er birine, 16 güzel sesli müezzin bulup çıkarttığını ve kendisinin aşağıdan vermesinden sonra, müezzinlerin peşpeşe, tekraren ezanı tam yarım saatte okuduklarını, o esnada camideki cemaatin dışarıya çıkıp ezanı ağlaya ağlaya dinlediği hâlâ aynı eyecanla anlatılmaktadır.
Kanunun kabulünden sonra Menderes, 5 Haziran 1950 günü, Zafer Gazetesi başyazarı Mümtaz Faik Fenik' in bir sorusuna cevaben şunları söylüyordu:
"Her taassup cemiyet hayatı için zararlı neticeler doğurur. Cemiyet hayatında esas değişikliklerin yapılabilmesi evvelâ taassup zihniyetinin yıkılmasına bağlıdır. Bu hakikatin iyice kavranmış olması neticesidir ki, Büyük Atatürk bir takım hazırlayıcı ön inkılâplara başlarken taassup zihniyetiyle mücadele etmek lüzumunu hissetmişti.
Ezanın Türkçe okunması mecburiyeti de böyle bir zaruretin neticesi olarak kabul edilmelidir. Zamanında çok lüzumlu olan bu mecburiyet ve tedbir diğer tedbirlerle birlikte bugünün hür Türkiye'sine zemin hazırlamıştır.
Ezanın Türkçe okunmasına mukabil cami içinde bütün ibadet ve duaların din dilinde olması garip bir tezad teşkil eder gibi görünür. Bunun izahı arzettiğim gibi, geçmişteki hâdiselerin hatırlanmasına ve taassup zihniyetine karşı mücadele zaruretinin kabul olunmasına bağlıdır. Aradan bunca yıllar geçtikten ve vaktile zarurî görülen ısrar bu sefer vicdan hürriyetine karşı bir taassup teşkil eder.
Şimdi meselenin lâiklik ve vicdan hürriyeti bakımından halline sıra gelmiştir. Dini, siyasete karıştırmak ve dini ibâdetler âmme nizamına ve umumî âdaba aykırı olmamak şartile herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini serbestçe yerine getirebilmesi vicdan hürriyeti ve lâiklik esası bu anlayışa göre tesbit edilmiştir.
Diğer inkılâplarımız gibi lâiklik esasının da muhafazası bugün için ancak prensiplere bağlı kalmakla mümkündür. Halbuki umumî âdaba ve âmme nizamına hiçbir aykırılık göstermiyen ezan meselesinde memnu'iyetin devamı lâiklik prensibini menfi cihetten zedelemek mânasını tazammun eder
Tekrar edelim ki, irtica, taassuba, geriliğe karşı mücadeleyi ancak prensiplere sıkı sıkıya bağlı kalmakla mümkün görüyoruz.
Bu izahımın milletimize malolmuş inkılâplarımızın tamamıyla korunacağı mânasını taşıdığını da ayrıca tafsile lüzum görmemekteyim.
Hükümet olarak ezan meselesi hakkında görüşümüz bundan ibarettir. Ancak kanunî hükümlerle de alâkalı olan bu meselenin gerek prensip, gerekse grubumuzca lüzum görüldüğü takdirde kanunda değişiklik yapmak bakımından Meclis Grubumuza arzı ve Grubumuzca alınacak karara göre olunması pek tabîîdir.
Ne yazık ki, bundan tam 10 sene sonra, CHP nin önayak olması ile , Amerikan güdümlü bir cunta, Menderes i iktidar koltuğundan alaşağı edecek, Türk Hukuk tarihinin en büyük utancı olan bir düzmece YASSIADA MAHKEMESİ, her ne kadar iddianâmelerinde açıkça belirtmeseler de EZAN, NAMAZ ve Kur AN ı yeniden Türk toplumunun hayatına sokan adamı DARAĞACI na yollayıp, kıt akıllarınca intikam aldıklarını sanacaklarsa da, faillerin hepsi de, ondan en fazla 20-30 sene sonra dünya saltanatlarına vedâ edeceklerdi

Salih Zeki Çavdaroğlu
23 Mayıs 2020

https://ferahnak.wordpress.com/2020/05/23/turk-milleti-ulke-de-tam-18-sene-kesintisiz-tanri-uludur-diye-adeta-kulaklara-ve-ruhlara-iskence-edilerek-okutulan-acayip-bagirtiya-bir-daha-asla-izin-ver/

Yorumlar

Başa Dön